• Sonuç bulunamadı

Mülkiyet Hakları Teorisi ve KDY’ye Katkıları

BÖLÜM 3: KDY’NİN EKONOMİK TEMELLERİ

3.1. Yapı Yönelimli Ekonomi Teorileri

3.1.3. Mülkiyet Hakları Teorisi ve KDY’ye Katkıları

Mülkiyet hakları teorisinin entelektüel temelleri işlem maliyetleri ve vekâlet teorileri üzerine oluşmuştur. Teori işlem maliyetleri ve vekâlet teorileriyle birlikte örgütsel ekonomileri ifade etmektedir (Barney ve Ouchi, 1986). Bu teorik çerçeve değerli kaynakların kullanımı sırasında ekonomik aktörler arasındaki onaylanmış davranış ilişkilerini problem alanı olarak belirlemiştir. Analiz birimi olarak, mülkiyet haklarına konu olan sözleşmeleri konu edinmektedir. Sözleşme odağı olarak refahın maksimize edilmesine (ortak kar maksimizasyonu) odaklanmaktadır.

Teorinin varsayımlarıyla ilgili düzenlemeler Furubotn ve Pejovich (1972: 1137) tarafından yapılmıştır. Bu varsayımlara göre merkezi odak noktası örgütlerden bireylere yönelmiştir. Teorinin ilk varsayımına göre bireylerin mevcut örgütsel yapı içinde oluşturulan sınırlarla kendi çıkarlarını ve yararlarını maksimize etmek için çabaladıkları kabul edilmektedir. Bireysel maksimizasyon varsayımı, piyasalar, firmalar, aileler, kabileler, hükümetler veya diğer örgütlenmelerde faaliyetlerini yürüten bireyler için uygulanmaktadır (Barzel, 1997: 10). Teorinin diğer bir varsayımına göre ise birden fazla mülkiyet hakları örüntüsü bulunabilir ve bu durum kar maksimizasyonunu garanti etmemektedir. Son varsayıma göre ise mülkiyet haklarının değişimi sırasındaki tüm işlemlerde işlem maliyetleri sıfırdan büyüktür. Bu maliyetler, mülkiyet haklarını alma, transfer etme ve koruma maliyetlerini kapsamaktadır (Barzel, 1997: 4).

Mülkiyet hakları görgü kuralları, sosyal gelenekler, toplumdan uzaklaştırma gibi informel hukuk kuralları ve devletlerin yürürlükteki (şiddet veya ceza gücünü içeren) resmi hukuk kurallarıyla desteklenmiş, kaynakların kulanımıyla ilgili bireysel hakları ifade etmektedir (Alchian, 1965). Bir kaynağın veya varlığın kullanımıyla ilgili sahiplik hakkı kaynağı kullanma, içeriğini ve formunu değiştirme, transfer edebilme, satabilme veya kiraya verebilme gibi durumları kapsamaktadır (Libecap, 1989).

78

Mülkiyet hakları toplumsal sahiplik, özel sahiplik ve devlet sahipliği şeklinde sınıflandırılabilir (Demsetz, 1967: 354). Toplumsal sahiplik, bir hakkın toplumun tüm üyeleri tarafından kullanılabilmesi durumunu ifade etmektedir. Özel sahiplik, bir bireyin veya grubun sahip olduğu hakların kullanımından, diğer bireyin veya grubun yararlanamadığı sahiplik olarak tanımlanmaktadır. Devlet sahipliği ise devlete ait olan malların kullanım sürecinin, kabul edilmiş politik süreçlerle belirlendiği ve devletin bir hakkın kullanımından herhangi bir kişiyi çıkarabildiği sahiplik türüdür.

