• Sonuç bulunamadı

2.2. TARĠHSEL SÜREÇ

2.2.3. Cumhuriyet Dönemi

2.2.3.4. Darbeler ve ÇatıĢma Yılları

Ġkinci Dünya SavaĢı sırasında Türkiye‟de yaĢanan sükûnet ve bekleyiĢ ilerleyen yıllarla birlikte yerini tavizsiz politikalara bırakmıĢtır. 1945 sonrasında Kürt sorununda belirleyici olan iki ana etken söz konusudur. Birincisi Kürtlere yönelik izlenen politikaların sertleĢmesi, ikincisi ise darbelerin (özellikle 1980 darbesi) neden olduğu karĢı tepki yani çatıĢma dönemidir. Ancak daha geniĢ bir perspektiften bakıldığında, tüm bunların ötesinde, Cumhuriyet‟in kuruluĢuyla birlikte değiĢen yönetim anlayıĢı ve laik uygulamaların esasen toplumun tüm katmanları üzerinde derin etkiler bıraktığı açıktır. Bu nedenle gelenekselden moderne geçiĢ çabaları ve yönetsel dayatmalar toplumun dini, siyasi, kültürel ve ekonomik temelli tüm kesimleri üzerinde farklı etkileri olmuĢtur. ġüphesiz Kürt sorununun kavramsallaĢma süreci de bu yaklaĢımın ürünüdür.

Ġstiklâl mücadelesinde Mustafa Kemal‟in halkı topyekûn silahlı direniĢe çağırması, her türlü etnik ayrılığın ötesinde Hilafet makamının korunmasını esas alan

6

Izady, Kürtler isimle eserinde Mahabad Cumhuriyeti‟nin 1945 yılında ilan edildiğini ve adının Kürdistan Cumhuriyeti olduğunu belirtmektedir.

birliktelik hedefinin göstergesiydi. Bu nedenle ilk yıllarda üretilen politikalar, Cumhuriyet dönemi resmi söyleminden daha yumuĢak ve köĢesizdi. Tek parti iktidarıyla birlikte söylem değiĢmeye baĢladı; Ġslam‟ın birleĢtirici özelliği göz ardı edilerek yeni Türk ulusçu söylem geliĢtirildi. GüneĢ Dil Teorisi ve ardından gelen Türk tarih tezleri, ulusalcı çizgiyi radikal yaklaĢımlar sergilemeye iterken, özellikle ġeyh Said ve Dersim isyanlarında devletin takındığı tavır, Ġsmet Ġnönü ve Celal Bayar‟ın yöneldiği sert tedbirler, devletin ilerleyen yıllarda Kürt siyasetini hangi parametreler etrafında Ģekillendireceğinin ipuçlarını verdi. Dinin, laiklik ilkesine rağmen devlet kontrolünde alınması, medrese eğitiminin geleneksel olarak yerleĢik bulunduğu doğuda da yapının değiĢmesine yol açtı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tekke ve zaviyelerin kapatılması, medrese kültürünün etkin olduğu Kürtlerde olumsuz algılamalara yol açtı.

Ġslamiyet‟in Anadolu topraklarında yerleĢmesinde Ģüphesiz tarikatların etkisi yadsınamaz. Kadiri, Mevlevi ve NakĢibendi tarikatları Anadolu coğrafyasında toplumu etkisi altına alan ve dinsel algının Ģekillenmesinde önemli rol oynayan oluĢumlardır. Doğu Anadolu‟da ise en çok NakĢibendi tarikatının etkisi görülmektedir. NakĢibendiliğin farklı kolları, doğuda geniĢ bir alanda etkinliğini sürdürmektedir. NakĢibendiliğin her bir kolu doğuda farklı etkinlik alanına sahiptir. Seyidi, Palevi, Küfrevi, Taği ve Miri kollarının etkinlik alanları birbirinden uzak biçimde konumlanmaktadır. Tarikatlara eleĢtirel yaklaĢan BeĢikçi, Ģeyh-halk iliĢkisini, “sömürü” iliĢkisi olarak nitelemektedir. Dini liderlerin otoritesini sağlamlaĢtırmak için toprak mülkiyetini de ellerinde bulundurduğunu savunan BeĢikçi, böylece bölge halkı üzerinde dini liderler üzerinden tam bir nüfuz sağlandığı görüĢündedir (1969: 183). Tarikatların halk üzerindeki nüfuzunu görmezden gelmek mümkün değildir. Ancak tarikat Ģeyhleri ve ileri gelenleri ile halk tabanı arasındaki iliĢkinin boyutu bir yana, yeni Cumhuriyet‟in tarikat yapılanmalarına bakıĢının olumsuz olduğu, bu nedenle kapatılan tekkelerin toplumda Ģu ya da bu Ģekilde tepkisel sonuçlar doğurduğu ortadadır. Diğer taraftan imparatorluk bakiyesi bir toplumun geliĢtirdiği ulus teorisi, hükümetin merkezileĢtirme eğilimlerini beraberinde getirmesiyle birlikte, resmi ideoloji ve Kürtler arasındaki gerilimin arttığı söylenebilir. Kutlay bu süreçte, kurucu ideolojinin Ġslam‟a karĢı açık tavır

