• Sonuç bulunamadı

Kıraat-Makrû’, Tilâvet-Metlüv Farkı

3. ALLAH’IN KELAMI VE HALKU’L-KUR’ÂN MESELESİ

3.3. Halku’l-Kur’ân Meselesinde Kullanılan Argümanlar

3.3.8. Kıraat-Makrû’, Tilâvet-Metlüv Farkı

Buhârî, halku’l-Kur’ân tartışmalarına farklı bir bakış açısı getirmiştir. O, Allah kelamı olan Kur’ân’ın yaratılmadığı görüşündedir. Fakat bu mesele tartışılırken kıraat ile makrû, tilâvet ile metlüv, fiil ile mefûl ayrımı yapılması gerektiğini düşünmektedir. Zira bunlar birbirinden farklıdır. Bu görüşünü izah etmek için Halku efʻâli’l-ibâd isimli eserini yazmıştır. Eserinin adının “kulların fiillerinin yaratılmışlığı” anlamına gelmesi de bu fikrini destekler.

Kitabında yüzlerce hadis, rivayet ve haber nakletmektedir. Naklettiği haberlerin ana mesajını, Kur’ân’ın mahlûk olmadığı fakat kulların Kur’ân’ı tilavetinin mahlûk olduğu fikri oluşturmaktadır. Buhârî’nin halku’l-Kur’âna dair düşüncesi için Cehmiyye ile Kur’ân’ın ve tilavetinin mahlûk olmadığını düşünen grupların düşünceleri arasındadır, diyebiliriz. Bunu Buhârî’nin düşüncesini temellendirdiği rivayetlere ve onun yaptığı izahlara bakarak daha iyi anlayabiliriz.

760 Ebü’l-Kâsım İbn Mende, er-Red alâ men yekûlü “elif, lâm, mîm” harfun, s. 75 761 Ebü’l-Kâsım İbn Mende, er-Red, s. 76

Allah Teâlâ, ُهَتَلاَس ِر َتْغ َّلَب اَمَف ْلَعْفَت ْمَل ْنِا َو ۜ َكِ ب َر ْنِم َكْيَلِا َل ِزْنُا ااَم ْغـِ لَب ُلوُس َّرلا اَه يَا ااَي (Ey

peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer yapmazsan risalet görevini

yapmamış olursun)762 buyurduğu ayette Nebi (a.s.)’nin tebliğ yapmadığı takdirde

risalet görevini yerine getirmemiş olacağını söylemektedir. Yani, tebliği risalet olarak adlandırmaktadır.763 Buhârî, risalet görevinin mahlûk olduğunu zımnen

belirtmek için bu ayeti eserine almıştır. Yine, Hz. Peygamber (a.s.)’in, “Kur’ân

beraberinde olarak düşman topraklarına yolculuk yapmayı yasakladı”764 hadisini ve

Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin765 “Şu asılı duran Mushaflarla avunmayın, Kur’ân’ı

okuyun. Şüphesiz Allah, Kur’ân’ı ezberlemiş olan bir kalbe azap etmez”766 sözünü

eserine almıştır.

Buhârî çok az izah yapmış, çoğunlukla rivayetleri sıralayarak okuyucunun sonucu kendisinin çıkarmasını istemiştir. Yukarıdaki rivayetlere baktığımızda, tebliğin risalet olarak adlandırılması, Kur’ân’la düşman toprağına yolculuk yapmak ve asılı duran Mushaf ifadelerinin bulunduğunu görüyoruz. Buhârî’nin, bu ifadelerin bulunduğu rivayetleri eserine almasının sebebi, onların Allah’ın kelamı olan Kur’ân’dan farklı olduğunu düşünmesidir. Böylece Buhârî “O, Mushaf’ta yazılı şekliyle yaratılmıştır fakat Allah kelamı yaratılmamıştır” sonucuna ulaşmaktadır.

Buhârî, “Kur’ân Mushaf’ta yazılmış değildir; o bizatihi Mushaf’tadır” şeklindeki iddiaya ayetlerde geçen Mekke, Medine, insanlar, cinler, cennet, cehennem, Firavun nasıl Mushaf’ta yazılı oldukları halde kendileri Mushaf’ta değilse Kur’ân’ın da bizatihi kendisi Mushaf’ta değildir, şeklinde cevap verir.767 Buhârî’nin

bu cevabı Kur’ân’ın yazılmış şekliyle yaratılmadığını iddia edenleredir. O, Allah kelamının Mushaf’ta yazılı olan şeklinin yaratılmış olduğunu düşünmektedir.

Bu görüşünü desteklemek için, Nebi (a.s.)’nin yüzüğüne Kur’ân’dan bir cümle nakşettirdiği ve bu yüzük parmağında iken ihtiyaç giderdiğine dair bir bab

762 Mâide, 5/67.

763 Buhârî, Halk, II, 166-167.

764 Buhârî, Halk, II, 199-200. Ayrıca bk. Ahmed, el-Müsned, VIII, 121; Buhârî, “Fadlü’l-cihâd ve’s-

siyer”, 128; Müslim, “İmâra”, 92; Malik,“Cihâd”, 7.

