• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI"

Copied!
153
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

SURİYE’DE SAVAŞ EDEBİYATI VE DİMA VENNÛS’ÜN EL-HÂ’İFÛN ADLI ROMANI

Yüksek Lisans Tezi

SAFAA RMADAN

Ankara-2020

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DOĞU DİLLERİ ve EDEBİYATLARI (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

SURİYE’DE SAVAŞ EDEBİYATI VE DİMA VENNÛS’ÜN EL-HÂ’İFÛN ADLI ROMANI

Yüksek Lisans Tezi

SAFAA RMADAN

Tez Danışmanı

Doç. Dr. Derya ADALAR SUBAŞI

Ankara-2020

(3)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (ARAP DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

Safaa RMADAN

SURİYE’DE SAVAŞ EDEBİYATI VE DİMA VENNÛS’ÜN EL-HÂ’İFÛN ADLI ROMANI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Derya ADALAR SUBAŞI

TEZ JÜRİSİ ÜYELERİ

Adı ve Soyadı

Doç. Dr. Derya ADALAR SUBAŞI (Danışman)

Prof. Dr. M. Faruk TOPPRAK Doç. Dr. Fatıma Betül ÜYÜMEZ

İmzası

………

………

.………..……….

Tez Savunması Tarihi: 09. 07. 2020

(4)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,

Doç. Dr. Derya ADALAR SUBAŞI danışmanlığında hazırladığım

“SURİYE’DE SAVAŞ EDEBİYATI VE DİMA VENNÛS’ÜN EL-HÂ’İFÛN ADLI ROMANI” (Ankara.Tarih 09. 07. 2020) adlı yüksek lisans tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu, başka kaynaklardan aldığım bilgileri metinde ve kaynakçada eksiksiz olarak gösterdiğimi, çalışma sürecinde bilimsel araştırma ve etik kurallarına uygun olarak davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul edeceğimi beyan ederim.

Tarih: 09. 07 . 2020 Adı ve Soyadı: Safaa RMADAN İmzası:...

(5)

İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ ... V KISALTMALAR ... VII TRANSKRİPSİYON SİSTEMİ ... VIII

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ... 5

1 MODERN SURİYE’NİN TARİHSEL ARKA PLANI ... 5

1.1 Arap Sosyalist Ba’as Partisi ... 5

1.2 Hama Katliamı ... 7

1.3 2011 Suriye Devrimi ... 9

İKİNCİ BÖLÜM ... 12

2 MODERN SURİYE ROMANININ ORTAYA ÇIKIŞI ... 12

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 20

3 SAVAŞ EDEBİYATI ... 20

3.1 Dünya Edebiyatında Savaş ... 20

3.1.1 Arap Savaş Edebiyatı ... 23

3.1.2 Modern Arap Edebiyatında Savaş ... 24

3.2 2011’den Sonra Suriye Savaş Edebiyatı ... 29

3.2.1. Savaş Edebiyatı Konulu Roman ... 32

3.2.2. Edebiyat ve Psikoloji İlişkisi ... 34

3.2.3. Psikanaliz ve Roman ... 36

3.2.4. Psikanalitik Yaklaşım ... 38

3.2.5. Psikolojik Eleştiri... 39

3.2.6. Psikolojik Roman... 42

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 46

4 DİMA VENNÛS’ÜN HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ ... 46

4.1. Dima Vennûs’ün Hayatı ... 46

4.2. Dima Vennûs’ün Edebî Kişiliği ve Eserleri ... 48

4.2.1. Romanları ... 49

4.2.2. Kısa Hikâyeleri ... 50

4.2.3. Makaleleri... 50

(6)

BEŞİNCİ BÖLÜM ... 52

5. EL-HÂ’İFÛN ROMANINDA YAPI, TEMA VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ 52 5.1. Romanın Özeti ... 52

5.2. Romanın Zihniyeti ... 53

5.3. Romanın İçsel Unsurları ... 56

5.3.1. El-Hâ’ifûn Romanında Yapı ... 56

5.3.1.1. Olay Örgüsü ... 57

5.3.1.2. Roman Kişileri ... 61

5.3.1.2.1. Yan Kişiler ... 64

5.3.1.3. Kişi Kadrosunun Sayısı ... 66

5.3.1.5. Kişilerin Gerçekliği ... 70

5.3.1.6. Kişilerin Sonu ... 75

5.3.1.7. Yazarının Kişiler Karşısındaki Tutumu ... 78

5.3.1.8. Okuyucunun Tutumu ... 80

5.3.1.9. Kişilerin Sınıflandırılması ... 81

5.3.1.9.1. Merkezî, İkinci ve Destekleyici Kişi ... 81

5.3.1.9.2. Tip ... 83

5.3.1.9.3. Karakter ... 88

5.3.1.10. Ortam; Mekân, Zaman ve Atmosfer ... 92

5.3.1.10.1. Zaman ... 93

5.3.1.10.2. Mekân ... 96

5.3.1.10.3. Atmosfer ... 101

5.3.2. El-Hâ’ifûn Romanında Toplumsal ve Bireysel Temalar ... 102

5.3.2.1. Sosyal Eleştiri Teması ... 103

5.3.2.2. Otoritenin Zulmüne Dair Eleştiri ... 104

5.3.2.3. Mezhepçilik Teması ... 106

5.3.2.4. Korku Teması ... 109

5.3.3. Anlatıcı, Bakış Açısı ve Teknik ... 112

5.3.4. Dil ve Üslup... 116

5.3.4.1. Dil Unsurları ... 116

5.3.4.2. Üslup ... 121

5.3.5. Yorum ... 123

SONUÇ ... 126

(7)

ÖZET ... 130

ABSTRACT ... 131

KAYNAKÇA ... 1

EKLER ... 8

(8)

ÖN SÖZ

20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başlarında gerek siyasi gerekse sosyolojik sebeplerin etkisi ile Suriye Edebiyatında psikolojik roman türü canlanmıştır, bu tür roman yazarları arasında ünlü oyun yazarı ve romancı Sadallah Vennûs’ün kızı Dima Vennûs, el-Hâ’ifûn adlı romanı ile öne çıkmıştır. Vennûs’ün bu romanı, hem Arap hem de Batı edebiyatında ün kazanmış ve farklı dillere çevrilmiştir. Konusu, olay örgüsü ve olayları okuyucuya aktarım şekli ile modern Suriye’de son yıllarda yaşanan tüm acı gerçekleri ortaya koymaktadır. Bu roman tezde tematik yapısı bakımından incelenecektir.

Çalışma esas olarak beş bölümden oluşmaktadır. Bahse konu beş bölüm dışında giriş, sonuç ve kaynakça kısımlarına da yer verilmektedir.

Birinci bölümde modern Suriye’nin tarihsel arka planı, Ba’as Partisinin iktidara geçmesinden günümüze kadar ele almaktadır.

İkinci bölümde Suriye Romanının ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde durulmaktadır. Seksenlerden günümüze kadar roman türünün gelişimine katkıda bulunan siyasi ve sosyal olaylar ışığında öncü kişiler ve eserler incelenmektedir.

Üçüncü bölümde savaş edebiyatı ve bu edebiyatın başta gelen roman türü psikolojik roman hakkında bilgi verilmiş, psikoloji-edebiyat ilişkisinin romanda nasıl ortaya koyulduğu ele alınmıştır.

Dördüncü bölümde yazarın hayatı, düşünce ve edebî dünyası, hayata bakışı, eser verdiği yazın türleri, diğer faaliyetleri, eserlerini yayımlattığı süreli yayınlar ve aldığı ödüller gibi konular üzerinde durulmuştur. Bu şekilde yazarın çeşitli yönlerine değinilmeye çalışılmıştır.

(9)

Beşinci bölüm ise el-Hâ’ifûn isimli romanın içten ve dıştan yaklaşım yöntemiyle incelenmesine ayrılmaktadır. İçten yaklaşım ile el-Hâ’ifûn romanı yapı ve tema olarak incelenmiştir. Bu bağlamda olay örgüsü, kişiler, zaman, mekân ve atmosfer gibi romana ait unsurlar ele alınmıştır. Dıştan yaklaşım ile el-Hâ’ifûn romanının tanıtımı, roman hakkında yapılan değerlendirmeler, yapısı, sayfa sayısı, bölümleri, basım yeri gibi genel bilgiler verilmiştir.

Yapısal açıdan olay örgüsü, kişiler, zaman, mekân ve atmosfer gibi romana ait temel unsurlar değerlendirilmektedir. Tematik inceleme yapılarak romanda verilmek istenen mesajlar üzerinde durulmuş, yazarın eleştiri yönelttiği olgular üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Otoritenin zulmüne dair eleştiri, Mezhepçilik teması ve ana tema olarak Korku teması bu bölümün alt başlıklarını oluşturmaktadır.

Romanda anlatım özellikleri anlatıcı, bakış açısı, teknik, dil ve üslup, yorum başlıkları altında ele alınmaktadır. Anlatımda, romanın sunumunda kullanılan unsurlar söz konusu edilmekte, yorumda roman üzerine kapsayıcı bir değerlendirmede bulunulmakta, böylece romanın özellikleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

Sonuç bölümünde ise yazar ve romancılığıyla ilgili kısa bir değerlendirme yapılmaktadır.

Çalışmayı başından sonuna kadar takip eden ve her aşamada ilgisini esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Derya ADALAR SUBAŞI’na şükranlarımı sunarım. Yüksek lisans hayatım süresince bana yol gösteren hocalarım Prof. Dr. Rahmi ER’e, Prof. Dr. Mehmet Faruk TOPRAK’a, Prof. Dr. Bedrettin AYTAÇ’a ve Prof. Dr.

Kemal TUZCU’ya teşekkür ederim.

