• Sonuç bulunamadı

2. ALLAH’A YER-YÖN NİSPETİ VE İSTİVÂ

2.2. Arş ve İstivâ Meselesi

İstivâ kelimesi ىوس kökünden türemiş olup karar kılmak, oturup yerleşmek,

yukarı çıkmak, yönelmek, hâkim olmak ve tahta oturmak anlamlarına gelir.511 İstivâ,

Allah’ın zatının âlemle münasebetini konu edinen sıfatlardan biridir.512

Sözlükte yükseklik, yüksek şey ve yer anlamına gelen arş, mecâzî olarak hükümranlık, şeref, şan ve taht manalarında kullanılmaktadır.513 Kur’ân ve hadiste

ise, ilâhî hükümranlık ve taht anlamlarında kullanılan bir terim olarak karşımıza çıkar.514

Arş ve istivâ meselesi, Allah’ın nerde olduğu tartışmasının bir parçasını

oluşturmaktadır. Pek çok ayette geçen Allah’ın arşa/arşı istivâ etmesi515 ifadesinde

509 Kevserî, Makâlât, s. 279. 510 Dârimî, er-Red, s. 103-104.

511 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XIV, 414.

512 Yavuz, Yusuf Şevki, “İstivâ”, DİA, XXIII, 402. 513 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 313.

514 Yavuz, Yusuf Şevki, “Arş”, DİA, III, 406.

515 Arapça orjinalinde شرعلا ىلع ىوتسا şeklinde geçen ifadeyi Türkçeye çeviriken arşa istivâ şeklinde

bir tercüme yapılırsa bu görüş ehl- hadîsin yaklaşımını yansıtmakta, arşı istivâ şeklinde bir tercüme yapılırsa bu da Cehmiyye’nin görüşünü yansıtmaktadır. Yorumlardan ikisini de muhafaza edebilmek için kavramı arşa/arşı istivâ şeklinde tercüme etmeyi uygun gördük.

arş ve istivâ kavramlarına verilen anlam tartışılmaktadır. Cehmiyye’nin görüşlerine

cevap verme amacıyla yazılan eserlerde istivâ meselesi ele alınan ana konulardandır.

Cehmiyye arşın belli bir mekân olmadığını, dolayısıyla istivânın da onun üzerine oturmak, yerleşmek şeklinde anlaşılamayacağını iddia eder. Onlar, “Allah yaratılmış olan şeyleri yarattığında yer, gök ve ikisi arasındakiler gibi bunların hepsini kendisinin arşı olarak isimlendirdi ve hepsini hâkimiyeti altına aldı” görüşündedirler.516 Yani Cehmiyye’ye göre arş, yer, gök ve ikisi arasındakiler dâhil

tüm âlemdir.

Ahmed b. Hanbel, diğer meselelerde olduğu gibi bu konuda da Cehmiyye’ye ayetlerle cevap vermektedir. Muhtemelen istivâ ile ilgili birçok ayetin oluşu sebebiyle başka bir delile ihtiyaç hissetmemiştir. O, ى َوَتْسا ِش ْرَعْلا ىَلَع ُنمْح َّرلَا (Rahman,

arşa istivâ etti.)517 ِش ْرَعْلا ىَلَع ى َوَتْسا َّمُث ماَّيَأ ِةَّتِس يِف َض ْرَ ْلْا َو ِتا َومَّسلا َقَلَخ يِذَّلا ُالله ُمُكَّب َر َّنِإ

(Rabbiniz o Allah'dır ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında olanları altı günde yaratan

ve sonra da arşa istivâ edendir)518 ayetleri ile istidlal etmektedir.

Buhâri ise, Cehmiyye’nin Allah’ın yeryüzünde olduğu görüşünün aksine, onun istivâ etmiş bir şekilde arşın üzerinde olduğuna dair Abdullah b. Mübarek’in görüşünü nakletmektedir.519 Buhârî, Cehm b. Safvân’ın “Rahman arşa istivâ etti”

ayeti ile ilgili olarak “Elimde olsa bu ayeti Mushaflardan kazırdım” dediğine dair bir bilgi nakletmektedir.520

İbn Kuteybe ve Dârimî, Cehmiyye’nin ayetlerde geçen ى َوَتْسِا kelimesine istîlâ etti yani hâkim oldu, hâkimiyeti ele geçirdi manasını verdiklerini521 ama kelimeye

verilen mananın Arapçaya uygun olmadığını belirtirler. İbn Kuteybe ayette geçen اَذِإَف ِكْلُفْلا ىَلَع َكَعَم َو َتْنَا َتْي َوَتْسا (Sen ve beraberindekiler gemiye istivâ edince)522 ifadesinde

istivânın “istikrar etti” manasına geldiğini, bir insan arkadaşını telaşlı gördüğünde

