• Sonuç bulunamadı

Likidite Riski Yönetimi ve Riski Azaltma Yöntemleri

3.3. Operasyonel Risk ve Yönetimi

3.4.3. Likidite Riski Yönetimi ve Riski Azaltma Yöntemleri

Bankalar likidite riskinden ne tamamen kaçınabilir ne de tümüyle korunabilinir. Finansal aracılar olarak bankalar, vade dönüşümü faaliyetinde bulunurlar, bu nedenle bankaların asıl faaliyetlerinden kaynaklı sürekli bir likidite açığı bulunmaktadır. Burada amaç likidite eksikliklerini iyi takip ederek, kredi ve getiri oranı riskinde olduğu gibi hiç riske girmemek değil, riski sınırlamak ve iyi yönetmektir (Türküner, 2016: 14).

Likidite riskinin yönetilmesinde üst düzey yönetimin oluşturacağı politikalar ve koyacağı kurallar önemli rol oynamakatadır. Bununla ilgili BDDK tarafından hazırlanan “Likidite Riskinin Yönetimine İlişkin Rehber’de şu ifadeler yer almaktadır (BDDK, 2016: 9):

“Bankalarda faaliyetlerin emin bir şekilde sürdürülmesini temin edecek strateji, politika ve prosedürlerin yer aldığı etkin bir likidite riski yönetim yapısı

oluşturulmalıdır. Likidite riski yönetiminde normal ekonomik koşullarda veya teminatlı/teminatsız fon kaynaklarına erişimin ciddi şekilde zorlaştığı ya da imkansızlaştığı stres koşullarında alınacak tedbirler ve gerçekleştirilecek uygulamalar yazılı hale getirilmelidir. Bu uygulamaların bünyesinde; her türlü ekonomik koşulda yeterli likidite düzeyinin teminini sağlayan, teminata konu edilmemiş yüksek kaliteli likit varlıklardan oluşan bir likidite tamponunun tesis edilmesine ilişkin kurallar da yer almalıdır.”

Yine bu rehbere göre; “bankalar likidite sıkışıklığının yaşandığı ekonomik kriz dönemlerinde uygulanacak politikaların belirlendiği bir acil ve beklenmedik durum planına sahip olmalıdırlar. Acil ve beklenmedik durum planında, çeşitli stres olaylarının yönetilmesine ilişkin politikalar ile görev ve sorumluluklara yer verilmelidir” (a.g.e.: 36).

Likidite riskinin kontrol edilmesinde aktif ve pasif yönetimi süreçleri önem arz eder. Aktif yönetimi, bankanın kaynaklarının en yüksek getiriyi en az riskle gerçekleştirebilecek şekilde değerlendirmeyi amaçlayan bir süreçtir. Aktifteki kalemlerde, nakit sıkışıklığına neden olmayacak şekilde gelir getirici varlıklar tercih edilmeye çalışılmaktadır. Pasif yönetiminde ise amaç, bankanın fon oluştururken ihtiyaç duyduğ miktarı, vadeyi dikkate alarak en düşük maliyetle elde etmesidir. Pasif yönetiminde bankanın itibarı önemli rol oynar. Bankanın güvenilirliği arttıkça borçlanma kabiliyeti artacak yani banka piyasadan kolayca fon temin edebilecektir (Yenigün, 2016: 46-50).

Likidite riskini azaltmanın bir yolu, mümkün olduğunca likit menkul kıymetlere yatırım yapmaktır. Normal piyasa koşulları için yeterli likit varlıklara sahip olmak, büyük ve ciddi bir fonlama krizinde hayatta kalmak için yeterli olmayabilecektir. Bu nedenle bankalar, hızlı ve düşük işlem masrafı ile kolay satılabilecek menkul kıymetlere yatırım yaparak, sıkıntı anında bunları devreye sokabilecektir. (Türküner, 2016: 15).

Diğer bir risk azaltma yolu, bankanın faaliyetleri ve risk iştahıyla uyumlu limitler belirlenmesidir. Söz konusu limitler, farklı faaliyet kolları ve birimler bazında günlük likidite yönetimi için kullanılmaktadır. Örneğin her bir zaman dilimi

için vade uyumsuzluğu limiti belirlenebilir. Limitler, stresli ekonomik koşullar altında bile faaliyetlerin sürmesi için yeterli olacak şekilde belirlenmelidir (BDDK, 2016: 9).