Ayrıca çalışmama değerli görüşleri ile katkıda bulunan kıymetli hocam Öğr.

Gör. Nihal KÜMÜTAŞ’a, çalışma sürecinde hep yanımda olan sevgili eşim Mehmet Zeki TANER’e, fedakâr kızıma ve oğluma teşekkürü bir borç bilirim.

(10)

KISALTMALAR

AR. Arapça

A. Ü.: Ankara Üniversitesi C.: cilt

Çev.: Çeviren d. Doğum Doç: Doçent Dr.: Doktor M.Ö: Milattan önce Öğr. Gör.: Öğretim Görevlisi Prof.: Profesör

S.: sayı s.: Sayfa vb.: ve benzeri vs.: vesaire

Yay. haz.: Yayına hazırlayan

(11)

TRANSKRİPSİYON SİSTEMİ Çalışmada aşağıda verilen transkripsiyon alfabesi kullanılmıştır.

Sessizler:

ء: ’ د: d ض: ك: k

ب: b ذ: z ط: t ل: l

ت: t ر: r ظ: z م: m

ث: s ز: z ع: ‘ ن: n

ج: c س: s غ: g ه: h

ح: h ش: ş ف: f و: v

خ: h ص: s ق: k ي: y

Sesliler:

ى آـ َـ : â ي َـ : î و َـ : u ؤ: û Notlar:

1- Türkçede de çok kullanılan bazı isimlerde transkripsiyon işaretleri verilmemiştir.

Ahmet, Selma, Nesim gibi.

2- Harf-i ta‘rîf alan isimlerin okunuşu tam olarak verilmiştir.

3- İzafet terkîbi halinde bulunan isimlerin yazımında Arapça gramer kurallarına uyulmuştur.

4- Birleşik isimler ayrı ayrı değil bitişik yazılmıştır. Abdulğani gibi.

(12)

GİRİŞ

Acı dolu bir geçmişle yoğrulmuş Suriye Romanı günümüzde devam eden acıları ile geçmiş ve bugün arasında kimi zaman korku dolu bir yolda ilerlemekte, kimi zaman da bu korku dolu yoldan ayrılarak hızla inşa edilen, çukurlar ve maynınlarla dolu bir yola yönelmektedir. Bu yolda insanların ve ülkelerin yaşamlarını anlatan acı dolu hikâyeler vardır. Edebiyat elbette Suriye’deki olayları doğrulamak veya reddetmek için yeterli bir araç değildir. Ancak Suriye Romanının ilerlemesinde 2011'de başlayan iç savaş öncesi diktatörlük rejiminin, toplumsal ve politik dönüşümlerin etkisi olduğu da bir gerçektir. Suriye’de 2011 öncesi yazılan eserlerin tümüyle rejime bağımlı, rejimin diktatörlüğüne, insan haklarının ihlaline, kültürel, sosyal ve dinî kurumlar tarafından yapılan politik baskılara maruz kaldığı görülmektedir. Bütün bunların arkasında da mevcut sistemi güçlendiren askerî ve güvenlik kurumlarının olduğu bilinmektedir.

İç savaştan yaklaşık 30 yıl öncesine bakıldığında 1980'lerin başında Müslüman Kardeşler ile rejim arasındaki çatışma sonrası verilen savaş kararının ardından Suriyeli yazarlar arasında Ne olduğunu nasıl anlatırız? sorusunun sorulmaya başlandığı görülür.

Burada vurgunun ne anlattıklarında değil, anlatmak istediklerini nasıl anlatabilecekleri üzerinde olduğu dikkat çekicidir. Bazı yazarlar bunu mevcut gerçekliğe hitap etmek için aykırı bir üslup sergileyerek yaptılar. Bu keskin aykırılıkta, rejimin imajını yansıtan olaylar ve fikirler yansıtıldı. Bu bağlamda ortaya çıkan ilk roman insanların hastalıklarını iyileştiren bir ilaç olan ve onlara kendilerini şımartmama hissi veren, Bâşâ'nın1 sevgisinin anlatıldığı Faysal Harteş tarafından 1991 yılında yazılan Mûcezu târîhi’l-bâşâ es-sağîr (Küçük Paşa Tarihinin Özeti)’dir. Yine bu tarzda yazılan diğer bir roman Halil Er-Rûz’un 2004 yılında kaleme aldığı, Selumûn İrlandî (İrlanda Somonu) adlı romanıdır. Bu roman, rejim ve Müslüman Kardeşler arasındaki çatışma sırasında Ba‘as rejiminin dayatmalarını reddeden bir şehri, ateşi, ölümü, tutuklamaları,

1 İş yerinde patrona verilen ad.

(13)

bu şehrin boş sokaklarını, ordunun geride bıraktığı bu harabe şehrin üzerinde yükselen dumanları anlatmaktadır. Bu şehir Halep şehridir. Roman kahramanının Müslüman Kardeşlerin elbisesiyle değil, kız arkadaşının mini eteği sayesinde mermilerden kaçabilmesinin anlatıldığı bölümler ise büyük bir istihzâ oluşturmaktadır. Ancak Suriye’deki çatışmalar ve rejimin baskısı nedeniyle artan nefretten bahsetmek isteyenler için böyle bir istihzâ yapabilmek neredeyse imkânsızdır. Böylece onlar da tamamen farklı bir tarza yönelirler. Artık onlar için Halep şehri bir olay yeri; bu kanlı diktatörlük dönemi de bir tema olmuştur. Bu çerçevede yazılan romanlar içinde Halid Halîfe'nin 2006 yılında kaleme aldığı Medîhu’l-Kerâhiyye (Nefretin Övgüsü) adlı romanı saymak gerekir. İktidarda bir azınlık olan Aleviler içinde gelişen aşırı nefret duygusu etrafında dönen romanda çoğunluk olan Sünniler, adaletsiz bir azınlık tarafından yönetilmektedir.

Roman, Halep, Hama, Tedmur ve diğer şehirlere geçmektedir ve romandaki bu nefret görüntüsünün, rejimin baskısı ve mezhepsel söylemleriyle daha da kötüleştiği görülür.

2011 yılının başındaki halk ayaklanması mevcut diktatörlükle başa çıkmak adına, korku ve tereddüt etmeden her şeyi açıkça ifade etmek için daha yoğun yazılara kapı açtı.

Böylece devrimin, farklı kaygılar ve yönlerle birçok roman yayınlandı. Bu romanların ikiye ayrıldığı söylenebilir; ilki belgelemeye veya tasvir etmeye dayanıyor, bir yandan hayal gücü ve yazma araçlarını birleştirirken diğer yandan onlarla gerçekliği birleştirmeyi başaramıyordu. İkincisi, belgeleme ile hayal gücü arasındaki mesafeyi koruyor, yıkım, korku, savaş ve öldürme biyografisi yazmaya yöneliyordu. Roman kendini hem şimdiki zamanla hem de geçmişle ifade etti. Geçmişin özelliklerini çizmek için şimdiki zamanı, bugünü temize çıkarmak veya yorumlamak için geçmişi kullandı.

Böylece, diktatörlük, korku ve baskı ile tıpkı Suriyeliler ve Suriye Romanı gibi, bir mücadeleye dönüştü.

(14)

Büyük Dönüş'ten sonraki es-Sûriyyûn el-A‘dâ’ (Düşman Suriyeliler, 2014) adlı romanında Fevâz Haddâd, modern Suriye tarihinde seksenlerin başından devrime kadar uzanan belirli bir zaman dilimini ele alır. Rejime sadık olanların öfkesini uyandıran roman Hama Katliamını dile getiren tarihî bir belge niteliğindedir. Bu olayın ele alınması aynı yazarın el-Mutercimu’l-Hâ’in (Hain Tercüman, 2008) adlı romanında devrim için adeta bir hazırlık gibidir. Fakat Haddâd, rejimi, Müslüman Kardeşler’in yenilgisinden sonra Suriye toplumuna korkutucu bir şekilde egemen olan ilk eşik olarak görmüştür. Haddâd, Beşşar Esed’ın tıpkı babası gibi, her şehirde ve köyde kendi propagandasını yapmak için her bölgede egemen olacağı şeklinde konuşmalar yaparak, sokaklar ve meydanlara kendi heykellerini inşa ettirerek, okullara, eğitim müfredatlarına, dinî kurumlara ve camilerdeki Cuma vaazlarına bile girerek sonsuz bir lider olmayı hedeflediğini anlatır. Bütün bunları en eski rakibi Müslüman Kardeşleri yendikten sonra genç rakiplerini ortadan kaldırmak için büyük bir tutuklama kampanyası yapması izler.2 Böylece, 1982'deki Hama olayları başka bir baskı, aşağılama ve korku ortamı yaratır. Bu korku ya da rejimin Hama, Halep ve İdlib kentlerini yok etmesinin getirdiği yeni zamanın sonuçları, Suriyeli romancı Dima Vennûs’ün el-Hâ’ifûn (Korkaklar, 2017) romanı için zemin hazırlar. Özellikle korku hakkında yazmayı seçen Vennûs, bu romanında bir yandan Suriyeliler ve rejim arasında geçen uzun çatışmalar hakkında söylenmeyen şeyleri söylemek isterken, diğer yandan da ülkenin başından geçenleri korku dolu bir bakış açısıyla anlatmayı çalışmaktadır.

Çoğunluk, iktidar ve gücü tekelleştiren muktedir azınlıktan korkarken bazıları da sadece otoritenin ve gücün patlamasından, bu korkunun kronik bir his olacağından korkar.

