• Sonuç bulunamadı

Fıkranın yeni düzenlemesinde, geri verilmesi gereken verginin kapsa-mı, fazla veya yersiz tahsilatın hangi anlama geldiği ve bu tür tahsilatın mükelleften kaynaklanmış olması halleri açıklanmaya muhtaçtır.

A – Verginin Tanımı:

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 1’inci maddesinde, bu Kanun hüküm-lerinin, ikinci maddede yazılı olanlar dışında, genel bütçeye giren vergi, resim ve harçlar ile il özel idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim ve harçlar hakkında uygulanacağını söylenmiştir. Buna göre, anılan bütçe ve idarelere ait vergi, resim ve harçlar Vergi Usul Kanununun uygulama alanı içerisinde bulunmaktadır. Ancak; Vergi Usul Kanununun uygulama alanı içerisinde olması, bu Kanunun her hükmünün, bunların tamamı hakkında uygulanacağı anlamına gelmeyebilir. Örneğin; vergiler için uygulanacak bir hüküm, resim ya da harçlar için uygulanmayabilir. Ya da, yalnızca re-simler veya yalnızca harçlar için uygulanması gereken bir hüküm, anılan kanunda yer almış bulunabilir. Dolayısıyla; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasının yeni düzenlemesinde geçen, “vergi” tabiri-nin, bu Kanunun 1’inci maddesinde kanunun uygulama alanına girdiği ya-zılı bulunan resim ve harçları da kapsadığını söyleyebilmek için, bu madde hükmüne bakmak yeterli değildir.

Kanunun 3’üncü maddesinin (A) fıkrasında da, “vergi kanunu” tabiri-nin neyi ifade edeceği söylenmiş; ancak, “vergi” tabiritabiri-nin ne anlama gel-diği açıklanmamıştır. Bununla birlikte; fıkrada, “vergi kanunu” tabiri ile işbu kanun ile bu kanun hükümlerine tabi vergi, resim ve harç kanunlarının ifade olunduğu yolunda yapılan açıklamaya bakarak, “Madem ki, resim ve harçları düzenleyen kanunlar da vergi kanunu olarak nitelendirilmek-tedir; o halde, Vergi Usul Kanununun uygulamasında, bunların da vergi olarak nitelendirilmesi gerekir” demek mümkündür. Esasen; Anayasanın 73’üncü maddesinin, düzenlemesinde, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerden bahsetmesine ve bunların konulmasının, değiştirilmesinin ve kaldırılmasının kanunla olacağının söylenmesine karşın, başlığının yalnız-ca “Vergi ödevi” olması da, vergi tabirinden vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin anlaşılması gerektiğini göstermektedir.

Böyle kabul edilse bile, sorun tam olarak çözülmüş olmamaktadır. Zira;

gecikme faizi ve gecikme zammı gibi verginin fer’ileri ile vergi cezalarının da vergi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyecekleri belirsiz kalmaktadır.

Gerek gecikme faizinin, gerekse gecikme zammının, devlete ait paranın başkası tarafından kullanılmasının karşılığı olması; yani, bir karşılığının bulunması sebebiyle vergi benzeri mali yüküm olarak nitelendirilmesi de mümkün değildir. Bununla birlikte; gecikme faizinin, verginin fer’i olması

sebebiyle, vergi tabiri içerisinde yer aldığını söyleyenler olabilir. Ancak, farklı bir kanuna (6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna) tabi bulunan gecikme zammının ve vergi niteliği ile bağdaşması olanaklı bulunmayan vergi cezalarının bu tabir içerisinde mütalaa edilmesi zor görünmektedir. Vergi cezalarının salt Vergi Usul Kanununa tabi olma-sı da, bu Kanunun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkraolma-sının onlar hakkında uygulanmasını gerektirmez. Kanun koyucu da, böyle düşünüyor olmalı ki;

örneğin, anılan Kanunun 375’inci maddesinde, “Vergi cezalarında yapılan hatalar, bu kanunda vergi hataları için belli edilen usul ve şartlara göre düzeltilir.” deme gereğini duymuş.

Ancak; fazla veya yersiz alınan ve bu nedenle yargı kararına istinaden geri verilen gecikme zammı ve vergi cezalarına faiz uygulanmaması da, fıkranın düzenleniş amacına ve faizin Anayasa Mahkemesi kararlarında açıklanan niteliği ile 4’üncü fıkranın eski düzenlemesinin iptaline ilişkin kararın gerekçesine uygun düşmez. Dahası; vergi için böyle özel düzenle-me öngörülmüş olması, “Fazla veya yersiz tahsil edilen diğer kamu ala-cakları dolayısıyla ödemeyi yapanlar aleyhine bir durum yaratılmış olmu-yor mu?” sorusunu gündeme getirir.