içerisinde bulunması dolayısıyla Türk-Kürt yakınlaĢmasının ağır darbe aldığını belirtmektedir. Kutlay‟a göre, Ġslam değerleri üzerine etnik Türk değerlerinin yerleĢtirilmesi, Kürtlerde ayrılıkçı düĢünceleri tetiklemiĢtir. Ayrıca Kürt ayaklanmalarının önde gelen isimlerinden Nehrili ġeyh Ubeydullah, ġeyh Said ve Molla Mustafa Barzani‟nin NakĢibendi tarikatından olmalarının taĢıdığı anlama dikkat çeken Kutlay, devlet, Ģeyh ve halk iliĢkisinin dönüĢümünün devlet aleyhine Ģekillendiğini ifade etmektedir (2012: 253).

AĢiretlere dayanan sosyo-ekonomik yerel yapılanmalar ve Cumhuriyet dönemi uygulamalar arasında gerilimi azaltan, tek parti iktidarının 1950‟de yerini Demokrat Parti‟ye (DP) bırakması olmuĢtur. Bu dönemde esasen bölge halkı üzerindeki baskıyı alan, tek partiye karĢı oluĢan muhalefetin iktidar değiĢikliğiyle birlikte sesini daha çok yükseltebilmesi sürecine bağlı biçimde geliĢmiĢtir. 1950 seçimleri sadece DP‟yi iktidara taĢımakla kalmamıĢ; aynı zamanda çevrenin merkeze karĢı kazandığı bir zafer olarak yorumlanan yeni bir süreç baĢlamıĢtır. Yani aslında DP iktidarı, toplumun yalnızca doğu kesimindeki değil, diğer ideolojik ve sosyo-kültürel kesimleri arasındaki gerilimin, taĢranın merkeze yaklaĢmasıyla azalmasını sağlamıĢtır. Doğuda tek parti iktidarına karĢı biriken tepki, bir anlamda DP aracılığıyla dile getirilmiĢtir. Bu zaman zarfında demokratikleĢme adımlarının en önemli örneği olarak çok partili sistemin meyvesini verdiği de söylenebilir.

Çok partili dönemde Kürtler, DP‟ye yakınlıklarını arttırmaya baĢlamıĢtır. Mustafa Ekinci, Mustafa Remzi Bucak ve Yusuf Azizoğlu gibi Kürt kimliğini öne çıkaran isimler bu dönemde DP‟den Meclis‟e girmiĢtir. Ancak ilerleyen yıllarla birlikte, DP‟nin kapsayıcılığı azalmaya ve istifalar yaĢanmaya baĢlamıĢtır. 1960 sonrasında Ekrem Alican ve Yusuf Azizoğlu gibi isimler partileĢerek Doğu‟da Kürt oylarını toplamayı baĢarmıĢtır (Aktürk, 2008: 342-343).

Toplumsal algılamalardaki değiĢimi sekteye uğratan hiç Ģüphesiz 27 Mayıs 1960 darbesi olmuĢtur. Darbeyle birlikte ülkede yeni ve zor bir dönem baĢlamıĢtır. Bu dönemde Cumhuriyet ideolojisine karĢı olduğu düĢünülen her türlü görüĢ baskı altında tutulmuĢtur. Merkezin gösterdiği refleks, çevrenin (taĢra) tek partili dönemde olduğu gibi dıĢarıda tutulmasına neden olurken, Kürtler de bu durumdan nasibini