Bu çalışmaya konu olan el-Hâ’ifûn’u gerçekçi bir roman olarak nitelemek mümkündür. Romanda gerçekçilik hâkimdir. Edebî eserin en bariz özelliklerinden biri,

2 Ayrıntılı bilgi için: https://ayyamsyria.net/%D9%82%D8%B1%D8%A7%D8%A1%D8%A9-

%D9%81%D9%8A-%D8%B1%D9%88%D8%A7%D9%8A%D8%A9-

%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%AA%D8%B1%D8%AC%D9%85-

%D8%A7%D9%84%D8%AE%D8%A7%D8%A6%D9%86/

(15)

gerçek hayatı yansıtmasıdır. Dima Vennûs’e Suriye’deki halkın psikolojik bağışıklık sisteminin nasıl çöktüğünü daha rahat ve daha esnek bir şekilde anlatmak için doğalcı anlatımı tercih etmektedir. Zira bu roman, karakterlerin ruh durumu ve birbirleri ile olan ilişkilerini aktarma şekli ve insanın savaş zamanındaki sosyal halini tasvir etmesi yönü ile benzerlerine göre daha kapsamlıdır. Çalışmanın temel bölümlerinden birini oluşturan tema kısmında; toplumsal sistem ve yönetimdeki anlaşmazlık ve güvensizliğin tespit edilmesi anlamına gelen toplumsal eleştiri ile rejimin yarattığı zulmün ortaya konmasını kapsayan siyasi eleştiriler çeşitli başlıklar altında kapsamlı olarak incelenmektedir.

Bunun yanı sıra bu adaletsiz sistemin gölgesinde Suriye halkında ortaya çıkan mezhepçilik ve çelişkileri ortaya çıkarıp, eksik ve kusurlu yanlarını tespit etmekte ve yorumu okuyucuya bırakmaktadır.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

1 MODERN SURİYE’NİN TARİHSEL ARKA PLANI

Suriye tarihinde modern dönemde yaşanan çalkantıların edebî yaşama dolayısıyla romanlara yansıyan boyutunu daha iyi gözlemleyebilmek için Suriye’nin yakın dönem tarihî arka planını da bilmek son derece önemlidir.

1.1 Arap Sosyalist Ba’as Partisi

Suriye, son yüzyılda, çok sayıda askerî darbenin ardından gelen askerî vesayet rejimi döneminde, kargaşa ve kaosun devam etmesi nedeni ile istikrar yüzü görmemiş, ülkenin yönetim kademelerini ele geçiren Ba’as Partisi gölgesinde, İslam ve Müslümanlardan nefret eden mezhepçi ve ırkçı azınlıklar ülkeye hâkim olmuştur.

Partinin kanatları altında Nusayriler tek başına hüküm sürmeye başlamışlar, terörizm ve yıkım İslam'a ve Müslümanlara yönelmiş, trajediler ve üzüntüler yaşanmıştır. 8 Mart 1963 darbesi, bir yandan Ba’as Partisi için bir zafer, diğer yandan da ezoterik azınlıkların (Alevî, İsmailî ve Dürzî) ortaya çıkması için altın bir fırsat olmuştur (er- Rezzaz, 1967: 158-160).

Albay Kerim Nahlavi liderliğindeki Şamlı Sünni subayların Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne son veren (1961) darbesini izleyen dönemde Ba’as partisi büyük bir güç kaybına uğrarken bağımsızlar yönetimi ele geçirip Nazım Kudsi’yi cumhurbaşkanı yapar. Mart 1963 yılında gerçekleştirilen askerî darbe ile bağımsızların yönetimine son verilir (Özhazar ve Elbinsoy 2017: 94). Sünni Müslümanlar ordudan ve devlet kademelerinden çıkarılır, yerlerine Ba’as partili memurlar yerleştirilir (er-Rezzaz,1967:

158-160). Salah Cedîd, Hafız Esed ve Muhammed İmran başkanlığındaki Ba’as Partisi, 8 Mart 1963 darbesinden sonra daha önce beraber hareket ettikleri en az 700 üst düzey Sünni subayı ordudan ihraç eder ve yerlerini Nusayri mensupları ile doldurur. Münîf er- Rezzaz bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Parti içindeki mezhepsel yapılanma halk

(17)

arasında fısıltı şeklinde yayılmaya başladı, ancak somut kanıt ortaya konamadığı için bir itham algısına dönüştü” (1967: 159).

8 Mart darbesi, Suriye'nin çağdaş tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı.

Mezhepsel azınlıkların, özellikle Nusayrilerin siyasette ağırlığı iyice artmış, Sünni Müslümanlar geri planda kalmıştır. Ülkede mezhepçilik baskın hale gelince, Ba’as partisi ismi altında Nusayri nefreti ile Sünnileri katletme planları ortaya çıkmıştır (Dam:

130-131). Ba’as Arap Birliği sloganı ile aralarında Genel Başkan Yusuf ez-Zâ’ayim, Devlet Başkanı Emin el-Hafız ve Genelkurmay Başkanı Ahmet Suveydani gibi isimlerin de olduğu Sünnileri aldatarak, mezhepsel suç planları ile bunlardan kurtulunca Hafız Esed tek başına iktidara gelmiştir. Böylece Hafız Esed 1971 yılında Suriye Cumhuriyetinin ilk Alevi cumhurbaşkanı olmuştur. Ardından Suriye geleneği ve anayasasındaki “cumhurbaşkanının Sünni Müslüman olması” hükmüne son verilmiştir.

1970 yılında Hafız Esed, mezhebi arasındaki etkisini hızla arttırır bunda ordudaki bir grup taraftar ve destekçi ona yardım eder. Bunlar kardeşi Rıfat el-Esed, Özel Kuvvetler Komutanı Ali Haydar, Askerî İstihbarat Başkanı Ali Duba’dır.3 Hafız Esed makamını sağlama aldıktan sonra bunlardan da kurtulmaya çalışır. Suriye yönetiminin kendi ailesi elinde kalmasını planlar. Mustafa Tlass ve Naci Cemil gibi Sünni subaylardan bazıları, halkı sakinleştirmek ve Esed’ın mezhepsel eğilimini gizlemek için ordudaki yüksek mevkilere atanır (Dam: 108-113). Hâlbuki bunların hiçbir taraftarı yoktur. Bununla birlikte Esed, aile üyeleri, kabile fertleri, köyü ve Mahlûf ailesine bağlıdır. İcraatlerini de ailesinin bilgisi dâhilinde yapmaktadır. Böylece Suriye, Esed ailesi ve akrabaları için devrimci bir çiftlik haline gelir. O zamandan beri, ordunun gücü ile kontrol edilen ülke kaynakları, bu aşamadan sonra Nusayri topluluğu etrafında toparlanır. Çünkü Esed başarının yolunun sadece geride kalan mezhepleri ezerek olacağına inanmaktadır.

3Ayrıntılı bilgi için: Dam, N. V. (1995) es- Sirâ’u allâ’ s-Sulta fi Suriye kitabı’na bakılabilir.

(18)

1.2 Hama Katliamı

Hama Katliamı, Cumhurbaşkanı Hafız Esed Rejimi ile o zamanlar ülkenin en güçlü ve en aktif muhalif güçlerinden biri olan Müslüman Kardeşler (el-İhvanu’l- Muslimûn) arasında şiddet içeren bir mücadele bağlamında gelişti. Rejim daha sonra Müslüman Kardeşleri Haziran 1979'da kuzey Halep şehrinde bir grup topçu okulu öğrencisinin öldürülmesi de dâhil olmak üzere bir takım kadroları silahlandırmak, Suriye'de suikastlar yapıp şiddet uygulamakla suçladı. Müslüman Kardeşler bu suçlamaları reddettiler. Topçu Okulu'nun olaylarından muaf tutulmuş olsalar da, Esed rejimi grubun faaliyetlerini yasakladı ve aleyhlerinde bir yok etme kampanyası başlattı.

Son olarak da 1980 yılında Esed Rejimi kendisine ait olan idam cezasının 49. Kanununu yayınladı.4 Bu kanunun yayınlanmasının ardından ülkenin üçüncü büyük şehri olan Hama'da 2 Şubat 1982’de Müslüman Kardeşler Örgütü tarafından başlatılan ayaklanmayı bastırmak için Hafız Esed tarafından kardeşi Rıfat Esed gönderildi. Rıfat Esed komutasındaki özel kuvvetler, şehri kuşattı, şehir önce havadan bombalandı, sonra topçu ateşi ile kitle infazları gerçekleştirildi. 27 günde on binlerce kişi katledildi.

Uluslararası Af Örgütü'ne göre, katliamda öldürülenlerin sayısının 10.000 ile 25.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Yerel kaynaklardan Suriye İnsan Hakları Örgütü’nün rakamları ise ölü sayısının 40.000'e ulaştığını söylemektedir. 5

Suriye ordusunun yıkık binalarda saklananları öldürmek veya ortaya çıkarmak için zehirli gaz kullandığı katliamda, şehir büyük toplarla çevrilmiş, üç hafta boyunca saldırıya uğramıştır. Yaklaşık 30.000 sivilin kaybolduğu ve 800.000 Suriyelinin ülkeyi

4 Müslüman Kardeşler üyeliğini veya bu örgütle bağlantılı olmayı idam cezasını gerektiren bir suç haline getirdi. Ayrıntılı bilgi için:

2010 Suriye İnsan Hakları İhlalleri Değerlandirme Raporu’na s.12-13 bakılabilir.

https://www.mazlumder.org/webimage/files/suriye_insan_haklari_raporu.pdf.

5 Ayrıntılı bilgi için:

https://www.marefa.org/%D8%A3%D8%AD%D8%AF%D8%A7%D8%AB_%D8%AD%D9%85%D8%A7%D8%A9_1982

(19)

terk etmek zorunda kaldığı Hama Katliamının ardından 100 binden fazla kişi tutuklanmıştır.6

Başkent Şam'ın yaklaşık 200 km kuzeyinde yer alan Hama şehri, ölü ve kayıplara ek olarak, başkent camilerini, kiliselerini, yapılarını ve konuk evlerini içeren büyük bir yıkıma da maruz kalmış, bu olayların sona ermesinden sonra nüfusunun büyük bir kısmı da göç etmiştir.