Mülkiyet haklarına konu olan iki önemli kavram dışsallık ve içselleştirmedir. Dışsallık; bir ekonomik birimin kendi faydasını arttırmak için aldığı kararın, aslında hiçbir organik bağı olmayan başka bir ekonomik birimin aldığı kararın sonuçlarını dolaylı ya da dolaysız etkilediği durumlarda ortaya çıkan bir durumdur. Buna göre bir ekonomik birimin seçimleri, diğer birime fayda ya da zarar olarak etki edebilir. Ayrıca dışsallık belirli bir ticari veya endüstriyel faaliyetin sonucu olarak ortaya çıkan yan etkileri ifade etmektedir (Kim ve Mahoney, 2005).

Dışsallıklar genelde pozitif dışsallıklar ve negatif dışsallıklar olarak iki grupta toplanmaktadır. Pozitif dışsallık ya da bir diğer adıyla toplumsal yarar gözetimi; bir kişinin ya da kurumun aldığı bir kararın birincil kişi dışında başka kişilere ya da kurumlara da yarar sağlamasıdır. Negatif dışsallık ise kişinin ya da kurumun aldığı bir kararın başka bir ekonomik birime veya kuruma zarar verme durumudur. Bu noktada bir birim fayda sağlarken diğer birim bu faydadan açık bir şekilde zarar görmektedir. Negatif dışsallıklar genelde maliyeti olan bir unsurdur. Dolayısıyla bu gibi durumlarda teorinin temel varsayımlarında da belirtildiği gibi işlem maliyetleri sıfırdan büyük olmaktadır.

Dışsallık konusundaki en önemli örnek14 Kim ve Mahoney (2002) tarafından verilmiştir. Yazarlar petrol rezervuarlarının bulunduğu toprakların sahiplerinin genelde birden fazla kişi olduğunu belirtmişlerdir. Bu durum petrolün göçebe doğasıyla (petrolün rezervuar içindeki hareketiyle) alakalıdır. Böyle bir durumda kendi topraklarında sondaj yapan bir toprak sahibi, komşusunun toprakları altında bulunan petrolü de çıkarmaktadır. Buradaki mülkiyet hakları sadece petrolün çıkarılmasıyla

79

belirlenmiştir. Diğer bir ifadeyle başlangıçtaki mülkiyet hakları tüm toprak sahiplerinin petrol rezervuarına ulaşabilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Ancak bu süreçte petrole ulaşamayan veya ulaşmayan diğer toprak sahiplerinin zararı (negatif dışsallık) söz konusudur. Eğer petrolü çıkaran kişi isterse, diğer toprak sahipleri üzerinde oluşturduğu negatif dışsallıkları telafi edebilmektedir. Burada petrol rezervuarı üzerinde birden fazla toprak sahibinin hakkının olması ve petrolün yer altındaki hareketliliği nedeniyle, petrol alanlarıyla ilgili yapılacak sözleşmelerin ekonomik sonuçları yetersiz olmaktadır. Bu durum mülkiyet haklarının yeniden belirlenmesine neden olmakta ve maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu örnekte sondaj işlemleri tek bir operatöre verilerek problem giderilmektedir. Tek bir operatör tüm toprak sahipleri için üretim yapacaktır. Toprak sahipleri de oluşan gelirden eşit pay alarak sorunu gidereceklerdir. Bu sayede negatij dışsallıklar ortadan kalkacaktır.

Burada toprak sahipleri sondaj yapan firmalar olarak düşünüldüğünde, petrol firmalarının ortak bir kaynak havuzundan yararlandığı görülecektir. Eğer firmalar ortak kaynak havuzundan yararlanmayı reddedip, tek bir operatör üzerinden sondaj işlemlerini gerçekleştirmezse, firmaların rekabetçi bir şekilde sondaj faaliyetleri yürütmesi karşı taraf için negatif dışsallıklar (zararlar) üretecektir. Bu durumda firmaların eksik bilgi ve stratejik niyetleri sonucu, dışsallıkların (diğer firmarlar için oluşacak zararlar) içselleştirilmesi için gerekli yeni mülkiyet haklarınının oluşumu engellenmektedir. Başka bir deyişle diğer firmalar için oluşacak zararın önüne geçmek amacıyla mülkiyet haklarının evrimi (Libecap, 1989) engellenmektedir. Bu vaka hem negatif dışsallıklar hem de altta anlatacağımız mülkiyet haklarının değişimini ifade eden içselleştirmeye bir örnektir.

