• Sonuç bulunamadı

Kişiler Dünyası

Belgede Bilge Karasu - insan ve eser (sayfa 110-131)

2. BİLGE KARASU’NUN ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. Romanlarda Yapı

2.1.7. Kişiler Dünyası

Başta edebiyatın olmak üzere anlatma/ gösterme esasına bağlı bütün edebi türlerin varlık sebebi ve konusu halindeki insan, edebi eserlerin olay örgüsü, bakış açısı ve anlatıcı, zaman, mekân gibi diğer yapı unsurlarını tamamlayıcı role sahiptir. Kendi hikâyesini hem var eden hem de yaşayan yönüyle edebiyat tarihi süresince çeşitli sınıflandırmalar içerisinde yer alan şahıs kadrosu, çalışmada karakter yapısına uygun olarak başkişi, norm karakter, kark karakter ve fon karakter olmak üzere dört başlık altında incelenecektir.

Gece

Başkişi

Olay örgüsü, bakış açısı, anlatıcı, zaman, mekân yönünden parçalı bir metin olan Gece, kişiler düzleminde de bu özelliğini sürdürür. Güneş Hareketi adı verilen güç odaklı yapılanma doğrultusunda, iktidarın kitle üzerindeki olumsuz uygulamalarının gece ve gecenin getirdiği karanlık eksenli anlatıldığı romanının başkişisi N.’dir. O, Bilge Karasu'nun “şizofrenik bir metin” (JGM: 235) olarak tanımladığı eserin güç odakları tarafından baskı yapanlar ve baskıya boyun eğenler halinde ikiye bölünen toplumuna baskıya tepki gösteren bir kişi olarak üçüncü bir katman ekler.

Gecenin işçileri aracılığıyla yaratılmaya çalışılan baskı, korku, kaygı odaklı düzenden rahatsızlık duyan bir yazar olan başkişi, aydın kesimi simgeleyen kimliğiyle hareketin düşünsel anlamda karşısında yer alır. ‘Düzeltmen’, ‘Yaratman’, ve ‘Yazar’ sıfatlarıyla tanımlanan N., ışığın yer yüzünde azar azar söndüğünü gözlemler ve buna nasıl engel olabileceğini düşünür. Başkalarının göremediklerini fark eden, sorunlara çözüm bulan, doğru düşünebilen kişi olarak aydının görevi insanların mevcut kaos atmosferinden kurtulmasını sağlamak, karanlığın her yeri kapladığı bu distopik ortamda gecenin gündüzü kemirmesine, aydınlığın yok olmasına izin vermemektir. Ancak N., uygulamalar karşısında tepki göstermez, bu konuda kimseyle konuşmaz, gazetede yazılar yazmak dışında herhangi bir fiziksel direniş göstermez. Bu yönüyle pasif kalan N.’yi tehlikeli kılan da bu tepkisizliği olur:

N. ise, sürekli bir hiçolum içinde göründü bana. Düşüncelerinden, yazılarından, davranışlarından kimseye zarar gelmezdi; ama hepsinin altında yatan; bu hiçolum dediğim şey, belki de suskunluğu, çekingenliği, gizliliğiyle, her şeyden daha tehlikeliydi. (G: 93-94)

N.’nin varoluşsal tehditlere karşı tepkisiz başkaldırısı olan “hiçolum”, eylemsel değil düşünsel tükeniş ve tüketişin karşılığıdır. İnsanların aleyhine işleyen yeni düzen, özgürlüklerin