Hükümetin Hama'nın kontrolünü ele geçirmesi haftalar almıştır. En acımasız katliamlar, dar sokaklara tanklarla giren, uzun menzilli bombardıman topları ve tankları kullanan, şehri helikopterlerle bombalayan ve şehrin hedeflenen kısmını buldozerlerle yok eden askerî güçler tarafından gerçekleştirilmiştir. Katliamdan kurtulan bazı Hamalılara göre, çürüyen ceset kokusu tüm şehri kaplamıştır. Yıkık binaların altında kalan insanlar yaralanmış ve ölmüş, cesetler bile askerler tarafından tecavüze uğramıştır. Çatışmalar sırasında Hama dışında bulunan Hamalı birçok kişinin de infaz edildiğine dair haberler de yayılmıştır. Esed yönetimi, tarihte benzerine nadiren rastlanan bir şekilde kadın, çocuk, yaşlı, masum sivil ayırımı yapmadan isyanı şiddetli bir şekilde bastırmaya çalışmıştır. Ahmet Emin Dağ Bilad-i Şam’ın Hazin Öyküsü kitabında 1982’de Hama durumu şu şekilde sergilemektedir:

“Yaralılara tıbbi müdahalenin güvenlik güçlerince engellenmesi sonucu binlerce kurban ölüme terk edildi. Bazı Hamalı kurbanlar da toplu mezarlara canlı olarak gömüldüler.

(…). Katliamın kurbanları arasında 40 günlük bebekler ve anne karnındaki embriyolar dahi vardı. Bebekler, yalvaran annelerinin gözleri önünde balkonlardan aşağı atıldılar. Askerler hamile bir kadının karnını delerek doğmamış çocuğun ölümüne neden oldular. Birçok çocuk haftalarca süren yiyecek sıkıntısı nedeniyle hayatını kaybetti. Dehşetin en şiddetli şekilde yaşandığı Hama’da çocuklar kendilerini savunabilmek için yaralı askerlerden aldıkları silahları kullanmak zorunda kaldılar… Birçok kadın, askerler tarafından işkence ve tecavüz

6 Ayrıntılı bilgi için: 2010 Suriye İnsan Hakları İhlalleri Değerlandirme Raporu’na bakılabilir.

http://www.mazlumder.org/webimage/files/suriye_insan_haklari_raporu.pdf

(20)

edilerek öldürüldü. Kadın ve çocuklara karşı şiddet uygulamayı reddeden askerlerin cezası ölüm oldu. Yaşlılar da ayrım yapılmaksızın infaz edildiler. Evlatlarını gömmeye çalışan yaşlılar acımasızca öldürüldüler. Güvenlik kuvvetleri öldürülenlerin gömülmesine müsaade etmedi, teşebbüs edenleri öldürdü. Şehri ceset kokusu kapladı ve salgın hastalık tehlikesi ortaya çıktı.

Katliamın son günlerinde akıbeti meçhul, kayıp insanların sayısı giderek arttı” (Dağ, 2013:

113-114).

Uluslararası Af Örgütüne göre tarihteki en büyük katliamların listesi yapılırsa, muhtemelen ilk sırada yazılacak olan Hama Katliamı, dünyanın merkezinde, Ortadoğu'da, ama dünya gündeminin bütünüyle dışında gerçekleştirilmiştir. Esed güçleri, Ba’as rejiminin hayatta kalması için masum insanları yaşlarına bakmaksızın katletmiştir.

1.3 2011 Suriye Devrimi

Trafik polisinin her gün Suriye vatandaşına hakaret etmesi alışılmış bir durumdu. Ancak, 17 Şubat 2011'de yaşanan bir aşağılama olayı daha önce olduğu gibi kabul edilmedi. Bu olaydan sadece birkaç dakika sonra, yüzlerce Suriyeli, durumu protesto etmek için Şam'ın merkezinde plansız bir şekilde toplandı ve “Suriye Halkı hakir sayılmaz” şeklinde slogan atmaya başladı.

Birkaç gün sonra 22 Şubat'ta, eylem bu kez Libya büyükelçiliğinin önündeydi.

Şam semalarında ilk kez “halkını öldüren haindir” sloganları çınladı. Güvenlik güçleri dağılmalarını istedi. Kalabalığı dağıtmak için belediye temizlik araçlarıyla geldiler. Bu, insanların kendilerini daha aşağılık hissetmelerine neden oldu. Bunun üzerine eylemciler, gerçek meselelerinin ve endişelerinin kendi ülkeleri olduğu gerçeğinden bahsederek Vatanım şiirini okumaya başladılar. Bu eylem zorla bastırıldı ve yaklaşık on iki kişi tutuklandı.

26 Şubat 2011'de, Der’a öğrencileri kendiliğinden bir protesto başlattılar ve okullarının duvarlarına "İnsanlar rejimi devirmek istiyor" sloganını yazdılar, ancak

(21)

rejim meseleyi bir şiddet sarmalına dönüştürdü. On beş çocuğu tutuklayan güvenlik güçlerine hükümet destek verdi. Çocukları tırnaklarını çekerek ve sırtlarında sigara söndürerek cezalandırdılar.

“Yoğun işkencelere maruz kalan çocukların serbest bırakılması için mensup oldukları aşiretlerin sokağa dökülmesi, kentte gerilimi arttırdı. Sokaktaki insanlara yönelik hükûmetin oldukça sert bir tutum sergilemesi ise büyük bir kışkırtmayı beraberinde getirdi. Başlangıçta oldukça lokal görünen küçük gösteriler, her gün istikrarlı bir şekilde sürdü ve birkaç hafta sonra diğer kentlere de sıçradı”(Dağ, 2013: 86-87).

15 Mart 2011’den önce Suriyeliler bir ülkeden diğerine sıçrayan Arap Baharı devrimlerini gözlemliyorlardı. Beşşar Esed rejimi Suriye'ye protesto gösterileri yapmama protestoları engelleme konusunda ısrar ederken, halk değişim rüzgârlarının onlara ulaşacağını umarak nefes alıyordu. Suriye'deki gösteriler, ilk olarak Tunus Elçiliği önünde oldu. 29-30 Ocak'ta Mısır Büyükelçiliği önünde yapılan gösteri ise başarılı olamadı ve daha sonra göstericiler Bab Tuma ve Arnos'un Şam bölgelerinde toplandılar.

Bu arada Mısır'ın izinden giderek, zulüm, baskı, yolsuzluk ve özgürlüklerin bastırılmasını protesto etmek için Facebook'ta davetler oluşturulur ve bir grup eylemci 15 Mart 2011 Salı günü Humus gibi farklı Suriye şehirlerinde bu davetlilere çağrıda bulunur. Bu çağrıların ardından el-Cezîre’nin internet sitesinde: “Gazeteci Iyad Şarbaji’nin oturma eylemi çağrısı yapıldı. Gazeteciler, sanatçılar ve yazarlar da dâhil olmak üzere arkadaşlarını arayarak davet etmiştir. Eylemci Merve el-Gamyan, siyasi faaliyet gösteren herhangi bir gruba bağlı olmadığını söyleyerek, tek yolumuz İnternet’tir ifadelerini kullanmıştır”.7

7 https://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews/2012/3/5/%d9%87%d9%83%d8%b0%d8%a7-

%d8%a8%d8%af%d8%a3%d8%aa-%d8%a7%d9%84%d8%ab%d9%88%d8%b1%d8%a9-%d9%81%d9%8a-

%d8%b3%d9%88%d8%b1%d9%8a%d8%a7

(22)

Vatandaşlar o güne kadar, ancak yetkili makamların emriyle, sadece Hafız Esed ve sonra oğul Beşşar Esed lehine sloganlar atmak için sokağa çıkabilirdi. Bunun dışında herhangi bir görüş bildirmeleri imkânsızdı. Vatandaşlar, eyleme başlamadan önce, gerekli önlemleri almak için İçişleri Bakanlığı'ndan izin almayı düşündüler. Ancak bu konuda konuştukları memurlar bunun “boş” bir girişim olduğunu söylediler ve bu sebeple 15 Mart 2011 tarihinde eylemci Merve el-Gamyan’ın Şam’da ortaya attığı özgürlük çığlığıyla devrimin ilk kıvılcımı atıldı.8

Bugünkü Suriye’de iç savaş hala devam ettiği için aralarında 30 yıl fark olan iki katliamı, Hama’yı ve bugünkü Suriye’yi, karşılaştırmak şu an için tam olarak uygun olmasa da bu katliamların kurbanlarının: “Kim sorumlu?” “Neyi kaybettik?” “Neden kaybettik?” “kaybettiklerimizi nasıl geri elde edeceğiz?” “Bu ölümlerden sonra ne olacak?” sorular gibi sormuşlardır.

Bütün bu soruların amacı maktûlün katile soru sorma girişiminden başka bir şey değildir. Neden öldürdün? Niçin? Tarih şu an adeta kendini tekrarlamaktadır. Suriye Rejimi Hama'da yaptıklarını bugün adeta acele etmeden, yavaşça ve adım adım yapmaktadır. 1982 Hama katliamının ardından muhaliflerin bugün de hala Esed güçlerine karşı yetersiz olduğu görülse de Esed rejimin orantısız gücünden muzdarip, adaletsizliğin ve aşağılanmanın acısını tadan ve özgürlük hayalinde bulunan, bunun için özlem duyanların tek amacı geçmiş derslerden faydalanarak o özgürlüğe kavuşmaktır.

