• Sonuç bulunamadı

2.2. TARĠHSEL SÜREÇ

2.2.3. Cumhuriyet Dönemi

2.2.3.2. Dersim Ġsyanı

Günümüzde Tunceli olarak bilinen Dersim, halen Cumhuriyet‟in ikinci on yılında henüz Mustafa Kemal hayattayken yaĢanan aĢiret ayaklanması ve sonuçlarıyla anılmaktadır. Tunceli ya da Dersim adının kullanım tercihlerinde bile yakın geçmiĢte yaĢanan acılarla paralel biçimde, resmi söylem ile ayrılıkçı aĢiretler arasında yaĢanan uyuĢmazlığı göstermektedir. Mart 1937-Kasım 1938 yılları arasında devam eden isyan, genç Cumhuriyet‟in politikaları ve bölge aĢiretleri arasındaki uyuĢmazlıklar neticesinde ortaya çıkmakla birlikte, sonuçları bakımından halen akademik ve siyasi tartıĢmaların odağında yer almaktadır.

Dersim‟in kökeni incelendiğinde, birbirinden bağımsız ve zıt görüĢlerin ortaya atıldığı görülür. Dersim‟i tarihi, kültürel ve siyasi boyutlarıyla anlattığı çalıĢmasıyla tanınan ve aynı zamanda isyanın en yakın tanıklarından Nuri Dersimi, Dersim adının Türkçe GümüĢkapı anlamına geldiğini belirtmektedir. Bir diğer görüĢ ise M.Ö. 500‟lerde Yunan tarihçi ve coğrafyacıların Dersim yöresini Daranis olarak

adlandırdıkları yönündedir. Dara kitabelerinde yöreye Zuza isminin verilmesi ise bugünkü Zaza kullanımına yakınlığı sebebiyle dikkat çekicidir (2004: 11). Dersimi, Zaza dilini bir Kürtçe lehçesi, Zazaları da Kürt olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla Dersimi, tarihi kökler bakımından Dersim halkını Kürt olarak nitelemektedir. Ancak Zazaların etnik kimliğine yönelik tartıĢmalar, bugün bile hararetini korumaktadır. Yukarıda ifade edilen görüĢlerin dıĢında Dersimlilerin Kıpçak ağırlıklı Türk boyları olduğu yönünde görüĢler de mevcuttur (Zelyut, 2011: 24). Zazaların dil, kültür ve fiziki özelliklerinin farklı olması tartıĢmaların baĢlıca sebebidir. Ancak bu bölümde etnik tartıĢmalardan ziyade yakın geçmiĢte yaĢanan isyanın sebepleri ve sonuçları üzerinde durulacaktır.

Dersim isyanının liderliğini üstlenerek, bölgedeki bazı aĢiretlerin hükümet karĢıtı eylemlere geçmelerinde en büyük rolü üstlenen Ģüphesiz Seyid Rıza‟dır. Dersim doğumlu Seyid Rıza, bölgenin önde gelen Hesenan AĢiretinden Seyid Ġbrahim‟in oğludur. Seyid unvanından anlaĢılacağı üzere, ailenin dini kimliği ön plandadır. Seyid Ġbrahim, Osmanlı döneminde de dini ve siyasi kimliğiyle civar aĢiretlerin en önemli ismi konumundadır. Ġsyanın tertiplenmesi, örgütlenmesi ve yayılması sürecinde, yörenin en etkili aĢireti olan Hesenan‟ın önde gelen isimlerinin, toplum üzerindeki gücü ve etkisinin boyutları daha iyi anlaĢılacaktır.

Dersim‟de ağa, aĢiret reisi ve Ģeyhlerin etkinliği, öteden beri devam eden bir olgudur. Bu nedenle Dersim isyanı liderleri ve kadrosu ile halk arasındaki iliĢki daha ziyade koĢulsuz bir bağlılık niteliğindeydi. Ġsyancı kadronun önde gelenlerinin dini vasıfları sayesinde ayaklanma 1937 yılında kısa sürede yayıldı. Esasen Seyid Rıza önderliğinde baĢlatılan isyana belli sayıda aĢiretin katıldığı tarihi kayıtlarla sabittir. Ancak isyanın karakterini yalnızca dini motiflerle açıklamak mümkün değildir. Çünkü bölgedeki feodal düzen, Osmanlı döneminde de zaman zaman ayaklanmalara fırsat veriyordu. Osmanlı‟nın çöküĢüyle birlikte bazı Kürt grupların ayrılma hevesi, Ġngiltere, Fransa ve ABD gibi devletlerin de etkisiyle zirve yaptı. Dersim‟in diğer bölge Ģehirlerinden farklı olarak sahip olduğu mezhep özellikleri nedeniyle hilafet vs. konularından çok, hükümetin politikaları yüzünden isyanın kuvvetlendiği düĢünülmektedir.

