• Sonuç bulunamadı

Abdülazîz Kinânî (ö 240/854), el-Hayde

4. CEHMİYYE VE ASHÂBÜ’L-HADÎS

1.1. Abdülazîz Kinânî (ö 240/854), el-Hayde

Eserin müellifi Abdülazîz b. Yahyâ el-Kinânî el-Mekkî’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. İmam Şâfiî (ö. 204/820)’den fıkıh tahsil etmiş ve onunla Yemen’e gitmiştir. Kaynaklarda pek çok eserinin bulunduğu söylenmekte fakat birçoğunun ismi zikredilmemektedir. Bişr el-Merîsî (ö. 218/833) ile aralarında geçen münazarayı anlatan el-Hayde isimli eseri bunlardan biridir.118

Kitap, Abdulazîz Kinânî’nin Abbâsî halifesi Me’mûn (ö. 218/833)’un huzurunda ve hakemliğinde Bişr b. Gıyâs el-Merîsî (ö. 218/833) ile aralarında geçmiş olan Kur’ân’ın yaratılmışlığı meselesine dair bir ilmî münâzarayı konu edinmektedir. Kinânî’nin verdiği bilgiye göre gerçekleştirilen münazaranın kitap haline getirilmesi hususunda çevresindekilerin istekleri çoğalmıştı.119 Müellif de bu

istekleri geri çevirememiş ve el-Hayde’yi kaleme almıştır. “Hayde” tartışma sırasında cevap veremeyen muhatabın konuyu saptırması, alakasız bir şekilde cevap vermesi anlamına gelmektedir. Abdülazîz Kinânî eserinde “hayde”nin ne olduğunu muhataplarına bir örnekle anlatmaktadır. İbrahim (a.s.), putlara tapan kavmine “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı yahut size fayda veya zararları dokunur

mu?”120 dediğinde kavmi tam bir cevap verememişti. Eğer “Evet, putlar bizi duyuyorlar” derlerse yalanları ortaya çıkacak, “Hayır, bizi duymuyorlar” derlerse de inançlarındaki saçmalığı kabul etmiş olacaklardı. İbrâhim (a.s.)’in sorusuna tam karşılık veremeyen halk, meseleyi saptırarak “Hayır, ama biz babalarımızı böyle

yaparken bulduk”121 şeklinde cevap verdiler. Bu cevap İbrahim (a.s.)’in sorusunun

118 Bk. Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, X, 449; Mizzî, Ebû'l-Haccâc Yusuf b. Abdirrahmân,

Tehzîbü’l-kemâl fî esmâi’r-ricâl, Müessesetü’r-Risâle, 1400/1980, Beyrut, XVIII, 221; Sübkî,

Tacüddîn Abdülvehhâb b. Takiyyüddîn es-Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiyyeti’l-kübrâ, thk. Mahmûd Muhammed et-Tanâhî ve Abdülfettâh Muhammed el-Hulv, Dâru Hicr, Kahire, 1413/1992, II, 144; Erdoğan, Mehmet, “Kinânî, Abdülazîz b. Yahyâ”, DİA, XXVI, 32.

119 Kinânî (ö. 240/854 [?]), Abdülaziz b. Yahyâ, el-Hayde ve’ntisâri’l-menheci’s-selefî, Mektebetü’t-

Tevʻiyeti’l-İslâmiyye, Mısır, t.y., s. 65.

120 Şuarâ, 26/72-73. 121 Şuarâ, 26/74.

cevabı değildi. Kinânî işte bu örnekte olduğu gibi muhatabın sorulan sorudan neyin kastedildiğini anladığı halde cevap veremeyip şaşakalması ve devamında alakasız cevaplar vererek konuyu saptırmaya çalışmasını “hayde” olarak tanımlamaktadır.122

Eserine bu ismi koyarak muhalifi Bişr el-Merîsî’nin yapılan münazara esnasında kendisinin sorularına cevap veremediğini ve konuyu saptırdığını kastetmiş olmalıdır.