8 Ayrıntılı bilgi için: https://www.youtube.com/watch?v=EDv6yDrMfr4 bakılabilir.

(23)

İKİNCİ BÖLÜM

2 MODERN SURİYE ROMANININ ORTAYA ÇIKIŞI

Modern Suriye Romanının ilk aşamalarına dair kaynaklar sınırlıdır. Suriyeliler, (1930-1950) yılarda Lübnanlılar ve Mısırlılarla aynı koşullara sahip değildi. Lübnan'da misyonerlik heyetleri Lübnanlıları Batı Edebiyatı konusunda bilgilendirmede önemli bir rol oynamıştı. Mısır'ın askerî ve siyasi işgalden uzak kalması, yarı bağımsızlığa kavuşmasına yardımcı oldu ve bu durum edebi, sosyal ve politik alanlara olumlu yansıdı.9

19. yüzyılın sonunda, Suriyelilerin bu iki ülkeden faydalanması, Mısır ve Lübnan'ın matbaalarından folklor öykülerinden, Antara ve ez-Zinati Halife'nin biyografisi, Beni Hilal, ez-Zir Salim, Seyf bin Zî Yezen'ın hikâyesi ve Binbir Gece Masalları gibi kaynaklarla sınırlıydı. Ayrıca, çeviri hareketi o sırada diğer iki ülkenin yukarıda belirtilen nedenlerle desteğini almamış, buna ek olarak, Suriye'nin o dönemde çevirmen ve yabancı dillerle tanışma eksikliği olmuştu (ed-Dekkâk, 1971: 109-113).

Araştırmacılar Mısır'ın modern Arap Romanının ortaya çıkışı ve gelişmesinde oynadığı öncü rol üzerinde hemfikirdir. Ancak Şam bölgesi ve Mehcer’deki yazarların modern Arap Rönesans’ında oynadıkları önemli rolü de unutmamışlardır. Şam bölgesindeki yazarlar, Napolyon'un Mısır ve Suriye'yi işgal etmesinden önce Batı ile temas halindeydi bu da, çeşitli bağlardan oluşan Avrupa kiliseleri tarafından yürütülen heyet misyonları aracılığıyla Batı Edebiyatı hakkında bilgi edinmelerini sağladı (Allen, 1982: 17-18). Edebiyat, sanat ve tiyatro alanlarında el-Bustani, el-Yazıcı, eş-Şidyak ve en-Nakkaş ailesi gibi birçok aile ortaya çıktı. Bunlar, Arapları kendi dilleri, mirasları ve edebî varlıklarına karşı bilinçlendirdiler, bunları yeniden canlandırmaya ve diriltmeye, daha önce Araplarca bilinmeyen edebî türler ve konuları da eklemeye başlayarak

9 Ayrıntılı bilgi için JACOB M. LANDAU, Çev. Prof. Bedrettin Aytaç Modern Arap edebiyatı Tarihî kitabına s. 9 -11 bakılabilir.

(24)

edebiyata katkıda bulundular. Bunların başında, Butrus el-Bustânî’nin (1819-1883), Mecma‘u’l-Bahreyn’i (1856) Nasîf al-Yazıcı’nın makameleri (1800-1871) Ahmet Faris eş-Şidyak’ın (1805-1887) es-Sâk Ale's-Sâk’ı (1856) zikredilebilir (en-Nessâc, 2007:

174).

Birçok akademisyen Suriye ve Lübnan tarihini birbirinden ayırmamıştır. Üstelik Bilâdu’ş-Şam'da modern Arap Edebiyatının tarihini bir ülke ve diğeri arasında ayrım yapmadan bir bütün olarak inceleyen birçok çalışma vardır, çünkü iki ülke tarihî arasındaki bu bölünme edebî değil daha çok politiktir. Bu konuya büyük önem veren akademisyenler arasında İbrahim es-Sa'âfin’in, Bilâdu’ş-Şam'da modern Arap Romanının gelişimi üzerine kaleme aldığı er-Rivâye beyne’l-Makâle ve’l-Makâme adlı eserinde Yazıcı'nın Mecma‘u’l-Bahreyn ve Ahmet Faris eş-Şidyak’ın es-Sâk Ale's-Sâk’ı konusunda ayrıntılı bir çalışma yapmıştır çünkü bu eserler Bilâdu’ş-Şam'da Arap Romanının erken başlangıcına ilişkin en önemli edebî eserler olarak kabul edilmektedir (Er, 2015: 55-60). Belki de bu iki kitabı anlatı biçimine bağlayan şey, güçlü bir iç bağlantı olmasa bile kitapların bölümleri arasında olan açık bir bağlantıdır.

Genel olarak siyasi koşullar, Suriye’nin Mısır’da ortaya çıkan Edebî ve Kültürel Rönesans’a yetişmesini engelledi ve sekteye uğramasına önemli bir rol oynadı (Allen, 1982: 21). Birçok edebî çalışma Suriye ve Lübnan arasında ayırım yapmamış, Bilâdu’ş- Şam başlığı altında edebî meseleleri ele alan yeni çalışmalar yapılmıştır. Yukarıdaki isimlere yakından bakarsak, hepsinin tanınmış Lübnanlı ailelerden gelen kişiler oldukları dikkat çekmektedir. Buna göre Mısır ve Lübnan'ın edebî Rönesans’ta Suriye'den önce geldiği açık olarak görülmektedir. Bunun için Suriye Romanı ne zaman ortaya çıktı? Bugün tüm Arap romanları arasındaki konumu nedir? Sorusu sorulabilir.

Suriye Romanı özellikle 27 Aralık 1936'daki Suriye-Fransız anlaşmasını takiben 1937'de Suriye'nin coğrafi özellikleri ile beraber tanımlanmıştır (el-Faysal, 1996: 7; el- Hatib, 1980: 22). Bilginlerin (1912-1996) Suriye'deki ilk romantik roman olarak kabul

(25)

ettikleri Şekîb el-Câbirî'nin romanı Nehm’in (Arzu, 1937) yayınlanması dikkat çekicidir.

Romanda, olaylar Almanya'da geçmektedir ve tüm kahramanları Almanlardır. Roman, Suriye toplumunun bin dokuz yüz otuzlu yıllarda muhafazakâr bir çevreye nüfuz etmesi, aşk ve erkek – kadın ilişkisinden bahsetmesiyle Muhammed Hüseyin Heykel'in Zeyneb romanına da benzemektedir.10 Her iki roman Batı fikirleri ve yaşam tarzları yansıttığı için eleştirilmiştir (Badawi, 1993: 210; el-Faysal, 1985: 99; el-Hatib, 1983: 13; en- Nessâc, 2007: 208). Her iki roman sonra onu başka bir roman, Kâderun Yelhu (Oynayan Kader, 1939) adlı roman izler. Romantizm yüklü bu romanın kahramanı, Berlin'de yaşayan Elsa adındaki Alman bir kızla aşk ilişkisi olan Suriyeli bir öğrencidir. Roman, karmaşık klasik dili ile ayırt edilir ve büyük ölçüde lafzi güzelliklere ve metaforlara dayanır (Badawi, 1993: 210). Suriye'de 1865-1918 yılları arasında et-Tabib el-Halebi, Fransis Maraş (1836-1873) gibi yazarlardan bazı parlak isimler ortaya çıkmıştır.

Maraş’ın, Gâbetu’l-Hak (Adaletin Ormanı, 1865) başlıklı ilk Arapça romanını yayınlamasıyla ün aldı. Ancak romanı sanatsal romanın özelliklerinden yoksundur (Badawi, 1993: 95, Cachia, 1990: 109). Cachia’ye göre Maraş'ın romanı ilk uzun Arap Romanı olmuştur (Cachia, 1990: 109).

Maraş’in romanında Gâbetu’l-Hak eğitim ve ahlaki hedefleri açıkça gözetilmektedir, çünkü roman dünyası gibi yeni bir dünyanın muhafazakâr bir çevreye nüfuz etmesi, Suriye'de olduğu gibi, öncü yazarın dikkatli olmasını ve takip edilen tüm etik standartları karşılamasını gerektiriyordu. Özellikle Arap Romanı o çağda, hem Mısır'da hem Bilâdu’ş-Şam'da yoğun bir muhalefetle karşılaştığından, Arap Edebiyatındaki muhafazakâr toplumların değerleri ile tamamen tutarsız olan, hikâye anlatım dili de klasik edebî olmayan bir dil olarak kabul edilirdi. Romancı, modern hikâye anlatımının kökenleri doğrultusunda modern bir anlatı dilini aramak zorunda

10Ayrıntılı bilgi için: Prof. Rahmi Er Modern Mısır Romanı-I Kitabı’na s. 95, 113 bakılabilir.

(26)

kalmıştır ve bu başlangıçta kolay bir şey değildir. Çünkü, gerekli teknik standartlar katıdır ve bu yüzden romanın ilk kariyerinde tökezlediği söylenebilir.

Maraş’in ve el-Câbirî'nin romanlarında görüldüğü gibi yazarın hedefi, Rifâ'a Râfi'î et-Tahtâvî 'nin (1801-1873) ve Ali Mübarek’inki (1823-1893) gibi, Batı düşüncesini ve Avrupa yaşamının bazı yönlerini tanıtmak ve onları doğu ülkelerine yaymaktır. Çünkü et-Tahtâvî ve Mübarek Paris'i ziyaret etme ve en önemli kültürel özellikleri ve siyasi sistemleri hakkında bilgi edinme fırsatı kazanmışlardı.11 Maraş da, meslektaşları gibi, Paris'te kaldığı süre boyunca özgürlük atmosferinden ve ülkesinde eksik olan Fransız Devrimi’nin öğretilerinden etkilenir. Bu nedenle romanı, dünyanın çeşitli krallıkları arasında dolaştığı, iyiyi ve kötüyü gördüğü bir rüya biçimindeydi hayaller dünyasındaki bu turdan sonra memleketi Halep'e geri dönüp, böylece evrendeki adalet ve refah içinde yaşamasını istemişti.

