• Sonuç bulunamadı

5. EL-HÂ’İFÛN ROMANINDA YAPI, TEMA VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ

5.3. Romanın İçsel Unsurları

5.3.1. El-Hâ’ifûn Romanında Yapı

5.3.1.10. Ortam; Mekân, Zaman ve Atmosfer

5.3.1.10.2. Mekân

“Mekân unsurunun ‘gerçek’ veya ‘hayali’ olması işin özünü değiştirmez. Mekân, anlatı sisteminde yer alan vak’anın somutlaşmasında önemli rol oynar... Mekân... Sadece olayın değil,

romanın diğer elemanlarının çizim ve tanıtımında rol oynayan önemli, hatta vazgeçilmez bir unsurdur.” (Tekin, 2018: 159)

el-Hâ’ifûn romanındaki olaylar ve bunların geçtiği mekânlar, romanda yaşanılan hayat tarzının bir sahnesi durumundadır. İnsanların içinde bulundukları yaşama tarzı, bu mekânlar aracılığıyla okuyucuya aktarılmak istenmektedir. Yazar Suriye Şam kentinde, Tartus’un küçük bir Alevi köyünde, Hama, Sünnilerin kenti ve Beyrut, Lübnan’ın başkentinde bulunan aile ve sosyal hayat üzerinden karakterleri aktarmaktadır. Bahse konu olan bu mekânlar romandaki tüm karakterlerin yaşadığı savaş ve savaştan önce Suriye’deki sosyal ilişkilerin özelliğini barındırmaktadır. Yazar, Şam’da hikâyenin başladığı yeri, psikiyatri kliniğini, şu şekilde tasvir etmektedir:

Hastalar bazıları bir hafta önce alınan randevu üzerine gelmiş, çoğu ise acil durum sebebiyeti ile Şam dışından gelmiş. Hastaların sandalye bulanı oturuyor, bulamayanı da kliniğin girişinde bulunan o dar merdivene seriliyor.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 7)

Suleyma, Şam kentinin savaşın etkisiyle nasıl parçalandığını ve tanınmayan bir hale geldiğini tasvir etmektedir. Bu tasvir tam şimdiki Suriye’de yaşayan ve romandaki yer alan kişilerin sosyal hayatını yansıtmaktadır:

“Savaş ülkenin demografisini değiştirmektedir, yeni yollar ve yeni sınırlar çiziliyor, evim her geçen gün bir adım daha geriye çekiliyor ki; Paris, Londra ya da Almanya bana daha yakın gelmeye başladı.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 64)

Romandaki bir diğer mekân, Selma ve Suleyma’nın savaştan sonra sıklıkla gittiği Lübnan’ın başkenti Beyrut’tur. Kahramanların Beyrut’a, sığınacak güvenli bir

yer olarak iltica etmelerine rağmen orada da istedikleri huzuru bulamadıklarını şu ettikten sonra döneceğim ev kalmamıştı artık, sanki havaalanında yaşıyordum uçaklar beni hiç evden hiç eve götürüp getiriyorlar gibiydi.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 115)

Romanda Suleyma’nın kardeşi Fuat’ın çalıştığı enstitü savaştan önce özgür;

huzur ve sevgi ile doludur. Savaştan sonra adeta cehenneme dönüşen, Suriye’nin durumu küçük bir pasaj olarak enstitü vesilesiyle şu şekilde tasvir edilmektedir:

“Fuat’ın enstitüsü onun için şehrin karamsarlığından, ıssızlığından, melankolisinden uzak kalmak için bir sığınaktır. Fuat enstitü ortamını ve öğrencilerini çok sevmişti. Enstitüde, rejimin ve güvenlik güçlerinin yumruğundan uzak yaşayan farklı mezheplerden öğrenciler vardı. Enstitü tarafsız ya da tampon bir bölgeydi sanki. Başka bir iktidarın hükmü ve daha yüksek bir himayenin altındaydı sanki orası. Orada, o enstitüde – radyo ve televizyon binasına, Esed Kütüphanesi’ne yakın olan o enstitü – sanki başka bir Suriye vardı... Ama devrimden sonra o binayı bambaşka bir ruh sardı, içine başka bir ruh kaçtı. O bembeyaz, şık enstitüye güvenlik güçleri girdikten sonra orada her şey değişti, öğrenciler arasında anlaşmazlıklar

başladı, mezhepçilik polemikleri başladı, etnik yapı bozuldu, orası Fuat’ın anlattığı gibi değildi artık. Hocalar tiyatro derslerinin yerine teröristlerin gizlendikleri merkezler üzerine dersler vermeye başladılar. Teröristlerin azınlıklara karşı kötü niyet-boğazlayıp öldürmek gibi- beslediklerini anlatıp durdular hocalar. Ve Fuat kayboldu.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 70)