ِوَتْسِا yani “رِقَتْسِا (karar kıl)” dediğini belirtir. ِءاَمَّسلا ىَلِا ى َوَتْسا َّمُث (Sonra semaya istivâ

516 Dârimî, er-Red, s. 76-77. 517 Tâhâ, 20/5.

518 Yûnus, 10/3. 519 Buhârî, Halk, II, 15. 520 Buhârî, Halk, II, 41-42. 521 Dârimî, Nakz, I, 454. 522 Müminûn, 23/28.

etti) ayetinde523 istîlâ etti değil; “yöneldi, kastetti” anlamı vardır, der.524 Sonra İbn Kuteybe, muhaliflerinin arş kelimesine “serîr”525 anlamını vermediklerini, hâlbuki onun anlamının “serîr” olduğunu Arap şiirinden getirdiği delil ile ifade eder.526

Dârimî, Cehmiyye’nin istivâ ile ilgili tüm ayetleri527 kabul ettiklerini, fakat

ardından “Allah her yerdedir, herhangi bir mekândan hâlî değildir” diyerek aslında

istivâyı inkâr ettiklerini söyler. Onların istivâ kelimesine َهْيَلَع ىَل ْو (istevlâ َتْسِا

aleyhi/alâhü) yani “hâkimiyeti altına aldı, yüce oldu” anlamını verdiklerini naklettikten sonra, muhaliflerine “O’nun hâkim olmadığı -istevlâ etmediği- ve yüce olmadığı -alâ olmadığı- bir yer mi var da arşa hâkim olduğu özellikle belirtilsin ve farklı ayetlerde defalarca arşa hâkim olduğu yinelensin” sorusunu sorar.528

Dârimî, muhataplarına hâkimiyet altına alma işinin iki kuvvetin rekabeti sonucu olan bir durum olduğunu belirtmekte ve bu konuda Allah’la kim mücadele edecek ki Allah hâkimiyeti ondan alsın, sorusunu sormaktadır.529 Aslında bu yorumu Dârîmî’den daha önce Kinânî (ö. 240/854) er-Red ale’l-Cehmiyye isimli eserinde yapmaktadır.530 Günümüze ulaştığı tespit edilemeyen bu eserden İbn Teymiyye’nin

yaptığı alıntı göz önüne alınırsa bu yorumu Dârimî’nin Kinânî’den aldığı anlaşılır. Bişr el-Merîsî, muhaliflerin bu izahının yanlış olduğunu düşünmektedir ve Allah Teâlâ’nın mahlûk olan arşın üzerinde bulunmasının mümkün olmadığını, mahlûkun mahlûkun üstünde bulunabileceği, ama Hâlik’in bir mahlûk üzerinde olamayacağını söylemektedir.531 Dârimî, bu tarz yorumlar yaparak Bişr el-Merîsî’nin

aslında arşı inkâr etmeye çalıştığını belirtir.532 Buhârî ve Ahmed b. Hanbel’in

eserlerinde istivânın istîlâ olarak yorumuna dair bir bilgi yoktur. Dârimî, Muarız dediği şahsın Bişr el-Merîsî ile arş hakkında tartıştığını, Bişr’in mahlûk olan arşa

523 Bakara, 2/29.

524 İbn Kuteybe, el-İhtilâf, s. 13.

525 Serîr; Arapçada taht, koltuk anlamlarında kullanılır. 526 İbn Kuteybe, el-İhtilâf, s. 28.

527 İstivâ ile ilgili ayetler için bk. Âli İmrân 3/55; Enʻâm, 6/18; Aʻrâf, 7/54; Nahl, 16/50; Tâhâ, 20/4-8;

Secde, 32/6; Fâtır, 35/10; Fussilet, 41/9-12; Mülk, 67/16-17; Meâric, 70/3-4.