Bu dönem Suriye Arap Romanı olarak adlandırılabilecek bir şeyle sonuçlanmadı. Bazı araştırmacılara göre “modern roman, modern Suriye toplumunun doğuşu ile doğdu. Batı medeniyetinden, entelektüel ve sosyal ideallerinden yeterince etkilendi. Böylece sanatsal formda ve içerikte sosyal açıdan yeni bir roman formu ortaya koydu. Eski miras, ihtişamı, zekâsı ve özgünlüğü nedeniyle yeni burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılayamadı veya ona uyum sağlayamadı (en-Nessâc, 2007: 210).

Muhafazakâr düşünce sahiplerinin, modern düşünceyi engellemede dinamik ve etkili olduğunu düşünüyoruz. Örneğin, el-Câbirî'yi, birinci ve ikinci romanları için yabancı isimler ve arka plan seçmeye teşvik etmişlerdir. el-Câbirî ve Maraş gibi bazı öncü yazarların eserlerindeki dış etkiyi gizlememişlerdir.

Kuşkusuz, siyasal olayların entelektüel yaşamın tüm yönlerini etkilemede aktif bir rolü vardır. Roman, öykü ve edebiyatın genel olarak siyasi olaylara ve toplumsal

11Ayrıntılı bilgi için: Prof. Rahmi Er Modern Mısır Romanı-I Kitabı’na s. 60-75 bakılabilir.

(27)

dönüşümlere, özellikle de bu olaylar dramatikse (1900-1930)’larda Suriye’de olduğu gibi etki gösterir. Suriyeliler ülkelerinin çökmek üzere olduğunu hissettiler ve aynı politik faktör, daha sonraki aşamada Haziran 1967'deki12 yenilginin ardından aktif edebî hareketin de nedeniydi. O zaman unutmamak gerekir ki Suriye ile Batı arasındaki gerçek temas ve o temasın getirdiği uyarım, heyecan ve taklit, (1923-1946) Fransız Mandası'nın sonrasındaydı. Daha sonra, romancılar kendilerine, kapasitelerine ve zengin miraslarına daha fazla güvendiler ve modern gerçekliğe uyan yeni bir şey yaratmak için edebiyatın köklerine döndüler. Realizm akımı 1950’lerde ve 1960'’larda Suriye Romanının neredeyse tamamen kontrolünü ele geçirene kadar romantizm Suriye Romanı için baskın bir çerçeve olarak kaldı. Bunun nedeni bağımsızlığın etkisi ve Suriye'nin 1950'lerde gördüğü darbeler ve rejimin sosyalist sisteme yönelimi, toprakların köylülere dağıtılması ve millileştirilmesi idi (en-Nessâc, 2007: 211-213).

Buna ek olarak Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca gibi yabancı diller ve Rus dilinden roman çevirileri Temmuz 1952 devriminin ardından Mısır'da yazılan Mısır romanının etkisi ve bu yazıların Suriye'de sıcak karşılanması da bunlar arasında sayılabilir (en-Nessâc, 2007: 213-214).

Suriyeli figürleri ve yerleri tasvir eden otantik bir Suriye Romanının ortaya çıkması için, Dr. Muhammed Mustafa Badawi'nin dediği gibi, yazar Hanna Mine ve ilk romanı el-Mesâbîhu'z-Zurk (Mavi Işıklar / lambalar) (1956) beklenmek zorunda kalınmıştır (Badawi, 1993: 210). “Bu romana solcu seslerin yol açtığı kültürel bir gürültü eşlik etmiş, özel olarak Mavi Işıklar ve genel olarak Realizm akımı hakkında konuşan edebiyat çalışmalarının da yankıları günümüze kader devam etmiştir” (el- Faysal, 1996: 92). Okur, bu romanın Suriye Romanı tarihindeki önemini fark eder, çünkü hiçbir bilim adamı bunu ya da bu romanın oynadığı önemli rolü inkâr edemez, bu

121967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı veya Altı Günün Savaşı.

(28)

nedenle özellikle Mısır'daki eleştirmenler ve bilim adamları çalışmalarını hızlandırmış ve bazı teknik kusurlarına rağmen, sağlıklı yeni bir Suriye Romanı ortaya koymuştur.

Suriye'de 1950-1960’ların romanının önemi hakkında söylenenler ne olursa olsun, yeni yaratıcılık altmışların sonlarına kadar azdı. 1870-1967 yıllarında Bilâdu’ş- Şam'da yayınlanan yaklaşık dört yüz roman arasında sadece kırk Suriye Romanı bulunur. 1960’ların sonundan beri, Suriye Romanı daha yaygın hale gelmiş, 1970-1989 yılları arasında da yüz doksandan fazla roman yayınlanmıştır (es-Sa'âfin, 1987: 571- 589).

Suriye Romanının, sadece toplumdaki entelektüeller tarafında değil toplumun geneli tarafından da Mısır ve Lübnan'daki romanın gerisinde kaldığı görülmüştür ve Suriye Romanı bu açıdan biraz küçümsenmiştir. Başlangıçta Modern Suriye Romanının 1930’larda Şekîb el-Câbirî ile canlandığı kabul edilmektedir. Araştırmacı Husam el- Hatib'in öngördüğü gibi Suriye Romanının üç aşamadan geçmesi gerekiyordu (el-Hatib, 1983: 16-24).

İlk Aşama (1937-1949)

Bu aşama, romantizm eğilimi ile üslupçuluk ve eğitimsel özelliklere sahiptir.

Şekîb el-Câbirî duygusal romantik romanlarla, Profesör Ma'rûf el-Arnavût (1892-1948) ise, romantizm eğilimi taşıyan, tarihî romanlarıyla ortaya çıktılar. Roman bu aşamada büyük toleransa rağmen, üretim miktarı olarak her yıl bir taneyi geçmedi.

İkinci Aşama (1950-1958)

Bu dönemde kapılar yabancı etkilere açıldı. Bu etkiler bütün edebî akımlara ve gruplara yansıdı. Roman en çok realizm, sosyalizm ve varoluşçu akımlardan etkilendi.

Bu dönemde en çok kısa hikâyeler revaçtaydı, roman türü ise yavaş ilerleme gösterdi.

Romanlar daha çok sol görüşlerin etkisinde yazıldı. Bu nedenle romantizmden realizme doğru kayış oldu.

(29)

Üçüncü Aşama (1959-1979)

Ellili yılların sonunda, Suriye Romanı büyük bir canlanmaya tanık oldu ve çoklu entelektüel görüşler almaya ve kadınların edebî hayata katılımını kabul etmeye hazır hale geldi. Sıdkı İsmail, Hanna Mine, Velid İhlasi vb. gibi yazarlar bu aşamada ortaya çıktı. Edib Nehvi’nin Metâ Ye’ûdu’l-Matar (Yağmur Ne Zaman Geri Dönecek, 1960) romanı, ulusal ve politik kaygıların gölgesinde kaldı. Kadınların sesi, o dönemde Selma el-Haffâr el-Kizberi (1922-2006) ve Kolet Hûrî (1937) daha sonra Ğâde es Semmân’ın (1942) ( Beyrut 75, 1977) romanında olduğu gibi şok edici olarak algılandı.

Suriyeli romancıların, değişen ortamlarına rağmen, gündeme getirdikleri konular tarihsel ve sosyal çatışmada birleşiyordu. Hiçbir Suriye Romanı yazarın ve toplumun kişiliğinin bir parçası haline gelmek için bireysel ya da kolektif biyografiden ve özgürlük koşuluna sahip Batı muadillerinde olduğu gibi bir değişmezliğe dönüşmeyen sosyal ve politik gerçeklik biyografisinden çıkmamıştı. (el-Hatib, 1983: 24-26).

Yukarıda bahsedilen aşamaların önemine rağmen, Mısır Romanı titiz çalışmalara konu olsa da, İbrahim es-Sa'âfin’in 1980'de yayınlanan 1967-1870 Tetavvuru’r- Rivâyeti’l-‘Arabiyye fî bilâdi’ş-Şâm (Bilâdu’ş-Şam'daki Modern Arap Romanının Gelişimi, 1870-1967) çalışması gibi bazı çalışmalar dışında, Suriye Romanı incelenmemiştir. Ancak es-Sa'âfin’in çalışması geniş bir zaman dilimi içinde uzanan ve romanı Suriye ile değil Bilâdu’ş-Şam 'ın tümünde tek bir parça olarak ele alan bir çalışmadır. Tanınmış bilgin Muhammed Mustafa Badawi, Suriye roman çevirilerinin başlaması ve ilk Arapça romanın yayınlanması bağlamında yeterince ilgi görmediğini düşünür. Maraş, bir Suriyeli yazar olmasına ve daha önce de belirtildiği gibi, bazı Arap yazarlar tarafından ilk Arap Romanı kabul edilmesine rağmen, Badawi ve çoğu Arap yazarlar onun Lübnanlı bir yazar olduğunu belirtiyorlar. Bu bir tesadüf değil, çünkü Suriye Romanı Mısır romanının gerisinde kalmış, öncüleri uzun zamandır genel olarak anlatı ve edebî sahneyi kontrol edebilmişlerdi. Bu nedenle, çalışmalar en çok Mısır

(30)

romanının rolüne odaklanmış Bilâdu’ş-Şam'daki ve Kuzey Afrika'da diğerlerinin rolünü unutmuştur.13

13 Ayrıntlı bilgi için: Muhammed Mustafa Badawi’nin A Short History of Modern Arabic Literature Kitabı’na bakılabilir.

(31)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3 SAVAŞ EDEBİYATI

3.1 Dünya Edebiyatında Savaş

Savaş, insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar insan çatışması anlamında, ordularıyla dünyayı işgal etmeye devam eden, siyasallaştırılmış, tarihlendirilmiş, felsefi ve disipliner bir kavram olarak sözlüklerde yer almaktadır.