ellerinden alınması, karanlığa mahkûm edilme, sebepsiz yere işkence görme ve öldürülme ile yaşamın, aydınlığın, umudun, geleceğin düşmanıdır. Hiç kimsenin olanları engelleyemediği böyle bir karmaşa ortamında aydın kişinin bir şeyler yapması beklenir. Metnin aynı zamanda ben-anlatıcılarından olan N., gecenin işçilerinin yeni bir örüntü kazandırdığı şehir karşısında tüm bunları anlamaya, anlamlandırmaya, çözmeye çalışır (Bravo, 1997: 240). Anlayamadığı ya da mücadeleden vazgeçtiği noktada ise, yenilgiye uğrar: “Bir şeyi anlayabildiğimiz sürece ona yenilmenin söz konusu olamayacağını çok düşünmüşümdür. Bu düşünceye kendimi çok alıştırmışım. Şimdi yenilmeğe başlıyorum. Artık anlamadığım için” (G: 171). Işığın yeryüzünde sönmesini engellemeye çalışan Düzeltmen/ Yaratman, ne kadar çabalarsa çabalasın sorunlara bir çözüm bulamaz. Bu yenilgi ve çaresizlik beraberinde yalnızlığı getirir:

Oysa Düzeltmenin yalnızlığı, yeryüzünde sönen her yüzeyle acılaşıyor, daha, daha daha acılaşıyorsa, çok düşünüp çözümünü bulamadığı bir sorun karşısında eli kolu bağlı kalmasında. (G: 22)

Düzeltmenin bireysel ve toplumsal iletişimsizlik ile içine sürüklendiği yalnızlığını bilen ve söyleyen tek şey dildir (G: 22). Bu da yazar olan N.’nin dili kullanarak çabaladığını, aktif bir direniş içerisine girmese de mücadelesini yazdıklarıyla verdiğini gösterir. Kendisini tehdit eden bir oyun ile karşı karşıya olduğunu düşünen N., takip edildiğinden, gözetlendiğinden şüphelenir. Anlamaya, çözmeye çalıştığı şeylerden biri de bu oyunun niteliği, bu kumpasın mahiyetidir. Sessiz kalışıyla yenilgiyi kabul eder gibi gözükse de aslında yaptığı, oyuna dahil olmamak; umursamayarak oyun dışı kalmaktır (G: 96). Kendisine yönelik planlardan habersiz olmaması, tepkisiz ve pasif duruşunun arkasında aslında bilinçli, etkileyici ve tehlikeli biri olduğunu gösterir. Diğer ben-anlatıcılardan olan Güneş Hareketi’nin başındaki O.’nun kendisi hakkındaki düşünceleri bu yöndedir:

Herhangi bir önemi olmadığını, bizim gibi düşünmese de, bizi boğabilecek ipi tutanlardan, daha daha, o ipin bir ucunu eline geçirmek isteyenlerden biri olmadığını biliyorum. Bu tutkusuz, ateşsiz haliyle bize karşı söyleyebileceklerinin, gerçekte herkesinkinden tehlikeli olabileceğini bilmiyor da değilim. Boğuk sesiyle dile getirdiği kopuk kopuk sözler, inandırıcı olabiliyor; kendisini epey dinledim, biliyorum. Heyecanlandırmaz, inandırır. Sözleri, hemen ardından, unutulsa bile, söylediklerinin bir tortusu kalabiliyor kendisini dinleyenlerin kafasında. (G: 89-90)

Benzer şekilde diğer ben-anlatıcılar Sevim ve Sevinç tarafından da tanımlanan N., Güneş Hareketi’nin ve bu hareket doğrultusunda yapılanların merkezinde ve hedefinde yer alır; çünkü asıl amaç, bu tek bilinçli, tek farkında kişiyi sınamaktır:

Yenilgiyi kabul ederse, gözümde kendi kendini yıkan babamı gönlümde de o yıkacağı için, kendimi öldüreceğim. Ama öldürmeden önce, ezilesilerin topundan da çok yükleneceğim ona. Canı çıktığında, çukura atılacak pek bir parçası kalmayasıya, bildiğim, düşünebildiğim, uzmanlarımın bilip düşünebildiği her türlü -yanlış söyledim, türlü değil- her çeşit marifeti uygulayacağım.hem de, sonuna dek, kendimi göstermeden. (G: 98)

