• Sonuç bulunamadı

1.5. DEVLET VE KĠMLĠK

1.5.2. Milliyetçilik

“Bu yüzyılın (20. yüzyıl) büyük savaşlarını olağandışı kılan şey, öldürülmelerine izin verdiği insan sayısının emsalsizliği değil, ne kadar çok sayıda insanı canlarını vermeye ikna edebildiğidir.”

Anderson

Milliyetçilik, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akademik ve siyasi tartıĢmaların odağına yerleĢmiĢ, büyülü bir kavramdır. Modern milliyetçiliğin tarihsel olarak 19. yüzyılda ortaya çıktığı, temelinde ise Amerikan bağımsızlık mücadelesi ve Fransız Ġhtilali baĢta olmak üzere; çok uluslu imparatorlukların parçalanmaları ile sonuçlanan çeĢitli bağımsızlık mücadelelerinin bulunduğu genel olarak kabul görmektedir. Özellikle Fransız Ġhtilali sonrası yayınlanan insan hakları bildirisi; adalet, eĢitlik ve ulusal egemenlik kavramlarını öne çıkarmıĢ, toplumlar üzerinde büyük etki ve heyecan uyandırmıĢtır. Ne var ki milliyetçiliğin olumlu, olumsuz ve tarafsız biçimde ele alındığı sayısız yaklaĢıma rağmen, kuramsal açıdan net bir zeminin oluĢturulduğunu söylemek güçtür. AraĢtırmanın birinci bölümünde üzerinde durulan kimlik yaklaĢımları, milliyetçiliği de kapsayacak biçimde ele alınmaktadır. Örneğin ilk dönem antropologlar bir kimlik olarak milliyetçiliğin eski çağlardan bu yana var olduğunu iddia ederken; Hobsbawm, Anderson, Gellner ve

Smith gibi düĢünürler, milliyetçiliği modernist perspektiften ele almıĢ, özgün bakıĢ açıları geliĢtirmiĢlerdir.

Gellner (2012: 59) milliyetçiliğin kökenini tarihsel olarak 18. yüzyıla götürmektedir. Avrupa‟da değiĢen toplumsal ve siyasal düzenin ortaya çıkardığı yeni durum, milliyetçiliğin değiĢen formlarını yansıtmaktadır. Endüstri öncesi topluluklarda kimliği oluĢturan unsurlar daha çok sosyal durumlarla açıklanmaktaydı. Milliyeti oluĢturan da toplum özelliklerinin çakıĢtığı, sınırların iç içe geçtiği alanlardı. Dolayısıyla ırksal benzerliğin ve ortak-güçlü duyguların ortaya çıkardığı Ģey tam olarak milliyettir. Etnik grup, kendi varlığından emin olmanın ötesinde, kendine politik bir sınır çizme isteğine sahip olduğu anda, etnisite politikleĢmekte ve milliyetçilik doğmaktadır. Sınırları belli bir alanda, yönetilen ve yönetenlerin buluĢtuğu ortak etnik zemin, milliyetçiliğin oluĢmasındaki temel koĢuldur. Böylece çizilen milliyet sınırı dâhilinde kalanlar yapının birer parçası olurken, yabancılar dıĢlanmaktadır. Bu doğrultuda milliyetçiliğin kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Ulus devlet çağında milliyetçiliği oluĢturan Ģey, yalnızca etniklik değil, aynı zamanda sınırların çizildiği ve küresel dünyada ulus fikrinin giderek daha fazla toplumsal gerçekliğin bir parçası haline gelmesidir. Ancak diğer taraftan millet kavramı gelecekte bugünkü kadar önemsenmeyecektir. Nedeni, millet farklılıkların vurgulanması talebidir ve endüstrileĢme, farklılıkları bütünüyle yıkmakta ve yok etmektedir.

Milliyetçiliğin 18 ila 19. yüzyılda ortaya çıktığı düĢüncesini daha geriye götüren kimi Avrupalı düĢünürler, milliyetçiliğin temelini oluĢturan millet ya da ulus fikrinin özellikle Avrupa‟da 11. yüzyıla kadar ulaĢtığı görüĢünü paylaĢmaktadır. Fransa dukalığının ulus fikrine ulaĢıncaya kadar geçirdiği dönüĢüm buna örnek olarak verilmektedir. Halkın, yönetici ailenin etrafında toplanması, yönetici sınıfın, ülke topraklarının korunması ve fetihlerin birinci derecede sorumlusu olmasına bağlanır. Savunma fikrine odaklanan siyasi iradeyi ve dolayısıyla toplumu ulus fikri etrafında toplayan Ģey aslında toprak savunmasından ziyade yönetici sınıfın hırsıdır. Temelleri 11. yüzyılda atılan uluslaĢma süreci 16. yüzyıl Fransa‟sında belirgin hale gelmiĢtir (Ferry, 2010: 293).