İçselleştirme ise mülkiyet haklarındaki değişim sürecinde etkileşen tüm insanların zararlı ya da yararlı etkilere katlanması olarak tanımlanmaktadır. Yeni veya farklı yararlı ve zararlı etkilerin oluşumu değişimle ilgili bir durumdur. Bilgi yapısı ve hacmindeki değişiklikler, üretim fonksiyonlarında ve piyasa değerinde değişikliklerle sonuçlanmaktadır. Yeni teknikler, yeni üretim yöntemleri ve yeni iş yapma yolları, toplumun alışık olmadığı yararlı ve zararlı etkileri ortaya çıkarmaktadır (Demsetz, 1967). Dolayısıyla değişimler sonucu yeni yararlı ve zararlı etkilere tam olarak cevap

80

verebilmek mülkiyet hakları yapısındaki yenilikleri de beraberinde getirmektedir (Alchian ve Demsetz, 1973).

Mülkiyet hakları teorisi klasik ve modern mülkiyet hakları olarak ikiye ayrılmaktadır (Kim ve Mahoney, 2005). Klasik mülkiyet hakları teorisi, mülkiyet haklarının değişmesi ve şekillenmesini sağlayan tarihsel ve kurumsal bağlama daha fazla dikkat çeken araştırma yönelimi şeklinde tanımlanmaktadır. Modern mülkiyet hakları teorisi ise ileri düzey matematiksel modeller kullanarak, sahiplik ve teşvik yapılarının modellenmesiyle uğraşan araştırma yönelimi şeklinde ifade edilmektedir (Kim ve Mahoney, 2005). Vekâlet teorisindekine benzer şekilde mülkiyet hakları teorisi örgütlerde örgütü etkileyen kararları alan yetki odağıyla ilgili açıklamalar yaptığından statik KDY veya yapı ile ilişkilenmektedir. Mülkiyet hakları teorisiyle ilgili bu açıklamalardan sonra gelecek kısımda mülkiyet hakları teorisinin KDY’ye ve sürdürülebilir rekabet avantajı olgusunun açıklanmasına sağladığı katkılar ele alınmıştır.

3.1.3.1. Mülkiyet Hakları Demetleri Olarak Kaynaklar

Mülkiyet hakları teorisi KDY’ye kaynakları kullanma, kaynak formunu ve yapısını değiştirme, kaynaklardan değer elde etme, kaynakları işleyebilme ve satabilme haklarının analiz birimi olarak değerlendirilmesiyle katkı sağlamıştır. Yani KDY’de analiz birimi olarak kaynakların incelenmesi, bu kaynakların mülkiyet hakları demetleri (bundles of property rights) şeklinde analiz birimi olarak ele alınmasını gerektirmektedir (K. Foss ve N. Foss, 2005; De Avila Monteiro ve Zylbersztajn, 2012). Mülkiyet hakları teorisi değer oluşturma ve kaynakların mülkiyeti konusunda KDY’nin ön planına (foreground) yerleştirilmeye ihtiyaç duymaktadır (Kim ve Mahoney, 2002). Bu konuda Barca (2003: 167) stratejik olguları açıklamada, mülkiyet hakları teorisinden düşüncelerin pek çoğunun stratejik yönetim teorisiyle benzer olduğundan söz etmiştir. Mülkiyet hakları konusunda Coase (1960: 43-44) işlemlerin, her bir malın değişimi yerine, mülkiyet haklarının değişimini kapsadığını ifade etmiştir. Başka bir ifadeyle her bir kaynağın değişimi yerine, bir mülkiyet hakkının değişimi sonucu oluşan işlemler söz konusudur. Dolayısıyla kaynaklarla ilgili analiz birimi bireysel mülkiyet haklarından oluşmaktadır. Kaynaklarla ilgili mülkiyet hakları, bu kaynakları kullanma, tüketme, kaynaklardan gelir elde etme ve bu kaynakları devretme haklarından oluşmaktadır. Bir kaynak sahibinin kaynaklardan değer elde etmesi, bu değeri geliştirmesi ve sürdürmesi,

