• Sonuç bulunamadı

Turgut CANDAN*

I – GIRIŞ:

Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesi 3’üncü fıkrasında, vergi mah-kemesinde açılan davaya konu edilen vergilerin ödenme zamanı yanında, ikmalen, re’sen ve idarece yapılan tarhiyatlar (Danıştay Vergi Dava Daire-leri Genel Kurulu, 11.06.1999)1 dolayısıyla gecikme faizi uygulaması da öngörülmüştür.

Maddede öngörülen gecikme faizinin niteliği, Anayasa Mahkemesinin 21.9.1988 gün ve E: 1988/7, K: 1988/27 sayılı kararında açıklanmıştır.

Karara göre; vergisini ödemek yerine, bu parayı kendisine ait işlerin fi-nansmanında kullanan veya başkasına ödünç veren ya da mevduat olarak bankaya yatıran yükümlü, enflasyon oranı üzerinde veya en azından bu orana eşit bir yarar sağlamaktadır. Gecikme faizi ile yapılan, bu yararın, paranın asıl sahibi olan Devlet’e geri verilmesidir (Danıştay 7. Dairesi, 26.10.2005)2.

Anayasa Mahkemesinin, 4.12.1984 gün ve 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunun 1, 2 ve 4’üncü maddelerinin

Anayasa-* E. Danıştay Başsavcısı

1 Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu (11.6.1999) E: 1998/388, K: 1999/348 sayılı kararı. Ankara: Danıştay Vergi Dava daireleri Genel Kurulu: Beyan olunmasına karşın beyan sahibinin muaf olduğu gerekçesiyle alınmayan verginin daha sonra tahakkuk ettirilmesi, ikmalen, re’sen veya idarece vergi tarhı olmadığından; bu vergiye gecikme faizi uygulanamayacağı hk.; Danıştay 9.Dairesi (26.9.1995). E: 1994/4970, K: 1995/2249 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 9. Dairesi: Fazla alınan KDV iadesinin geri istenilmesi, ikmalen, re’sen ve idarece vergi tarhı olmadığından, gecikme faizi uygulanacağı hk.; Danıştay 7.Dai-resi (9.3.2004). E: 2001/1851, K: 2004/640 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 7.DaiDanıştay 7.Dai-resi: Mü-kellefin tarhiyat sonrası uzlaşmada bulunabilmesi için, yapılan tarhiyatın türünün, ikmalen, re’sen veya idarece yapılan tarh olması gerektiği; uzlaşma sonucu vergisi ödenen tarhiyatın, bu tarhiyat türlerinden biri olduğunun kabulü gerektiği hk.; Danıştay 4.Dairesi (17.3.2004).

E: 2003/980, K: 2004/501 sayılı kararı. Ankara: Danıştay 4. Dairesi: Noksan beyan edi-len beyannameden sonra verilen düzeltme beyannamesine dayanılarak hesaplanan vergiye gecikme faizi uygulanamayacağı hk. Not: Muhalif üye, aksi görüştedir. Bizce de, bu halde, tarhiyat, 213 sayılı Kanunun 30’uncu maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca re’sen yapılır.

2

Gecikme faizinin ceza olmadığı; dolayısıyla, tahakkuku için, mükellefin kusurlu olma-ya aykırılığı iddiasıyla iptalleri için Gecikme faizinin ceza olmadığı; dolayısıyla, tahakkuku için, mükellefin kusurlu olma-yapılan başvuru dolayısıyla vermiş olduğu, 15.12.1998 gün ve E: 1997/34, K: 1998/79 sayılı kararında3 da, Ülkemizde, enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve Devlet tahvili faiz oranlarının yüksekliği, borçlu-nun yararlanması; alacaklının ise, zarara uğraması sonucunu doğurduğu açıklaması yapılmıştır.

II – TARIHÇE:

A - Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının Yeni Düzenlemesinden Önceki Durum.

