• Sonuç bulunamadı

Kelamın Hakîkî ve Mecâzî Olması Meselesi

3. ALLAH’IN KELAMI VE HALKU’L-KUR’ÂN MESELESİ

3.3. Halku’l-Kur’ân Meselesinde Kullanılan Argümanlar

3.3.7. Kelamın Hakîkî ve Mecâzî Olması Meselesi

Cehmiyye’den Allah kelamının hakîkî ve mecâzî olarak tasnîf edilmesine dair herhengi bir beyan nakledilmemiştir. Fakat Kur’ân’ın mahlûk olduğu fikrini ilk ortaya atan fırka olması ve bu görüşün halku’l-Kur’ân tartışmasının devamı olması hasebiyle bunun nakledilmesinin gerekli olduğu kanaatindeyiz.

Cehmiyye ve Muʻtezile Kur’ân’ın mahlûk olduğunu ifade ederken ehl-i hadîs mahlûk olmadığı görüşündedirler. Fakat daha sonra gelen kelam ekollerinden farklı izahlarda bulunanlar da olmuştur. Siczî (ö. 444/1052) ve Ebü’l-Kâsım İbn Mende (ö. 470/1078), eserlerini Eşʻarî (ö. 324/935) ve İbn Küllâb (ö. 240/854) başta olmak üzere bu görüş sahiplerine reddiye amaçlı yazmıştır.

Siczî, İbn Küllâb ve Eşʻarî’nin Kur’ân’ın mahlûk olmadığını söylemelerinin yanında Allah’ın Arapça veya başka bir lisanla konuşmasının mümkün olmadığına dair görüşlerini de nakletmektedir.745 Bu sebeple onlar Allah’ın kelamının harflerden

ve seslerden oluşamayacağını söylerler. Siczî’ye göre Arapça lisanında, başı ve sonu olan Kur’ân’ın mahlûk olduğu ve mahlûk olmayan Kur’ân’ın bu özellikleri taşımasının mümkün olmadığı görüşüne sahip olanlar icma ile küfre düşmüş olurlar.746

744 Ahmed, er-Red, s. 221-227.

745 Eren, Eşʻarî’nin günümüze ulaşan eserlerinde bu görüşün tersine Kur’ân’ın tamamıyla mahlûk

olmadığına dair açıklamalarının mevcut olduğunu, bu farklılığın Eşʻarî’nin, Siczî’nin aktardığı görüşten sonradan dönmesinden kaynaklanabileceğini belirtmektedir. Eren, Mehmet, “Ebû Nasr es-Siczî (ö. 444/1052) ve Halku’l-Kur’ân Meselesi”, V. Uluslararası Şeyh Şa’ban-I Velî

Sempozyumu -Eşʻarîlik- Sempozyumu Bildirileri, s. 225.

Muʻtezile, kelâmullahın tıpkı Abdullah, halkullah kelimelerinde olduğu gibi Allah’a izafe edildiğini söylemektedir. Muʻtezile bu sözü ile Abdullah nasıl Allah’a izafe edilmiş bir mahlûk ise kelâmullah da öyledir, iddiasında bulunmaktadır.747

İbn Küllâb Muʻtezilenin bu iddiasındaki kelamın gerçek kelam değil mecâzî kelam olduğunu söyler. Ona göre mecâzî kelam hakikî kelamdan hikâye veya ibâredir. Hakîkî kelam ise Allah’ın zatıyla kâim olandır.748 Bu görüş sahipleri asıl

kelamın gönülde olduğunu, lisanın sadece kelam için bir işaret olduğunu söylemekte749 ve fikirlerine delil olarak bazı ayetlerden örnekler vermektedirler.

Mesela Yûsuf sûresindeki “Dediler ki: ‘Eğer o çalmışsa daha önce onun bir kardeşi

de çalmıştı.’ Yûsuf bunu içinde sakladı ve onlara belli etmedi. İçinden ‘Siz kötü bir

durumdasınız; anlattığınızı Allah çok daha iyi biliyor’ dedi” meâlindeki ayette750

Yûsuf (a.s.)’un içinden geçirdiği bir konuşması yer almaktadır. Onlar bu ayetle hakikî kelamın lisanda olmadığını ifade etmek istemektedirler. Hakîkî kelam-mecâzî kelam ayrımını yapanlar, dilsiz olan, susan ve uyku halinde olan kişilerin, lisanları ile konuşamasalar da içlerinde bir kelamlarının bulunmasını da muhaliflerine delil olarak gösterirler.751

Siczî, kelamın gönülde olmasının sayılı durumlarda geçerli olabileceğini, insanların çoğunluğunun akıllarına geldiği gibi konuştuklarını ifade eder. Ayrıca onların iddiası doğru olsaydı her gönül sahibinin bir kelamının olması gerekirdi. Buna yeni doğmuş süt bebeğini örnek verir ve onun bir kelamının olmadığını söyler.752 Bununla birlikte gönülden geçirilen kelam hakîkî kelam olsaydı içimizden

geçenlerden de sorumlu olmamız gerektiğini ifade eder. Mesela bir kişi içinden bir iftira geçirse ve onu söylemese ona had gerekmez.753

