• Sonuç bulunamadı

1.3. Finansal Gelişmişliğe Yer Veren Büyüme Modelleri

1.3.1. Neo-klasik Büyüme Yaklaşımı

Neo-klasik büyüme modeline en büyük katkı Solow(1956) tarafından yapılmış olması nedeniyle bu model Solow modeli olarak da bilinmektedir. 1980’li yıllara dek büyüme literatürüne hâkim bir görüş olan neo-klasik büyüme modeli, Harrod-Domar büyüme modeli ve onun özellikle sabit sermaye-çıktı oranı varsayımına bir cevap niteliği taşımaktadır(Grossman ve Helpman, 1997: 22-23; Zhang, 2005: 76).

Neo-klasik büyüme fonksiyonu için kapalı bir ekonomide tasarruf artışı, nüfus artışı ve teknolojik ilerlemenin gerekliliği üzerinde duran Solow modelinin bazı temel varsayımları şunlardır(Snowdon ve Vane, 2005: 603):

¾ Tek sektörün olduğu ve yalnızca bir malın üretildiği ekonomide üretilen tüm mallar yatırım veya tüketim amaçlı kullanılmaktadır.

¾ Ekonomi, uluslararası işlemlerin olmadığı kapalı ekonomi durumundadır ve kamu sektörü göz ardı edilmiştir.

¾ Yapılan tasarrufların tümü yatırıma dönüşmektedir. Bu varsayım Solow modelinde ayrı bir yatırım fonksiyonunun olmadığı anlamını taşımaktadır. Böylelikle Keynesyen yaklaşımdaki dönem başı-dönem sonu yatırım-tasarruf eşitsizliği giderilmekte ve Solow modelinde yatırım-tasarruf eşitliği sağlanmaktadır.

¾ Tam fiyat esnekliği ve paranın yansızlığı geçerlidir ve ekonomide daima potansiyel çıktı düzeyinde üretim yapılmaktadır.

¾ Solow, Harrod-Domar’ın sabit sermaye-çıktı oranı ve sabit sermaye-emek oranı varsayımını reddeder.

¾ Teknolojik ilerleme, nüfus artışı ve sermaye stokunun aşınma payı dışsal olarak belirlenmektedir.

En basit biçimiyle Solow modeli, Eşitlik 1’de yer aldığı şekilde neo-klasik üretim fonksiyonu üzerine inşa edilmiştir.

, (1)

Eşitlik 1’de Y, reel çıktı düzeyini, K sermaye girdisini, L emek girdisini ve A ise toplam faktör verimliliği olarak isimlendirilen teknolojiyi temsil etmektedir. Solow modelinin varsayımlarından biri olan teknolojinin dışsal bir değişken olarak kabulü, bütün ülkelerin aynı bilgi birikimini paylaştıkları ve aynı üretim fonksiyonuna eriştikleri anlamını taşımaktadır(Snowdon ve Vane, 2005: 603). Solow büyüme modelinde girdiler için azalan verimlerin olduğu öngörüsü kabul edilirken üretim fonksiyonu için ölçeğe göre sabit getirinin geçerli olduğu varsayılmaktadır(Van den Berg ve Lewer, 2007: 86).

Solow modeli, üretim faktörlerinden yalnızca sermaye faktörünün miktarının değiştiği ve emek miktarının ise sabit kaldığı varsayımından hareketle üretim fonksiyonu Eşitlik 2 biçimine dönüştürülebilir.

, 1 (2)

Y/L oranını y, K/L oranını ise k olarak tanımladığımızda F(k,1) terimini f(k) olarak yazmak mümkün olmaktadır.

(3) Eşitlik 3, işçi başına çıktının işçi başına sermayenin bir fonksiyonu olduğu anlamına gelir ve ekonomik büyüme, çıktı düzeyindeki artış değil, kişi başı çıktı miktarındaki yükseliş olarak tanımlanır. İşçi başı sermaye, işçi başı çıktının artan

içbükey bir fonksiyonudur. Diğer bir ifadeyle işçi başına düşen sermaye miktarı bir birim artırıldığında işçi başı çıktı, sermayenin marjinal ürünü kadar artacağından her işçi başı sermaye artışı işçi başına çıktıyı azalan oranda yükseltecektir(Ochoa, 1996: 9).

Şekil-1: Neo-klasik Büyüme Modelinde Üretim Fonksiyonu

Gelir olarak tanımlanan işçi başına çıktı ise tüketim ve tasarruf amaçlarıyla kullanılacaktır. Solow modelinde tasarrufların tamamının yatırıma dönüştüğü varsayıldığından bu öngörüler Eşitlik 4’de yer aldığı şekilde formüle edilebilecektir.

(4) ise olacaktır. Buradan hareketle yazılabilir.