Kuşkusuz; Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile İnsan Hakları Avru-pa Mahkemesinin Eko-Elda Avee/Yunanistan kararında sözü edilen mül-kiyet hakkı ihlali ve haksızlık, fazla veya yersiz tahsil edilen gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası, Kabahatler Kanunu veya kabahat öngören diğer kanunlar uyarınca kesilen idari para cezası ve tüm diğer kamu ala-cakları için de söz konusudur. Tüm bu tahsilatlardan yalnızca vergilerin geri verilmesinde faiz öngörülmesi, Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Söz-leşmesinin eki 1 nolu Protokol ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı-nın korunmasında eksik kalmaktadır. Gerek mülkiyet hakkıhakkı-nın korunması, gerekse, idarenin işlem ve eylemlerinin neden olduğu zararların tazminine ilişkin anayasal kural bağlamında, vergi adı altında fazla veya yersiz tahsil edilen alacakların, başka adlar altında fazla ve yersiz tahsil edilen diğer alacaklara nazaran daha fazla korunmaya değer kabul edilmesini haklı gös-terecek bir gerekçenin bulunabileceğini sanmıyoruz.

Bize göre; Anayasanın 125’inci maddesi uyarınca ve idarenin sorumlu-luğu ilkelerine göre çözümlenmesi olanaklı bir sorunun yasa ile çözümlen-mesine çalışılmasından kaynaklanan böyle bir durumun; özellikle de, fazla veya yersiz tahzil edilen gecikme faizi, gecikme zammı ve vergi cezaları

hakkında da 4’üncü fıkra hükmünün uygulanıp uygulanamayacağı konu-sunun, ileride, uygulamada tartışmalara neden olması kaçınılmaz görün-mektedir.

B – Fazla Tahsilat Kavramı:

Arapça kökenli olan “fazla” sözcüğüne, Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde; “1 – Gereğinden, alışılmışından çok, aşırı olan, zi-yade; 2 – Daha çok, aşkın; 3 – Artmış olan; 4 – Gereksiz, yersiz biçimde”

anlamları verilmiştir.

Bu anlamlardan ilki ve sonuncusu, “fazla tahsilat” ibaresindeki

“fazla”yı açıklamaya daha elverişlidir. Bu bağlamda, “fazla tahsilat kav-ramı”, vergi yasalarına göre alınması gereken bir vergi miktarından ziya-desinin tahsil edilmesini; tahsilatın, bu miktar aşılarak yapılmasını ifade etmektedir. Gerçekte ortada tahsil edilmesi gereken bir vergi miktarı var-dır; ancak, tahsilat bu miktar aşılarak yapılmıştır. Örneğin; özel yasasına göre 100 TL olarak tahakkuk ettirilmesi gereken verginin, 150 TL olarak tahakkuk ettirilmesi veya 100 TL olarak tahakkuk ettirilmesine karşın 150 TL olarak tahsil edilmesi durumunda, böyle bir tahsilattan söz edilir.

Alınması gereken bu miktar aşılarak tahsil edilen vergi kısmının, ger-çekte, yasal dayanağı yok demektir. Yasal dayanağı olmadan yapılan ver-gi tahsilatı ise, “fazla” sözcüğünün sonuncu anlamı bakımından, aşağıda sözü edilen yersiz vergi tahsilatı anlamına da gelir.

C – Yersiz Tahsilat Kavramı:

Aynı Sözlükte, “yersiz” sözcüğünün;”1 – Barınacak yeri olmayan, 2 – Yerinde olmayan, uygunsuz, anlamsız, manasız.” Anlamlarına geldiği belirtilmiştir.

Tahsilatın yersiz olmasının, sözcüğün sözlük anlamlarından hareketle, verginin hukuki (yasal) dayanağı olmadan alınması olduğunu söyleyebili-riz. Bu tür bir yersizlik, alınan verginin tamamı için söz konusu olabileceği gibi, yalnızca bir kısmı için de olabilir. Kısmen yapılan yersiz tahsilat, aynı zamanda, bir önceki başlık altında açıklandığı üzere, fazla tahsilat anlamı-na da gelir.