Siczî muhaliflerine “Eğer iddia ettiğiniz gibi Kur’ân Allah’ın hakîkî kelamından ibâre olan mecâzî kelamı ise ayetler ve sûreler Cebrail’in ibâresi midir

747 Siczî, Risâle, s. 81 748 Siczî, Risâle, s. 82. 749 Siczî, Risâle, s. 83. 750 Yûsuf, 12/77. 751 Siczî, Risâle, s. 84. 752 Siczî, Risâle, s. 146. 753 Siczî, Risâle, s. 147.

yoksa Muhammed (a.s.)’in ibâresi mi” sorusunu sorar.754 Siczî bu örnekler ile

muhaliflerinin hakîkî kelam-mecâzî kelam ayrımının hatalı olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır.

Siczî’nîn nakillerine göre İbn Küllab, Eşʻarî ve onlar gibi düşünenler, hakîkî kelamı Allah’ın zatında olan ve herhangi bir lisanla ifade edilmeyen, harflerden ve seslerden oluşmayan bir kelam olarak tanımlamaktadırlar. Mecâzî olan kelam Arapça olduğunda Kur’ân, İbranice olduğunda Tevrat adını alır.755 Bununla birlikte mecâzî

kelam harflerden ve seslerden oluşur, başı ve sonu vardır. Siczî bu görüşleri aktardıktan sonra Kur’ân’ın başı ve sonu bilinen Allah’ın kitabı olduğunu ve mahlûk olmadığını ifade etmektedir.756

Kur’ân’la ilgili başka bir ayrım kitâbullah ile kelâmullahın farklı olduğunu iddia edenler tarafından ortaya atılmıştır. Siczî, Eş’ârî’nin nâsih mensûhun kelâmullahta değil kitâbullahta olduğuna dair görüşünü nakleder.757 O, bu görüşü

ayetlerden deliller ile reddetmektedir. Zira ayetlerde kitap kelâmullah olarak geçmektedir.758

Buna ilaveten Siczî muhaliflerinin hurûf-u mukattaa meselesine açıklık getirmelerini ister. Bu harflerin manası tam olarak bilinmemektedir. Eğer hakîkî kelamdan ibâre olsaydı manalarının anlaşılır olması gerekirdi.759

Ebü’l-Kâsım İbn Mende eserini sadece bu görüşe reddiye olarak yazmıştır. Eserinin adı لج و زع الله ملَك نع ميملاو ملَلا و فللْا يفنيل فرح ملا لوقي نم ىلع درلا yani Elif

lâm ve mîmi Allah kelamından nefyetmek için “elif, lâm, mîm” bir harftir diyenlere reddiye’dir. Eserde özetle Kur’ân-ı Kerîm’de geçen hurûf-u mukattaadan olan elif,

lâm ve mîm harflerinin her birine ayrı ayrı on sevap verileceğine dair rivayetin Kur’ân’ın mahlûk olmadığına delil olduğunu anlatır. Ebü’l-Kâsım İbn Mende’nin

754 Siczî, Risâle, s. 157. 755 Siczî, Risâle, s. 109. 756 Siczî, Risâle, s. 108.

757 Siczî, Risâle, s. 116 (Eseri neşreden, Eşʻarî’nin bu görüşünü mevcut kitaplarından bulamadığını,

onun Eşʻarî’nin Selef mezhebine geçmeden önceki fikirlerinden olmasının muhtemel olduğunu belirtir. Bk. Siczî, Risâle, s. 116, 10 nolu dipnot).

758 Bk. Ahkâf, 46/30; Cin, 77/1. 759 Siczî, Risâle, s. 155.

eseri, Kur’ân’ın harflerden ve seslerden oluşmasının, mahlûk olmasına işaret olduğunu söyleyen görüşe bir reddiyedir. Allah Rasûlü’nün her bir harfe on sevap verileceğini ifade etmesini de Kur’ân’ın tüm harfleriyle Allah kelamı olduğuna ve mahlûk olmadığına delil olarak gösterir. Ebü’l-Kâsım İbn Mende muhaliflerinin bu harflerin kitapta değil Kur’ân’da olduğuna dair düşüncelerini aktarır.760 Onlar mecâzî

ve hakîkî olarak iki Kur’ân olduğuna ve mecâzî olanın mahlûk, hakîkî olanın gayr-ı mahlûk olduğuna inanmaktadırlar. İbn Mende ehl-i hadîsin, muhaliflerinin mahlûk olarak ifade ettiği Kur’ân’dan başka bir Kur’ân bilmediğini ifade eder.761

Görüldüğü üzere halku’l-Kur’ân meselesine farklı bir yaklaşım olarak mecâzî-hakîkî kelam görüşü ortaya çıkmıştır. Kur’ân’ın hiçbir şekilde mahlûk olmadığını düşünen ehl-i hadîs bu yaklaşımı da kabul etmemiş ve onlara cevap içeren reddiyeler yazmışlardır. Bu konuda da kelamcılar ile hadisçilerin meseleye yaklaşımlarındaki farklılık net bir şekilde görülmektedir.