21 Mart 1937‟de baĢlayan ayaklanmaya; Dersim‟deki KureyĢan, MuĢ‟taki Haydaran, Demenan ve Yusufhan aĢiretlerinden oluĢan 4 bin kiĢilik bir kuvvet katıldı (Bozdağ, 2009: 121). Ġsyanda ayrıca Ovacık, Koçan, ġemkan, Mazgert, Pülümür ve Nazmiye ve Hozat aĢiretleri yer aldı (Dersimi, 2004: 260).Bunlardan Hozat ilk aĢamada teslim olurken diğer aĢiretler bir buçuk yıl süren uzun ve yorucu çatıĢmalar boyunca direniĢ gösterdi. Batı vilayetlerinde sıkıyönetim ilan edilerek, askerlik çağı (20) geçmiĢ gençler askere alınmaya baĢlandı. 1937 baharı Ģiddetli çatıĢmalara sahne olurken, ölü ve yaralı sayısındaki artıĢ isyancıları tedirginliğe sevk etti. Bu sırada Dersim harekâtının kumandanlığını üstlenen General Abdullah Alpdoğan zaman zaman isyancılarla irtibata geçiyor, kimi zaman Seyid Rıza ile doğrudan temasa geçerek kayıtsız Ģartsız teslim olmaları konusunda uyarılarını yineliyordu. Bu süreçte Seyid Rıza‟nın Alpdoğan‟a yaptığı teklifler ise pazarlık konusu edilmeksizin reddedildi. Seyid Rıza her geçen gün köĢeye sıkıĢtığının farkındaydı; bu nedenle Seyid Rıza‟nın çatıĢmaların en Ģiddetli olduğu günlerde hükümetin dıĢında Ġngiltere, Fransa ve Milletler Cemiyeti ile irtibata geçtiği ve yardım talebinde bulunulduğu Dersimi tarafından dile getirilmektedir (2004: 266- 281). Harekât sırasında Seyid Rıza‟nın en yakınındakiler (eĢi, oğlu ve torunları), isyanın planlayıcıları ve çok sayıda isyancı öldürüldü. Daha fazla dayanma gücü kalmayan Seyid Rıza ve isyancılar, silahlarını bırakarak teslim oldu. Dersimi, ağır kayıplar nedeniyle çaresiz kalan Seyid Rıza‟nın teslim oluĢunu Ģu sözlerle dile getirmektedir:

… Bu bölgelerde Türk ordusu için kıĢ mevsiminde savaĢmak imkânsızdı. Bu nedenle çarpıĢmalara ara vermek gerekiyordu. Sükûnet mevsiminde hile yoluyla çalıĢmanın iĢi yürütmede daha uygun olduğunu gören ordu kumandanı, Munzur dağlarında mevzilenmiĢ Seyid Rıza‟ya Erzincan valisi vasıtasıyla haber göndererek, Dersimlilerin isteklerinin kabul edileceğini, Ģimdiden bütün orduya ateĢkes emri verilmiĢ olduğunu, esasen Dersim‟in bazı aĢiretler dıĢında, diğer aĢiretler üzerinde henüz askeri harekât yapılmadığını, yapılmasına da gerek görülmediğini ve yapılan zararları tazmine hükümetin hazır olduğunu bildirerek; Seyid Rıza‟yı Erzincan mahkemesine getirmeyi sağlamıĢ ve maiyetiyle birlikte tevkif ettirmiĢti (5 Eylül 1937) (2004: 270).

Ġsyancılar için Elazığ‟da Divan-ı Harp mahkemesi kuruldu. Mahkeme sırasında en dikkat çeken iddialar, isyancıların Rus, Ġngiliz ve Fransızlardan destek aldığı ve hatta isyancılara bu ülkelerden bazı subayların da yardım ettiği yönündeydi. Dersimi bu iddiaları “Kürt millî hareketi”ni yabancı teĢviki ürünü olarak gösterme çabası Ģeklinde değerlendirmekte ve Ģiddetle iddialara karĢı çıkmaktadır.5

