• Sonuç bulunamadı

IV – KENDISINDEN HAKSIZ VEYA YERSIZ VERGI TAHSIL EDILEN MÜKELLEFE YALNIZCA KANUNDA ORANI BELIRLENEN

FAIZIN ÖDENMESI, MÜKELLEFIN GERÇEK ZARARINI KARŞILAYABILIR MI?

Hukuk devletlerinde asıl olan, idarenin eylem ve işlemleriyle idare edi-lenlere verilen zararların gerçek miktarlarıyla tazmin edilmesidir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, Anayasamızın 125’inci maddesinin son fıkrasında söylenen de bundan farklı değildir.

Anayasal durum ve hukuk bunu emretmesine karşın, kanunla öngörü-len tecil faizinin, mükelleften fazla veya yersiz tahsilat yapılmasının onun ticari ve mesleki yaşamında yol açtığı zararın gerçek miktarını karşılaması, çoğu zaman, olanaklı olmayabilir. Örneğin; hukuka aykırı olarak salınan bir vergiyi ve buna bağlı olarak kesilen vergi cezasını ödemek durumunda kaldığı için mali sıkıntıya düşen mükellefin, ticari veya mesleki yaşamında uğrayacağı itibar kaybının yol açacağı maddi ve manevi zararın tecil fai-ziyle telafi edilmesinin olanaklı olduğundan söz edilebilir mi?

Böyle bir zarar söz konusu olduğunda (ki az olasılık değildir), mükel-lefin maddi ve manevi zararının, diğer idarelerin eylem ve işlemlerinin diğer idare edilenlerde oluşturduğu maddi ve manevi zararların tazmini nasıl mümkün oluyorsa, öyle giderilmesi gerekir. Diğer idarelerin eylem ve işlemlerinin neden olduğu zararlar, uyuşmazlık halinde, idari yargıç ta-rafından idarenin sorumluluğuna ilişkin kurallar (kusurlu ve kusursuz so-rumluluğa ilişkin kurallar) uygulanarak verilen kararlarla giderilmektedir.

Vergi idaresinin işlemleriyle mükelleflere vermiş olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesinde uygulanması gereken yöntemin, bundan farklı olmasını gerektiren bir neden bulunmamaktadır.

Benim, baştan beri söylediğim de budur. Vergi idaresinin, gerek kuruluş

ve görevleri, gerek bu görevlerin yerine getirilmesi için kendisine tanının yetkiler ve gerekse, bu yetkileri (kamu gücünü) kullanarak, tek yanlı irade açıklamasıyla, yapmış olduğu işlemler bakımından, diğer kamu idarelerin-den farkı yoktur. Tüm diğer kamu idareleri gibi, işlemlerini hukuk kural-larına uygun yapmak zorundadır. Hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmazı olan, hukuka bağlı idare anlayışı bunu gerektirir. Vergilendirme işlemlerin-deki hukuka aykırılıklar, vergi idaresinin hizmette kusurlu olduğunu göste-rir. Özellikle de, aksi yöndeki yargı kararlarına karşın, benzer durumlarda, aynı hukuka aykırılıkları yapmayı sürdürmesi, vergi idaresinin anılan ku-surunun derecesini ağırlaştırır.

Bu bakımdan; vergi idaresinin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu ver-gilendirme işlemlerinin mükelleflere vermiş olduğu maddi ve manevi za-rarların gerçek miktarları ile tazmini, hizmet kusuru esasına dayalı olarak olanaklıdır. Hukuk devletlerinde olması gereken, idarenin neden olduğu bu tür zararları, dava yoluna gerek olmaksızın, kendiliğinden tazmin etme-sidir. Dava yolu, kural değil, istisna olmalıdır. Bunun için, özel bir yasa hükmüne de gerek yoktur.

Ben, idarenin işlem ve eylemleriyle idare edilenlere vermiş olduğu zararların tazminat yoluyla giderilmesi için var olan doğal yol yerine; bu zararların kanunla faiz belirlenerek giderilmesine çalışılmasını doğru bul-muyorum. Zira; idare edilenlerin bu tür zararları için kanunla faiz oranı belirlenmesi, yalnızca, yukarıda değindiğimiz üzere, Devletin memurla-rını, kendiliklerinden ödeyecekleri tazminatlar dolayısıyla, ileride soruya muhatap olmaktan kurtarmak ve yasanın öngördüğü faiz miktarını zara-rının giderilmesi için yeterli gören bireyler bakımından da, dava yoluna gerek olmaksızın, tazminat elde etme olanağı sağlamak gibi yararları sağ-layabilir; ancak, çoğu zaman, mükellefin gerçek zararının karşılığı olamaz.