Devletin, mükellefi tarafından zamanında tahakkuk ettirilmemesi se-bebiyle normal vadesinde tahsil edemediği; yani, Vergi Usul Kanunu-nun 341’inci maddesinde tanımlanan anlamda ziyaa uğratılan vergi için, 1.1.1986 tarihinden bu yana gecikme faizi uygulaması yapılıyor olmasına karşın; hukuka aykırı olarak tarh, tahakkuk ve tahsil olunan, ancak daha sonra yargı kararı uyarınca geri verilen vergiler için mükellefe faiz ödeme-sini öngören bir düzenleme mevcut değildi. Bu yüzden de, hukuka aykırı olarak tarh, tahakkuk ve tahsil olunan, ancak daha sonraki bir tarihte iade edilen vergiler için faiz ödenmesi isteğiyle mükellefler tarafından açılan davalar da, idari yargı yerlerinde, bu konuda bir yasa hükmü bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmekte idi4.

Bu kararlar, Devlet aleyhine faize hükmedilebilmesi için, açık yasa hükmü olması gerektiği görüşüne dayanmaktaydı. Bu görüşün doğru olup olmadığını anlayabilmek için, Devletin zamanında tahakkuk ettirilmeme-si sebebiyle tahettirilmeme-silinde geciktiği vergiler için mükelleflerce gecikme faizi ödenmesi zorunluluğunun yasa ile öngörülmüş olmasının hukuksal nede-ninin irdelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi kararlarında da, çok açık biçimde, söylenildiği üzere; faizin hukuksal niteliği, zamanında ödenme-yen borç nedeniyle alacaklının, parasının değer kaybetmesi ve/veya getiri-sinden mahrum kalması sebebiyle veya başka bir şekilde, uğradığı zararın

3 Resmi Gazete: 26.11.1999-23888.

4 Hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin geri verilmesi sırasında, mükellef lehine faiz hesaplanıp ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı; bu nedenle, davanın yasal daya-naktan yoksun olduğu yolunda kararlar.

giderilmesi amacıyla, borçlu tarafından kendisine ödenen veya ödenmesi gereken tazminattır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin, 9 Mart 2006 ta-rihli Eko-Elda Avee/ Yunanistan kararında söylediği de bundan farklı de-ğildir.

Bu zarar, Devlet için, vergi ödevlerinin zamanında ve tam olarak yerine getirilmemiş olması sebebiyle tahakkuk ettirilmeyen veya noksan tahakkuk ettirilen verginin kanununda yazılı vade tarihinde; vergi mükellefleri için, hukuka aykırı vergilendirme işlemi dolayısıyla kendilerinden verginin tah-sil edildiği tarihte doğmaya başlamakta ve miktarı, verginin ödendiği veya mükellefine iade olunduğu tarihte kesin olarak bilinebilir hale gelmektedir.

Adalet ilkesi, ister Devlet tarafından, isterse verginin mükellefi tarafından uğranılmış olsun, bu zararın tazminat ödenmek suretiyle giderilmesini ge-rektirir.

Devlet yönünden ilk akla gelebilecek olan, Devletin güçlü olduğu, ken-disine verilen zararı, bu zarara neden olan bireylere kamu gücü kullanarak (zorla) tazmin ettirebileceğidir. Ancak; Devletin bu amaçla girişeceği her işlemin, bireyin mülkiyet hakkına müdahale oluşturması kaçınılmazdır.

Kuşkusuz, hukukla bir bağlantısı olmayan devletlerde bunun sorun olarak ortaya çıkması da söz konusu olmaz. Ancak; bizim gibi Anayasasında hu-kuk devleti olduğu söylenen ve insan haklarına saygı yönünden uluslarara-sı bağıtları olan devletler için, böyle bir girişim, uluslararauluslarara-sı planda insan hakları sorununa; ulusal planda ise, insan hakları sorunu yanında anayasa-ya uygunluk sorununa yol açar. Bireylerin mülkiyet hakkı, ulusal planda Anayasamızın 35’inci maddesinde; uluslararası planda da, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin eki 1 nolu Protokolun 1’inci maddesinde güvence altına alınmıştır. İnsan haklarına müdahale ise, gerek anayasamıza, gerekse İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine göre, ancak yasayla ve kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel il-kelerine uygun olarak yapılabilir niteliktedir.

