• Sonuç bulunamadı

Bakış Açısı ve Anlatıcı

Belgede Bilge Karasu - insan ve eser (sayfa 61-110)

2. BİLGE KARASU’NUN ESERLERİNİN İNCELENMESİ

2.1. Romanlarda Yapı

2.1.4. Bakış Açısı ve Anlatıcı

Bakış açısı ve anlatıcı, kurmaca yani metinsel dünyanın bir görünümü olan eserin iletisinin kişileşmesi ve söylem düzlemine yansımasıdır. “Entrik kurguyu belirleyen ve şekillendiren bu yapı unsuru, metnin temel belirleyicileri olan kişi, mekan ve zaman öğelerinin anlatım ve aktarılım düzeylerini şekillendirir” (Eliuz, 2009: 1135). Eserin iletisini “metinsel dünyanın bir diğer üyesine, diğer adıyla anlatıcı alımlayıcısına” (Ryan, 1993’ten aktaran: Aksoy Sheridan, 2009: 36) aktarmakla görevli olan anlatıcının kapsam alanı, onun sözü edilen eserin dünyasına ait unsurları hangi açıdan, hangi konumdan, hangi mesafeden naklettiği ile sınırlıdır. Chatman anlatıcı ile bakış açısı arasındaki ayrımı şöyle izah eder:

Bakış açısı ile anlatıcı sesi arasında önemli farkı şöyle açıklayabiliriz. Bakış açısı, anlatı olaylarının ilişki içinde olduğu fiziksel yer, ideolojik konum ya da pratik yaşam-yönelimidir. Öte yandan ses, olayların ve varlıkların seyirciyle iletişim kurmak üzere aracı olarak kullandıkları konuşmaya ya da diğer açık yollara işaret eder. Bakış açısı ifade demek değildir. Sadece ifadeyi biçimlendiren perspektiftir. Perspektif ve ifade aynı insanda bulunmak zorunda değildir. Birçok kombinasyon mümkündür. (2008, 143-144)

Bakış açısı ve anlatıcı çözümlemelerinde, eserdeki olayların aktarımı/ ifade ile olayların hangi nazardan aktarıldığını gösteren perspektifin farklı kişilerde bulunabileceği; bakış açısının anlatıcı olmayan bir karaktere ait olabileceği unutulmamalıdır.

Bilge Karasu’nun 4 romanının 3’ünde (Gece, Narla İncire Gazel, Altı Ay Bir Güz) çoğulcu; 1’inde (Kılavuz) ise ben/ kahraman bakış açısı ve anlatıcı tekniği kullanılır. Bu romanların kurgu dünyasında yazarın varlığı, anlatı içinde anlatılar da dahil olmak üzere anlatıcı ben olarak hep yer alır. Kurgu ile gerçek arasındaki sınırın geçişkenliğinin aşıldığı bu metinlerde, yazma serüveninin anlatı düzlemi ile bütünleştirildiği üst kurmacanın olanaklarından yararlanılır.

Gece

Anlatıda zamanın sıra dizimselliğini bozmaya, yok etmeye çalışırken Bilge Karasu, bunu söylemin yapısını bozan parçalı metin şekilde oluşturur. Bir anlatıcıdan diğerine, bir sesten diğer sese, bir durumdan başka duruma geçişler ile söylemin bütünselliğini kırarak metni yeni bir söylem seviyesine taşır. Anlatıcı ve bakış açısı değişkenliği, kendi metninin kuramını arayan yazarın ve kendi kuramını bulam anlatısının bu açıdan en önemli unsurlarındandır.

Çoğulcu bakış açısı ve anlatıcı ile kurgulanan romanın birinci bölümünde Tanrısal bakış açılı üçüncü tekil şahıs anlatıcısı ile kahraman bakış açılı birinci tekil şahıs anlatıcı (ikinci bölümde N. olduğu belirtilen); olayların ve kişilerin netleştiği ikinci bölümünde ben bakış açısına sahip O. adlı ben-anlatıcı; üçüncü bölümde ben bakış açısına sahip Sevim adlı ben-anlatıcı etkindir. Dördüncü bölümde ben ve Tanrısal bakış açısı ile yazar sözü Sevim’e N.’ye ve hakim anlatıcıya bırakır.

