• Sonuç bulunamadı

1.2. KĠMLĠKTE ĠNġA KATEGORĠLERĠ

1.4.2. Medya, Ġktidar ve Temsil

Medya içerikleri söylem alanına hükmeden iktidar yapıları tarafından kontrol edilmektedir. Ġktidarın ise kimlerin elinde olduğu, 19. yüzyıldan bu yana tartıĢılan siyaset, sosyoloji ve iletiĢim üzerine odaklanan araĢtırmacıların merakı olmuĢtur. Medya ve iktidar iliĢkileri, kamu ve özel yayıncılığın tarihsel geliĢimi ile farklı bir seyir izlemiĢ; aynı zamanda endüstriyel dönüĢüm ve teknolojik ilerlemeyle birlikte geliĢim göstermiĢtir. Siyasal aktörlerin medya üzerindeki etkisinin yanı sıra iktidarın çeĢitli formları ile medya ideolojisinin Ģekillendiği bilinen bir gerçektir. Örneğin küresel sermayenin küçük ölçekli iĢletmeleri bünyesine katmaları ile çok uluslaĢma 1980 sonrası egemen ekonomik temelli yeni iktidar yapılarını ortaya çıkarmıĢtır. Bu durum Thompson‟un 4 baĢlıkta incelediği iktidar tiplerinden ilki olan ekonomik iktidardır. Ekonomik iktidarın kaynağı, yukarıda da ifade edildiği üzere maddi ve mali kaynaklardır. Siyasi iktidarın kaynağı ise otoritedir. Siyasi iktidarla arasında belli bir yakınlığın bulunduğu düĢünülen üçüncü iktidar tipi Zorlayıcı iktidardır. Zorlayıcı iktidarın kaynağı, Althusser‟in Baskı Aygıtları olarak nitelediği fiziksel ve silahlı güçlerdir. Thompson‟un iĢaret ettiği son iktidar tipi ise Sembolik iktidardır. Bu iktidar türünün kaynağı ise enformasyon ve iletiĢim araçlarıdır (2008: 36).

Althusser‟in Devletin Ġdeolojik Aygıtları metaforu üzerinden ideolojiyi tartıĢan Hall (2005), Ortodoks Marksizm‟in ekonomik indirgemeciliğini ve yanlıĢ bilinç kavramına iliĢkin eleĢtirileri yorumlar. Althusser‟in ideolojik pratiklerin özgüllüğü

ve diğer toplumsal pratiklerden farklılığı üzerinde düĢünme isteğine dikkat çeken Hall, iktidar mücadelesinin alanını karmaĢık birlik üzerinden kurgular. Hall, Devletin Ġdeolojik Aygıtları isimli çalıĢmada yer alan hâkim sınıfa ait ideoloji vurgusuna eleĢtirel yaklaĢır. Hâkim sınıfın ideolojisinin taĢıyıcısı konumundaki ezilen sınıflar, kendi özgül düĢünsel süreçlerinden uzak değerlendirilmektedir. Bu durum, hangi ideolojinin nasıl yeniden üretildiği sorunsalını ortaya çıkarır. Hall‟e göre ideolojinin iĢlevi sadece toplumsal üretim iliĢkilerini yeniden üretmek değildir. Ġdeoloji, tahakkümcü bir toplumun kendisini kolayca, düzgün ve iĢlevsel bir Ģekilde yeniden üretebilme derecesinin sınırlarını da belirler. Ġdeolojinin her zaman zaten yazılmıĢ olduğu fikri, dil ve ideolojideki vurgu değiĢikliklerini uygun biçimde düĢünmeye imkân vermez (2005: 393). Hall, medyayı kapitalizmin ideolojik kurumu olarak görür. Yöneten sınıf, fikirlere de egemendir görüĢü Hall‟de karĢılık bulmaz. Tahakküm, ortak duyu üzerindeki savaĢın baĢarılı bir Ģekilde yürütülmesiyle oluĢturulur. Anlam Ģeylerin nasıl olduklarına değil, nasıl ifade edildiklerine bağlıdır. Böylelikle bir olayın anlamı söylem hâkimiyeti için gerçekleĢen göstergebilimsel bir mücadele haline gelir. Örneğin demokrasi, özgürlük ve bireycilik gibi kavramlar, söylem alanı içinde anlam bulur. Kitle iletiĢim araçları da sürekli akıĢ halindeki bir güç alanı olarak tanımlanabilir (Stevenson, 2008: 72).