Aksine; hukuka aykırı vergilendirmelerin neden olduğu maddi ve manevi zararların, yasada öngörülenden fazlasının tazmin edilemeyeceği yolunda, yanlış bir anlayışın yerleşmesine de yol açabilir.

Tazminat konusunda uyuşmazlık çıktığında da, dava yoluyla kendisine başvurulan idari yargıcın anlayışının, olması gereken bu durumun gerçek-leşmesinde, önemi vardır. İdari Yargı, güçlü idare karşısında zayıf durumda olan idare edilenlerin (bireylerin) hak ve çıkarlarını etkili bir biçimde ko-rumak ihtiyacından doğmuştur. Ben, varlığını bu nedene borçlu olan idari yargıcın, vergi idaresinin hukuka aykırı işlemleriyle mükelleflere vermiş

olduğu bu tür zararları, “yasada öngörülmemiştir” ya da “yasada bu kadar öngörülmüştür” gibi, idarenin kamu hukuku alanındaki sorumluluğuna ilişkin ilke ve kurallarla bağdaşması mümkün olmayan gerekçelerin arka-sına sığınmaksızın, gerçek miktarlarıyla tazminine hükmetmesinin gerek-tiğini düşünüyorum.

Ben, ayrıca, vergi idaresinin, hukuka aykırı olarak yaptığı tahsilatlar dolayısıyla, gerçek miktarlarda tazminat ödemeye mahkum edilmesinin, ona zarar vermekten çok yarar sağlayacağına; onu, kendisine çeki düzen vererek, hukuk dışına çıkmama ve daha az hata yapma konusunda gerekli önlemi almaya yönelteceğine de inanıyorum. İdarenin, hukuka aykırı ey-lem ve işey-lemleriyle, idare edilenlere vermiş olduğu maddi ve manevi zarar-ların, kusurlu kamu görevlisine rücu kaydıyla da olsa, tazminine mahkum edilme tehdidi altında bulunmasının, modern hukuk devletlerinde, idarenin faaliyetlerinin hukuk çerçevesinde kalmasını sağlayan en önemli etkenler-den birisi olduğu unutulmamalıdır.

V – SONUÇ:

Bu yazımla, yargıçlık görevim sırasında, uzun yıllar, bir hukuk devle-tinde olması gereken yönünden mücadelesini vermiş olduğum bir konuda;

yani, hukuka aykırı olarak yapılan vergilendirme işlemlerine dayanılarak tahsil edilen verginin yargı kararı uyarınca geri verilmesi sırasında, bu tah-silat dolayısıyla zarara uğrayan mükellefin bu zararının karşılanması ama-cıyla, Devletin de mükellefe, faiz adı altında tazminat ödemesinin gerekip gerekmeyeceği konusunda yeni bir tartışma başlatmayı amaçladım.

Amacımı, yazının başında açıklamış olsaydım; okuyucunun, “Bu so-run, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra yürürlüğe giren 6322 sayılı Kanunla çözümlenmedi mi?” sorusuyla karşılaşmam kaçınılmaz olurdu. Yazı okunduktan sonra, öyle sanıyorum ki, yine soru yöneltilecek;

ama, bu kez, sorunun mahiyeti değişecektir: “Gerçekten, 6322 sayılı Ka-nun, sorunu tam olarak çözümlemiş oldu mu?”. İşte, benim de bu yazıyı yazmaktaki amacım, tam olarak, bu sorunun yanıtı hakkında (kimi ipuçları da vererek) okuyucunun düşünmesini sağlamaktır.

KAYNAKÇA

Danıştay 3.Dairesi (14.12.1993) E: 1992/1866, K: 1993/3667 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 3. Dairesi Danıştay 9.Dairesi (23.5.1996) E:

1996/519, K: 1996/1886 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 9. Dairesi Danıştay 4. Dairesi (31.3.2004). E: 2003/1101, K: 2004/630 sayılı ka-rarı. Ankara: Danıştay 4. Dairesi.

Danıştay 7. Dairesi (24.2.2005). E:2001/1208, K:2005/239 sayılı ka-rarı. Ankara: Danıştay 7. Dairesi Danıştay 7. Dairesi (Danıştay 9. Dairesi ile müşterek Kurul) ( 6.5.2005) E:2003/1913, K:2005/968 sayılı kararı

Danıştay 7.Dairesi (26.10.2005) E:2002/105, K:2005/2575 sayılı ka-rarı. Ankara: Danıştay 7.Dairesi

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (11.6.1999) E: 1998/388, K: 1999/348 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava daireleri Genel Kurulu

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (14.5.1999) E: 1998/303, K: 1999/283 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu

DÖVİZ CİNSİNDEN DÜZENLENEN KİRA KONTRATLARINDA