Savaş, evrensel yapının bir sonucu olarak dikkat ve önem kazanmış, farklı bakış açıları ve inançlara rağmen dünyadaki tüm toplumları içeren savaş edebiyatı olarak bilinen özel bir literatüre sahip olmuştur. Dünya edebiyatında küresel çapta savaş araştırmaları, savaş olgusuna ve bunun birçok toplumda ve ülkede sonuçlarına değinmenin kültürel hayatı zengin ve çeşitli edebiyat koleksiyonlarıyla doldurduğunu ortaya koymaktadır.

Tarih bize, doğusu Hindistan batısı İngiltere olan Yunan medeniyeti ve onun M.Ö. I. ve IV. yüzyıllar arasındaki yayılmacı politikası hakkında sıcak olaylar sunmaktadır. Bu medeniyet, tarihinin çoğunu içeren savaşlar aracılığı ile kontrolünü genişletip egemenliğini koruyabilmiştir.14

Yunanlıların tarihî bize en ünlü iki destanı, olayların büyük bir bölümünü işgal eden İlyada ve Odysseia destanlarını hatırlatıyor. İlyada hakkında konuşmak tarih kitaplarında belirtildiği gibi M.Ö. (1183-1280) arasında gerçekleşen Truva Savaşı'nı15 gündeme getiriyor. Yunan şairi Homeros, bu savaşın bir sahnesini konu alarak, on altı bin beyitten uluşan, yirmi dört marş yazmış, böylece Truva savaşını hem tarihte hem de edebiyatta ölümsüzleştirmiştir.16

14Ayrıntılı bilgi için:https://www.history.com/topics/ancient-history/hellenistic-greece sitesine bakılabilir.

15 Yunan mitolojisinde, Truva'lı Paris'in Sparta Kralı Menelaus (Menelaos)'un karısı Helen'i kaçırması sonucunda Yunanlıların (Akaların) Anadolu'daki Truva kentine saldırmasını konu alan savaştır.

16 Ayrıntılı bilgi için: https://www.biography.com/writer/homer sitesine bakılabilir.

(32)

Avrupa’da birçok savaş karşıtı tutum görülür ve bunlar güçlerini Fransız yazar François Rabelais'in17 savunduğu İncil Barışı çağrısından alırlar. Bu çağrı, Machiavelli'in18 savunduğu realist doktrinle çelişiyordu (Ramsay, 2002: 21-24). Ancak, Didier Érasme'nin19 dediği gibi: “ İyi bir prens hiçbir zaman savaşı kabul etmez, ancak her şeyi denedikten sonra çaresiz ve kaçınılmaz hale gelince kabul eder” (Érasme, 1828:

173).

Mantık felsefesi açısından, filozoflar, prenslerin kaprislerini yerine getirmenin yasal bir sonucu olarak on sekizinci yüzyılda savaşı kınadılar. Voltaire’e20 göre, yetkililer bir konuda hemfikirdir: “kötülük yapmak için mümkün olan her şeyi yaparlar.

Savaş suçların anasıdır ve her ülke suçunu adalet cübbesi ile giydirmeye çalışır. Barış zamanında öldürmenin yasak olduğu düşünülür. Fakat savaş patlak verirse, binlerce kişiyi öldürmeye izin verilir” (Voltaire, 2012: 356-357). Sanki acının kendisi ateşten harfler ile insan kaderini yazmıştır.

On dokuzuncu yüzyılda edebiyat destansı kökenine geri dönmüştür. Victor Hugo (1802-1885) Les Miserables - el-Bu’esâ’ (Sefiller, 1962) adlı romanında ulusal ve kurtuluş savaşlarını adil olarak tanımlıyor ve onları Fransız Devrimi bakış açısı ile değerlendiriyordu. Rus yazar Tolstoy'un (1828-1910) Savaş ve Barış, romanında olduğu gibi, edebî üretim, iki dünya savaşının bölgeleri, insan deneyimlerini kapsayan bolca gözlem içermekteydi.

17 (1483-1553), dünya klasik edebiyatının önde gelen ve modern Avrupa ve Batı edebiyatının kurucularından biri olarak kabul edilir.

Ayrıntılı bilgi için: https://theodora.com/encyclopedia/r/francois_rabelais.html sitesine bakılabilir.

18 Niccolò di Bernardo dei Machiavelli (1469-1527), Floransa düşünürü, devlet adamı, askerî stratejist, şair ve oyun yazarı, tarih ve siyaset biliminin kurucusu. İtalyan Rönesans hareketinin en önemli figürlerinden biridir. En ünlü eserinde, Prens, siyasal edebiyat tarihinde ilk kez, iktidarı kendi başına bir amaç olarak alma ve koruma gibi bir sorunu, sanatsal veya ahlaki kaygılarına bakılmaksızın inceledi. (Ramsay, 2002: 21-40).

19 Adı Latincede; Desiderius Erasmus Roterodamus (1469-1536), Hollandalı bir filozof ve Rönesans Hümanizminin önemli bir temsilcisidir.

20 (1694-1778), Asıl adı François-Marie Arouet'dir. Ünlü Fransız yazar ve filozoftur.

(33)

Amerikalı yazar Ernest Hemingway'in (1899-1961) A Farewell to Arms (Silahlara Veda, 1929) adlı romanı, sivillere savaşın ağır bedelinin ödetilmesinin ve askerlerin yaşadığı sefil koşulların bir göstergesidir. Aynı açıdan meşrutiyet döneminin önemli yazarlarından, “Balkan savaşlarına bir asker olarak bizzat katılmış olan Ömer Seyfettin21, Yunanlılara esir düşmüş ve bu esaret Nafliyon kasabasında on ay kadar devam etmiştir. Savaşa katıldığı sırada bir günlük de tutan Ömer Seyfettin; başından geçen acı olayları, bir asker olarak içinde bulunduğu olumsuz şartları ve aslında Osmanlı ordusunun bu savaşlarda niye başarısız olduğunu tüm açıklığıyla bu kısa notlarında ortaya koymaktadır” (Enginün, 2007: 431). 1913 yılının 14 Ekim’inde tuttuğu notta şöyle söylemektedir:

“Kaç gündür, kaç gecedir burada çekmediğimiz sefalet kalmadı. Üzerimize yağmurlar yağdı. Çamurlar içinde yuvarlandık. Askerin hepsi hasta. Kazanlar yolda bırakıldı. Hepimiz açız. Rezalet, felâket son dereceyi buldu. Dağlara yavaş yavaş kar düşmeye başladı.

Dayanılmaz derecede soğuk. Rüzgâr durmadan esiyor.” (Argunşah, 2000: 273

Rus yazar Yuri Bondarev’un (1924) 1969'da kaleme aldığı Sıcak Kar adlı romanı olaylarında ifade edilen askerler için de aynı endişeyi duyar. Yuri, II. Dünya Şavaşı’nda Almanya’ya gider, savaş ve savaşın etkisinde insanlar üzerinden sorgular.

Stalingrad Savaşı'nda Sovyet medyası askerlerin aşırı cesaretinden bahsederken, Yuri Bondarev onları korku ve beklenti ortamında tasvir etmektedir.

Geçmişte durum böyle olduğu gibi, modern çağda da böyle devam edecektir.

Batı'nın savaş tarihi, iki bin yıldan fazla süren savaşlarda, kanlar dökülmüş ve aralarındaki bağlar kopmuştur. Yunan medeniyetinden yirminci yüzyıla kadar iki sıcak bir soğuk olmak üzere üç savaş yaşanmıştır.

21 (1884-1920) Türk fikir hayatının ve hikâye sanatının en önde gelen şahsiyetlerinden birisidir.

(34)

Dünya çapında insan deneyimi birdir ve edebiyatın şarkısı, umut veren ve patlayan ama öldürmeyen bir bomba gibidir. Öyleyse, patlamaya hazır Arap ülkeleri bu kapsamlı edebî deneyimi nasıl izlemektedir?

3.1.1 Arap Savaş Edebiyatı

Arap Edebiyatı da dünyadaki diğer edebiyatlar gibi, savaş olgusuyla ilgiliydi, Çünkü savaşmak Arap milletinin ruhunda vardı ve Arapların tarihinde edebî eserlere

konu olacak ve edebî türlere ilham verecek bir çok savaş bulunuyordu. Böylece hem eski hem de modern Arap tarihî dönemlerini kapsayan çeşitli edebî eserlerde savaş

yaratıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Savaş geçmişte Arapları çok meşgul etti, çünkü Arap insanının umutsuzluk, güç ve savaş eğilimi vardı. Savaş sevgisi insanın varlığına nüfuz eden ve fıtratına gömülmüş bir içgüdü gibiydi. Araplar geçmişte Dâhis ve Gabrâ

kabilelerinin arasında gerçekleşen savaşlar ve Evs ile Hazrec kabilelerinin arasında olan savaşlar ya da Besûs Savaşı olarak bilinen savaşlar gibi birçok savaşa katıldılar.

Araplar, özellikle bedevi toplumlarda kılıçları onlardan önce giden bir topluluktu. Yine de, karşılaştıkları sorunlar ve olayları çözmede hikmet ve mantık yolunu tercih ettiler.

Cahiliye Dönemi Muallaka şairlerinden Zuheyr bin Ebi Sulmâ savaş konusunda aşağıdaki beytiyle insanlara güzel bir öğüt vermektedir:

ِثيِدـَحلاِب اَهْنَع َوـُه اَم َو ُمـُتْقُذ َو ْمُتْمِلَع اَم َّلاِإ ُب ْرـَحلا اَم َو ِمـَّجَرُملا

“Savaş, ancak bildiğiniz ve acısını tattığınız şeydir, bilinmeyen şey hakkında hüküm yürütmek değildir” (ez-Zevzenî -1993: 78).