Likidite riski yönetiminde uygun bilgi sistemleri önemli rol oynar. Bu bakımdan, kurulacak bilgi sisteminin yönetim birimlerine ve ilgili diğer personele, mevcut ve gelecekteki tahmini likidite pozisyonu hakkında, zamanında ve güvenilir bilgi sağlayabilecek şekilde tasarlanması gerekir. Bu çerçevede, bilgi sistemleri “likidite pozisyonunun, aktif olarak işlem yapılan her bir para birimi için münferiden ve toplulaştırılarak izlenebileceği; likidite pozisyonunun, konsolidasyona tabi tüm birimleri içerecek şekilde ortaklık, şube ve grup bazında hesaplanabileceği; gün içi, günlük, haftalık ve bankaca uygun görülen diğer zaman dilimleri için likidite pozisyonunun ve net fon ihtiyacının hesaplanabileceği; fon kaynaklarındaki yoğunlaşmanın seviyesini çeşitli açılardan (vade, kaynak cinsi, karşı taraf vb.) ortaya koyabilecek” şekilde oluşturulmalıdır. (BDDK, 2016: 11).

Yukarıda sayılan likidite yönetim stratejileri katılım bankaları için de geçerliyken, bu bankaların geleneksel bankalara göre likidite yönetimi konusunda dezavantajlı olduğu söylenebilir. Zira, en az geleneksel bankalar kadar likidite yönetimi ihiyacı bulunan katılım bankalarının, bu amaç için kullanabileceği araç geleneksel bankalara göre daha azdır. Likidite yönetiminde kullanılan önemli araçların faiz esaslı oluşu, merkez bankalarının borç alıp verme mekanizmalarının genellikle faize dayanması ve İslami sermaye ve para piyasalarının gelişmemiş olması bunun başlıca nedenleridir.

Geleneksel bankalar, bankalar arası para piyasasında, faiz esaslı olarak birbirine borç vererek likidite ihtiyaçlarına çözüm bulabilirler. Bunun yanında geleneksel bankalar, fon fazlalarını devlet borçlanma tahvillerine yatırırarak değerlendirebilir, likiditeye ihtiyaçları olduğunda da bunları merkez bankalarına vererek gecelik veya kısa süreli nakit ihtiyaçlarını karşılayabilirler ki bu işlem de faiz esaslıdır. Doğal olarak katılım bankaları, geleneksel bankaların likidite yönetimi için yararlandığı bu temel yöntemlerden mahrum kalmaktadır. Katılım bankaları ancak kendi aralarında işlem yapabilmekte, birçok ülkede kâr-zarar ortaklığı çerçevesinde

interbank karşılıklı finansman sağlama imkanı şeklinde çalışmaktadırlar (Şensoy, 2012: 198-199).

Sukuk kavramının ortaya çıkması katılım bankalarının likidite yönetiminde elini güçlendiren araçlardan biri olmuştur. Zira bu bankalar da geleneksel bankalar gibi bilançolarındaki akışkanlığı yönetebilmek için sermaye piyasası araçlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Sukuk kavramının ortaya çıkışıyla birlikte, geleneksel sistemdeki borca dayalı menkul değerlere yatırım yapmaları mümkün olmayan katılım bankaları, ihtiyacı duydukları çeşitlendirilmiş risk-getiri profillerini karşılayacak alternatif finansman kaynaklarına erişmiş oldular (Şensoy, 2012: 200). Ayrıca, sukuğun TCMB Açık Piyasa İşlemlerine (APİ) konu edilmesiyle birlikte katılım bankaları likidite yönetimi için güçlü bir yönteme sahip oldular. TCMB APİ, devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) kullanılarak ve konvansiyonel bankacılığa uygun olan sözleşmeler hazırlanarak yapıldığından, katılım bankaları 2013 yılına kadar bu piyasadan yararlanamamıştır. Ancak, 2013 yılında yapılan değişikliklerle katılım bankaları, kendileri için en büyük sorun olan likidite probleminin çözümü için çok önemli bir yönteme kavuşmuş oldular. TCMB APİ uygulaması ile katılım bankaları, TCMB’den likidite sağlama imkanına kavuşarak, yüksek likidite tutma ihtiyaçları ciddi oranda azalmış; likidite ihtiyacı halinde portföylerindeki kira sertifikalarını TCMB APİ işlemlerinde kullanabilme imkanı elde etmiş ve dolayısıyla bu bankaların aktif pasif yönetimleri daha güçlü hale gelmiştir (Dede, 2017: 95-96).