Ayrıca tüm bölümlerinde yer alan yazma sürecine ilişkin iç konuşmalar, hatta iç tartışmalar (Otçu, 1991: 55) şeklindeki dipnotlardaki yazar/ anlatıcı bakış açısı ile kurgu görüntüde kesintiye uğratılsa da aslında metnin akışı bağlanarak kurgu şekillendirilir. “Her biri kendi bakış açılarını vermeye, çoğu yerde deneme üslubuyla düşüncelerini iletmeye, başka bir deyişle metin içinde oluşmaya, konumlanmaya” (Özata Dirlikyapan, 2015: 41) çalışan bu anlatıcılar, metin boyunca birbirinin etkinlik alanına taşar, birbiriyle örtüşür, birbirinin yerine geçer, birbirinin bireyselliğini kırıp ortadan kaldırır (Göktürk, 2010: 6). Roman, anlatıcı ve bakış açısı bakımından çok sesli bir orkestra görünümündedir.

Romanın birinci bölümünde gecenin, geceyle birlikte karanlığın gelmekte olduğunu haber veren Tanrısal anlatıcı, ardından geceyi getirmekle görevlendirilmiş olan gecenin işçileri hakkında bilgiler verir. Her şeyi bilen, gören ve aktaran anlatıcı, onların aralarındaki iş bölümünden, görevlerinden, görevlerini yerine getirebilmek için ne gibi yöntemlere başvurduklarından, ne tür aletler kullandıklarından, nasıl göründüklerinden ayrıntılı olarak bahseder.

Gecenin işçileri sokak aralarında gezer. Yuvarlak ekmeklerin, dikdörtgen ya da söbe ekmeklerin, uzun ekmeklerin hangi evlere girdiğini gözlerler. Bu işi yaparken, öyle, çok önemli bir iş görüyormuş gibi davranmazlarsa da, onlara dikkat edenler şunu da görürler arada bir: Bir tanesi gider, bir kapının herhangi bir yerine, pek de belli olmayacak biçimde bir im çizer. Gözlemi iş edinenleri şaşırtacak bir şeydir bu. Kapısı imlenen evlerin hiçbirinde dörtköşe ekmek yenmemektedir; yoksa şu ya da bu biçim ekmek yendiğini belirten bir im değildir bu. Üstelik, kapılar biraz da rasgele imlenir gibidir. Hiç değilse görünüşte. (G: 20)

Sınırsız görme ve bilme yetisi içindeki hakim anlatıcı, kişi ve mekânı tüm ayrıntısı ile gören bir bakış açısına sahiptir. Hakim anlatıcıdan sonra adı ikinci bölümde belirtilecek olan N. adlı roman kişisinin bakış açısı ile olay birimleri aktarılır. Bilinmez nesneler ve durumlar, N’yi ürkütür. Bu belirsizlik, kurguya hakim olan tedirgin edici, korku ve kaygı verici atmosfere uygundur. Kahraman bakış açısının sınırlı görme ve bilme durumu, bu bölümdeki yüzeysel anlatımın ve öznelliğin sebebidir.

Çantamı elimden bıraktığımı, başkalarının yanında açık tuttuğumu anımsayamadım; uzun uzun düşündüğüm halde. Oysa işte, içinden -umduğum, beklediğim, gerekli gördüğüm üzere- bilmediğim birtakım kâğıtlar çıktı. Katlı. Aklıkları ile yabancı… Çantadan çıkarmadan açtım katlı kâğıtları. Biraz da çekinerek kaydırdım bir tanesini. “nemaya, tiyatroya gitmeyin. 24 saat içerisinde Sevinç gelebilir. Anlamı belli gibi. Mi? (G: 33)

