• Sonuç bulunamadı

1.3. Finansal Gelişmişliğe Yer Veren Büyüme Modelleri

1.3.2. İçsel Büyüme Yaklaşımı

1980’lı yılların sonunda ortaya çıkan içsel büyüme modelleri, uzun dönem ekonomik büyüme rakamlarını dış bir baskının sonucu değil, ekonomik yapının içsel bir çıktısı olarak kabul etmesi noktasında neo-klasik büyüme yaklaşımından ayrılmaktadır(Romer, 1994: 3).

Durağan durum büyüme oranının dışsal teknolojik ilerleme tarafından belirlenmesi nedeniyle neo-klasik büyüme literatürü finansal gelişme ve uzun dönemli ekonomik büyüme arasındaki etkileşime yönelik tatminkâr bir bilgi sunmakta başarısız olmuştur. Bu bağlamda neo-klasik büyüme modeli üzerine inşa edilen McKinnon-Shaw modelinin gelişmiş bir finansal yapıyı gerekli kılması, finansal sistem ve ekonomik büyüme arasında ilişki kuran bir büyüme modeline gereksinimi ortaya çıkarmıştır(Andersen ve Tarp, 2003: 192). Bu eksikliğin giderilmesine katkıda bulunan ve neo-klasik büyüme teorisine bir tepki olarak ortaya çıkan içsel büyüme modellerinin anahatları, Boyd ve Prescott(1986), Diamond(1984), Diamond ve Dybvig(1983, 1986), Romer(1986, 1994) ve Lucas(1988) tarafından oluşturulmuştur(Artan, 2007: 74; Fry, 1995: 61).

Daha karmaşık olan ikinci nesil finansal büyüme modelleri, içsel büyüme modelleri ve içsel finansal kurumların dahil edilmesiyle ortaya çıkmıştır. İkinci nesil büyüme modelleri arasında Bencivenga ve Smith(1993), Greenwood ve Jovanovic(1990), King ve Levine(1993a, 1993b), Levine(1990), Pagano(1993), Roubini ve Salai-Martin(1992), Saint-Paul(1992) sayılabilir(Fry, 1995: 61).

Bu çalışmalarda temel olarak finansal sistem ve büyüme arasındaki pozitif bağlantının altı çizilmiştir. İçsel büyüme modelinin temel özelliklerinden ilki, sermaye stokunun azalan verimlere tabi olmaması ve bu nedenle de büyümenin yatırım oranının artan bir fonksiyonu olması iken ikinci özelliği ise sermaye kavramını beşeri sermaye veya bilgi düzeyini kapsayacak şekilde genişletmesidir(Romer, 1994).

Levine, beşeri sermaye birikiminin diğer bireylerle olan iletişimle, bireyin yatırım yaptığı kaynak miktarıyla ve başkaları tarafından yatırım amacıyla ayrılan fiziki kaynak miktarıyla pozitif ilişkili olduğunu belirtir. Diğer bireylerle olan iletişim, yeniliklerin ortaya konması, olmayan bir ürünün icadı veya yeteneklerin geliştirilmesini sağlayan önemli bir araçtır. Bireyin yatırıma ayırdığı kaynak miktarının artışı kadar başkalarının yatırıma ayırdığı kaynak miktarındaki artış da yaratacağı dışsallık etkileri sonucu bireysel beşeri sermaye düzeyine katkı sağlayan unsurlardır(Levine, 1990: 9-10).

Bir ekonominin üretim fonksiyonunda yer alan parametresinin kişi başı çıktıyı, ’nın kişi başı sermaye miktarını, ’nın ise teknoloji seviyesini temsil ettiği varsayıldığında toplam üretim fonksiyonu Eşitlik 6’da verildiği gibi yazılabilir(Fry, 1995: 69).

(6)

Eşitlik 6’dan hareketle kapalı bir ekonomide durağan durum dengesi , tasarruf oranını ve ise sermayenin yıpranmasını ifade ettiğinde Eşitlik 7 oluşturulabilir:

(7)

Bu eşitliğe göre yatırım-tasarruf oranındaki bir artışın ekonomik büyümeyi beraberinde getireceği açıkça anlaşılmaktadır. Ancak bu açıklamalarda finansal aracılık maliyetinin analiz dışı bırakılması dikkat çekmektedir. Bu eksiklik ise Pagano(1993) tarafından içsel büyüme modeline finansal gelişmişliğin ilave edilmesiyle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

Pagano, finansal gelişmişliğin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini formül üzerinden gösterebilmek için toplam çıktı düzeyinin sermaye stokunun doğrusal bir fonksiyonu olduğu en basit içsel büyüme modeli olan AK modelini baz almıştır(Pagano, 1993: 614).