Yukarıda zikredildiği gibi Arap Savaş Edebiyatı kaynakları şiir ile ilgilidir.

Çünkü şiir Arapların divanı, tüm ihtiyaçlarını yansıtan ve eski zamanlarda çeşitli

(35)

çığlıkların taşıyıcısıdır. Arap toplumunda savaş edebiyatının sadece şiir ile sınırlı olmadığı; aksine, hutbelere, atasözleri ve deyimlere de yansıdığı bilinmelidir. Bununla birlikte, hepsine yer vermek tez konusunun kapsamı dışındadır. Bu yüzden şiirle yetinmek zorunda kalınmıştır.

3.1.2 Modern Arap Edebiyatında Savaş

Doğu'da canlanma Çağı (XIX. ve XX. Yüzyılın ilk üçte biri) savaşlar ve devrimler dönemiydi. Orduları ve savaşları tanımlamada şiir sanatı büyük bir rol oynuyordu. Şeyh Nâsîf el-Yâzicî (1800 -1871), Mahmut Sami Paşa el-Barûdî (1839- 1904) ve Ahmet Şevkî (1868-1932) gibi neoklasik şairler şiirleri ile eski yolu izlediler.22 Mızraklar, kalkanlar ve kılıçlar da dâhil olmak üzere Arapların dilinde savaş konusunda bulunan araçlardan ve silahlardan bahsettiler. Yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki savaşlara gelinceye kadar top, mermi ve benzeri yeni harp aletlerinden vurguladılar.

Lübnanlı Tevfîk Yûsuf Avvâd, bir romancı olarak, Rönesans ve Mehcer şairlerinin ilgisini çeken Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) yılları olaylarının anımsanmasında öncü rol oynadı. Bu durum, 1939'da yayınlanan er-Rağîf (Somun ekmek) romanında açıkça görülmektedir. Romanın içeriği genel olarak; açlık, sefalet, zulüm ve Arap özgürlüğünden oluşan üç önemli sorunu sorgulamaktadır.23 Benzer şekilde, Lübnanlı yazar Widâd Makdisî’nin Dunyâ Ahbebtuha (O sevdiğim Dünya, 1960) adlı romanı sadece yazarın kendi yaşamını değil, Arap dünyasının yakın tarihini de kapsamaktadır. Yazar, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından nihayet Osmanlı egemenliğinden kurtulup bağımsızlıklarına kavuşmayı uman Arap ülkelerinin Batı'nın sömürgeci zihniyeti ve eylemleri karşısında uğradığı hayal kırıklığı, İkinci Dünya Savaşı'nın Ortadoğu üzerindeki etkileri, İsrail'in bir devlet olarak ortaya çıkması sırasında ve sonrasında dökülen kan, evlerinden edilen Filistinlilerin çektiği acılar ve

22Ayrıntılı bilgi için: Prof. Rahmi Er Modern Mısır Romanı-I Kitabı’na s. 60-75 bakılabilir.

23 https://www.sauress.com/alhayat/1223774

(36)

buna duyarsız kalan dünya kamuoyu, aynı topraklarda yaşayan insanların süreğen çatışmasının getirdiği maddî ve manevî yıkımdan bahsetmektedir.

Arap ülkelerinin topraklarında, bir trajedi sahnesi gibi birçok savaş yaşanmıştır.

Bu savaşlar modern Arap kültürüne yansımış, bu durum birçok edebiyatçının ilgisini çekmiştir, bu da edebî eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu eserler halkların savaş psikolojisini, kötümser hallerini günümüze aktarmıştır. Ancak, modern çağda roman; yasak ve gizli olanı ortaya çıkarma ve ifşa etme konusundaki yaratıcı yeteneği sayesinde Arapların divanı olmuştur.

“Modern çağda roman, dünyayı estetik olarak tanımanın bir biçimidir ve onu sanatsal bağlamında incelemek, genel sanatın estetiği ile ilişkilerini ele almak için bir davettir” (Abu-Hêyf, 2006: 252). Roman savaşın çirkinliğini heyecan verici bir estetikle aktarabilir. Romanın savaşla olan ilişkisi, geçici veya yüzeysel değildir, derin ve kalıcıdır. Savaş, romana heyecan verici dönüşümler, hayati konular ve sıcak olaylarla dolu büyülü bir dünya sunmaktadır. Savaşın roman sanatına katkısı, herkesin çeşitli anlatım biçimleri ile meselesiz bir savaş olmadığını ve hikâyesiz bir vaka olmadığını belirten formülleri içeren, analitik seviyeye ulaşan anlamsal seviyenin ötesine geçer (Suveydan, 2006:11-12).

Haziran 1967 yenilgisinden sonra Arap - İsrail savaşları üzerine bazı anlatı metinlerinin gözden geçirilmesi, yaratıcıların, düşünürlerin ve eleştirmenlerin ulusal milliyetçi sanrıların ne kadar hayali olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle, demokratik çatışma, ifade ve inanç özgürlüğünün temellerine sıkışan Arap toplumlarının dengesizliklerini incelemeye ve eleştirmeye başlarlar (Yaği, 1999: 17). Romancılar, eserlerinde yenilginin nedenlerini çeşitli açılardan analiz ederler ve Avdetu’t-Tâ’ir ile’l- Bahr (Kuşun Denize Geri Dönüşü, 1961)24 gibi çeşitli romanlar ortaya çıkar. Bu, 1967'de yaşanan kanlı olaylara üzücü ve dokunaklı romantik bir tepkiden başka bir şey

24Halim Berekât, (1969) Beyrut’ta yayıldı.

(37)

değildir (Abdulğani, 1994: 183-187). 1967 yenilgisinin nedenini bulmak ve Arap ülkelerinin toprak kaybetmesi, parçalanmasını etkileyen faktörlerini araştırmak isteyen bir araştırmacı aradığı yanıtların izini; siyasi, askerî, sosyal ve psikolojik yaşamı işleyen, dönem romanlarında bulabiliriz.

Görünüşe göre, ulusal kayıplara ek olarak, 1967 Edebiyatı Arap bireyinin yenilgisini, milliyetçilik duygularının çöküşünü yansıtıyordu. Genellikle o dönemin romanlarında, pozitif olayları izlemek, federal bir sistem için çalışmak ve Arap kimliğinin sarsılmasını önlemek için yaratıcı enerji kullanmak yerine, yenilgiye dalındığı ve bu yenilgi duygusunda takılıp kalındığı görülür.

Savaşa yatırım yapan sanatsal yaratıcılık, Nebîl Suleyman’nın Heza’im Mubekkira (Erken Yenilgiler, 1967) adlı romanında, aşağıdaki cümlelerde gösterildiği gibi aynı trajik ve karanlık görüşle devam eder:

“Mısır ve Suriye ayrılığı konusunda, 1967'deki yenilginin ilk olmadığını keşfettiğimde ne kadar geç kaldığımı fark ettim. Sana ayrılık hakkında ne söylediğimi hatırlıyor musun? Evet, ayrılık ilk yenilgimizdi... Yenilmediğimize dair inancımı biliyorsun. Mağlup olanlar yöneticilerdir ve biz bedelini ödüyoruz. Sabırlı ve dirençli kalmamız fena olmaz” (Suleyman, 1994: 11,15).

Bu bağlamda 1967 Savaşının genel olarak Suriye Edebiyatı üzerindeki etkisini belirtmek gerekir. Örneğin, tiyatrodaki yenilgi olgusu çoğu yazarı siyasete yönelten önemli bir faktördü. Yenilginin neden olduğu şok, Sadallah Vennûs’ü da içeren bu yazarlar arasında entelektüel bir uyanışın ortaya çıkması üzerinde olumlu bir etki yaptı.

1967'den sonra koşullar değişti ve İsrail topraklarının Filistin Ardu’l-Mî’âd (Filistin vaadedilmiş topraklar) sloganının gerçekleşmesini söyleyen Ishak Shalev'ın25 şiirleri gibi bu savaşta İsrail zaferinin tepkilerini yansıtan bir edebî üretim akışı oluştu. Paralel

25 İsrailli Şair.

Referanslar

Benzer Belgeler

Gerek Tunus’ta gerekse Mısır’da meydana gelen halk isyan hareketi, kitleselliğini korumasından ve zorba rejim karşısında ölüm pahasına bile olsa değişim

Tezde Yakup Kadri'nin Panorama ve Hap O Şarkı dışındaki bütün romanları inceleme konusu edilmiştir. 68-76) bölümünde Yakup Kadri'nin romanlarmdaki kadın kişilerin genel

Klasik anlamda full animasyon dediğimiz canlandırma tekniği için saniyede yirmi dört kare çizilmesi gerekmekteyken, hareketli çizgi roman daha önce basılı

l Yüksek basınç kuşağının kuzeye kayması sonucu ülkemizde egemen olabilecek tropikal iklime benzer bir kuru hava daha s ık, uzun süreli kuraklıklara neden olacaktır.. l

Suudi Arabistan edebiyatında kadın roman yazarları, her ne kadar Mısır ve Suriye gibi modern Arap edebiyatının öncü ülkeleri gibi çok erken bir dönemde ortaya

Tablo 7: Ichi Rittoru no Namida Dizisinde Dilek İçeren Vedalaşma Söz Eylemleri...55.. Tablo 8: Ichi Rittoru no Namida Dizisinde Yalnızca Vedalaşmayı Yanıtlayan Söz

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 4 /1-I

Gerektiğinde alt başlıkları kullanmak için Word Office yazı programının Stiller seçeneğinden ilgili başlık düzeyini