Bu eşitlikten işçi başı yatırımın işçi başı sermayenin bir fonksiyonu olduğu anlaşılmaktadır. İşçi başı sermaye miktarının büyüklüğü işçi başı yatırım ve işçi başı çıktı seviyesinin de o oranda büyük olacağı anlamına gelmektedir.

Nüfus artışı ve sermayedeki aşınmanın büyüme fonksiyonuna ilave edilmesi durumunda her iki faktörün de işçi başı sermaye düzeyini azaltan unsurlar olacağı açıktır. Nüfus artış oranı “n” ve aşınma “d” ile temsil edilecek olursa, işçi başı sermaye düzeyindeki değişimi veren temel Solow denkliği Eşitlik 5’te yer aldığı şekliyle yazılabilecektir.

∆ (5) Uzun dönemde işçi başı sermaye miktarının sabit olduğu düzeyde durağan durum büyümesi gerçekleşecektir. İşçi başı sermaye miktarının sabit olduğu durağan durum dengesi diğer bir ifadeyle sermaye-emek oranında değişimin olmadığı bir durumdur(Duncan ve Michl, 1999: 141-142).

Şekil-2: Tasarruf Hacmindeki Artış ve Büyüme Oranı ile İlişkisi

Şekil 2’ye dayanarak tasarruf oranının s’den s*’a arttığını varsayalım. Tasarruf oranındaki bu artış, her bir sermaye-emek oranı düzeyinde işçi başı tasarrufu artıracaktır. Böylece yeni durağan durum sermaye düzeyi artış gösterecektir. İşçi başı sermaye hacmindeki bu artış neticesinde ekonomide işçi başı çıktı düzeyi de yükselecektir. Sonuç olarak uzun dönemde tasarruf oranındaki artış büyüme oranı üzerinde etkisiz kalacaktır. Tasarruf oranlarındaki artışın büyüme oranı üzerindeki etkisi geçici olacak ve denge durağan durum dengesine doğru kayacaktır(D’Souza, 2008: 446-447).

Tüketim fonksiyonu bağlamında Solow modeli incelendiğinde ’nın işçi başı çıktıyı, ’nın ise işçi başı yatırımı temsil etmesi halinde tüketim fonksiyonu:

olarak yazılabilir. Elde edilen bu eşitlik işçi başı tüketim düzeyinin, işçi başı çıktı ve işçi başı yatırım arasındaki farka eşit olduğuna işaret etmektedir.

Tasarruf oranındaki artışın, durağan durum işçi başı tüketim hacmi üzerindeki etkisi dengeleyici niteliktedir. Yüksek sermaye yoğunluğundan kaynaklanan emek verimliliğindeki artış, işçi başı tüketimi artırırken yüksek tasarruf oranı ise işçi başı tüketimi azaltıcı etkilere yol açabilecektir. Solow modelinde işçi başı tüketim düzeyini maksimum yapan tek bir durağan durum bulunmaktadır. İşçi başı tüketim hacminin maksimum olduğu işçi başı sermaye miktarı 1961 yılında yaptığı çalışmasıyla Edmund S. Phelps tarafından “sermayenin altın kuralı” olarak tanımlanmıştır(Duncan ve Michl, 1999: 149).

Neo-klasik büyüme teorisinde finansal değişkenlerin gelir artışından ziyade yalnızca gelir düzeyini etkilediği öngörülmektedir. Neo-klasik büyüme teorisinde sermayenin azalan getirisi kişi başı gelir düzeyinin uzun dönemli artışının yatırım seviyesindeki artışla yükseltilemeyeceği anlamı taşımaktadır(Solow, 1988). Finansal kurumların oluşturduğu tasarruf oranındaki herhangi bir artış bu nedenle büyüme oranını etkilemeyecektir. İçsel büyüme modelinde ise bir firmanın yaptığı yatırımın başka bir firma için taşma etkisine sahip olduğu varsayılarak bu sorunun üstesinden gelinmiştir. Sonuç olarak verimlilik artışı ve artan yatırımlar neticesinde büyüme oranı da yükselecektir(Romer, 1986).

Özellikle Solow’un çalışmasını takiben büyüme denklemlerinde teknolojik ilerleme baskın bir bileşen olmasına rağmen teknolojik değişimin belirleyicilerine dair tatminkar bir açıklama getirilememiştir. Nüfus artışı ve teknolojik değişimin dışsal kabul edildiği neo-klasik büyüme modelinde devletin politika uygulamada fiili bir rolü yoktur(Shaw, 1992: 611). İçsel büyüme modelinin temel çıkarımı, hükümet tarafından doğrudan tasarruf ve yatırım oranını etkilemek amacıyla uygulanan finansal politikaların durağan durum ekonomik büyüme oranını etkileyebileceğidir.