Herkesin farklı şekillerde tanıdığı ve çözmeye çalıştığı N.’nin sessizliği, onu daha da tehlikeli kılar: “Ondaki o hiçolum dediğim, sessiz güç, herhangi bir durumu kabul etme gücü, bize karşı açıkça bağırıp çağırandan bile tehlikeli kılıyor onu” (G: 110). Farkettiği baskı ve sınırlılığı, tepkisiz bir mücadeleye dönüştüren başkişi, tüm insanları hiç’leştirmeye, herkesleştirmeye çalışanlara direnir. O, kendi oluşunu pasif direnişinin eylemsizlikleri ile başarır. Romanın sonunda N.’nin akıl hastanesine kapatılması, oluşturulmak istenen tehdit mekanizmasını geriye çevirdiğini gösterir. Zira, akıl hastanesi, bu anlamda zihinsel değil düşünsel soyutlanmanın mekânıdır. Gece/ karanlık, aydınlık imi olan başkişiyi dışlayarak yok etmeye çalışır.

Norm Karakter/ler

Romanda başkişi N.’yi tamamlayan ya da onun özelliklerini netleştiren norm karakter bulunmamaktadır.

Kart Karakter/ler

Güneş Hareketi’nin başında yer alan ve “toplumu, kendini bir Tanrı gibi duyumsayarak yönet[en]” (Otçu, 1991: 58) O.; onun yönettiği gecenin işçileri; O.’nun eski eşi ve yardımcısı olan Sevinç/ Sevim romanın kart karakterleridir.

İki ayrı kuruluş halinde çalışan Başkent Araştırma Merkezi’ni yöneten ve aynı zamanda yazar olan O., kurduğu ve yerleştirmeye çalıştığı düzenle (Güneş Hareketi) N.’nin ideolojisinin/ düşüncelerinin karşısında yer alır. Hareketin asıl hedefi olan N. ile çocukluğa dayanan tanışıklığı, ona olan düşmanlığının başlangıç noktasıdır:

Ona N. diyeceğim bundan böyle. Adının Naal, Nait, Nahi olmasının herhangi bir önemi kalmadığı için. Çocukken, aynı okulun bahçesinde oynar, aynı sınıfın aynı sırasında oturur, boş derslerde, ses çıkarmamağa pek dikkat ettiğimiz için azarlanmadan, denetlenmeden, serüven romanlarını birlikte okurken önemliydi, benim adım, onun adı. (G: 89)

Gecenin işçilerinin başındaki O. hakkında halkın bildikleri tahminden ve yorumundan öteye geçmez. Ancak bu despot yönetici, emri altında çalışan gecenin işçilerinin her kabahatine, her suçuna ölüm cezası verdiği bilinmektedir. Bu yüzden hem bağlanılan, itaat edilen hem de korkulan, çekinilen biridir.

Bu adam, işçilerden her birinin insanı öldürmeğe alışması gerektiğine inandığı için de, öldürülecek bir suçlu çıkınca onu öldürmek üzere, işçileri, ad listelerine göre, sıraya uyarak görevlendiriyormuş. (G: 45)

Aydınların karşısındaki bu güç, aydınlığın karşısındaki karanlık ile aynı niteliklere sahiptir. O., bütün okumuşlara yani bilinçli olanlara gölge olur; bu aydınlık zihinlerin “art ben”leri olmaya çalışır. Yenilmeyi, ezilmeyi, eğilmeyi kabul eden insanlara alt yaratık gözüyle bakan O., bulunduğu konumu bu yoldaki inancının içtenliğine ve gücüne borçludur. Öte yandan onun da bazı çekinceleri

vardır. Herkesi ve her şeyi gözetleyenin kendisi olduğunu zanneden O., zaman zaman bundan şüphe duyar:

Beni bir gözetleyen olmadığına kalıbımı basabilir miyim? Gözetletense, ölünceye dek belki de sezemeyeceğim biridir. İnsan düşünebildiklerine karşı önlem tasarlar. Düşünemedikleri? Sınırlarım olabileceğini, olduğunu, bilmez miyim? Ama iş, bu sınırları durmadan genişletebilmek. Kişinin en zayıf olduğu yer, evi. İki gecede bir, işim var diyerek, burada yatıyorum. Düğmelerimin, bilgisayarımın, sayısız elimin ayağımın başında. Benim de kendime yarattığım örnekler var elbet. (G: 113-114)

Diğer kart karakter/ler grubu ise, O.’nun gücünü ve etkinliğini sürdürmek, kurduğu düzeni devam ettirmek için faydalandığı gecenin işçileridir. Bu kişilerin temel görevi, geceyi hazırlamak ve insanları geceye hazırlamaktır. Onların farklı gruplar halinde farklı görev tanımları bulunur: Gecenin daha kolay, çabuk inmesini sağlamak ve ayrıca ölüleri atmak için sokaklara çukurlar kazmak; gözlem yapmak ve yaptıkları gözlemler sonucunda evlerin kapılarına birtakım işaretler çizmek; herkesin uyuduğu ya da ışığını söndürüp karanlıkta kaygıyla beklediği saatlerde şehrin duvarlarına, kapılarına, direklere, yollara, taşlara, tahtalara “Gece Gelecek” diye yazmak; taşıdıkları çeşit çeşit aletlerle insanlara işkence etmek hatta onları öldürmek.

Şimdi sırt üstü yatan, iniltisi hafifleyen adamın kollarıyla bacakları birkaç yerinden kırıktı. Yüzü darmadağındı, kanlar içinde. Yüzünden karnına, bacaklarına inen kan lekeleri, karnının altında, apışlarına dek yayılan koca bir değirmi oluşturuyordu. Saçlarının arasında, ceketinin orasında burasında, çoraplarında, kurumuş sap kırıntıları, tohumlar, dikenler seçilebiliyordu. (G: 64)

Gecenin işçilerinin tek boyutlu kişilik yapısı dış görünüşlerine de yansır. Taktıkları başlıklar arkadan saçlarının tümünü ve enselerinin yarısını örten; yanlardan kulak memelerini açıkta bırakacak kadar uzun olan; ön taraftan ise gözlerini, karşıdan bakanların hiç göremeyeceği biçimde gizleyen gecenin işçileri, uzattıkları bıyıkları ve sakallarıyla birbirinin kopyası gibidirler:

Öyle ki artık yüzlerinin bile yarısını yiyen başlıklarıyla, sakalları bıyıklarıyla, gecenin işçileri biribirinden ayırt edilmez hale gelmişler. Başlıksız, sakalsız, bıyıksız görülseler tanınmayacaklar şimdiki arkadaşlarınca. Bu halleriyle ise, onları anaları babaları bile tanıyamaz. (G: 24)

Kendilerinden korkan insanlara bakmaktan haz duyan ve onlarda yeni ürküntü yaratma yöntemleri hazırlamak için gözlem yapan gecenin işçileri, bu doyumu nasıl çeşitlendirebileceklerini de araştırırlar. En belirgin özellikleri, kana susamışlık ve insan yaşamını hiçe saymalarıdır. Örneğin sokakta kalabalığın içinden bir genci çekip aralarına alırlar ve geriye çekildiklerinde tanınmaz bir et yığını bırakırlar (G: 26). N., vahşi bir oyun oynar gibi can alan ve bundan zevk duyar hale gelen işçilerin sıradan insanlar sayılıp sayılamayacaklarını sorgular:

Gecenin işçileri, hep altta kaldığı duygusuyla bunalmış insanlardan mı derlendi? Çocukluğundaki umacılardan kurtulamayan, sevdiklerini gönüllerince saramayan, etlerini istedikleri etle birleştiremeyen insanlar mıdır hep, bu işçiler? (G: 59)

Güneş Hareketi’nin yerleşmesinde ve kabul görmesinde önemli bir role sahip olan gecenin işçileri; insanların sindirilip bastırılmasında etkili olabilmek için son derece acımasız ve cana kıyıcı olmak zorundadırlar. Bu yönleriyle “gece alegorisiyle betimlenen totaliter düzenin yürütücüleri, memurları” (Kılıç, 2013: 107) görünümündedirler:

