• Sonuç bulunamadı

Karakoç, Monna Rosa, Şiirler I, s 15.

Nesnenin Direnişi Karşısında Şair “Ben”

26 Karakoç, Monna Rosa, Şiirler I, s 15.

27 “Onun öztürkçecilik gibi bir tutkusu yoktur. Şiirinin gerektirdiği sesi başka dillerin kelimelerinde de

ŞİİR SANATINDA “SOYUTLAMA VE EİNFÜHLUNG” –SEZAİ KARAKOÇ ÖRNEĞİ– 105

“Karaçay’ın Türküsü”nde28 “Ben Karaçayım” diyen şairin bir öznesi vardır: ırmak. Ben Karaçay ve eller pamuk gibi yumuşak

Eller hafifçe tutmuş birbirini

Ben güneşin altında garip dost garip ırmak Ben doğmayan bir çocuk için söylenen ninni. Eller hafifçe tutmuş birbirini.

Şiirde ırmak garipliği içinde “yalnız”lığı simgelemektedir. Güneşin altında sadece ırmak yoktur, ancak bir çocuk hassasiyetiyle şair yalnızlığını ırmakla ifade etmektedir. Burada ırmak durgun değil akıcıdır. Ancak akıcılığı gariptir. Şairin ırmakla kurduğu aynileşme (einfühlung) bellekte garip ve akıcı bir ırmak halinde estetik bir nesneye dönüşmektedir. Nitekim sonraki mısralarda özne, yalnızlığı içinde bu sefer insanlar arasında akacaktır ve biz neden yalnız olduğunu anlayacağız.

Aziz misafirlere bir öpücük bir çiçek Onlar sabaha kadar dansedecek bu gece Ve çocuk benden süslü cam çakıl isteyecek

Bense akar dururum yalnızca ve delice

Onlar sabaha kadar dansedecek bu gece

Misafirlerin pamuk gibi yumuşak elleri birbirine deyince dans başlamıştır. Dokunacak yumuşak bir el bulamayan şair yalnızlığını misafirlerin habersiz, belki de duyarsız olduğu akan ırmakla özdeşleştirmektedir. Kalabalıklar bir çift halinde eller birbirini tutmuş halde dans ederken, birinin kalabalıkların ortasında yalnız ve kendinden geçmiş bir şekilde dans ettiğini düşünelim. Bu adam gerçekten “yalnızca ve delice” dans etmektedir. c, ç sesleri aziz misafirlerden “bir öpücük bir çiçek” alamayan şairin çocukça bir duyarlılık içindeki yalnızlığını ifade için seçilmiş sesler gibidir. Irmak bir doğa nesnesidir. Ancak öznenin doğadan kopardığı ırmak artık, şair belleğinde estetik bir objedir. Bu obje, şairin ona yüklediği akıcı, garip, deli özellikleriyle doğadan koparılmış ve şiir içinde hece ölçüsü, kelimelerin seçilişi ve ses duyarlılığıyla soyutlanarak hayat bulmuştur. Karakoç’un “Diriliş somutlaması” dediği sanattaki hadise de budur. Şimdi şunları sorabiliriz: doğadaki ırmak yalnızlık, gariplik, delilik özelliklerine sahip midir? Yoksa ırmakla aynileşen Karakoç’un şair beni, bu özellikleri, zihnindeki nesneye yükleyerek ırmağı garip, yalnız ve deli bir sanat formuyla soyutlayarak diriltmiş midir? Karakoç’un soyutlamaya ilişkin açıklama- ları ikincisine yönelik bir yaklaşımı sezdirmektedir ki durum sanat formunda nesneyi değil şair “ben”i öne çıkaran bir duyarlılığa sahiptir. Yani bu yaklaşım şiir söyleme ve vücuda getirmede özneyi esas alan sujbejktivist bir anlayışı barındırır. Karakoç’un diğer şiirlerine bakarsak çoğu zaman özneyi öncelediğini görürüz.

106 HALEF NAS

Bu ifadelerimizle Karakoç’un nesneyi dışladığını ifade etmiyoruz, sadece özne- nesne ilişkisinde, nesneyle ilişkili sürecin estetik bir objeye dönüşmesi için öznenin varlığının şart olduğunu söylüyoruz. Bu özne de “estetik özne”dir. Estetik özne için yukarıdaki şiirde gördüğümüz gibi doğadaki nesneyle aynileşmenin ötesinde estetik objeyle ilişki gereklidir. Bu bağlamda şairin “sen” dediği artık doğadaki “sen” değil öznemdeki “sen”dir. Bu “sen” de artık sana ait değil belleğimdeki estetik objemdir.

İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur

Oldukları yerde bile. (İnci Dakikaları)

Şiiri açıklamalarımıza göre açarsak, “denizlerin en karanlık noktalarında bile” bu- lunmayan, ancak şairin “ak ve kara kayalar içinde” bulduğu incilere dair “ilk gerçek ve yeni yorum” bellekte estetik bir nesneye dönüşen özneye ilişkin yorumdur. Yorumu yapan da doğadaki “sen”i algılayan şairin beni, estetik öznesidir. Burada “sen” hitabı doğadaki “sen” için değil bellekteki “sen” için geçerlidir. Böyle olmasa “oldukları yerde”den sonra “bile” denilmezdi. Çünkü incilerin “ol”duğu yer artık “ak ve kara kayalar içinde buldu- ğum inciler” değil “ben”deki incilerdir. Bu incilerin de estetik bir obje olduğu açıktır.