Mükellef olmayandan vergi alınması; istisna kapsamında olan gelir, servet, evrak vs’nin vergilendirilmesi; gelir unsuruna girmeyen bir kazan-cın, matraha dahil edilmesi; gider unsuru olan bir harcamanın, gider olarak

kabul edilmemesi; zamanaşımı süresi geçtikten sonra verginin tarh, tahak-kuk ve tahsili, yersiz tahsilata örnek olarak verilebilir.

Ç – Fazla Veya Yersiz Tahsilatın Mükelleften Kaynaklanması:

Fıkra; fazla veya yersiz olarak tahsil edilen vergilerin geri verilmesi sırasında faiz hesaplamasını, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kay-naklanıp kaynaklanmamasına göre farklılaştırmaktadır. Bu tür tahsilatın mükelleften kaynaklanması halinde, düzeltmeye dair müracaat tarihi ile düzeltme fişinin tebliğ tarihi arasındaki zaman dilimi için faiz hesaplan-masını öngörürken; diğer hallerde, faiz hesaplahesaplan-masının son tarihini, yine düzeltme fişinin tebliğ tarihi olarak almakla birlikte; hesaplamayı, geriye, verginin tahsil tarihine götürmektedir. Yani; fazla veya yersiz tahsilatın ya-pıldığı tarih ile düzeltme fişinin tebliğ olunduğu tarih arasındaki zaman dilimi için, mükellefe faiz vermektedir. Fıkranın diğer haller diye ifade et-tiği bu haller, gerçekte, vergi idaresinden kaynaklanan nedenlerle verginin fazla veya yersiz tahsil edildiği hallerdir.

Yasa koyucu’nun, fazla veya yersiz tahsil edilen vergiler için faiz öden-mesinde yapmış olduğu bu ayırım, onun faizin hukuki niteliğini, tazmi-nat olarak kabulünün sonucudur. Fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması, gerçekte, söz konusu tahsilata mükellefin kusurunun sebep olması anlamına gelmektedir. Kanun koyucu, mükellefin kendi kusuruna dayanarak, faiz talep edemeyeceği düşüncesinde olduğu için, mükellefin kusurlu olduğunu düşündüğü dönem için faiz ödenmesini öngörmemiştir.

Bu anlayış, faizin tazminat niteliğine uygun görünmektedir. Ancak; faizin karşılığıyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan açıklamalarla uyuştuğu söylenemez.

Kanun koyucu’nun faizin hukuki niteliği konusundaki bu kabulü ile Anayasa Mahkemesinin kararlarında faizin neyin karşılığı olduğu konu-sunda yapılan açıklamalar arasında var olan farklılığa aşağıda ayrıca deği-neceğiz. Ama; önce, fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanabi-leceği hallere bir bakmak gerekir.

1 – Fazla Veya Yersiz Tahsilat, Hangi Hallerde Mükelleften Kaynaklanmış Olabilir?

Fazla veya yersiz tahsilatın mükelleften kaynaklanması demek, vergiy-le ilgili ödevvergiy-lerin yerine getirilmesi sırasında, mükelvergiy-lefçe yapılan ve

ku-surlu sayılabilen bir davranışın bu fazla veya yersiz tahsilata sebep olması demektir. Bu tür bir tahsilatın hangi hallerde olabileceğini bakalım:

a – Ihtirazi Kayıt Koymaksızın Beyan.

Beyana dayalı vergilerde, fazla veya yersiz tahsilatın nedeni, ihritazi kayıt koyulmaksızın verilen beyannamede;

- Vergi matrahının hatalı göstermesi,

- Vergi matrahının doğru gösterilmesine karşın yanlış vergi oranının uygulanması,

- Vergi matrahının ve oranının doğru olmasına karşın hesaplamanın hatalı yapılması,

- Vergi miktarı doğru hesaplanmasına karşın, verginin tahsilatı sırasın-da hata yapılması,

olabilir.

Bu hallerin ilkinde, hatanın mükelleften kaynaklandığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Zira; verginin matrahını, kendi defter kayıtlarına dayanarak hesapmaka durumunda olan mükelleftir. Bu hesaplama sırasanda verginin fazla veya yersiz alınmasına neden olabilecek her hata, onun hatasıdır.