Ama hem boş hem dik dik baktığını düşündüğümüz bu gözler yumuşamış, kırılmış, yırtılmış, koparılmış, kana belenmiş, küsüp kendini koyvermiş o et-kemik kütlesine nasıl bakar, merak edilmez mi? Nasıl görür onu o gözler? (G: 73)

Ortaya çıkan tablo, uyguladıkları dehşet karşısındaki kayıtsızlıklarını gösterir. İnsanların bilmedikleri şeyleri nasıl, ne zaman, hangi koşullar altında söyleyebileceklerini araştıran ve bunu başarmak için çok kurnaz ve yeni yöntemler geliştiren işçilerin canına kıydıkları insanlar karşısındaki duyguları merak konusudur.

Bir diğer kart karakter O.’nun eski eşi ve ajanı, yardımcısı konumundaki Sevim’dir. Bu kadın, bir ulak olarak N.’ye gönderilen ve onu evinden alıp Yargılamalar Bakanlığına götüren kişidir. N. tarafından Sevinç adıyla bilinir ve bir dost gibi görülür. O.'nun “birbirine düşman iki insan, iki kişi gibi çalıştırabileceği tek adamı” (G: 114) olan Sevim/ Sevinç, iki ayrı kişi şeklinde hareket ederek N.’yi bir oyunun, komplonun içine sürükler.

Evet, görevim oldukça güç diyordum. Gerçekte, sanırım hemen hemen herkesin çok güç bulacağı bir görev bu. Üstelik, başarsam da başarmasam da, gereğini yerine getirsem de getirmemeğe karar versem de, bana verilebilecek, verilecek son görev olacak. Ya ölmem, ya kaçmam, ya da bambaşka biri olmam gerekecek; öylesine bambaşka biri ki, bunun güçlüğü karşısında kaçmak daha kolay görünüyor, hele ölmek, hepsinden kolay; kendimi öldürmek durumunda da kalsam... (G: 124)

Kişilik parçalanması yaşayan Sevim/ Sevinç, adındaki değişme ile iyi-kötü, olumlu-olumsuz, aydınlık- karanlık arasında ikilemler yaşar. N.’ye kurulan tuzaklardan kendisini haberdar edip kafasını karıştırması, onun tarafında yer alır gibi davranıp arkasından iş çevirmesi, onu sever gözüküp yurtdışında bulundukları otel odasında bıçaklanmasına yardımcı olması, işlemediği bir cinayete karışmasına yol açıp suçlu durumuna düşürmesi, Sevim/ Sevinç’in N.’yi hedef alan faaliyetleridir. 105. alt başlığın ben anlatıcısı (N.), Sevinç, Sevim ve O. adlı kişilerin uydurma olduklarını söylerken (G: 222) bakış açısı ve anlatıcı düzleminde olduğu gibi, kişiler düzleminde de bütün karakterlerin aslında tek ve aynı kişi olduğunu işaret eder. “Herkesi aldatmış, aldatmağı iş edinmiş bile olsak, kendimizi aldatmamak gerekmez mi?” (G: 223) sözleri, parçalılıktan bütüne varılan kompleks bir yapıda kurgulanan eserin kişiler dünyasındaki görüntüsünü yansıtır.

Fon Karakterler

Eserde gecenin işçileri tarafından Balıkçılar Sokağında öldürülüp yerde, etten bir yığın halinde bırakılan genç; Güneş Hareketi'nin uygulamaya koyduğu işleyiş doğrultusunda atış alanında karşılıklı dizilmiş birbirlerini vuran insanlar; gecenin işçileri tarafından dövüldüğü için

sokak ortasında kana bulanmış halde yatan adamla başucundaki yaşlı kadın; kumarevi, otel ya da spor kulübü olması muhtemel R. adlı mekânda masaların arasında gidip gelen, ayakta durup çene çalan, oturan insanlar; N. bıçaklandıktan sonra hastaneden çıktığında kendisini korumakla görevli olduğunu söyleyen adam; N.'nin, sokakta kalmamak için girdiği apartmandaki dairenin içine onu buyur eden kadın, gecelediği bu sığınakta yatağını paylaştığı adam ve oraya sığınan diğer kişiler fon karakterleridir.