Bu yüzden; Devletin, mükellefleri tarafından zamanında tahakkuk etti-rilmemesi sebebiyle normal vade tarihinde tahsil edemediği vergiler dola-yısıyla uğramış olduğu zarar karşılığında, kamu gücü kullanarak, faiz adı altında tazminat tahsil edebilmesi, ancak yasada bu konuda açık hüküm bulunmasına bağlıdır. Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde, Devlet lehine faize öngörülmesinin hukuksal nedeni budur. Anılan düzenleme ol-masaydı; devlet, normal vade tarihinde tahsil edemediği vergiler için, yine

faiz adı altında tazminat talebinde bulunabilirdi; ancak, bunu, bireyler gibi, adli yargı yerlerinde verginin mükellefi aleyhine açacağı tazminat davasıy-la yapabilirdi. Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrası, Devleti, kendi faiz alacağını bizzat kendisinin hesaplayıp tahsil edebilme-sine olanak tanıyarak, bu yola gitmek zorunda olmaktan kurtarmaktadır.

Bu haliyle, anılan fıkra, bireyin mülkiyet hakkının bir istisnası olarak kar-şımıza çıkmaktadır.

Buna karşılık; bireyin, devletin kendisine vermiş olduğu zararların taz-mini için, devlete karşı güç kullanması söz konusu bile değildir. Birey, hu-kuk devletlerinde, kendi iradesiyle zararını tazmin etmeyen devlete karşı ancak dava yoluna giderek tazminat isteme olanağına sahiptir. Dava, yargı birliğini kabul eden ülkelerde, adli yargı yerlerince; bizim gibi yargı ayrı-lığının geçerli olduğu ülkelerde ise, idari yargı yerlerince görülerek karara bağlanır.

İdarenin hukuka aykırı davranışlarından dolayı idare edilenlerin uğraya-cakları zararların tazminat yoluyla giderilmesi, “Hukuk Devleti İlkesi”nin olmazsa olmaz koşuludur. Bunun için, ayrı bir yasal düzenlemeye gerek yoktur. İdari Yargının varlık nedenlerinden biri, idare edilenlerin idari iş-lem ve eyiş-lemlerinden doğan zararlarını kendi iradeleriyle gidermeyen idari birimler aleyhine açılacak tazminat davalarının çözüme kavuşturulmasıdır.

İdari Yargı, bu çözüm sırasında, kararını, Sorumluluk Hukukunun kendi ilkeleri dışındaki bir kaynağa, örneğin bir yasa hükmüne dayandırmak zo-runda değildir. Bu nedenle, hukuka aykırı alınan verginin geri verilmesi sırasında, mükelleflerin enflasyon ve kârdan mahrum kalma sebebiyle uğ-rayacakları zararın, tazminat davası yoluyla karşılanması olanaklıdır.

Bunun böyle olması, kuşkusuz, bu konunun yasayla düzenlenmesine engel değildir. Yasa koyucu, idarenin belli faaliyetlerinden doğan belli tür zararların, davaya gerek kalmaksızın, tazmin edilmesini kararlaştırabilir ve tazminat miktarının hesaplanmasına ilişkin ölçütler belirleyebilir.

Bu tür bir düzenlemenin iki bakımdan yararı olabilir:

1 – Devletin memurlarını, kendiliklerinden ödeyecekleri tazminatlar dolayısıyla, ileride soruya muhatap olmaktan kurtarır.

2 – Yasanın öngördüğü faiz miktarını zararının giderilmesi için yeterli gören bireyler bakımından da, dava yoluna gerek olmaksızın, tazminat elde etme olanağı sağlamış olur.

Bu haller dışında; yasayla belirlenen tazminat tutarının, bireyin gerçek

zararını karşılayamaması mümkün bulunduğundan; gerçek zararın faizle karşılanamayan kısmının, dava yoluyla veya başka bir şekilde, talep edil-mesine engel teşkil etmez.

Görüldüğü üzere; devletin hukuka aykırı vergilendirme işlemiyle tahsil etmiş olduğu vergiyi yargı kararının gereğini yerine getirerek geri verme-si sırasında, mükellefe, bu nedenle uğramış olduğu zararının karşılığın-da faiz ödemesi için açık yasa hükmü aranmasının hukuksal bir karşılığın-dayanağı bulunmamaktadır. Anılan durum için açık yasa hükmü aramak, Danıştay Yedinci Dairesinin aşağıda verilecek olan kararında da söylenildiği gibi, bizi, devletin ve ona bağlı idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hükmü aranması sonucuna götürür ki;

böyle bir anlayış, Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan,

“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”

amir hükmü ile bağdaştırılamaz.