El-Hayde ilk olarak 1325/1907 yılında Kâhire’de bir mecmûa içinde

yayımlanmıştır. Diğer bir basımı Cemîl Salîba tarafından tahkîk edilerek Dımeşk’te 1384/1964 yılında yapılmıştır. Buna ilaveten Ali b. Muhammed el-Fakîhî tahkiki ile Medîne’de 1415/1994 yılında tekrar neşredilmiştir. Ayrıca Muammer Esen,

Kelâmullah Tartışmaları ve el-Hayde isimli çalışmasında el-Hayde’yi Türkçeye

tercüme etmiştir.123

Kinânî, eserine içinde bulunduğu dönemle ve kendi hisleriyle ilgili bilgi vererek giriş yapar. Bu bilgiler söz konusu dönemi anlamak bakımından bizim için son derece önemlidir. Kinânî, Mekke’de yaşamaktadır. Kendisine Bağdat’ta “Kur’ân’ın mahlûk olduğu” düşüncesine sahip olan Bişr el-Merîsî’nin dönemin halifesi olan Me’mûn’u etkisi altına aldığı ve düşünceleriyle halkın kafasını karıştırdığına dair bazı bilgiler ulaşmıştır. İnsanlar Bişr el-Merîsî ile tartışmaktan gerek ilmi açıdan gerekse de siyasi baskı sebebiyle çekinmektedir. Kinânî’nin anlattığına göre bu öyle bir hal almıştır ki Müslümanlar evlerinden çıkmaktan korkmakta, bu sebeple camiye ve cemaate hatta Cuma namazına bile gidememektedirler. Canlarından endişelendikleri için bir şehirden diğerine yolculuk yapamamaktadırlar. Neticede yaşadıkları endişeler sebebiyle birçok insan Bişr’in görüşlerini kabul etmek zorunda kalmıştır.124

Bu ve buna benzer haberleri öğrenen Kinânî çok üzülür, geceler boyu uyuyamaz. Kendisini sorumlu hisseden Kinânî, Bağdat’a gitmeye karar verir. Bağdat’a vardığında Mekke’de duyduklarından daha vahim bir manzarayla karşılaştığını söylemektedir. Amacı halifenin huzuruna çıkıp onun hakemliğinde Bişr el-Merîsî ile bir münazara yapmak ve onun yanlış düşüncelerini ortaya koymaktır.

122 Kinânî, el-Hayde, s. 28-29.

123 Esen, Muammer, Kelâmullah Tartışmaları ve el-Hayde, Araştırma Yay., Ankara, 2005. 124 Kinânî, el-Hayde, s. 6.

Dönemin siyasi baskıları nedeniyle engelleneceğini hatta öldürüleceğini düşündüğü için bu tartışma gerçekleşinceye kadar kimseye ne için Bağdat’a geldiğine dair hiçbir bilgi vermez. Tek isteği halifenin kendisinden ve münazara teklifinden haberdar edilmesidir.125

O, Bağdat’taki Ulu Cami’de Bişr e-Merîsî’nin görüşlerine katılmayan muhaddislerin, fakihlerin ve diğer ilim insanlarının camiye gelmekten men edildiğini öğrenir. Kinânî’nin anlattığına göre Bişr camide insanlara kendi görüşlerini anlatmakta, düşüncelerine katılmayanları sorguya almakta, hâlâ görüşlerinde ısrar ederlerse gizli veya aleni bir şekilde öldürülmelerini emretmektedir. Bu insanların bir kısmı işkence görmekte, bir kısmı öldürülmekte, bir kısmı ise canını kurtarmak için Bişr ve onun gibilerin mezhebine tabi olmaktadırlar.126

Kinânî, Cumâ günü herkesin camide olduğu bir zamanda halkın arasında kendi görüşlerini yüksek sesle ilan etmeyi ve muhaliflerinin sapkınlıklarını haykırmayı planlamaktadır. Böyle yaptığında onu hemen öldürmeyeceklerini, halifeye kendisinden bahsedeceklerini düşünmektedir. Bu düşünce ile Bağdat’taki Resâfe Camine gider. Ön safta mihrap ile minber arasına oturur. İmam Cuma namazını bitirir bitirmez insanlar camiden ayrılmadan önceden planladığı eylemini gerçekleştirir. Yüksek sesle yanındaki oğluna Kur’ân hakkındaki düşüncesini sorar. O da “Allah’ın kelamıdır; indirilmiştir fakat yaratılmamıştır” cevabını verir. Bunu duyan insanlar korkarak camiden çıkmaya çalışırlarken, halifenin adamları onu ve oğlunu tutuklarlar. Bir müddet tutuklu kaldıktan ve sorgu sürecinden sonra Kinânî’nin münazara talebi Me’mûn’a ulaştırılır. Me’mûn da kendi huzurunda Kinânî’nin Bişr ile tartışma isteğini kabul eder.127

Kinânî, eserinde Bişr ile olan tartışmasını ayrıntılı bir şekilde aktarmaktadır. Tartışmadan önce tartışmada takip edilecek yöntemi belirlemek ister. Halifeye Nisâ sûresi 59. ayette128 geçtiği üzere tartışma boyunca muhalifi ile aralarındaki hakemin