Kılavuz

Başkişi

Anlatı düzlemi düş-gerçek-oyun eksenli şekillenen romanın başkişisi, aynı zamanda ben anlatıcı olan Uğur’dur. “Doğru dürüst bir iş bulasıya dayısının bayağı zengin işi kırtasiye dükkânında öğleden akşama dek çalışıp dükkânı kapayan bir adam...” (K: 17) olan başkişinin Ankara'da yaşadığı, yirmi yedi yaşında olduğu, gevşemek ve dinlenmek üzere on günlük bir tatil için Bükönü'nde bulunduğu gibi bilgiler, onun yazma serüveni doğrultusunda metne taşınır.

Romanın izleksel kurgusu Uğur'un, Bülent adlı arkadaşının ölümünden sorumlu olduğunu hissettiği düşleri ve “kafasının bir sorunla meşgul olduğunu, ayrıca bu sorun karşısında ne gibi bir tutum takındığını ortaya koya(n)” (Adler, 2009: 144) bu düşler neticesinde ölüm, ölüme sebebiyet vermek gibi konulardaki vicdani sorgulamaları odağında ilerler. Başkişi, “hiç boş durmaz, kafası hep meşgul[dur]” (Yalçın, 1991: 64). Bükönü'ndeki tatilini yarım bırakıp Turunçlu'da çalışmaya başlamasının ardından on yedi gün süresince refakatçilik yaptığı Mümtaz Bey ve arkadaş edindiği İhsan ile ölüm, suçluluk gibi konularda konuşma fırsatı bulur, düşlerini anlamlandırmaya çalışır.

Kaygım artıyordu. Kaygı da, korku gibi, kendi memesinin oburudur. Düşteki kaygı, “öldürdün” fısıltısının gönlüme salabileceği kaygı değildi; bunu fısıldayanın, bir şeyleri kanıtlıyor olmasından, kanıtlarken de çok daha kötü bir şeyler bekletir hale gelmesinden doğan bir şeydi. (K: 20)

Geçirdiği iç hesaplaşma, Turunçlu’ya gelişiyle başlayan gizemli olaylar ile etkisini arttırır. Yılmaz Bey'in iş seyahati için evden ayrılmadan önce izlemesi için kendisine bıraktığı kaset, hem çözülmesi güç olayların hem de düş-gerçek ikileminin başlangıcıdır. Sonraki olay birimleri buradan hareketle ilerler: İzlemek istediği kasetin ilk gördüğü masada değil de oynatıcının üzerinde durduğunu fark etmesi; masanın ve oynatıcının üzerindeki kasetlerin aynı olup olmaması konuusnda tereddüt etmesi; izlediği kasetteki filmi bir düşüne benzetmesi; çalışacağı eve gitmek üzere araç bekleyen Uğur’u rıhtım kahvesinin önünden taksi şoförü İhsan'ın bilgisi olmadığı halde doğru adrese götürmesi; Yılmaz Bey'in Uğur için bıraktığı notta eve İhsan’la geleceğini biliyormuş gibi “siz keyfinize bakın” (K: 25) demesi; İhsan’ın, Mümtaz Bey’i daha önceden gördüğü halde tanımıyor gibi davranması. Uğur, önceden planlanmış bir oyunun içinde olduğu duygusu uyandıran soru işaretlerinin, yakasını bırakmayan düşlerinin ve karabasanlarının çevreniyle sınırlanır (Gümüş,