Selma ise çocukluk döneminde babasının köyüne giderken yol boyunca etraftaki mekânları incelemektedir: daha kısa ve daha güzeldi. Gittikçe yeşillikler arasında yüzerdik, kasvetli toprak rengiyle geniş çöl alanları geride kalıyor. Yol gittikçe dümdüz istikametini kaybediyor, sağ sol iniş çıkışlarla Tartus’a kadar yol böyle devam ediyor. (Babam öldükten sonra yolun ilk kısmını daha çok sever oldum, çöl alanları arkasında gizlenen o kaya dağlar bana daha çok huzur veriyordu).” (el-Hâ’ifûn, 2017: 32)

Selma Alevilerin bile Suriye’de ne kadar kötü maddi durumlarda yaşadıklarını dedesinin köyündeki evi tasvir ederek bize aktarmaktadır;

uyumamı engelliyordu, duvara inişli çıkışlı yürüyerek moralimi bozardı.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 36)

Selma annesinin aile evini tasvir ederken çocukluk zamanı insanın beynindeki bir mekânın algısını nasıl değiştirdiğini şu şekilde anlatmaktadır:

oldum böylece. Çocukların küçük ve kırılgan vücutlarıdır mekânın kapasitesini belirleyen, bu düşünce beni çok şaşırtmıştı. Benim de o zamanlar vücudum küçük olduğu için mekânın geniş olduğunu hissederdim.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 113)

Suleyma ise rüya ve gerçek bir fırtına içinde yaşayarak ve iki hayatı karıştırarak, rüyasında savaş zamanı insanların kaçma yollarını düşünerek iki yer tasvir etmektedir;

birisi denizi diğeri de havalimanını tasvir etmektedir:

izliyordu, kırsalda oturmuş mayısın sıcağında güneşleniyormuş gibi gözüküyordu... Ben ise deniz bizi yutmadan önce tepeye ulaşmak için telaş içindeydim.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 19)

“Neredeydi tam olarak bilmiyorum, havaalanına benzeyen bir yerdi galiba. Benim de burada bazı korkularım vardı; kalabalık, ellerinde çantalarıyla koşarken nefes nefese kalan insanlar, uçak, uçuş ve ölüm ile ilgili korkular idi. Ama ben hiç korkmuyordum.” (el-Hâ’ifûn, 2017: 20)

Suleyma, insanın kendi ülkesini kaybettikten sonra nasıl bir his yaşadığını ve kendini kaybettiğini anlatmaktadır. İnsan ve vatan arasında bağlılık, sadece somut bir yer olarak değil ancak o yerde yaşadığı acı ve mutluluk, o yerde her ne kadar acı anıları olsa da kendi varlığını ancak orada, vatanda hissettiğini şu şekilde anlatmaktadır:

istemiyorum. Annemden, balkonundan ve küçük zeytin ağacımdan bir gece daha uzakta uyumak istemiyorum. Babamın ölmediği bir şehirde uyumak istemiyorum, ne de kardeşimin kaybolduğu bir şehirde. Nesim’in evi orada Şam’da, benim evim yok ama beni orda bekleyen bir şey var, burada kalmamı gerektiren bir şey ise hiç yok.” (el-Hâ’ifûn, 2017:174)

Romanda kahramanların mekân tasvir etmesi konusunu ele alırsak çok geniş olacağı kesindir. Yazar bilinç akışı tekniğini kullanarak kahramanların yaşadığı her yeri detaylarıyla aktarmaktadır. Kahramanların ruh bozukluğundan dolayı çevredeki kişilerin davranışları ve ruh durumları, yerler ve o yerlere bağlılık kuran olaylar en titiz şekilde aktarılmaktadır.