Ancak; ilk hal dışındaki nedenlerle verginin fazla veya yersiz hesaplan-masının nedeninin mükellef olarak gösterilmesi, mümkün değildir. Zira;

verginin miktar olarak tespiti, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 20’nci maddesine göre, verginin kanunlarda gösterilen matrah ve oranları üzerin-den yapacağı hesaplamayla, vergi idaresine ait bir yetki ve görevdir. Bu yetki ve görevin, beyannamelerde açılan hanelerle mükellefe yük olarak getirilmesi, kanunlarla vergi idaresine verilen görevin, yine bu kanunlara aykırı olarak, mükelleflere yaptırılması niteliğindedir. Dolayısıyla; beyan-namelerde, verginin oranının hatalı gösterilmesinin ve bu hatalı orana göre fazla vergi hesaplanmasının ya da doğru matraha doğru oran uygulanması-na karşın hesaplamanın hatalı yapılmasının kusuru vergi mükellefine yük-lenemez. Elektronik ortamda verilen beyannamelerde, programlama hatası olarak, yanlış oran uygulanmak veya yanlış hesaplama yapmak suretiyle verginin miktar olarak fazla hesaplanması da, vergi idaresinin kusurundan kaynaklanan bir durumdur.

Aynı şekilde; doğru yapılan vergi tahakkukuna karşın, verginin tahsilat sırasında fazla alınması da, yine vergi idaresine ait bir kusurdur. Zira; pa-ranın tahsilat sırasında doğru sayılıp alınması konusunda gerekli dikkat ve

özenin gösterilmesi görevi, vergi idaresinin kasaya koymuş olduğu görev-liye veya tahsilatla yetkili kıldığı kurumun görevlisine aittir.

b – Ihtirazi Kayıt Koyarak Beyan.

Bir çok halde, mükellefler, verginin konusunu oluşturduğundan emin olmadıkları, gelir veya servetlerini, ileride ceza ve faiz yüküne muhatap olmamak için, ihtirazi kayıt koyarak; yani, dava hakkını mahfuz tutarak beyan etmeyi tercih etmektedirler. Bu şekilde verilen beyannameler dola-yısıyla da, vergi idarelerinin genel eğilimi, bu ihtirazi kayıtların kabul edil-memesi ve beyannamelerde gösterilen gelir veya servet unsurları üzerinden tahakkuk yapılması yolunda olmaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27’nci maddesinin 4’üncü fıkrasına göre de, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine tarh edilen vergilere karşı vergi mahkemesinde dava açılması, tahsilatı kendili-ğinden durdurmamaktadır.

Beyannamelerini ihtirazi kayıtla veren mükellefler, yapılan tahakkuk-lara karşı dava açarak yürütmenin durdurulmasını istemekle birlikte; bu isteklerinin karara bağlanmasını beklemeden, gecikme zammı ödememek için, tahakkuk eden vergiyi vadesinde ödemeyi tercih etmektedirler.

Öyle sanıyorum ki, uygulamada, en çok sorun yaratacak olan da, ihti-razi kayıtla verilen beyannameler üzerine tahakkuk ettirilen ve vadesinde ödenen vergilerin yargı kararı uyarınca geri verilmesi durumunda mükel-lefe verilmek üzere faiz hesaplanmasının nasıl yapılacağı olacaktır. Yine;

öyle sanıyorum ki, vergi idaresi, ihtirazi kayıtla beyanname verilmesini ve tahakkuk ettirilen vergiye karşı idari dava açılmasına karşın, mahkemenin vereceği yürütmenin durdurulması kararı beklenilmeksizin, tahakkuk et-tirilen verginin vadesinde ödenmesini, mükelleften kaynaklanan bir fazla veya yersiz tahsilat olarak nitelendirme yoluna gidecektir.

Oysa; mükellefin ihtirazi kaydını incelemek, haklı nedene dayanıyorsa, tahakkuk yapmamak vergi idaresinin görev ve yetkisinde olan bir husustur.

Yapılan tahakkukun açılan dava sonunda vergi mahkemesince iptal edil-mesi, vergi idaresinin mükellefin ihtirazi kaydını kabul etmemekle hukuka aykırı davrandığını gösterir. Vergi idaresinin hukuka aykırı davranışı ise, onun hizmet kusurundan başka birşey değildir.

Aynı şekilde; verginin vadesinde ödenmiş olmasından dolayı, ödeyene kusur izafe edilemez. Zira; kamu giderlerinin karşılığı olması nedeniyle,

verginin vadesinde ödenmesi asıldır. Bu nedenle; ihtirazi kayıtla da olsa beyanname veren mükellefin, tahakkuk eden vergisini vadesinde ödemesi, ihtirazi kayıt kabul edilmeyerek, hukuka aykırı olarak tahakkuk ettirilen fazla veya yersiz vergisinin tahsilatının mükelleften kaynaklandığını gös-termez.

c – Dava Açmasına Karşın Verginin Mükellef Tarafından Ödenmesi.