İkinci bölümün ben-anlatıcısı O., başında olduğu Güneş Hareketi adlı yapılanma hakkında bilgiler vermek (işleyişi, çalışma yöntemleri, merkezi), N.’ye ve Sevim’e dair yorumlarda, çıkarımlarda bulunmak suretiyle kişi, mekân ve olay örgüsü düzleminde kurgunun netleşmesine katkı sağlar. Dünya görüşü ve bakış açısı, yapılanmanın amacını, izlediği yolu, dayandığı değerler sistemini yansıtır niteliktedir:

Bir anlamda, herkes düşman. Düşmanım. Düşmanımız. Ya da, günü gelince düşman olabilir. Örneğin, kendi arkadaşlarımız, yandaşlarımız… İşkil, kuşku, yaşamımızın temeline koyduğumuz harç olmalı; yediğimiz ekmek, içtiğimiz su olmalı. Gene de bilmeliyiz ki bu dünyada bizi aldatmayacak üç beş kişi vardır. Her işkilin, her kuşkunun vurulacağı denektaşı; her eylemi, her gücü üzerinde bileyeceğimiz bileği taşı; her umudu ayakta tutacak kilit taşı birkaç kişi. Vur deyince onlar, vuracağız; öl deyince öleceğiz; yaşa deyince yaşayacağız. Bu kişiler, yalnız bizi değil, bütün dünyayı ayakta tutacak. Buna inanmak, buna güvenmek zorundayız. (G: 83)

Sevinç ve S. gibi adlarla da anılan Sevim, üçüncü bölümün ben bakış açılı anlatıcısıdır. Dokuz altbaşlıktan oluşan bölümün tamamında hitap ettiği kişi N.’dir. O.’nun eski karısı ve şimdiki ortağı olan Sevim, anlattıkları ile hem hareketin amacını ortaya koyar hem de N., O. ve kendisi arasındaki ilişkinin boyutlarını belirginleştirir. Her ikisi ile çok önceye uzanan tanışıklığı kendi bakış açısından yansıtılan Sevim, hareketin N.’ye yönelik planlarının uygulayıcısı olarak N. ile O. arasında köprü vazifesi görür.

Yıllarca önce ettiğim, onu öylesine kızdıran sözler, onun kadar sizinle de ilişkiliydi.

Haberiniz oldu mu, olmadı mı, bilmiyorum. Ama benim yaşamıma hiç girmediniz, benim farkıma bile varmadınız; onun yaşamından da -o yaşamda bir yeriniz var idiyse bile- ben araya girmeden çekilmiştiniz. Oysa gölgeniz -öyle diyeceğim, başka söz bulamıyorum- üzerimizden eksilmedi. (G: 122)

Romanda sadece ilk üçü numaralandırılan 15 adet dipnot yer alır. Kurgudaki metnin yazarına ait olan bu dipnotlardaki anlatıcılar, anlatının oluşum süreçlerinden, yöntemlerinden bilgiler aktarır:

Başımı almış gidiyorum...

önemli olan, birtakım yolların olayı da, okuyanı da bir yerlere ulaştıramayacağını, buna karşılık ancak bir iki yolun sonuna dek gidileceğini okuyana sezdirmemek... Buna çok dikkat etmeliyim. Kişileri de hem var kılmalıyım, hem de belirsizlik içinde bırakmalıyım. Öyle düşünüyorum ya, gerçekte ne demek bu?

Öznenin ara ara belirsizleşmesi... (G: 56)

Metnin aralarına yerleştirilmiş bu açıklayıcı dipnotlar, zaman zaman tıpkı anlatıcılar gibi nitelik değiştirir. Ayrıca 46. alt başlıktaki dipnotta anlatıcı bakış açısı da değişir. Bu bölüme kadar metnin dinamikleri hakkında bilgiler veren anlatıcı, Başkent Araştırma Merkezi'nden ve Güneş Hareketi'nden bahsetmeye başlar. Ağrılar, acılar karşısında duyulan tepkilerin nasıl olabileceğinin sorgulandığı 62. alt başlıktaki dipnota da dipnot düşülür: “Dipnotlar şimdi bir daha nitelik değiştirmiş oluyor” (G: 135). Dipnotlardaki bu değişkenlik, 65. alt başlıkta tekrar kurgusal yazarın aktarımları ile devam eder. 72. alt başlıkta üçüncü ve dördüncü bölümün anlatıcılarından olan Svinç/ S.’nin şimdiye kadar yazılanların N. tarafından kaleme alındığını işaret eden ve N.'ye hitaben yazdıkları ile ilgili olay örgüsüne dahil olan unsurlar anlatılır.