almıĢtır. Aslında Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası Türk eğitim ve sanayileĢme atağı, Zürcher‟in de belirttiği gibi Kemalist seçkincilerin çapının geniĢlemesini sağlamıĢtı (2010: 273). Asker-bürokrat seçkinler etkinliklerini DP iktidarı ile kaybetmiĢ görünseler de, 1960 darbesi ve 1971 muhtırası ile Kemalist devletin temel niteliklerine bağlılığın sürekli olarak denetçisi olmayı sürdürmüĢtür. 1960 darbesi ve yeni Anayasa, devletin din, etniklik ve ideolojik yönelimlere bakıĢ açısının bir kere daha altının çizilmesini sağlarken; sosyalist akımların yükseliĢe geçmesi, Laik ve sosyalistler ile milliyetçiler ve muhafazakârlar arasında düĢmanlığa varan çatıĢmalara yol açmıĢtır. Ġdeolojik kamplaĢmalar, Kürt milliyetçiliğinin de yükselmesini beraberinde getirmiĢtir (Karpat, 2011: 270). Türkiye‟deki siyasal atmosferin toplum tabanına yansımasında ve karĢı refleksin inĢasında en büyük belirleyici, ordunun sivil siyasete müdahale kültürünü Cumhuriyet‟le birlikte yeniden ülke gündemine sokması olmuĢtur.

1961 Anayasası bugün bile kimi çevrelerce özgürlükçü bir Anayasa olarak sunulmaktadır. Anayasanın kiĢisel özgürlükler bağlamında kısmi iyileĢtirmeler taĢıdığı kabul edilse bile, üniter yapının korunmasına yönelik refleksin can acıtıcı tedbirleri, yeni Anayasa‟nın bile ötesinde caydırıcılığa sahipti. Bu nedenle Kürt hareketi, baskıcı uygulamalar neticesinde etkinliğini arttırmaya, söylemini de sertleĢtirmeye baĢlamıĢtır. Kürt sivil inisiyatifi, 1980 darbesinden önce diğer ideolojik örgütler gibi kendi alanlarını oluĢturma çabasına giriĢmiĢtir. 1960‟ların ortalarında kurulan yasa dıĢı Türkiye Kürdistanı Demokratik Partisi‟nin hedefi, Türkiye sınırları içerisinde idari ve kültürel otonomi kurmaktı. Ancak devlet, bu türden örgütlenmelerin önünü keserek, ayrılıkçı olarak nitelenen Kürt sivil inisiyatiflerinin faaliyetlerini engellemiĢtir. Ancak bu dönemde Kürt gençlik hareketinin çalıĢmaları yasal zeminde devam etmiĢtir (Mıhoyan, 2010: 337).

ĠĢçi Partisi bünyesinden çıkan Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO), faaliyetleriyle hem ses getiriyor, hem de yönetimin dikkatini çekiyordu. Kürt hareketinin önde gelenleri, yasal zeminde hareket etmelerine rağmen söylemleriyle tepkilerin odağı haline gelmiĢtir. Devletin resmi söylemi, Türk milleti dıĢındaki her türlü etnik göndermenin bölücü nitelik taĢıdığı yönündeydi. Zaten Cumhuriyet‟in ilk yıllarında yaĢanan isyanlar sonucu ortaya çıkan acı tablo, devlet söyleminde Kürt

kimliğinin bir süre daha geri planda tutulacağına iĢaret etmekteydi. Kürt hareketinin önde gelenleri, devlet söylemiyle çatıĢmayı sürdürdü. 1970‟lerdeki siyasi ortam, geniĢ bir yelpazede ideolojilerin kendilerine kolaylıkla taban bulmasına ve çatıĢmacı anlayıĢın giderek tırmanmasına zemin hazırladı. ĠĢte tam da bu karıĢıklığı bahane eden ordu, yeniden yönetime el koydu. Ancak 1980 darbesi ne kamplaĢmaların sona ermesini, ne de Kürt sorununun çözülmesini sağlayabildi. Aksine Kürt sorunu yerel karakterli bir sorun olmaktan çıkarak, toplumun bütününü içine çeken, ülkenin enerjisini tüketen PKK terörü ile yeni bir boyut kazandı.