Kimi hallerde, mükellefler, hukuka aykırı olarak nitelendirdikleri vergi tarhlarına karşı vergi mahkemesinde dava açmalarına ve 2577 sayılı Kanu-nun 27’nci maddesinin dava açılmakla yukarıda sözü edilen 4’üncü fıkrası uyarınca tahsilatın kendiliğinden durmasına karşın; ileride ödemek duru-munda kalabilecekleri gecikme faizine muhatap olmamak için, vergiyi va-desinde ödemeyi tercih etmektedirler.

Bu halde de, vergi dairelerinin, fazla veya yersiz tahsilatın mükellef-ten kaynaklandığını ileri sürmeleri olasıdır. Ancak; verginin vadesinde ödenmesi halinde, ödeyene kusur izafe edilmesinin mümkün olmadığı yo-lundaki bir önceki başlık altında yapmış olduğumuz açıklama, burada da geçerlidir.

ç – Ikmalen, Re’sen Veya Idarece Yapılan Tarhiyatlar Sonucu Verginin Fazla Veya Yersiz Tahsil Edilmesi.

İkmalen, re’sen ve idarece tarh nedenlerinin bulunması halinde, kuşku-suz, tarhiyatın vergi idaresinden kaynaklandığı söylenemez. Bu hallerde, ikmalen, re’sen veya idarece tarhiyata sebep olan mükellefin kanuna uygun olmayan bir davranışıdır.

Tarh sebebi bulunmasına karşın, yapılan tarhiyatta bir hukuka aykırılık yapılmış ve bunun sonucu olarak vergi fazla veya yersiz tahsil edilmiş de olabilir. Böyle durumlarda da, ikmalen, re’sen veya idarece tarhın sebebi-nin, mükellefin kusurlu davranışından kaynaklanmış olmasına karşın, fazla veya yersiz tahsilatın sebebinin mükellef olduğu söylenemez. Fazla veya yersiz tahsilatın sebebi, vergi idaresinin yapmış olduğu hukuka aykırı mat-rah takdiri ve/veya vergi hesaplamasıdır,

2 – Fazla Veya Yersiz Tahsilatın Mükelleften Kaynaklanmış Olması, Faizin Ödenmesine Esas Tarihin Farklılaştırılmasını Haklı Kılar Mı?

Faizi, kendisinden para tahsil edilen kişinin, bu parayı kullanmaktan

ve nemasından mahrum kalmasının karşılığı olarak tanımlayacak olursak, tahsilatın mükellefin kusurundan kaynaklanması; yani, fazla veya yersiz tahsilatta vergi dairesinin kusurunun bulunmaması durumunda, vergi da-iresinin tazminat sorumluluğunun olmadığından, tartışmalı da olsa, söz edilebilir. Ancak; faizi, başkasına ait parayı kullananın bu paradan sağla-dığı nemayı, paranın gerçek sahibine vermesi olarak tanımlayacak olursa;

o takdirde, vergi dairesinin, kusursuz da olsa, fazla veya yersiz tahsil ettiği parayı kullanarak elde etmiş olduğu yararı, paranın gerçek sahibi olan mü-kellefe vermesi için, kusurunun olması gerekmeyebilir.

Anayasa Mahkemesinin kararlarına baktığımızda, faizin iki türlü de tanımlandığını görmekteyiz5. Bir kararında, faizi, paranın asıl sahibinin, kendisinden haksız ve hukuksuz olarak tahsil edilen paranın nemasından yararlanamamasının karşılığı olarak tanımlarken (yukarıda verilen iptal kararında, söylenen de budur); başka bir kararında da, başkasına ait parayı kullanarak yarar sağlayan kişinin bu yararı paranın gerçek sahibine verme-si olarak tanımlamaktadır.

Anayasa Mahkemesinin kararlarında yapılan bu iki faiz tanımını, olaya uygulayacak olursak, şöyle bir sonuca varmak mümkün görünmektedir:

Eğer, vergi dairesi (Devlet) mükellefin kusurundan kaynaklanan nedenler-le fazla veya yersiz tahsil etmiş olduğu parayı, kullanarak bir yarar sağla-mışsa; mükellefin kusurunu ileri sürerek, bu yararı paranın gerçek sahibi olan mükellefe vermemezlik edemez. Burada sorun olan, Devletin bu tah-silattan nasıl ve ne kadar yarar sağladığının saptanmasındadır. Ancak; bu sorun da, Devletin iç borçlanmasının yoğun olduğu dönemde, fazla veya yersiz tahsilat kadar az borçlanma yaptığı ve, böylece, iç borçlanma faizine eş değer bir yarar sağladığı kabul edilerek çözümlenebilir.