Bu defteri, başkalarından habersiz, doldurup bana göstermen, senin de işine gelecek bir şey. Öteki defterleri okudum zaten. Bu yazdıklarını, bitirdiğin zaman, bana bırakırsan, ben, yüzde yüz gerekmedikçe yok etmem onları. Bakarsın bir gün... Hiç değilse adın temize çıkabilir...

Birazdan uyanıp senin defterine benim bunları yazdığımı görünce ne yapacaksın, merak ediyorum. (G: 158)

Varlığından ilk olarak birinci bölümün sonundaki N. tarafından yazılan dipnot ile haberdar olunan deftere, bütün anlatıcılar ve kişiler kayıt tutmaktadır. Her bir bölüm, ayrı bir defterdir; hatta farklı bir dünya algısıdır: “Bu defter bitti. Şu anda elimde tuttuğum nedir? Olsa olsa, dünyanın bir görünümü. Bununla hiçbir şey bitmiyor” (G: 80). Birden çok sayıda defter, birden çok sayıda anlatıcı, bakış açısı, kişi, olay, mekân, zaman, hatta dünya demektir. Defterin somut varlığı değil, tinsel varlığı önemlidir ve anlatıcılar dipnotlar düşerek onun varlığına iz bırakmaya çalışırlar. Yazmanın yaşamaya dönüştüğü bu süreçte, zamanda ve mekânda öznel varoluş bu kayıt altındakilere bağlıdır. 43. alt başlıktaki dipnotun kurgusal yazarı, defterdeki kişiler ile yaşam kesitlerinin zaman ve mekân değişimlerine bağlı aşamaları işaret eder: “Yazar mı kararsız, kişi mi? Bu defterin başından bu yana “ben” diyerek konuşan, bir kişi mi, en azından iki kişi mi?” (G: 97). Birden çok defter ve birden çok yazıcı vardır: “Her akşam, yatmadan önce, küçücük bir yazıyla bir sayfasını doldurduğum bu defter, biraz dert olmuyor da değil” (G: 113). O.’nun kendisine ait olduğunu söylediği bu defter, sembolik düzlemde diğer defterlerin yazarlarına ait olması gibi onun yaşamıdır. S.’nin yazdığı dipnotta yaşam ile kurgu arasındaki bağ, defter üzerinden yansıtılır. Hem kendi defterine hem de N.’nin defterine notlar yazan S., bu yazılanların etki alanını bilmemekte, sadece tahmin etmektedir.

Her neyse... Bu kitabı bitirip bitiremeyeceğini bilmem. Bu durumda kaldıkça, sen de bilemezsin. İstesen de bitiremezsin belki. Belki bitirirsin gene de... Ne olacağına daha kimse karar vermemiş durumda. (..) Gerçi, bu defterler, kararın hemen bu gece verilmesine yol açabilir; görülür, okunursa; yani birtakım gözler bu defterleri görür, okursa... Hiç değilse bana öyle geliyor. Ama bu defterlerden kimsenin haberi olmayacak, söz veriyorum. (..) Sen de, defterlerini başka hiç kimseye göstermeyeceğine söz vermek zorundasın ama. Kendini koruman gerek. (G: 158)

‘Geceyi Örenler’ ve böceklerle ilgili yazdığı metinler ile gazetelerde yazılar kaleme aldığına işaret edilen N., anlatıda düzeltmen/ yaratman/ yazar sıfatlarını taşıyan bir aydın konumundadır. Başkişi N. gibi O. da, kendi yaşamını anlatı-içi yöntemle kayda geçirme edimini bir üst anlatı içinde (Akatlı, 1985: 52) sunar: “O beni izleyemiyor, izleyecek durumda değil; okuyordur ancak” (G: 90). Diğer anlatıcı Sevinç ise, bu iki yazarı okuyarak edebi anlamda varolmaya çalışan bir öğrenci gibidir.