ĠletiĢim teknolojilerinin ulaĢtığı seviye, toplum ve iletiĢim süreçlerinin daha dikkatli okunması gerekliliğini ortaya çıkarmıĢtır. 21. yüzyıl, toplumsallığın önemini ortaya koyarken, toplumsal yapılardan bağımsız hareket etme olanağı ve hatta bireysel yaĢam modellerini imkânsız kılmaktadır. GeliĢen toplum biçimlerine paralel olarak değiĢen kitle iletiĢim araç ve yöntemleri ortak ses, ortak duygu ve dolayısıyla ortak bir anlayıĢı meydana getirmektedir. Bu süreci hızlandıran kitle iletiĢim araçlarıdır. Toplumu kitle iletiĢimi yoluyla Ģekillendiren ve belli bir anlayıĢa yönlendiren araçlar gazete ve dergi ile yüzyıllar boyu etkinliğini sürdürmüĢ, geliĢen teknolojiyle birlikte bu araçların sayısı ve etkisi de artmıĢtır. ĠletiĢim, toplumların geliĢmelerine paralel olarak ilerlemekle kalmamakta, aynı zamanda kolektif bilinci organize eden bir yapı sunmaktadır.

Anderson, ulusların hayali birer cemaat olarak tasavvurlarının tarihsel olarak temsillendirilme biçimlerinin kaynağında iletiĢim araçlarının olduğu düĢüncesini, 18.

yüzyıla kadar götürür. Gazeteciliğin modern anlamda ilk örneklerinin Hollanda, Avusturya ve Almanya‟da 17. yüzyıl baĢlarında görüldüğü dikkate alındığında, gazetecilik faaliyetlerinin geliĢimi ve romancılığın yaygınlaĢması ile 18. yüzyılda artan uluslaĢma çabalarının örtüĢtüğü görülmektedir. ġu halde Anderson‟un da belirttiği gibi milliyetçi karakterde yazılan romanlarda üretilen cemaat fikrinin, halk tasvirinin ve toplumsal yapının yazarın ortaya attığı teze uygun nitelikte olduğu söylenebilir. Dönemin romancıları millî kimliği belirgin hale getirmek amacıyla milliyetçi söylemi kullanmakta, üretilen mitlerde ise çoğunlukla soyut ve hayali birleĢtirici unsurlar kullanılmaktadır. Basılı eserlerin milliyetçi ayaklanmalarla eĢlik edercesine millet fikrini keskinleĢtirdiği görülmektedir. Yani dönemin iletiĢim araçlarının baĢında gelen roman ve gazeteler doğrudan doğruya 18. yüzyıl Avrupa‟sında milletlerin hayal edilme biçimlerinin kaynağı olarak algılanmaktadır. Anderson, ünlü çalıĢmasında 18. yüzyıl Avrupa‟sında ulusların hayal edilme biçimlerinin kaynağını basın temsili bağlamında uzun uzadıya incelemiĢ, roman yazarlarını, kahramanlarını ve dönemin sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve sosyo- kültürel durumu üzerine yaptığı analizlerde geleneksel basın-yayının kimlik temsilindeki rolü üzerinde durmuĢtur.

Ġktidar yapıları medyayı imge oluĢturma aracı olarak öne çıkarmaktadır. Öner, Avrupa Birliği‟nin (AB) kimlik oluĢturma politikaları üzerine yaptığı çalıĢmada (2009) imgeler üzerinde durarak, kimlik oluĢumu ve toplumsal zihin süreçleri arasında iliĢki kurar. Medya aracılığıyla oluĢturulan imgeler, insanların Avrupa algısını dolaylı ya da dolaysız biçimde etkilemektedir. Medya içerikleri aracılığıyla insanların Avrupa hakkındaki düĢünceleri değiĢir. Yani medya aracılığıyla oluĢturulan ortak platform, insanların kolektif düĢünce yetisini geliĢtirir. Böylelikle medya aracılığı ile Avrupa sivil toplumu meĢrulaĢtırılır; bu da aidiyet duygusunun güçlenmesini sağlar. Avrupa örneğinde ele alınan kolektif bilincin siyasi idarelerin kullanımında olduğu gerçeği ise yalnızca ifade edilen coğrafya ile sınırlı değildir. MeĢru karĢılığı bulunan her ideolojinin medya aracılığıyla aktarıldığı bilinmektedir. Buna göre kimliğin ortak öğeleri üzerine uzlaĢan toplumların kolektif düĢünceyi geliĢtirme ve pekiĢtirme aracı olarak medya kullanımı da aynı Ģekilde olasıdır.