765 H. 83 yılında Şam’da vefat etmiş bir sahâbîdir. (Mizzî, Tehzîbü’l-kemâ fî esmâi’r-ricâl, XIII, 163). 766 Buhârî, Halk, II, 199.

başlığı açmış ve burada birçok haber nakletmiştir. Bu rivayetlerde, yüzüklerde ve paralarda Allah’ın adının bulunduğu,768 bunlarla tuvalete gitmekte bir sakınca

olmadığı,769 abdestsiz olarak Mushaf’a dokunmanın caiz oluşu,770 yüzükler ve

paralar üzerine yeminin caiz olmayışı771 gibi konular bulunmaktadır. Bu örneklere

baktığımızda Buhârî yüzük ve parada Allah’ın adının bulunmasına rağmen onlarla tuvalete girmenin veya Mushaf’a abdestsiz dokunmanın caiz olduğunu ortaya koymaktadır. Böylelikle Mushaf’ta veya yüzükte yazılan ile Allah kelamının bizatihi kendisinin aynı şey olmadığını ispat etmektedir. Yani onun buradan ulaşmaya çalıştığı sonuç, tüm bunların; yüzüğe, dirheme veya kitaba yazılı olan şekliyle mahlûk olduğu fakat Allah kelamının mahlûk olmadığıdır.

Buhârî’ye göre, Allah’ın kelamının yaratılmış olduğunu düşünen Cehmiyye ile Muattıla, kulların tilaveti ile makrû olan şey arasındaki farkı tam olarak anlayamadıkları için hata yapmaktadırlar.772 Tıpkı “Kur’ân yazılı olan ve tilavet

edilen şekliyle de mahlûk değildir” diyen grup gibi. Buhârî, Musa (a.s.)’nın kelîmullah olması,773 cennette Kur’ân okuyan bir kişinin sesinin işitilmesi,774 rükûda

Kur’ân kıraatinin yasaklanması775 ve kıraati yüksek sesle yapmanın yasaklanması776

gibi bazı rivayetleri aktarır. Buhârî tüm bu rivayetlerde bazı incelikler yakalamıştır. Mesela, cennette Kur’ân okuyan kişinin sesinin işitildiğine dair meselede dikkat çekmeye çalıştığı şey, rivayette cennetten Kur’ân’ın işitildiğinin değil Kur’ân okuyan kişinin sesinin işitildiğinin ifade edilmesidir. Zira Kur’ân ile Kur’ân okuyan kişinin sesi farklıdır. Nebi (a.s.)’nin namazda yüksek sesle kıraati yasaklama sebebinin, namaz kılan diğer kişilerin kıraatlerinde karışıklığa sebep olabileceği endişesi olduğunu; Rasûlullah’ın bu yasak ile kesinlikle Kur’ân’ın bizatihi kendisini değil, namazda iken yüksek ses ile yapılan kıraati kastettiğini ifade eder.777 Yani hadiste

768 Buhârî, Halk, II, 250. 769 Buhârî, Halk, II, 251. 770 Buhârî, Halk, II, 205. 771 Buhârî, Halk, II, 256. 772 Buhârî, Halk, II, 162. 773 Buhârî, Halk, II, 279 774 Buhârî, Halk, II, 282-283. 775 Buhârî, Halk, II, 284-286. 776 Buhârî, Halk, II, 289-291. 777 Buhârî, Halk, 291-292.

yasaklanan Kur’ân değil, kıraatidir; cennetten duyulan şey Kur’ân’ın kendisi değil, Kur’ân okuyan kişinin sesidir. Buhârî’nin burada anlatmak istediği şey, kişinin kıraati ile Kur’ân’ın yani makrûnun (okunan şeyin) farklı şeyler olduğudur.

İbn Kuteybe, Kur’ân’ın kitabet, kıraat, hıfz ve istimâʻ ile birlikte düşünülmesi gerektiğini ifade eder. “Kitabet, Kur’ân’ın yazılmasıdır. Bu, hat ile gerçekleşir ve ameldir. Bu amel mahlûktur, yazılan Kur’ân’dır. Kur’ân ise mahlûk değildir. Kıraat, Kur’ân’ın okunmasıdır ve ameldir. Ses tellerinin ve dilin Kur’ân-ı Kerîm ile harekete geçirilmiş halidir. Dolayısıyla bu amel mahlûktur. Kıraat edilen Kur’ân’dır, Kur’ân ise mahlûk değildir. Hıfz, Kur’ân’ın ezberlenmesinin kalpte gerçekleşmesidir. Bu da ameldir ve mahlûktur. Hıfz edilen Kur’ân’dır, Kur’ân ise mahlûk değildir. İstimâʻ, (duyma fiili) kulakta meydana gelir, bir ameldir ve mahlûktur. İşitilen Kur’ân’dır, Kur’ân ise mahlûk değildir” diyerek Kur’ân’a dair görüşlerini özetler.778