81

mülkiyet haklarını nasıl kontrol ettiğine ve koruduğuna bağlıdır. Bu nedenle mülkiyet hakları yazını genelde stratejik yönetim disiplini ve özelde de KDY ile ilgilidir.

Özetlemek gerekirse, mülkiyet hakları teorisinde analiz birimi bireysel mülkiyet hakları olarak ele alınırken, KDY’de analiz birimi firmaya özgü kaynaklar ve yeteneklerdir. Firmaların sahip oldukları bu kaynakları ve yetenekleri kullanma, tüketme, kaynaklardan gelir elde etme ve bu kaynakların devamlılığını sağlama firmanın kendi başına gerçekleştirdiği değil, bu kaynakları ve yetenekleri kullanma hakkına sahip olan bireyler veya yönetim takımları tarafından gerçekleştirilen bir durumdur. Dolayısıyla bu durum bu kaynakların kullanım haklarının sadece firmanın kontrolü altındaymış algısından bizi uzaklaştırmaktadır (Kraaijenbrink vd., 2010). Örneğin bir firma tarafından yatırım kararı verilmesi firmada kaynakların mülkiyetine sahip kişiler veya gruplar tarafından gerçekleştirilmektedir. Yine bir firmanın kaynak tabanını yenilemesi, değiştirmesi ve geliştirmesi firmada kaynakların ve yeteneklerin mülkiyetine sahip kişi veya yönetim takımı tarafından yapılmaktadır. Verilen örneklerden de görülebileceği gibi mülkiyet hakları teorisi KDY’yi anlamamızı geliştirmektedir ve sürdürülebilir rekabet avantajına etki eden unsurların açıklanmasına katkı sağlamaktadır.

3.1.3.2. Mülkiyet Haklarının Korunması ve Rekabet Avantajı

Firmaya özgü kaynakların ve yeteneklerin mülkiyet hakları demetleri ve özel sahiplik türü olarak değerlendirilmesi, bu hakların ve sahipliğin kullanımından diğer bireylerin, grupların veya toplulukların çıkarılması anlamına gelmektedir. Özel sahiplik türü, kaynakların kullanımından, değişiminden, devredilmesinden ve bu kaynaklardan değer elde edilmesinden (Alchian ve Coase, 1977) diğer insanların çıkarılmasını sağlamaktadır. Bu haklar sayesinde firma kontrol ettiği kaynakları veya yetenekleri koruyabilmektedir.

Bu konuda verilebilecek en iyi örnek, satış tekeli hakkı (franchise) ve lisans (licance) anlaşmalarında mülkiyet haklarının verildiği kişilerle ilgili yaşanan problemlerdir (K. Foss ve N. Foss, 2005). Bu problemler, bu hakların verildiği kişilerin firmanın ana ürünlerindeki/hizmetlerindeki standartlara ve kaliteye uygun ürün veya hizmet üretememeleri neticesinde ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda mülkiyet haklarını veren firmanın kaynakları ve yetenekleri aşınacaktır, getirileri azalacaktır, marka ünü tehlikeye girecektir ve firma rekabet avantajını kaybetme tehlikesi yaşayacaktır.

82

Dolayısıyla bu problemlerin yaşanması mülkiyet haklarına sahip olan firmanın, kaynakların ve yeteneklerin kullanım hakkından bu hakları devrettiği firmaları çıkarmasına neden olacaktır.