ġüphesiz 1980 darbesi ile sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni her kesimden insan büyük acılar yaĢamıĢtır. Darbe uygulamaları, ideolojik, etnik ya da dinsel ayrım gözetmeksizin binlerce insanı içine alan hukuk dıĢı bir sürecin yaĢanmasına neden olmuĢtur. 1960‟lardaki uygulamaları nedeniyle Kürt etnik kimliğinin politizasyonuna yol açan anlayıĢ, 1980 darbesi ile yeniden ayrılıkçı yapılanmanın palazlanmalarına neden olmuĢtur. Üstelik 1960‟lardaki Kürt gençlerin görece zararsız7 ocak faaliyetleri, sosyalist akımlardan fazlasıyla etkilenmiĢ ve kendine ideolojik bir nüve de edinmiĢtir. Hareketi Komünist, Ateist, Marksist8 bir örgütlenme biçiminde yeniden tanımlayan, bir dönem tapu-kadastro memurluğu da yapmıĢ Ankara Siyasal mezunu Abdullah Öcalan olmuĢtur. Öcalan ve yakın çevresinden arkadaĢları tarafından 1978 yılında kurulan PKK‟nın çekirdek kadrosu zaten 5 yıldır birlikte hareket eden kiĢilerden oluĢmaktaydı. Ankara‟da Öcalan‟dan farklı sol eğilimdeki öğrenciler farklı siyasal taleplerle öğrenci birliği çatısı altında bir araya geldi. Ilımlı düĢüncedekilerin aksine Öcalan‟ın baĢını çektiği bir grup doğrudan eylem peĢindeydi. Bu nedenle örgüt “devrimci” faaliyetlere alan açmak maksadıyla harekete geçti. Hareketin baĢından beri liderliğini üstlenen Öcalan, Güneydoğu‟da bir araya geldiği çeĢitli Kürt örgütlerin çatısı altında kalmayı reddetti. Kendisini “kurtarıcı” olarak yansıtan Öcalan, “Kürt ulusal kimliğinin yok edildiği” iddiasıyla

7

Devrimci Doğu Kültür Ocakları‟nın bazı üyelerinin bağımsız Kürt devleti hayali taĢıdıkları bilinmekle birlikte, o yıllarda daha çok kültürel haklar ve Kürt kimliğinin tanınması amacıyla hareket ettikleri düĢünülmektedir.

8

Öcalan‟ın ideolojisi, “Kürdistan devriminin teorik perspektifleri, Ģüphesiz ki, Marksist/Leninist devrim teorisinin ülkeye uyarlanmasıdır” (Saygın, 2003: 263) Ģeklinde ifade edilmektedir. Daha fazla bilgi için bkz. Saygın. S. (2003) Yeni Şark Meselesi. Ġstanbul: Ülke Kitapları.

uzun yıllar ülkenin en önemli sorunu haline gelecek Ģiddet eylemlerine baĢladı (Bruinessen, 1988: 42).

Marcus, (2010) PKK ve Kürt hareketini anlattığı eserinde, Öcalan‟ı uzun konuĢmalara meyilli, Marks‟tan Engels‟e, Stalin‟e kadar önemli tarihsel ve ideolojik karakterleri okumuĢ biri olmasına karĢın anlaĢılmaz biri olarak tanımlamaktadır. DüĢüncelerini Marksist söylem üzerine oturtan Öcalan‟ın söyleminin zaman zaman anlaĢılmaz olduğu, ideolojisinin kuramsal zemini ifade etmekte güçlük çektiği söylenebilir. Hâlbuki Öcalan‟ı Kürt hareketinde farklı kılan kullandığı basit dil ve kısa sürede ulaĢtığı taban olmuĢtur. PKK‟nın elde ettiği taban, 1984 yılında Siirt Eruh‟ta ilk kanlı eylemini gerçekleĢtirecek kadar hızlı bir yükseliĢ göstermiĢtir. 1990 yılına gelindiğinde, PKK, Türkiye‟nin en büyük sorunu haline gelmiĢtir. Türkiye‟nin son dönemine damgasını vuracak bu büyük sorun ilk dönemlerde “bir avuç çapulcu” iĢi olarak görülmüĢ, Kürt feodal seçkinler tarafından desteklenen Viet-Kong tarzı saldırıların sorumluları kırsal haydutlar olarak değerlendirilmiĢtir (Romano, 2006: 50). Ülkenin enerjisini yıllar boyu tüketecek, sebep olduğu kayıplar nedeniyle doğu ve batı arasındaki geliĢmiĢlik farkının daha da açılmasına neden olacak terörün habercisi niteliğindeki eylemlerin ileride ortaya çıkaracağı maliyet tam olarak kavranamamıĢtır. Resmi açıklamalarda terörün yalnızca ekonomik maliyetinin 30 yılda 350 milyar doları bulduğunu belirtilmiĢtir (www.ntvmsnbc.com). Yalnızca bu meblağ bile 30 yıllık faturanın boyutlarının anlaĢılması için yeterlidir.