Ulusların karakterize edilebileceği fikri, bu görevi medyanın gerçekleĢtireceği iddiasına dayanmasına rağmen, iletiĢim alanındaki literatür yetersizdir. Schlesinger (1994: 264), iletiĢim çalıĢmalarında ulus-devletin yeterli düzeyde çalıĢılmadığından yakınırken, ulusçuluk literatüründe kitle iletiĢim araçlarının henüz teorileĢtirilmemiĢ olmasını eleĢtirir. Schlesinger, iletiĢimin kolektif kimliklerin inĢasındaki rolünün mutlaka önemsenmesi gerektiğini söylerken, bir uyarıda bulunur: “Sorun, toplumsal iletiĢimin, daha geniĢ kolektif kimlik oluĢumu süreçlerindeki önemini değerlendirebilmemize elveriĢli tarzda nasıl bir yere ve hangi analitik çerçeveye oturtulması gerektiğidir” (1994: 268). Medyanın kolektif kimliklerin inĢa süreçlerindeki rolünün belirlenebilmesi için odak çalıĢmaların yoğunlaĢması gerekmekte, böylelikle teorik çerçevenin daha net anlaĢılır hale getirilmesi gereği vardır.

Günümüz medya düzeni, küresel ölçekli sermaye yapıları ve tekelleĢme süreçlerinin bir parçası olmaktadır. Medya yapılanmaları her geçen gün güçlü medya holdinglerine ve hatta imparatorluklara dönüĢtüğü ortamda, homojenleĢen düzeyde kültür ve bilinç üretimine yol açmaktadır. Medya, kültürleĢme teorilerinde etkin bir araç olarak kabul edilmekle birlikte, ulus-ötesi ya da uluslararasılaĢma ile güçlü sermaye yapılarının etki potansiyelleri de benzer biçimde kaçınılmaz görülmektedir. Bu doğrultuda iletiĢim -medya- ve kimlik arasındaki iliĢki tartıĢılmakta ve belli ölçüde teknolojik belirlenim üzerine odaklanılmaktadır. Esasen, teknolojik belirlenimin medya ve medya kanallarının kullanımı ile iliĢkisi belli noktalarda kabul edilebilir olarak değerlendirilir. Medya, kültür ve kimlik arasındaki etkileĢim “iletiĢimde aktarım görüĢü” ile açıklanmaktadır (Carey‟den aktaran Morley ve Robins, 2011: 105). Bu modelde iletiĢim teknolojileri etkin ve belirleyici güçlerken, kültür ve kimlik edilgen ve tepkisel yapılar olarak ifade edilir. Kültür ve kimlik, iletiĢim teknolojilerinin sahip olduğu nedensel ve belirleyici güç sayesinde değiĢmekte ve Ģekillenmektedir. Bu görüĢ temelde doğru noktalara temas etmekle birlikte, düz ve çizgisel görünümü nedeniyle eksiktir. Kolektif kimliğin oluĢum süreci kastedilenden daha hassas ve eklektik biçimde gerçekleĢir. Tarihsel, kültürel, etnik temele dayalı ortaklık duygusu ile kolektif belleğin ortaya çıkardığı birliktelik duygusu, kimliğin kolektif düzeyde inĢasını ve sürdürülebilirliğini tayin etmektedir.

Dolayısıyla kültür ve kimliğin edilgen yapılar olarak ele alınmasının temel sakıncası, belirleyici olguların özelliklerinin net olarak ifade edilmemesinde yatar. Burada belirleyici olan, kültürel kimliğin oluĢturulması amacıyla sunulan içeriklerin “dayatılan” mı yoksa “pekiĢtiren” mi olduğu sorusudur. Örneğin tarihsel açıdan Avrupa projesinde televizyonun yeri hem ticari ortaklık düzeyinde hem de Avrupa kültürel kimliğinin geliĢtirilmesi hedefine uygun biçimde belirlenmektedir. Televizyon aracılığıyla halk Avrupası fikri geliĢtirilecek, bunun için ise insanların Avrupalı olduğu vurgusu tekrarlanacaktır. Avrupalı olmak, kıtanın tarih ve kültür mirasına ait bilincin geliĢtirilmesi ve güçlendirilmesinde yatmaktadır (Morley ve Robins, 2011: 113).

