• Sonuç bulunamadı

1.5. DEVLET VE KĠMLĠK

1.5.1. Millet/Ulus

TDK sözlüğünde millet, “Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaĢayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus” olarak tanımlanmaktadır (www.tdk.gov.tr). Büyük Türkçe Sözlükteyse millet, “inanç, ortak tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk, kavim” Ģeklinde tanımlanmaktadır (Doğan, 2011: 1206). TDK millet ve ulus sözcüklerini eĢ anlamlı olarak kullanmaktadır. Türkdoğan‟ın millet tanımında dil ve kültürün yanı sıra, ortak duygulardaki uyum öne çıkarılmaktadır (1995: 2). Ulusun diğer tanımlarından biri ise “belli bir sınır içinde yaĢayan ve halk kültürüyle seçkin kültürünü yaratan insanların oluĢturduğu siyasal toplum”dur. Ġki tanıma göre de millet ve ulusun gönderme yaptığı kavramlar, halk, topluluk, aĢiret ve kavimdir. Buna göre bir topluluğun millet ya da ulus vasıflarına sahip olabilmesi için, dil, tarih, ülkü ve toprak birliğine sahip olması gerekmektedir.

Hobsbawm ne öznel, ne de nesnel olarak tanımlanabilecek tam bir millet tanımının bulunmadığı görüĢündedir (2010). Millet kavramı için yalnızca Ģu temel bakıĢ geliĢtirilebilir: Kendilerini bir milletin fertleri olarak gören yeterli büyüklükteki bir topluluk millet sayılabilmektedir. Bu haliyle millet tepeden oluĢturulmuĢ bir yapı olarak düĢünülebilir. Milleti oluĢturan Ģey esas itibariyle genetik unsurlar (etnik köken, dil vs.) değildir. Milletin ortak yanı, kiĢilerin özel çıkarlarına karĢı kolektif çıkar, ayrıcalığa karĢı ise ortak yarardır. Hobsbawm, ulus ile millet kavramlarını tam da bu noktada birbirinden ayırır. 19. yüzyıl tartıĢmalarına kaynaklık eden ulus ve ulusu oluĢturan dil, din, toprak parçası ve tarihsel anılar ile bugünkü anlamda millet ve milliyet kavramları içerdikleri anlamlar bakımından birbirinden farklı ele alınmalıdır. Örneğin ABD, dil, din, tarihsel anılar gibi öğeler açısından ele alındığında, ulus tanımını kastedilen anlamda karĢılamamaktadır.

Milliyet kavramını, “birbirine yakın olan ve sempati ile yaklaĢan insan grubu” olarak tanımlayan Mill‟e göre (1861) bu sempatinin kaynağı bazen ırk, bazen dil, bazen din ve bazense coğrafyadır. Ancak milliyeti oluĢturan en güçlü unsur millî kimlik bilincidir. Bu bilinci oluĢturanlar ise millî tarih ve toplumsal hatıralardır. Mill, millî kimlik bilincini oluĢturan tarihsel öğelerin önemini Ġsviçre örneği üzerinden açıklar. Ġsviçre‟nin milliyet duyguları farklı kantonlara bağlı olarak farklı ırk, dil ve dinsel özelliklere sahip olmasına rağmen oldukça güçlüdür. Bu açıdan milliyet duygusu ile oluĢturulan siyasi yapı tek bir millet anlamına gelir. Zaten bunun tersi olan çok-uluslu yapıların ortak duyguyu yansıtması mümkün değildir.

Gökalp millet kavramını incelerken, coğrafya, genetik kökleri tanımlayan ırk ve siyasi belirlenimlere karĢı çıkar. Yani millet, üzerinde yaĢanılan topraklar, o topraklardaki siyasi kategoriler ya da fiziksel özelliklere bağlı olarak tanımlanamaz. O halde millet, “dil birliği içerisinde bulunulan, aynı terbiyeyi almıĢ bireylerden oluĢan kültürel bir zümredir” (2011: 125). Gökalp‟in millet tanımı, Hobsbawm ile benzerlik taĢımaktadır. Millet, salt dil, din ya da tarih gibi unsurların bir araya gelmesiyle oluĢturulamaz. Milleti ortaya çıkaran kültürel özdeĢliktir. Gökalp, milletin ortak yaĢama güdüsünün ruhsal özelliklerinden kaynaklandığını belirtirken dikkat çektiği nokta budur. Bu nedenle milliyette genetik kökleri tanımlayan ırk ya da soy özellikleri aranmazken, üzerinde durulan cemiyetin ortak terbiyesinin alınıp