125 Kinânî, el-Hayde, s. 7. 126 Kinânî, el-Hayde, s. 7. 127 Kinânî, el-Hayde, s. 8-12.

128 “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre

Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti olmasını ister. “Herhangi bir meselede anlaşamazsak önce Allah’ın kitabına orda bulamazsak sünnete arz ederiz” fikrini öne sürer. Halife Me’mûn da bunu kabul eder ve aralarında şahit ve gözlemci olacağını vaat eder. Me’mûn Kinânî’nin tartışma esnasında te’vil ve tefsir kullanılmaması, doğrudan Kur’ân nassının delil olarak getirilmesi şartını da kabul eder.129 Kinânî’nin

münazara başlamadan önce koyduğu bu yöntem aslında ehl-i hadîsin yöntemidir.

Tartışma boyunca Kinânî, sarîh nas ile konuşmakta; her soruya birden fazla ayetle cevap vermektedir. Muhatabından da sorduğu sorulara kendisinin yaptığı gibi te’vilsiz nass ile cevap vermesini beklemektedir. Kinânî’nin aktardığına göre muhalifi tüm meselelerde kendisi karşısında yenik düşmüş, cevap verememiş; vermeye çalıştığında da konuyu saptırma yoluna gitmiş yani hayde durumunda kalmıştır. Halife Me’mûn tartışılan her meselenin sonunda Kinânî’nin üstün geldiğine şahitlik etmiştir. Bişr el-Merîsî ise tartışmanın sonuna doğru sadece nass ile konuşma şartı olduğu, muhalifinin kıyası ve te’vili kabul etmediği için kendisinin cevaplarında yetersiz kaldığını, bunun alışık olduğu bir yöntem olmadığını belirtmiştir. Bu şart olmasaydı kendisinin de vereceği pek çok cevabının olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Kinânî, kıyas ve te’vili de kabul ederek tartışmaya devam etmeyi onaylamış, fakat Bişr bu yöntemle yine yenik düşmüştür.130

Tartışma sırasında aktardığı ifadelere bakılırsa Kinânî, Bişr el-Merîsî ve onun gibi düşünenlere ne kadar kızgınsa halife Me’mûn’a da bir o kadar saygılı ve hoşgörülüdür. Hâlbuki bu insanları kendine danışman yapan, mihne döneminde işkence ve ölüm emirlerini veren ve halku’l-Kur’ân görüşünü devletin resmi ideolojisi haline getiren Me’mûn’dur. Buna rağmen müellif halifeyi diğerlerinden ayırmaktadır. Anlaşılan müellif, halifenin etki altında olduğuna ve bu “zararlı düşünceleri” onun kafasına Bişr el-Merîsî’nin soktuğuna inandığı için Halife’nin diğerlerine göre daha masum olduğunu düşünmektedir.

âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Rasûlüne arzedin. Bu daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” Nisâ, 4/59.

129 Kinânî, el-Hayde, s. 16-17. 130 Kinânî, el-Hayde, s. 59-60.

Eser Kinânî’ye ait olduğu için tartışmayı aktarma hususunda ne kadar tarafsız olduğunu ölçememekteyiz. Fakat eserinde ara ara muhalifini tarifinde, onunla ilgili değerlendirmelerinde ona ve düşüncesine karşı nefreti açıkça görülmektedir. Bu da münazaranın tarafsız yansıtılma ihtimalini azaltmaktadır. Tüm meselelerde Kinânî’nin etkileyici konuşmasına karşın Bişr, neredeyse hiçbir soruya cevap verememekte, sanki bu ayetleri ilk defa duyuyormuş gibi kalakalmaktadır. Bişr el- Merîsî’nin yazdığı söylenilen eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Onun eserleri de ulaşmış olsaydı tartışmanın taraflarıyla ilgili daha nesnel sonuçlara ulaşmamız muhtemeldi. Ne yazık ki tartışmayı taraflardan sadece birinin anlatımıyla değerlendirmek durumundayız.

Kinânî’nin bu eseri halku’l-Kur’ân meselesi ile ilgili yazılmış ilk eserlerdendir. Konu hakkında tarafların görüşlerinin aktarılması ve dönemin sosyokültürel ve siyasal ortamını ayrıntılı bir şekilde tavsif etmesi sebebiyle de el-

Hayde ayrıca bir önem taşımaktadır. Kinânî’nin eserinde muhalif düşünceye karşı

kullandığı delillerin Kur’ân-ı Kerîm’den olduğu, hadislerden herhangi bir delil getirmediği görülmektedir. Bunun sebebi muhalifine karşı kat’î delil kullanmak istemesi olabilir.