Mahkeme kararını kısa sürede açıkladı. Buna göre; Seyid Rıza, Resik Hüseyin (Seyid Rıza‟nın oğlu), Seyid Hüseyin, Fındık Ağa, Hasan Ağa, KureyĢanlardan Hasan ve Mirza Ali‟nin oğlu Ali Ağa‟nın asılarak idam edilmelerine hükmedildi (Dersimi, 2004: 271). Ancak isyanın elebaĢlarının idam edilmeleri suların durulmasına yetmedi. Bir buçuk yıldan uzun süren çatıĢma dönemi bir süreliğine son bulsa da, 1938 yılından itibaren bölgede hareketlilik yeniden hızlanmaya baĢladı. Ġsyan eden aĢiretlerin tamamının etkisiz hale getirilmesi güçtü. Bunun dıĢında bölgede isyana katılmamıĢ veya durumdan rahatsız aĢiretler de bulunmaktaydı. AĢiret önde gelenleri askerin yeni bir harekât yapmasına karĢı olduğu kadar, kendi içinde toparlanma ve halkı yeniden örgütleme düĢüncesindeydi. 1938 baĢından itibaren bölgede askere yönelik saldırılar yeniden baĢladı. Durum değerlendirmesi yapan hükümet, bölgenin isyancılardan tamamen temizlenmesi amacıyla tedbirler alınmasına karar verdi. Bu sırada Ġsmet Ġnönü, iktidarı Celal Bayar‟a devretmiĢti. Bayar, isyanın yeniden patlak vermesinin ve ortaya çıkabilecek sonuçların hükümetin zayıflığı olarak değerlendirileceği endiĢesiyle iĢi sıkı tutmak amacındaydı. Ġkinci harekât sırasında yine isyancıların dıĢında sivil halk büyük kayıplar verdi. YaĢananları katliam olarak nitelendiren Dersimi, ordunun büyük toplar, tanklar, uçaklar ve diğer modern savaĢ unsurları ile kanlı bir harekât gerçekleĢtirdiğini ifade etmektedir (2004: 290-292). Zelyut, 1938 harekâtındaki ağır sivil kayıplarını, “Osmanlı artığı kadroların düĢmanlığı” olarak yorumlamakta ve alt rütbeli subayların acımasız davrandıklarını kaydetmektedir. Yine Zelyut‟un ifadelerine göre askerin silah kullanmadaki rahatlığının temelinde, bölgedeki aĢiret reislerinin Alevi olmaları yatmaktaydı (2011: 336).

5

Nuri Dersimi isyan sırasında yabancı teşviki iddialarını reddetmesine karĢın hatıralarında, “yabancı devletlerle iliĢki kurmanın, isyana destek sağlayabileceği ümidini taĢıdığı” ifadeleriyle isyancıların ruh halini açıkça yansıtmaktadır (Hatıratım, 1997: 181).

Resmi kaynaklara göre 1930‟larda Dersim nüfusunun 65-70 bin civarında bulunduğu, bazı kaynaklara göre 100 binin biraz üzerinde olduğu belirtilmektedir. Dersimi‟ye göreyse Dersim bölgesinin nüfusu 5 yüz binin üzerindedir (2004: 284). Dersim‟in nüfus sayımlarının çevre ilçeleri ve yerleĢim yerlerini de kapsayacak biçimde gerçekleĢtirildiği düĢüncesi, toplam nüfusun 100 bine ulaĢmasının gerçek sebebi olarak gösterilmektedir (Zelyut, 2011: 29). Çünkü Dersim‟in toplam nüfusu, isyan sonrası tartıĢmaları da beraberinde getirmiĢtir. Ġsyan sırasında öldürülenlerle ilgili iddialar, resmi söylem ve diğer kaynaklarda büyük farklılıklar göstermektedir. Örneğin Dersimi, isyan süresince toplam 40 bin kiĢinin öldüğünü ifade etmekteyken, Nikitine tarafından aktarılan bilgide The Times‟a göre ölü sayısı 3 bin civarındadır (2010: 419). Yakın zamanda Dersim olaylarının yeniden gündeme gelmesi üzerine 23 Kasım 2011‟de BaĢbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin GeniĢletilmiĢ Ġl BaĢkanları toplantısında Dersim olayları ile ilgili belgeleri açıklamıĢtır. 8 Ağustos 1939 tarihli ve dönemin ĠçiĢleri Bakanı Faik Öztrak imzalı belgeye göre; 1936, 1937, 1938 ve 1939 yıllarında toplam 13 bin 806 kiĢinin öldürüldüğü ifade edilmiĢtir (www.hurriyet.com.tr).

Kürt hareketinin ironik biçimde kendisi Türk olan isimlerinden Ġsmail BeĢikçi, Kürt isyanlarının genel itibarla millî karakterde olduğunu savunmaktadır. Bu çalıĢmada da ifade edildiği üzere, Kürt isyanlarının dini boyutu olmakla birlikte, asıl hedef, devleti etnik temelli ayrıĢmaya götürmektir. BeĢikçi, devletin isyanlardaki “din” vurgusunu bilinçli olarak gündeme getirdiğini belirtmekte ve resmi ideolojinin yaklaĢımını eleĢtirmektedir (1991: 84). Buna karĢın devlet ayaklanmaları, doğuda toplum tabanının bütününü temsil etmeyen sayıca az grupların faaliyetleri olarak görmektedir. BeĢikçi‟nin tespitlerinin dikkate değer olduğu açıktır. Ancak üzerinde durulması gereken Kürt hareketinin beslendiği temel değil, hedeflediği sonuçtur. Hareketin etnik ve ayrılıkçı karakterde olması devletin reflekslerinin sertliğini beraberinde getirmiĢtir. BeĢikçi isyan dönemlerinde kurulan mahkemelerin tarafsızlığını, alınan kararları ve diğer “hukuksuz” olduğunu iddia ettiği geliĢmeleri eleĢtirirken, hareketin isyancıların hedeflediği yönde geliĢmesi takdirde ortaya çıkabilecek siyasi sonuçları göz ardı etmektedir.