alınmadığıdır. Cemiyeti oluĢturan bireylerin geliĢtirdiği ortak terbiye, aynı zamanda ülkü anlamına gelir. Böylece gerçek olduğu düĢünülen ülkü etrafında toplanan cemiyet üyeleri, tarih sahnesinde birlikte yükselmekte ve felaketleri birlikte yaĢamaktadır. Milliyetçiliğin temeli, kültürel özdeĢliğin oluĢturduğu ülkü odaklı hareket etme eğilimidir. Kavram bu haliyle küreselleĢmenin ve modern devlet anlayıĢının getirdiği yeni “ulus” fikrinden farklı olarak, yurttaĢlığın hak ve ödevlerin ötesinde, manevi birlikteliği öne çıkarmaktadır.

Ulus devlet kavramı “ulus” ve “devlet”in tarihsel geliĢimiyle iliĢkilidir. Devlet, coğrafi bakımdan sınırları çizilmiĢ ülke topraklarına; sosyal açıdan ise mensuplarının tümüne hitap eden bir yapıdır (Habermas, 2012: 16). Dil, tarih, ülkü ve toprak birliğine sahip ulus tarafından oluĢturulan devlet yapısı, modern döneme aittir. Habermas, modern devletin oluĢumunda, devletin sivil toplumdan ayrılması gerekliliği üzerinde durur. Modern ulus devleti, yönetim ve vergi devleti olmakla birlikte, siyasi egemenlik çerçevesinde yürütülen üretim iĢlerini pazar ekonomisine devreder. Avrupa‟da ulus bilincinin oluĢmasında kapitalizmin katkısı yalnızca modern devlet yapılarının oluĢmasıyla sınırlı değildir. Yeni Çağ Avrupa‟sında, okuryazar kitlelere sunulan kitapların basım ve yayımıyla oluĢan yeni sektör, kapitalist mantıkla ulaĢabildiği kadar insanı hedeflemekteydi. 16. yüzyılda basılan kitap sayısının 200 milyona ulaĢtığı iddiaları bir yana, o dönemde kapitalizmin kabaran iĢtahı, yalnızca Latince bilen kesimlere değil, halk tabanına da kitapların sunulmasını sağladı. Böylelikle halk dilinde yapılan ucuz kitap sürümleri yeni perakendeciliği güçlendirdi. Bu süreçte Avrupa‟da ulus bilincinin oluĢmasında üç unsurun ön plana çıktığı bilinmektedir: Latincedeki değiĢim, dilin içeriksel ve biçimsel olarak anlaĢılamaz hale gelmesine yol açmıĢtır. Diğer taraftan Reform hareketleri ile Martin Luther King‟in baĢlattığı dinsel propaganda savaĢları ve çeĢitli dillerde basılan eserler, kapitalizm tarafından oluĢturulan halk dilinin geliĢmesine katkı sağladı. Son olarak MonarĢistlerin merkezi otoriteyi kuvvetlendirmek amacıyla halk dillerini kullanmaları sayesinde, dolaylı da olsa ulus bilincinin geliĢmesine katkı sağlamıĢtır.

Millet olma çabasının temelinde aidiyet açlığı yatar. Bu her toplum için böyle olmakla birlikte, aidiyet hissini tetikleyen durumların baĢında toprağa bağlı

“teritoryal” bağımsızlık fikri vardır. Hobsbawm‟a göre milletleĢme çabası özellikle etnik ve dilsel özelliklerin öne çıkarılması ile güç kazanır. Toprağa bağlı özerklik elde etmek için uğraĢan hareketlerin kendilerini “millet” olarak görme eğilimi buradan kaynaklanmaktadır. Merkezi iktidara karĢı bölgesel ya da yerel düzeyde karĢı duran hareketler, baĢarmaları halinde millî giysiyi giyebileceklerini düĢünür. Birinci Dünya SavaĢı sonrası devlet kurma ilkesi Wilsoncu anlayıĢla ayrılıkçı grupların yükselmelerine sebep olsa da Ġkinci Dünya SavaĢı sonrası durum hayli farklıdır. Soğuk savaĢ sonrasında ayrılıkçı ve etnik kıĢkırtmaların yükselmesine neden olan üç etken vardır: (a) Sömürgeciliğin sona ermesi, (b) devrim ve (c) dıĢ güçlerin müdahalesi (2010: 211-212). Fransız Ġhtilali sonrası 150 yıllık dönemde dönüĢen milliyetçilik algısı, dıĢ güçler söyleminde kendisini açıkça göstermektedir. Bugün milliyetçiliği etnik, tarihi ya da kültürel özdeĢlikle birlikte ele almanın zorluğu buradadır.