Kişiler arasındaki iradi borçlanmalarda, başkasına ait paranın kullanıla-rak yarar elde edilmesi, borç verenin kusurundan kaynaklanmadığı halde, geri verme tarihinde, tarafların aralarında belirledikleri oran kadar bir fai-zin ana paraya eklenmesi de, aynı esasa dayanmaktadır. Zira; iradi olarak borç alan kişi; bundan bir yarar sağlamaktadır. Buna karşılık; iradi olarak borç veren kişi ise, en az borç alanın sağladığı yarar kadar yarardan yoksun kalmaktadır. Daha da fazlası; borç veren kişi, paranın borç alanda kaldığı sürenin sonunda, enflasyon oranı kadar da parasının değer kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır. Yani; borç verme işlemiyle, bir taraf yarar sağlarken,

5 Bkz. Giriş bölümündeki AYM kararları.

diğer taraf da zarara uğramaktadır. Aralarında oranını belirledikleri faizle borç alan ve verenin yaptığı, bu yararla zarar arasında dengenin kurulma-sından ibarettir. Bu yarar ve zarar dengesinin kurulması, aynı zamanda, borç verenin mülkiyet hakkında borç verme işlemiyle oluşan olumsuzlu-ğun giderilmesi anlamına da gelmektedir.

Bizce; fazla veya yersiz tahsilatın mükellefin kusurundan kaynaklan-ması halinde; hukuka uygun düşen, Devletin, yalnızca, enflasyon nedeniy-le doğan değer azalmasından sorumlu tutulmamasıdır. Yoksa; mükelnedeniy-lefin kusuru sonucu da olsa fazla veya yersiz tahsilat yapan ve bunu da kullanan Devletin, bundan sağladığı yararı, paranın asıl sahibi olan mükellefe ver-memesini, mükellefin kusuru haklı kılamaz.

3 – Tecil Faizi Adaletli mi?

Mükellefe ödenecek faiz miktarı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tah-sil Usulü Hakkında Kanununun 51’inci maddesinde öngörülen gecikme zammı oranında değil, faiz hesaplanması gereken dönem için aynı Kanu-nun 48’inci maddesi uyarınca belirlenen tecil faizi oranındadır. Bu durum;

diğer bir sınırlılık halini oluşturmaktadır. Oysa; Kanun koyucu’nun, ik-malen, re’sen ve idareci tarh edilen vergiler için, Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında öngörmüş olduğu gecikme faizi, verginin normal vade tarihinden, duruma göre, son yapılan tarhiyatın ta-hakkuk tarihine, vergi mahkemesi kararının tebliğ tarihine veya uzlaşma tutanağının imzalandığı tarihe kadar hesaplanmaktadır. İkincisi; gecikme faizinin oranı, 6183 sayılı Kanunun 51’inci maddesinde öngörülen gecik-me zammının oranına eşittir. Bu oran ise, her zaman, tecil faizinin oranın-dan fazladır.

Ayrıca, vergi, zamanında tahakkuk ettirilmezse, gecikme faizi; tahak-kuk ettirilmesine karşın vadesinde ödenmezse de, gecikme zammı uygu-landığından; Devlet, zamanında tahsil edemediği vergi için, her durumda, adı, ister gecikme faizi, ister gecikme zammı olsun, aynı oranda faiz alma olanağına sahiptir. Üstelik, oranı yüksek olan bu faiz ya da zam, Devle-tin enflasyon dolayısıyla olan kaybı ile istikrarlı ekonomilerde geçerli faiz kaybını karşılayabilecek niteliktedir. Oysa; Danıştay Yedinci Dairesinin yukarıda verilen kararında da söylenildiği gibi, Devletin alacaklarına uy-gulanan gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zarar, hu-kuka aykırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef için de söz

konusudur. Durum böyle iken; her iki alacağa farklı faiz oranlarının uygu-lanması, idare edilenler aleyhine yaratılan bir eşitsizliktir.

Devletin idare edilenlerden olan alacaklarına uygulanan faizin oranı

Devletin idare edilenlerden olan alacaklarına uygulanan faizin oranı