Sezai Karakoç’un, ilk dönem şiirlerinden, İkinci Yeni şiir akımının revaçta olduğu yıllara kadar ve oradan günümüze değin yazdığı şiirlerde soyutlama ve einfühlung etrafında özne-nesne ilişkisi içinde özne, nesne, estetik özne, estetik nesne, tavır ve algıyı gösteren dikkatlere ulaşmak mümkündür. Yukarıda örneklediğimiz şiirlerinden,

Şahdamarda “Köşe” şiirindeki, “Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi”, “Köşelerde

keklik gibi bakıp duran saksılar / Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar”,

Körfezde “Balkon” şiirindeki “içimde ve evlerde balkon”, Seslerde “Sesler” şiirindeki

“En soğuk sularda yıkanmış gibiyim / En soy arap atlarına binmiş gibi / İçimden bir aysberg geçiyor / Eskimoları otobüs duraklarında aştım”, Yaz şiirindeki “Kara incir ve nar / Piran ülkesinde bir pınar, Suyunun derin sülüklerden / Örülmüş saçları var”, vd., Taha’nın Kitabı’nda29 “Mermeri kadeh kadeh / Bir alacakaranlık gibi içtiniz /

Sonra kustunuz mermeri” mısraları, (s. 19) Gül Muştusu’nun XI. Kısmında “Ve ortada yürüyen göçebeler / Uyarlığın yumuşaklığıyla / Bir tezgâha yürüyen yün oluğu gibi / Koyun sürüleri / Ah bunlar ne temiz çakıl taşları / Kayıyorlar susuz bir akıntıda”, (s. 98) Ayinler/Çeşmeler’de,30 “Çiçeklerden çiçeklere iletilen bir bulanıklık duyarlıklarda

/ Toprak sağırdır yağmur mezmuruna artık”, (s. 8) Zamana Adanmış Sözlerde31 “Son-

29 Karakoç, Taha’nın Kitabı - Gül Muştusu, Şiirler IV, s. 19, 98. 30 Karakoç , Ayinler/Çeşmeler Şiirler V, s. 8.

ŞİİR SANATINDA “SOYUTLAMA VE EİNFÜHLUNG” –SEZAİ KARAKOÇ ÖRNEĞİ– 107

bahar” şiirindeki, “Rüyalar bende kiraz gibi / Olur ve çürür bu mevsimde”, (s. 35) “Atlar ki bende kiraz gibi / Büyür ve çürür bu mevsimde” (s. 36), “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiirinin I. kısmındaki “Dünya bir istiridye / Dönüşelim inci tanesine / Dünya bir ağaç / Bir özlem duvarı / Bülbül sesine / Şair / Gündüzü bir gül gibi / akşamı bülbül gibi / Sarıp sarmalayan öfkesine” (s. 47), IV. Kısmındaki “Bütün şiirlerde söylediğim sensin / Suna dedimse sen Leylâ dedimse sensin / Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome’nin Belkıs’ın / Boşunaydı saklamaya çalış- mam öylesine aşikârsın sen bellisin / Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için / Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini / Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini / Ey gönüllerin en yumuşağı en derini” (s. 54) gibi mısralar, saydığımız ve buraya alamadığımız diğer şiir kitaplarındaki daha nice mısra Sezai Karakoç’un einfühlung ve soyutlamaya ilişkin dikkatlerine dair bir çok örneği içermektedir. Ancak bütün bu şiirsel söyleyişlere bu makalede yer vermek imkânsızdır.

Estetik özne, estetik nesne, tavır ve algı, estetik değer sanat felsefesinden kopan ve Alexander G. Baumgarten (1714-1762) tarafından kurulan Estetik (Aisthesis) bili- minin esas terimlerindendir. Türk şiirinin estetikle ilişkisi üzerinde geniş bir literatür oluştuğunda, soyutlama ve einfühlung’un şair “ben”ine etkileri ve şiirdeki yansımalarını inceleyen araştırmacılar, Türk şiir estetiği tarihinde Sezai Karakoç’u dikkate değer bir konuma oturtacaklardır.32

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Sezai Karakoç bir sanatçı olarak sanat ve sanatı üzerinde konuşabilen bir şairdir. Bu onu Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl, Orhan Veli... gibi sanat ve sanatı üzerinde düşünen şairler sırasına dahil eder. Karakoç şiirlerinde nesneyle aynileşme yoluna gitmenin ötesinde soyutlamayı şair beni’nin duyarlılığını realize etmek için kullanmaktadır. Aynileşme, tavır, algı ve soyutlamayı içeren bir şiir onun için “diriliş somutlaması”na ulaşmış bir formdur. Bu form şiirde seslerden yararlanılarak tonaliteyle desteklenmektedir. Karakoç’un genelde sanat özelde şiir anlayışında şair, yazgısı olan “arayış”ı yolunda yaratışın sırlarına vakıf olmanın peşindedir. Nesnelerin direnişi karşısında uzun bir soyutlama ve bunu takip eden dirilişle şair bu vukufa ulaşır. Şair yaratılanı değil yara- tışı taklit eder. Bu bakımdan “yok”tan değil, “var”dan var eder. Soyutlama bir seçim, bilgi ve beceri işidir ve soyutlama işinin başında sanatçı “ben”i vardır. Dolayısıyla soyutlamada temel hareket noktası öznedir. Nesneyle aynileşmeden sonra soyutlama sayesinde şair eşyadan kopardığı bir parçaya kendi duyarlığının rengini verir. Böylece cansız nesne şairin üflediği taze bir solukla dirilir ve sanat dünyasında yaşayan bir forma dönüşür. Worringer’in, sanat tarihinin soyutlama ve einfühlung arasındaki bit- meyen mücadeleden ibaret olduğu yönündeki değerlendirmelerini dikkate aldığımızda

Benzer Belgeler