B – Yargı Kararları

Yukarıda da değinildiği gibi; Danıştay Yedinci Dairesinin 2000’li yılla-rın başlayılla-rındaki içtihadı da bu yoldadır. Daire, hem kendi kurulunda, hem de Danıştay Dokuzuncu Dairesi ile yapmış olduğu müşterek kurulda, hu-kuka aykırı biçimde yapılan vergilendirme işlemlerine dayanılarak tahsil edilen ve, daha sonra, yargı kararı uyarınca geri verilen vergi dolayısıyla, davacı lehine, gecikme faizi oranında tazminata hükmedilmesine, şu ge-rekçe ile karar vermiştir: “Vergi mahkemesi kararının davanın kısmen red-dine ilişkin hüküm fıkrası, vergi idareleri tarafından hukuka aykırı biçim-de tahsil edilen vergi alacaklarının mükellefine iabiçim-desinbiçim-de faiz öbiçim-demesinin 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 4’üncü fıkrasındaki şartların gerçekleşmesi halinde mümkün olduğu; olayda ise, bu şartların gerçekleşmediği gerekçesine dayalıdır.

Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para, çeşitli ticari, sınai, zi-rai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine, kazanç, kira, nema vs adla-rı altında kimi ekonomik yararlar sağlayan ekonomik değerdir. Paranın, sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu yaratması yanında; yüksek enf-lasyon etkisinde olan ekonomilerde, paranın değerini, yani alım gücünü enflasyon oranı ölçüsünde yitirmesine neden olur. Anayasa Mahkemesinin 26.11.1999 gün ve 23888 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.12.1998

gün ve E:1997/34, K:1998/79 sayılı kararında da belirtildiği gibi; enflas-yon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bono-su ve Devlet tahvili faizi oranlarının yüksekliği, borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Hukuk sistem-lerinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının neden ol-duğu bu zarar, “faiz” adı altında yapılan ek ödemelerle karşılanmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin 21.9.1988 gün ve E:!988/7, K:1988/27 sayılı ka-rarında, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinde öngörülen

“gecikme faizi” ile ilgili olarak yapmış olduğu niteleme de bu yoldadır.

Bu açıklamalara göre; faiz, paranın sahibinden başkası tarafından kul-lanılmasının sahibine vermiş olduğu zararın karşılığı; yani, “tazminat”tır.

Söz konusu zarar, vergilendirme işlemlerinde, Devlet yönünden, vergi mü-kelleflerinin vergi ödevlerini zamanında ve gereği gibi yerine getirmeme-leri sebebiyle verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi; mükellefler yö-nünden ise, Devletin hukuka aykırı olarak yapmış olduğu vergilendirme işlemlerine dayanarak vergi tahsilatında bulunması halinde doğmaktadır.

Hukuk devletlerinde, açıklanan nitelikteki zararın faiz ya da başka bir ad altında ödenecek tazminatla karşılanabilmesi için, açık yasa hükmü aranması düşünülemez. Aksine anlayış; Devletin ve ona bağlı idarenin ey-lem ve işey-lemlerinden doğan her türlü zararın tazmini için de, açık yasa hük-mü aranması sonucuna götürür ki; böyle bir anlayış, Anayasanın 125’inci maddesinin son fıkrasında yer alan, “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” amir hükmü ile bağdaştırılamaz.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun yukarıda sözü edilen 112’nci madde-sinin 3’üncü fıkrasında, ikmalen, re’sen ve idarece tarh olunan vergiler için hiçbir şarta bağlı olmaksızın gecikme faizi öngören ve amacı, vergi idaresine, normal vadesinde tahsil edemediği vergiler dolayısıyla uğramış olduğu zararını, yargı yerinin hukuki yardımını istemeye gerek olmaksızın, kamu gücü kullanarak, bizzat, giderme olanağı sağlamak olan düzenle-me ile anılan maddeye 4369 sayılı Kanunla eklenen 4’üncü fıkranın, fazla veya yersiz tahsil edilen ya da vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili bilgi ve belgelerin mükelleflerce tamamlandığı tarihten iti-baren üç ay içinde iade edilmemesi hali ve bu üç ayın bitiminden itiiti-baren, Vergi Usul Kanununun “Vergi Hatalarını Düzeltme ve Reddiyat” başlıklı bölümde yer alan 120’nci madde uyarınca düzenlenecek düzeltme fişinin tebliğ edileceği tarihe kadar geçen süre ile sınırlı olarak, 6183 sayılı