Avrupa‟da popüler milliyetçiliğin karĢıtı olarak 19. yüzyılın baĢlarında ortaya çıkan resmi milliyetçilik anlayıĢı, temelde ulusal görünüme kavuĢturulmuĢ imparatorluklardır (2011: 103). Anderson, değiĢen milliyetçiliğin yeni formunu bu Ģekilde tanımlarken, Avrupa ülkelerindeki uluslaĢma ve dil birliğinin oluĢum sürecinin henüz ilk aĢamasında olduğuna dikkat çekmektedir. Bu doğrultuda Rusya‟da baĢlayan eğitim ve dil birliği çalıĢmaları örnek olarak gösterilebilir. Rusçanın zorunlu eğitim dili olmasında yalnızca millî duyguların bulunmadığı aĢikârdır. Zira oluĢan yeni pazar, kapitalist hedeflere uygun düĢmektedir. Avrupa‟da ulusal bilincinin oluĢmasında dilin belirleyici iĢlevinin yanı sıra, ekonomik dönüĢümün sebep olduğu yeni pazar ve üretim anlayıĢı da etkilidir. Sermaye birikimi, yeni pazarların elde edilme çabaları ve küresel dönüĢüm ile uluslaĢma süreçleri bu doğrultuda ele alındığında daha açıklayıcı olacaktır.

Hutchinson (2008), milliyetçiliği küreselleĢme ile birlikte ele almaktadır. Ona göre küreselleĢme ile etnik kimlik ve millet oluĢumu canlanacaktır. Bu iddianın, medeniyetler çatıĢması tezlerine karĢılık olarak ortaya atıldığı söylenebilir. Milletlerin modern dünyaya özgülüğü ve ulus-devletin modernite içindeki etkisi üzerinde duran Hutchinson, modernite ve etniklik kavramlarının sınırlı iliĢkili olarak ele alınması gerektiği düĢüncesindedir. Milletleri modern öncesinde bir araya getiren cemaat duygusudur. Bu duygunun oluĢmasında ortak tarih, mitler ve aidiyet duygusunu oluĢturan diğer unsurlar etkili olmaktadır. Yani milliyetçiliğin de temelinde belirli bir topluluğa ait olma duygusu yatmaktadır. Böylelikle toplumlar - milletler- varlığını sürdürebilecek gücü milliyetçi düĢünceden alabilirler. Ortak tarihsel mitler toplumsal psikolojiyi yönlendirmekle beraber, toplumsal duyguların yükselmesine imkân tanımaktadır. ġu halde milliyetçiliğin soyut ve geçmiĢe dönük yönünün birleĢtirici ve pekiĢtirici özelliği bulunmaktadır.

Demokrasi, temelde farklılığın güvence altına alınması gerekliliğine vurgu yapan bir anlayıĢtır. Bu nedenle etnikliğin ve milliyet kavramlarının demokrasi ile iliĢkisi tartıĢmalı olarak ele alınmaktadır. Tekilliğin, duygusal bağlılığın ve yerel düĢüncenin milliyetçi düĢünce üzerindeki pekiĢtirici etkisi, demokratik Ģeffaflık ve çoğulculuk fikri önyargılı bir karĢıtlık göstermekte ya da en azından bu Ģekilde algılanmaktadır. ÖtekileĢtirme ve etnik dayanıĢma fikrinin ulus devletlerin oluĢtuğu

modern dönemde etnik çağrıĢımlarla milliyetçiliği aĢırı ve sevimsiz uçlara taĢıdığı bilinmektedir. Calhoun, (2008) etnik milliyetçiliğin bir seçenek olduğu görüĢünü ifade ederken, milliyetçiliğin köklerinin daha derinlerde aranmasının, topluma olumlu anlamda yapabileceği katkıları ortadan kaldırdığı ve olumsuz anlamlarla yüklü hale geldiğinin altını çizmektedir. Ancak milliyetçilik ile demokrasinin karĢıtlık oluĢturmadığı dönemler de yaĢanmıĢtır. Bugünkü anlamda olmasa bile demokrasinin 19. yüzyıl sonrası geliĢimi, milliyetçilik hareketlerinin yeĢerdiği döneme tekabül etmektedir. Bu nedenle milliyetçiliğin salt tekçilikle özdeĢleĢtirilmesi mümkün değildir.