Kurgu düzleminde yazma eylemini meslek edinen bu anlatıcıların değişkenliği, içerik ve biçim bağlamındaki çeşitliliğin sonucudur. Metnin yazımını üç anlatıcıya (N., O. ve Sevinç/ Sevim/ S.) devreden üst anlatıcı, ana metin, dipnotlar, bahsedilen ancak aktarılmayan metin bölümleri aracılığıyla entrik yapıya yön verir. Metnin kendisinin öncelendiği bütün unsurların işlevini kaybettiği bu yöntem, metnin katmanlaşmasına hizmet eder. Böylece Gece romanı, çok kişinin müdahale ettiği, bir çok yerine sızmaların/ sızıntıların/ eklemelerin yapıldığı, farklı bakış açılarının şekillendirdiği, çok parçalı söylemler ile kurgulanan bir bütüne dönüşür:

Artık aynalar içinde geziyor gibiyim. Kim ne hale geldi, kapı (çıkış kapısı) nerede, ben de bilemez oldum. Dipnotlarımın anlamı eridi gitti. Bir başka el katıldı yazıya. Kitabın, artık “kitabım” dediğim bir yazının her yanı delik deşik sanki. Herkes her yerinden içine sızabiliyor. Bunun sonucu ne olur, çok geçmeden anlarız. “Defter dolduran” kim, şaşırıverdim. Ya da, öyleymiş gibi göstermek için uğraşıyorum. Neden? Galiba onu da bilmiyorum. (G: 159)

73. alt başlıktaki dipnotun anlatıcısının bu ifadeleri, bulanık ve karışık görünmesine rağmen romanın bitme gerekliliğini vurgular. Parçalılığın tüm yapı unsurlarına hakim olduğu eserde düzen, süregiden müdaheleler ile hem istenilir hem de istenilmez: “Karışıklık, düzensizlik artık bölümler arasında değil, bölümceler, satırlar düzeyinde[dir]” (G: 206-207). Kurmaca içinde kurmaca ile birbirleriyle konuşan/ yazışan anlatıcıların iletişimi, klasik akışı kırar. Anlatıcıların birbirine dönüştüğü hatta karıştığı bir örgü oluşur: “Modernin temsil ilişkisinin yok edilmesi denen öznenin yerinden edilmesi, söyleyişin de, anlamın da parçalandığının temelidir. Öznenin, yazım nesnesinin öznesi olmaktan çıktığı ve yazının (dilin) nesnesi olmaya başladığı bir durum olur. Yazı bir özne, yazar bir nesne olmaktadır” (Yıldız, 2009: 70). Metnin kurgusal yazarı, bu düzensiz düzeni bilinçli olarak yapılaştırır:

Düzensiz (daha doğrusu, insan kafasınca bir düzenin dışında kalan) bir dünyaya, düzen getirmekte, bir düzen getirilmiş gibi aldatıcı bir duygu yaratmakta, yazıyı bir araç (ya da aracı) diye görmekten vazgeçmemiz gerekiyor galiba. (G: 189)

105. alt başlıkta birkaç parçaya bölünen farklı anlatıcıların hepsi aslında N.’dir: “Gerçekte Sevinç diye biri yok. Benim uydurduğum bir kişi o. (…) Sevim diye biri de yok. Yardımcısına Sevim diyen biri de, belki yok, herhalde yok” (G: 222). Bu ifadeler, Sevim, Sevinç ve O.’nun başkişi tarafından uydurulduğunun işaretidir; zira bu sözlerin sahibi olarak sadece o kalır; “anlatıcıların kayması, yer değiştirmesi, kaybolması, kurmacaya karışması, ‘ben’in parçalanmasını en görünür haliyle ortaya koyar” (Yaşat, 2013b: 26). Bu parçalanma, Gece’nin sonunda anlatıcının/ N.’nin on üç yaşında iken üç büyük damar halinde çatlayan bir aynada üçe bölünen yüzü ile sembol dilinde netleştirilir. Bölünen ayna ve bölünen benlik, yazınsal sürece anlatıcı değişkenliği ve söylemsel parçalılık ile aktarılır.