Ka-nuni göre belirlenen tecil faizi oranında faiz öngören hükmü de, Anayasaya ve Hukuk Devleti ilkesine aykırılığı açıklanan söz konusu anlayışa hukuki dayanak olamaz.

“İdari Rejim”i kabul eden hukuk sistemlerinde, idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı idare edilenlerin uğrayacakları her türlü za-rarın tazmini, “İdarenin Sorumluluğu” ile ilgili kurallarca sağlanır. Esa-sen; İdari Yargının varlık nedenlerinden biri de, budur. İdari Yargı, idare edilenlerin, kamu idaresinin idari nitelikteki eylem ve işlemlerinden doğan zararlarını, açık yasa hükmüne ihtiyaç duymaksızın, kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkelerine göre, giderme olanağına sahiptir.

İdarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin hizmet kusuru oluşturaca-ğı ve bu işlem ve eylemlerden doğan zararların, idare tarafından, kusurlu sorumluluk esaslarına göre tazmin edileceği, Danıştayın öteden beri istik-rarlı biçimde uygulanagelen içtihadıdır. Vergi idareleri de, kuruluş, görev ve yetkileri bakımından birer kamu idaresidir. Anılan içtihat karşısında, hizmet kusuru oluşturacak hukuka aykırı vergilendirme işlemlerinden ver-gi mükellefleri için doğan zararların, işlemi yapan verver-gi idaresi tarafından karşılanması, açıklanan anayasal kuralın ve Hukuk Devleti ilkesinin ge-reğidir.

Olayda; davacının ihtirazi kaydı, Vergi İdaresince, benzer davalarda istikrarlı biçimde verilen Danıştay kararları göz ardı edilerek, kabul edil-memiştir. Bu şekilde yapılan tahakkukun Kanuna aykırılığı, temyize konu kararın vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasıyla kesinlik kazanmış bulunmak-tadır. Vergi İdaresince bu şekilde gerçekleştirilen hukuka aykırılık, yuka-rıda açıklandığı üzere bir hizmet kusurudur. Dolayısıyla; davalı idarenin, hukuka aykırı vergilendirme ve tahsil işlemleriyle davacıya vermiş olduğu maddi zararı karşılaması zorunludur.

Yukarıda açıklandığı üzere; Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında, Devletin, ikmalen, re’sen ve idarece yapılan tarhiyatla-ra konu vergileri normal vade tarihinde tahsil edememiş olması sebebiyle uğradığı zararı karşılayan gecikme faizi altında ek ödeme öngörülmüştür.

Gecikme faizinin ilgili dönemlerde miktarını belirleyen zarar, hukuka ay-kırı olarak yapılan vergi tahsilatlarında, aynen mükellef için de söz ko-nusudur. O halde; hukuka aykırı olarak tahsil edilen vergiler dolayısıyla vergi idareleri tarafından mükelleflere ödenecek maddi tazminat miktarı-nın, davadaki istem de gözetilerek, anılan gecikme faizinin oranına göre,

hukuka aykırı olarak tahsil edilen verginin Devlet Hazinesinde kaldığı süre için hesaplanacak miktar kadar olması da, Anayasada öngörülen eşitlik ve adalet ilkelerinin gereğidir.”( Danıştay 7. Dairesi 24.2.2005).