Öte yandan, küresel sukuk piyasasında yaşanan gelişmeler, İslami bankacılıktaki likidite imkanlarını artırırken, bir taraftan da bu süreçte ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik uluslararası mekanizmalar geliştirilmektedir. Bu kapsamda, 2010 yılında TCMB’nin de kurucularından biri olduğu “Uluslararası İslami Likidite Yönetim Şirketi” (International Islamic Liquidity Management Corporation– IILM) kurulmuştur. Söz konusu kuruluşun amacı; “İslami ilkelere uygun gelirleri olan uluslararası bir varlık havuzu oluşturmak ve bu varlıklara dayanan yüksek dereceli, basit tasarımlı, uluslararası geçerliliği ve ikincil piyasası olan, katılımcı ülkelerdeki faizsiz bankacılık kuruluşlarının (İslam bankalarının) likidite gereksinimlerini karşılayacak hacim ve vadelerde düzenli olarak sukuk ihraç edilebilmesinin sağlanması olarak belirlenmiştir” (Yakar, Kandır ve Önal, 2013: 76).

IILM’in faizsiz bankaların likidite yönetimini kolaylaştırması ve faizsiz bankalar arası piyasaların gelişmesine ve bütünleşmesine katkıda bulunması beklenmektedir. Böylelikle, sıkıntılı dönemlerde katılım bankaları likidite yönetiminde rahatlayacak ve geleneksel bankalar karşısında rekabet güçleri artacaktır (a.g.m.: 76).

Ayrıca, İslami finansal kuruluşların kısa vadeli likidite ihtiyaçlarını gidermek amacıyla; İslam Kalkınma Bankası (İKB), Suudi Arabistan, Endonezya ve Türkiye’nin taraf olduğu Mega İslam Bankası’nın (MİB) kuruluşu için girişimler halen devam etmektedir. Küresel faizsiz finans sistemine likidite sağlaması ve faizsiz altyapı yatırımlarını desteklemesi beklenen bu kuruluşun faaliyete geçmesi, katılım bankalarının likidite yönetimi konusunda elini güçlendirecektir (Çetin, 2017: 133).

Katılım bankalarının likidite yönetimi için kullandığı bir diğer yöntem de teverruk işlemidir. Daha önce ayrıntılı bahsettiğimiz bu işlemde; fon fazlası olan banka, genellikle Londra Metal Borsası’ndan, altın ve gümüş dışında bir kıymetli metali peşin olarak satın alarak, bunu fon ihtiyacı olan bir katılım bankasına vadeli olarak satmaktadır. Fona ihtiyacı olan banka da vadeli aldığı bu metali peşin olarak satarak nakit ihtiyacını karşılamaktadır (Şensoy, 2012: 199).

Yukarıdaki yöntemlerin yanı sıra, katılım bankalarının likidite riskini minimize etme yollarından biri de kısa vadeli fonları kısa vadeli ekonomik faaliyetlerin finansmanında kullandırarak bilançonun aktif ve pasif kalemleri arasında vade uyumu sağlamaktır. Bu bankalar, uzun vadeli yatırım kredileri için taleplerini kendi bünyelerinde bulunan finansal kiralama enstrümanlarıyla karşılamakta ve böylece bütün toplanan fonlarla kullandırılan krediler arasında vade uyumu sağlanmaktadır. Böylelikle, likidite riski önlendiği gibi, firmaların kullandıkları kredilerin taksitlerini faaliyetlerinden elde ettikleri fonlarla ve nakit akışına uygun olarak ödemelerine imkan verilmektedir (Tamer Selçuk Durman’dan Aktaran: Eşiyok, 2008: 80).