İbn Kuteybe Kur’ân ile Kur’ân’dan sâdır olan amelin insanın ten rengi ile vücudu arasındaki ilişkiye benzediğini söyler. Nasıl ten rengi ile insanın vücudu birbirinden ayrı şeyler değilse bunun gibi Kur’ân da kitabet, kıraat, hıfz ve istimâʻ olmadan düşünülemez; karaʻtü, lafaztü, televtü dendiğinde Kur’ân anlaşılır.779

İbn Kuteybe Kur’ân mahlûk mudur, sorusuna cemre (kırmızı kor parçası) benzetmesi ile cevap vermektedir. Buna göre kor parçasının ateş mi, cisim mi olduğu hakkında tartıştışan iki kişinin ikisi de doğruyu söylemektedir. Zira bir meselenin iki tarafı da doğru olan birer yönünü görmüşlerdir. Kıraat bu örnekteki cemre gibidir. Tıpkı cemrenin cisim ve ateş, yıldızın nâr ve nûr manasını cem etmesi gibi kıraat da Kur’ân ve amel anlamlarını kendinde birleştirmektedir.780

“Kur’ân okuyuşum mahlûk mudur” sorusunu soran kişiye, İbn Kuteybe “Muhammed Kur’ân okusa Zeyd onu işitse Abdullah, ‘Muhammed ne okudu’ dese Zeyd ‘Kur’ân’ yanıtını verir. Çünkü burada hem Kur’ân ve hem de amel manası

778 İbn Kuteybe, el-İhtilâf, s. 45-46. 779 İbn Kuteybe, el-İhtilâf, s. 46. 780 İbn Kuteybe, el-İhtilâf, s. 46-47.

birlikte bulunmaktadır” cevabını verir.781 Yani İbn Kuteybe, okunan şeyin hem

Kur’ân olduğunu hem de Muhammed’in kıraati olan amel olduğunu belirtmektedir. İzahlarına baktığımızda İbn Kuteybe’nin halku’l-Kur’ân meselesi ile ilgili düşüncesinin, meselenin Kur’ân’ın kendisi ve amel olmak üzere iki yönünün bulunduğunu, birinin diğerinden ayrı düşünülemeyeceğini, amelin mahlûk olduğunu, ama ameli icra edilen şeyin yani Kur’ân’ın gayrı mahlûk olduğu şeklinde özetlenebilir.

Cehmiyye’ye reddiye yazan müelliflerin halku’l-Kur’ân konusunda Cehmiyye gibi düşünmedikleri kesin olmakla birlikte, kendi aralarında tam bir mutabakat bulunmamaktadır. Onların iki ayrı görüşe sahip olduklarını söyleyebiliriz.

1. Kur’ân her şekliyle herhangi bir ayrım yapılmaksızın gayrı mahlûktur, görüşüne sahip olanlar. Dârimî ve İbn Mende bunlardandır.

2. Kur’ân kıraat, kitabet, hıfz ve istimâʻ şeklindeki amellerle ifade edilmektedir. Onun Mushaf, yüzük gibi zeminlere yazılmış şekli ve seslerle tilavet edilen şekli mahlûktur fakat Allah’ın kelamı olarak Kur’ân’ın bizatihi kendisi mahlûk değildir. Amel mahlûk olsa da Kur’ân’ın amele dönüşmüş şekli gayrı mahlûktur, görüşüne sahip olanlar. Buhârî ve İbn Kuteybe bunlardandır.

Dârimî ve İbn Mende gibi düşünenlerin de Cehmiyye’nin de fikirlerinde ve getirdikleri delillerde ara ara soru işaretleri oluşmakta, iki tarafta da doğru ve yanlış olduğu düşünülen yerler bulunmaktadır. İmam Buhârî, yaptığı kıraat-makrû ayrımıyla meseleye daha ma’kûl bir çözüm sunmaktadır. Bu durumda Allah kelamı olan Kur’ân’ın yaratılmış olduğu kabul edilmemekte, fakat Kur’ân’ın yazılmasının ve okunmasının ondan farklı olduğu ve mahlûk olduğu ifade edilmektedir. İbn Kuteybe de amelin mahlûk olduğunu fakat Kur’ân ile amelin birbirinden ayrılamayan iki şey olduğunu belirterek Buhârî ile benzer bir görüş serdetmektedir. İbn Kuteybe ve Buhârî, izahlarıyla tartışmalı meselenin her iki taraf için de tevhide zarar verdiğini söyledikleri noktaları izale etmiş görünmektedir. Onların yaklaşımı

ile Allah’ın kelam sıfatı yok sayılmamakta aynı zamanda Allah’tan başka kadîm bir varlık sorunu da ortaya çıkmamış olmaktadır.