Danıştay Yedinci Dairesi ile Dokuzuncu Dairesinin söz konusu karar-larında oluşan bu içtihat, daha sonra, hukuka aykırı olarak alınan ve bu nedenle yargı organınca iptal edilen haciz kararı uygulanarak tahsil edilen vergilerin yargı kararı uyarınca geri verilmesi ile ilgili olarak, Danıştay Dördüncü Dairesinin 24.11.2005 gününde oybirliği ile vermiş olduğu, E:2005/963, K: 2005/ 2261 sayılı kararında da benimsenmiştir. Danıştay Dördüncü Dairesi, anılan kararında, tıpkı, yukarıda metni verilen kararda olduğu gibi, faizin hukuki niteliğinin tazminat olduğuna; hukuk devletle-rinde paranın sahibinden başkası tarafından kullanılmasının sahibine ver-miş olduğu zararların faiz ya da başka isim altında tazmini için açık yasa hükmü aranmasının düşünülemeyeceğine; aksine anlayışın, Anayasanın 125’inci maddesinin idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı tazminle yükümlü olduğuna dair amir hükmü ile bağdaştırılamayacağına;

idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden doğan zararların tazmini-nin, İdarenin Sorumluluğu ile ilgili kurallar tarafından sağlanacağına vur-gu yapmıştır. Bununla birlikte; Daire, davacıya verilmesi gereken faiz mik-tarının genel hükümlere göre hesaplanması gerektiğini söylemiştir. Genel hükümlerden neyin amaçlandığı ise, kararda, açık değildir. Eğer kastedilen, 19:12.1984 gününde yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanununun 1’inci maddesinde öngörülen senelik faiz ora-nı ise; bu oran, Borçlar Kanunundan ve Türk Ticaret Kanunundan doğan alacaklar için öngörülmüş bulunduğundan; bize göre, Kamu Hukukundan doğan alacaklar için uygulanamaz. Ayrıca; Devlet alacaklarına uygulanan faiz oranına nazaran, idare edilenler (vergi mükellefleri) aleyhine eşitsiz-lik yaratır ki, bunun, Hukuk Devleti İlkesine uygunluğu tartışılır. Bizce;

Danıştay Yedinci Dairesinin kararında açıklandığı üzere, hukuka aykırı vergilendirme işlemi ile tahsil edilen vergiden kaynaklanan mükelleflerin zararını asgari ölçüde karşılayabilecek faiz oranı, aynı zaman süreci içinde, Devletin kendi alacakları için uyguladığı faiz oranıdır.

C - Vergi Usul Kanununun 112’nci Maddesinin 4’üncü Fıkrasının Ilk Düzenlemesinin Getirdiği

Vergi Usul Kanununun 112’nci maddesine, 4369 sayılı Kanunun 2’nci

maddesiyle, eklenen ve 1.1.1999 tarihinde yürürlüğe giren (Danıştay Ye-dinci Dairesinin kararında değinilen) 4’üncü fıkrada, Devletçe fazla ve yersiz tahsil edilen veya vergi kanunları gereğince iadesi gereken (katma değer vergisi iadesi gibi) vergiler dolayısıyla sınırlı bir faiz ödemesi kabul edilmiştir.

Bu fıkra, Vergi Sistemimizde, haksız veya yersiz tahsil edilen vergilerin geri verilmesi sırasında, mükellefe de (koşullu da olsa) faiz ödenmesini ön-gören ilk yasal düzenlemedir. Aşağıda açıklanacağı üzere, sonradan Ana-yasa Mahkemesince iptal edilen fıkranın düzenlemesi aynen, “Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara üç aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesapla-nan faiz 120’nci madde hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir.” şeklindedir.

Düzenlemede, mükellefe faiz ödemesi yapılabilmesi için, üç koşul ön görülmüştür:

Koşullardan ilki, ortada, fazla veya yersiz olarak tahsil edilen ya da, katma değer vergisi iadesinde olduğu gibi, vergi kanunları uyarınca mükel-lefine geri verilmesi gereken bir verginin bulunmasıdır.

Mükellefe faiz ödemesi yapılmasında ikinci koşul, fazla veya yersiz tah-sil edilen ya da iadesi gereken verginin mükellefe geri verilmesi için ilgi-li mevzuat gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlanmış olmasıdır. Bu bilgi ve belgeler tamamlanmadıkça, verginin iadesi mümkün olamayacağından; mükellefe faiz ödenmesi de, söz konusu olmayacaktır.

Üçüncü koşul, ilgili mevzuat uyarınca tamamlanması gereken bilgi

Üçüncü koşul, ilgili mevzuat uyarınca tamamlanması gereken bilgi