Bana doğru gelmekte olan yüzü, epey yaklaşınca, O.'nun yüzüne benzeteceğim bir ara. Vazgeçeceğim. Yaklaştıkça, O.'dan çok Sevim adlı kadının yüzü gibi görünecek bana. Erkek kılığında da olsa. Sonunda bileceğim o yüzü. Sevinç'in yüzü olduğunu bilecek, bütün bunların, kamaşan gözlerimin bana oynadığı bir oyun olduğunu anlayacağım. (..) Parçalanmış ışıkların yanı sıra O., Sevinç, Sevim, sağır bir sarışın çocuk, bir tek yüzde toplanmış, kanlar içinde, gülerek bakmakta olacaklar bana, aynalarda sanki, ya da yerde, belki de kafamda... (G: 230)

Böylece üç görüngü ve üç anlatı evreninin kesiştiği romanda “her şey, eninde sonunda, onu anlatanın, o tek usun gördüğü, düşlediği, düşündüğü” (G: 223) kompleks bir bütüne dönüşür. “Her satırım bir başka ağızdan, bir başka kalemden çıkmış gibi oldukça ben dünyanın tümü olacağım, her şey olacağım” (G: 199) diyen tek bir anlatıcıda kesişen üç anlatıcı, hem yaşam hem de kurgu açısından çeşitlilikten beslenen bir derinliği kapsayıcı niteliktedir. Çok sesli anlatıcının tek kişiye

indirgenmesi, metnin söylem ve izlek düzlemindeki çatışmaların hedefi olan anlamsal ve dilsel çerçevenin varlığını sağlamlaştırır.

Kılavuz

Bilge Karasu’nun ben/ kahraman bakış açısı ve anlatıcı ile kurgulanan tek romanı olan Kılavuz, anlatı içinde anlatılar ile katmanlaşan bir metindir. Eserde yapıya ait unsurlar başkişi Uğur’un bakış açısı ile oluşturulur. Entrik kurgu, ilk iş günü başkişinin yaşadıklarının, duygularının, düşüncelerinin geriye dönük olarak anlatımı ile başlar. Uğur’un Yılmaz Bey’in verdiği “yaşlı beye refakatçi aranıyor” (K: 8) ilanına başvurarak bulduğu yeni işi, norm karakter Mümtaz Bey'e arkadaşlık etmektir. Yazdıklarını parça parça Mümtaz Bey'e ve iş için bulunduğu Turunçlu'da arkadaş olduğu İhsan'a okutur. Bu iki gönüllü eleştirmen, romanın konusu olan Uğur'un yazma sürecine; yazdıkları üzerinde yorumlarda bulunma, kendi görüş ve önerilerini paylaşma yönünde eşlik ederler:

“İlk yazıyı iki kez mi yazdın?”

“Sen üsttekini oku. Alttaki, Mümtaz Beye verdiğim. Onunkini biraz makasladım da…” “Makasladıkların?..”