Mülkiyet hakları teorisinin KDY’ye katkı sağladığı bir diğer husus kaynaklar/ yetenekler üzerinde oluşturduğu yasal güvencelerdir. Bu konuda KDY örtük olarak firmalara özgü kaynakların ve yeteneklerin güvenli olduğunu kabul etmektedir. Yaklaşım kaynakların kullanım hakkı konusunda firmaların kaynaklar üzerinde tamamen kontrol hakkı varmış gibi bir algı ortaya koyarken bu durumu taklit ve ikame edilememe kavramlarına bağlamaktadır. Mülkiyet hakları teorisi ise bu kaynakların korunmasını yasal güvencelere dayandırmaktadır. Bu duruma en iyi örnek patentlerle koruma altına alınan haklar/kaynaklar verilebilir. Bu haklar (kaynaklar) sadece KDY’nin taklit ve ikame edilemezlik varsayımlarıyla korunamaz, bu nedenle mülkiyet haklarının yasal güvencelerle (patentlerle) koruma altına alınması gerekmektedir. Ayrıca KDY sürdürülebilir rekabet avantajını açıklamaya çalışırken, kaynakların mülkiyet haklarının tanımlanması, korunması ve değişime konu edilmesi sırasında oluşacak maliyetleri ele almamaktadır (Furubotn ve Pejovich, 1972). Bu maliyetler firmalar arasında getiri farklılıkları oluşturan bir husustur. Dolayısıyla KDY bu maliyetler sonucu ortaya çıkan rekabet avantajı farklılıklarının anlaşılması için mülkiyet hakları teorisine ihtiyaç duymaktadır. Sonuç olarak mülkiyet hakları teorisinin bu maliyetlerin minize edilmesi, patentlerle koruma altına alınan mülkiyet haklarından (kaynaklardan) elde edilen getirilerin sürdürülmesi ve kaynakların kullanımından diğer bireylerin ve grupların çıkarılması gibi konularda KDY’ye katkı sağladığı ifade edilebilir.

3.1.3.3. Mülkiyet Hakları ve Kaynakların Heterojenliği

Mülkiyet hakları teorisi, mülkiyet haklarına konu olan kaynaklarla ilgili uygulamaların firmalar arasında oluşturduğu farklılıkları anlamamıza katkı sağlamıştır. Bu farklılıklar kaynakların mülkiyet hakları demetleri olarak tanımlanması durumunda ortaya çıkmaktadır (Kim ve Mahoney, 2002). Mülkiyet hakları demetleri olarak kaynakların ele alınması bu haklar konusunda her firmanın kendine özgü değişim, kullanma, devretme ve gelir elde etme uygulamalarını kapsamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakları

83

demetlerinin kullanımı konusundaki bu farklılıklar firmalar arasında heterojenlik oluşturan bir unsurdur.

Firmaların heterojen kaynaklara sahip olması durumunun sadece kaynak zenginliklerini elinde bulundurması şeklinde yorumlanmaması gerekmektedir. Heterojenliği oluşturan durumlar inovasyonlar, satış uygulamaları, mülkiyet haklarıyla ilgili sözleşme düzenlemeleri, işlem maliyetlerini azaltacak teknolojiler, kurumsal düzenlemeler ve normlar (North, 1990) gibi uygulamalarla her bir firma için farklılıklar gösterecektir. Bu gibi durumlara ek olarak heterojenlik kaynakların kullanım, değişim, yenileme gibi mülkiyet haklarına konu olan uygulamalarının yanında (Libecap, 1989), mülkiyet haklarıyla ilgili sınırlamalardaki farklılıklar ve ortak kar maksimizasyonuyla (Kim ve Mahoney, 2005) ilgili yasal düzenlemeleri de kapsamaktadır (K. Foss ve N. Foss, 2005). Bu durumların da her firmanın veya firma grubunun kendine özgü uygulamalar olduğu düşünüldüğünde firmalar arasında heterojenlik üreten unsurlar daha iyi anlaşılmaktadır.