Avrupa kimliğinin inĢası için öncelikle Avrupa içerisindeki sınırları aĢmak, ardından Avrupa‟nın dıĢarıdan nasıl tanımlandığını belirlemek ve sınırların altında ve üstünde dönüĢüm süreçlerine odaklanmak gerekir (Fornas, 2009). Avrupalı kimliğinin oluĢturulmasında anahtar sembollerin yeri önemlidir. AB aracılığıyla üretilen sembollerin kolektif tanımlamalara yol açacak kapsayıcılıkta olması gerekir. Kültürel kimliğin geliĢtirilmesinin temel belirleyicilerinden olan semboller, medya aracılığıyla dolaĢıma girmekte, kültürel tanımlama aracı olarak Avrupa halklarının öznel duygularını nesnel biçimde Ģekillendirmektedir. Semboller insanlar için belirli küçük anlamlar taĢıyabilir ancak kimi semboller derinlemesine, bütünleĢtirici ve tanımlayıcı anlamlar vasıtasıyla kurgusal süreçlere katkıda bulunabilir. Bir yönüyle kimlikler semboller ve imgeler aracığıyla kurgulanır ve anlaĢılır hale gelir. Ancak yaratılan yeni kimlik, diğer sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel süreçlerden bağımsız biçimde geliĢimini sürdüremez. Avrupa medeniyet projesinde Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası ittifakın yeri kaçınılmaz olmakla birlikte, semboller aracılığıyla inĢa edilen yeni Avrupalı kimliği bu sefer de göçmen ve Avrupa diasporası sorunları ile karĢı karĢıya kalmaktadır. Avrupa kimliğinin içine girdiği bunalım ve yeni milliyetçilik hareketleri ile medyanın kullanımı arasındaki iliĢki, sorunun kaynağına yönelik bakıĢ açısı geliĢtirilmesine yardımcı olabilir.

Yeni iletiĢim teknolojileri, küresel sermaye ve tekelleĢme olguları ile küreselleĢen yeni toplumsal yapılara zemin hazırlamaktadır. KüreselleĢme olgusu bile tek baĢına ele alındığında, hegemonik kültür ögelerinin baskıcı etkisi altındadır.

Uluslararası sermayenin denetimindeki iletiĢim içerikleri, Baudrillard‟ın (1998) “simülasyon evreni” olarak tanımladığı, gerçeküstü ağ ve yapıların oluĢmasına sebep olur. ĠletiĢim araçları ile üretilen anlamlar, artan biçimde toplumsal yapıya olumsuz etkide bulunmaktadır. Medya içerikleri bir yandan anlamı bozarken, diğer taraftan toplumsalı anlamsız hale getirmektedir. Bu durum kitlesel psikolojiyi bozarak, egemen iletiĢimin gerisinde, iletiĢim araçlarının ve her geçen gün artan haberin toplumsal yapıyı bozmalarının bir sonucudur. Yani haber hem anlam hem de toplumsalı anlamsızlaĢtırmaktadır. Böylelikle haber sayesinde toplumsal kitleler için için kaynamakta ve anlama ait tüm içerikler egemen bir iletiĢim aracı tarafından yutulmaktadır.

Van Dijk, modern bilgi toplumunda medyanın söylemin üretildiği bir alan olarak güç odağı olduğu gerçeğine dikkat çekerken, insan hayatına dolaylı ya da doğrudan etki eden diğer unsurlarla birlikte (politikacılar, Ģirket yöneticileri, güçlü elit gruplar ve kurumlar) ele alınması gerekliliğine vurgu yapar. Modern grupların toplumsal gücü zaman zaman kamusal söylem üzerinde etkiliyken, medyanın gücü söylemsel ve semboliktir. Medya söylemi, elitlerin ve sıradan vatandaĢların bilgi, tutum ve ideolojilerinin temel kaynağıdır. Etnik meseleler için de durum böyledir. Örneğin etnik gruplar (azınlıklar) ile sınırlı ortak deneyimleri, etnik gruplar ile ilgili alternatif kaynakların sınırlı olması, etnik gruplar hakkında olumsuz tutumlar, etnik grubun özdeĢliği ve “biz” “onlar” Ģeklinde geliĢen kutuplaĢma, etnik grupların olumsuz haber içerikleriyle baĢ edebilecek gücünün olmaması ve etnik konular üzerinde egemen medya söyleminin büyük ölçüde mutabakata dayalı olması olarak gösterilebilir (van Dijk, 2000: 36-37).