(8)

Yukarıda yer alan Eşitlik 8, içsel büyüme modelinin teorik çerçevesini oluşturan iki çalışmadan biri olan Romer(1989)’in üretim fonksiyonunun indirgenmiş halidir. Romer(1989), sabit getirili bir teknolojiyle üretimde bulunan firmaların verimliliğini, toplam sermaye stokunun artan bir fonksiyonu olarak kabul etmiştir. İkinci önemli çalışma olan Lucas(1988) ise sermaye stokunun fiziki ve beşeri olmak üzere mevcut teknoloji ile yeniden üretilen sermaye olduğunu öngörmüştür.

Açıklamalarda kolaylık sağlaması açısından nüfus artışının durağan olduğunu ve ekonomide tüketim veya yatırım amacıyla kullanılacak tek bir malın üretildiğini varsayalım. , yatırımın aşınma payını temsil ederse toplam tasarruf Eşitlik 9’da olduğu gibi ifade edilebilir:

1 (9)

Hükümetin olmadığı kapalı bir ekonomide sermaye piyasasında denge sağlanabilmesi için tasarrufların yatırıma eşitlenmesi gerekmektedir. Bu noktadan hareketle, tasarrufların 1 kadarlık kısmı finansal aracılık sürecinde kaybolacaktır.

(10) 1 dönemine ait yıllık büyüme oranı :

1 1 olacaktır. (11)

Tasarruf oranı olarak tanımlandığında durağan durum büyüme oranı, Eşitlik 12 olarak yazılabilir.

(12) Bu eşitlik finansal gelişmişliğin üç değişken aracılığıyla büyümeye destek vereceğini belirtmektedir. Bunlar, yatırıma aktarılan tasarruf oranındaki yükseliş , sermayenin sosyal marjinal verimliliğindeki artış ve özel tasarruf oranındaki genişlemedir(Pagano, 1993: 614-615).

Bu üç değişken aracılığıyla büyüme oranında artış sağlanabilmesi, içsel büyüme teorisinin ulaştığı en önemli yargıdır. İlk olarak tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi sürecinde bu katsayının değerinin yüksek olması, finansal piyasaların etkinliği hakkında bilgi vermektedir(Murinde, 1996: 96). Greenwood ve Jovanovic’e göre finansal piyasaların büyümeyi etkileyecek en önemli kanalları, yatırım projelerinin verimliliği hakkında bilgi toplayarak ve değerlendirme yaparak

yatırımcıların farklı projeler arasında en uygun olanını tercih etmelerini sağlaması ve riski çeşitlendirmesidir(Greenwood ve Jovanovic, 1990: 1078). Yatırımlar için elde tutulan fazla miktardaki likit sermayeyi azaltması da risk sevmeyen yatırımcılar için finansal sistemin bir diğer avantajıdır(Bencivenga ve Smith, 1991: 195-196). Bankalar ayrıca likidite sağlama fonksiyonu yanında likidite yaratmakla da finansal sistemin önemli bir işlevini yerine getirirler(Diamond ve Dybvig, 1986).

Levine ise finansal sistemin ekonomik büyümeyi etkileme aracı olarak sermaye birikimi ve teknolojik ilerlemeyi göstermektedir. Finansal sistem tasarruf oranını değiştirerek ya da farklı sermaye üretim teknolojileri arasında tasarrufun yeniden tahsisini yaparak sermaye birikimini değiştirecektir. Teknolojik ilerleme ise yeni ürün ve üretim süreçlerinin icadı üzerinde durmakta ve finansal sistemin yerine getirdiği işlevler teknolojik yenilik oranını değiştirerek durağan durum büyümesinde etki yaratabilmektedir(Levine, 1997: 6-7).

King ve Levine ise finansal sistemin özellikle yenilikler üzerindeki rolüne vurgu yaparak tasarrufların en üretken alanlara kanalize edilmesi ve risk dağıtma fonksiyonu ile teknolojik ilerlemeyi ve yeniliklerin ortaya çıkışını beraberinde getireceğine dikkat çekmektedirler(King ve Levine, 1993b: 515).

Tüm bu açıklamalar ışığında gelişmiş likidite riski yönetimi aracılığıyla daha üretken yatırımların seçimi, yatırımcıların daha etkin biçimde portföylerini çeşitlendirmeleri ve çeşitli yatırım projelerinin etkinliği hakkında bilgi sağlanması da gelişmiş finans sisteminin göstergeleri arasında sayılabilir(Berthelemy ve Varoudakis, 1996: 300). Özetlemek gerekirse, gelişmiş bir finansal yapının sermaye dağılımında etkinlik sonucu yatırım verimliliğini artırarak, tasarruf yapısını değiştirerek ve tasarrufların yatırıma aktarılmasını sağlayarak ekonomik büyümeye yardımcı olacağı içsel büyüme modelinin temel çıkarımlarıdır.

1.4. Liberalizasyon Öncesi Finansal Piyasaların Yapısı ve Finansal Baskı