“Bilmese de olur, diye düşündüklerim vardı; seninle ilişkili, bir parçacık da Yılmaz Beyle ilişkili… Bir de, o gece anlattıkların vardı. Onları hiç bilmiyormuş gibi yazdımdı zaten yazıyı. Ama onları hiç bilmeseydim bile, yazdığım kimi şey, bileni başka yorumlara götürebilirdi. Oraları biraz törpüledim.” (K: 62)

Üst anlatı olan romanı oluşturan gönderge metinler, başkişi ve aynı zamanda anlatıcı olan Uğur’un yazdıklarından oluşur. Ben anlatıcı Turunçlu'da geçirdiği süre zarfında kâh anı, kâh günlük, kâh birtakım notlar şeklinde kaleme aldıklarını Yılmaz Bey'in isteği üzerine birleştirir. “İstediğinizi yerine getirmeğe çalıştım. (..) Bizden başkalarının okuyacağı bir öykü gibi bunları oturup yazmamı, niye istediniz, kestiremedim. Gene de yazdım” (K: 107-108). Yazma merkezli bu serüven, anlatının sonunda Yılmaz Bey'e yazılan mektupta dile getirildiği gibi birçok metnin süreç içindeki yazımı ile gerçekleşir. Eser, başkişinin tüm yazma denemelerinin son halidir:

Bu düzeyde, Uğur da, Yılmaz Bey de, Mümtaz Bey de, Karasu'nun kendisidir: Bir yazarın, 27 yaşından başlayarak, 45'ini geçesiye, geçirmesi gereken aşamaların; katetmesi gereken bakış açısı değişikliklerinin, üslup arayışlarının; yaşadıklarından yazdıklarına ve yazılarından yaşamına aktardıklarının, öyküsü- yaşananlar ile yazılanlar, yazılanlar ile yaşananlar arasında, bir farkın kalmadığı bir düzey... (Aruoba, 1991: 131)

Tüm olay birimleri sonrası Yılmaz Bey'in isteğiyle başkişi tarafından kaleme alınan ve üst anlatıyı oluşturan öykü, bu üçüncü ve sonuncu öyküdür. Böylelikle Uğur, “kendi tarihiyle birlikte anlatının kendisini de yazmayı yükümlenerek, ayrıksı bir özellik kazan[ır]” (Gümüş, 1991: 42) ve Kılavuz başkişinin, “bizden başkalarının okuyacağı bir öykü” (K: 108) işlevi ile var olur. Uğur, İhsan'ın evinde konuşulanlara dair anlatıda yer almayan üç not tuttuğundan ve bunların yerinin değiştiğinden bahseder. Ben anlatıcının bilgisi dahilinde olan bu duruma benzer olarak başkişi,

Mümtaz Bey’le ilk iş gününe dair bir yazıyı gözden geçirirken başka birinin yazdığı bir şeymiş gibi okumak isteği içinde olduğunu dile getirir:

Küçük ev notlarına bakmaktan gene vazgeçtim, “ilk gün” yazısını gözden geçirmek istedim. (..) Kendi yazdığım bir şey gibi değil, bir başkasının yazdığı bir şeymiş de, örneğin Mümtaz Bey gibi birinin yazdığı bir şeymiş de, ben de okuyormuşum gibi olmak istedim. (K: 54)

Bu veriler, metinde çoğu kez yer almaz ve var oldukları bilgisine sadece ben anlatıcı sahiptir. Eski notları okurken Uğur, unuttuğu şeylerin eseri için önemini farkeder. “Yazmasaydım unutup gidecektim belki, çoğunu... Oysa şimdi geviş getirip duruyorum. (..) Böyle durmadan yazmak da saçma” (K: 56-57). Yazınsal gelişim yolunda deneyim yaşayan başkişi, tüm aşamalarını kendi bakış açısı ile aktardığı çerçeve bir metne de dahil olur. Ana metnin merkezindeki Uğur’a/ bakişiye ait anlatı, başta Mümtaz Bey ve İhsan olmak üzere dışsal etkilerle ilerler. Uğur, Mümtaz Bey’in yönlendirmesi ile kendisine anlatılanları ve diyalogları dolaysız olarak nakleder: İhsan tarafından sonradan anlatılan Yılmaz Bey'in ilk gece eve geliş hikâyesi ve Mümtaz Bey'in önceki sene Turunçlu'da bulunduğu dört gün zarfında turistlerle olan ilişkisi. Bu olay birimleri ve bunların

Belgede Bilge Karasu - insan ve eser (sayfa 61-110)