1991: 40). “Düşlerin çoğu, uyanıldığı anda bellekten çıkıp gider(ken)” (Jung, 2008: 174) Uğur’un bütün düşlerini detaylıca hatırlaması, diğer olay birimleri ile değerlendirildiğinde düş ile gerçek arasındaki çizginin bulanıklaşmasına, düşlerin gerçeğe yaklaşmasına sebep olur:

Yazılmamış bir polis romanının abuk subuk bir kişisi olarak “akıllıca” davranmağa mı çalışıyordum, beceremeyeceğim halde? Kendimi, belli etmeden, çimdiklemem gerekiyordu. Bütün bunlar bir düşte miydi?... Hayır, uyumuyor, düş görmüyordum. “Ses mi gelir oldu kulaklarıma?” Tedirginliğim nasıl artmasın bu halime baktıkça? (K: 23)

Bu kuşatılmışlığı, yaşadıklarını yazıya dönüştürerek aşan Uğur'un kendini var ettiği tek alan “aynı zamanda özne anlatıcı olarak da romanı aktarıyor” (Yivli, 2008: 253) olmasından ileri gelen yazarlığıdır. Mümtaz Bey'in, Turunçlu’daki ilk güne dair okuduklarının ardından niye böyle bir yazı yazdığını sorması üzerine verdiği “Sanırım, beni ters pers eden bir gün yaşamış olduğum için... Sonra, galiba, yazıyı yazdıkça, yazmanın tadına varmağa başladığım için.” (K: 44) cevabı, varlığını anlamlandırma çabasında yazma uğraşının önemini gösterir.

Uğur, yazma eyleminde Mümtaz Bey'in etkisi altındadır. Örneğin Mümtaz Bey, ilk güne dair yazdıklarını okurken sözünün özetlenebileceğini, ama arada çarpıtıcı bir yoruma uğratılırsa bu durumdan tedirgin olacağını söyler; bunun üzerine konuştuklarını konuşulduğu gibi yazmaya başlar (K: 45-52). Ancak yazdıklarını hem ona hem de İhsan'a okutma konusunda seçim yapar ve ikisi için farklı versiyonlar kaleme alır. Bunu yaparken gizlemek istediği olayları anlatmaz. Bu tercihler, metnin ben-anlatıcısı olarak yaşanılanların içinden seçimler yapmasının, yazdıklarına dilediği gibi tasarruf etmesinin sonucudur:

“İlk yazıyı iki kez mi yazdın?”

“Sen üsttekini oku. Alttaki, Mümtaz Bey’e verdiğim. Onunkini biraz makasladım da…” “Makasladıkların?”

“Bilmese de olur, diye düşündüklerim vardı; seninle ilişkili, bir parçacık da Yılmaz Beyle ilişkili… Bir de, o gece anlattıkların vardı. Onları hiç bilmiyormuş gibi yazdımdı zaten yazıyı. Ama onları hiç bilmeseydim bile, yazdığım kimi şey, bileni başka yorumlara götürebilirdi. Oraları biraz törpüledim.” (K: 62)

Yazma faaliyeti dışında Uğur, sosyal hayatta ve ikili ilişkilerde pasif bir kişilik sergiler. Kaseti izledikten sonra Yılmaz Bey'e işten ayrılacağını belirten notla birlikte kendisine verilen parayı bırakır; ancak onu eve geldiğinde görünce Bükönü'ne dönmekten vazgeçer. Uğur, Mümtaz Bey öngörü sahibi olduğunu “adam beni mum gibi, kil gibi biçimliyor, besbelli.” (K: 47) ifadeleri ile vurgulayarak kendisi hakkında ‘üç kez’ doğru kanıya vardığını tespit eder. Mümtaz Bey’in bu farkediş ve yönlendirme durumundan rahatsız olan başkişi, kendisini bu açıdan değiştirmek ister. Bir müddet sonra bu süreçte yaşadıklarının etkisiyle devinim yaşadığını düşünür. On üç gün hiç

Belgede Bilge Karasu - insan ve eser (sayfa 110-131)