Yayman, 1990‟lı yıllarla birlikte terörle mücadelede yaĢanan paradigma değiĢikliğini, 80‟lerden farklı olarak gerçekleĢtirilen “düĢük yoğunluklu savaĢ” stratejisine ve alınan sert tedbirlere bağlamaktadır. Bu dönemde terörist faaliyetlerin artan Ģiddetine, köy boĢaltmaları ve zaman zaman hukuk dıĢına çıkılan uygulamalarla cevap verilmiĢtir (2011: 24). “DüĢük yoğunluklu savaĢ” kavramı 1990‟lar boyunca kullanılmakla birlikte, Öcalan‟ın yakalanmasını takip eden 4 yıl içerisinde Orta Doğu‟da Irak üzerinden artan gerilim, bölgeyi yeniden kavram etrafında düĢünmeye itmiĢtir. ABD‟nin Irak‟ı iĢgaliyle baĢlayan yeni dönemde, Irak‟ın kuzeyindeki yönetimin merkezi yönetimle iliĢkileri farklı bir boyut kazanmıĢtır. Öte yandan Irak‟taki -iĢgalin üzerinden geçen 10 yıla rağmen giderilemeyen- iç karıĢıklık nedeniyle oluĢan otorite boĢluğu, PKK‟nın yeniden

etkinliğini arttırmasına neden olmuĢtur. Diğer yandan Türk ordusunun sahip olduğu teknoloji, terör tehdidi nedeniyle -sayesinde de denebilir- yenilenme yoluna gidilmiĢ, teknik altyapı ekonomik imkânlar doğrultusunda arttırılmıĢ ve terörle mücadele stratejileri geliĢtirilmiĢtir. Bu dönemde devletin tüm imkânlarını terörle mücadele için seferber etmesi, Güneydoğu Anadolu (GAP) gibi projelerin yavaĢlamasına ve hatta ertelenmesine neden olmuĢtur. Terörle mücadelenin getirdiği yeni yükler kamu maliyesini borç batağına saplamıĢtır. Bu nedenle, yukarıda ifade edildiği üzere, doğu ve batı arasındaki geliĢmiĢlik farkı, PKK nedeniyle doğu bölgeler aleyhine yükselmeye devam etmiĢtir. Terör nedeniyle, risk bölgesi dıĢında kalmayı baĢaran Malatya gibi illerin dıĢında bölgede özel kesim yatırımları durma noktasına gelmiĢtir. Bu nedenle konut ve istihdam sorunları giderek büyümüĢ ve ağırlaĢmıĢtır (Mutlu, 2002: 490).

Öcalan‟ın 1999 yılında yakalanmasıyla büyük ölçüde azalan terör eylemleri, Ġkinci Körfez SavaĢı‟nın yol açtığı Irak‟taki karmaĢa nedeniyle yeniden hız kazanmıĢtır. Kabul etmek gerekir ki, Öcalan‟ın yakalanması, Kürt sorununun bittiği anlamına gelmemektedir. Askeri tedbirlerin dıĢında adımların atılması gerekliliği 2000‟lerle birlikte daha fazla dile getirilmesine karĢın, özellikle kültürel haklar konusunda atılan adımlar -Kürtçe kitap basımına izin veren 1991 yılındaki yasal düzenleme sayılmazsa- büyük ölçüde son on yıllık süreçte gerçekleĢtirilmiĢtir. Ak Parti iktidarı tarafından Kürt sorununun bütünüyle çözüme kavuĢturulması amacıyla önce 2010 yılında Millî Birlik ve KardeĢlik Projesi hayata geçirilmiĢ, bu süreçte Oslo GörüĢmeleri olarak adlandırılan Millî Ġstihbarat TeĢkilatı (MĠT) ajanları ile PKK‟lılar arasında çözüme iliĢkin görüĢmeler yürütülmüĢtür. Oslo görüĢmelerinden sonuç alınamamasına rağmen yeniden farklı kanallar aracılığıyla PKK‟lılar ile görüĢmeler devam etmiĢ, “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan yeni bir döneme girilmiĢtir.