528 Dârimî, er-Red, s. 94. 529 Dârimî, Nakz, I, 455.

530 İbn Teymiyye, Telbîs, I, 30; IV, 301-307; a.mlf., Der’ü teʻâruz, VI, 115; İbn Kayyim, İctimaʻ, 331. 531 Dârimî, Nakz, II, 435-436.

hâlık olan Allah’ın oturmasının mümkün olmadığı görüşünde olduğunu belirtmektedir.533

Cehmiyye’nin Allah’ın her yerde olduğuna dair getirdikleri bir diğer delil اَم ْمُهُعِبا َر َوُه َّلِْا ةَثلَث ى َوْجَن ْنِم ُنوُكَي (Üç kişi arasında fısıltıyla konuşsa o dördüncüdür)534

ayetidir. Dârimî, bu ayetin bir kısmıyla değil tamamıyla değerlendirilmesi gerektiğini söyler. Ayetin tamamı şu şekildedir: “Allah’ın göklerde ve yerde olanı bildiğini

görmez misin? Üç kişi arasında fısıldasa dördüncüleri, beş kişi olsalar altıncıları O’dur. Daha az veya daha çok olsalar, O yine her yerde onlarla birliktedir. Sonra kıyamet günü yaptıkları şeyleri onlara bildirecektir. Allah her şeyi bilendir.” Dârimî

ayetin tamamı okunduğunda onda Allah’ın ilminden bahsedildiğinin görüleceğini, O’nun nefsiyle değil; ilmi ve görmesi ile her bir kişiyle birlikte olduğunu ifade eder.535

Arşla alakalı bahsin girişinde Dârimî, “Daha önce Müslüman olduğunu iddia

eden bir kişiye arşı ispat ve ona iman için delil getirmek zorunda kalacağım hiç aklıma gelmezdi” diyerek, Cehmiyye’nin arşla ilgili yaptığı te’villere karşı şaşkınlığını ortaya koyar. Daha sonra bu konuda ayet ve hadislerle birlikte sahâbeden ve sonraki gelenlerden nakledilen pek çok bilgiyi aktarmaktadır.536 Bu haberlerden bir kısmına Allah’ın gökte oluşuna dair bahiste yer verilmişti.

Arşla doğrudan ilgili olması bakımından Abdullah b. Halîfe’den nakledilen etît (gıcırtı) rivayeti önemlidir. Bu rivayete göre: “Nebi (a.s.)’ye bir kadın geldi ve

ona, “Benim için Allah’a dua et de cennete gideyim” dedi. Nebî (a.s.), ‘O’nun kürsîsi

gökleri ve yeri kuşatmıştır. O, kürsi üzerine oturur, ondan sadece dört parmaklık bir yer artar. Nebi (a.s.) (mesafeyi göstermek için) dört parmağını uzattı. O oturduğunda ağırlığından dolayı, binicinin yeni bir semerin üzerine otururken çıkardığı gıcırtı sesi

gibi bir ses gelir’ dedi.”537

533 Dârimî, Nakz, I, 434. 534 Mücâdele, 58/7. 535 Dârimî, er-Red, s. 97.

536 Bk. Dârimî, er-Red, s. 110-152; a.mlf., Nakz, I, 461-483.

537 Dârimî, Nakz, II, 426. Ayrıca bk. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne, I, 301, 305; Bezzâr, el-

Müsned, I, 457; İbn Huzeyme, et-Tevhîd, I, 244; Zehebî, Ebû Abdillah Şemseddin Muhammed, el- Arş, thk. Muhammed b. Halîfe, Medîne, 1424/2003, II, 155; Heysemî, Ebü’l-Hasen Nûreddîn Ali

Dârimî bu rivayet ile Allah’ın kürsîye oturduğu, dört parmak kadar bir yer bıraktığı görüşünü nakletmektedir. Kevserî, bunu eleştirir ve دوُعُق yani oturmanın dilde bacağı kıvırıp kalçaları yere koymak anlamına geldiğini, bunun Allah Teâlâ için düşünülmesinin mümkün olamayacağını söyler.538

Bu rivayete göre Allah’ın bir ağırlığı vardır ve bu ağırlıkla kürsîye oturduğunda arş bu yükü taşımakta zorlanmakta ve gıcırtı sesi gelmektedir. Rivayette açıkça Allah’a cisim isnat edilmekte ve insana benzetilmektedir. Bu,

istivâya inanırız ama keyfiyetini bilmeyiz, iddiasına zıt bir durumdur. Zira keyfiyeti

hakkında yorum yapılmaktadır.

Bu şekilde bir arş algısını kabul etmeyen Cehmiyye, muhaliflerine Allah’ın her şeyden daha yüce ve büyük olduğunu, yaratılmış olan arşın ondan küçük olduğunu, arşın ve arşı taşıyanların Allah Teâlâ’yı taşımaya nasıl güç yetireceğini sorarlar.

Dârimî, bu soruya O’nun kudreti ve dilemesiyle her şeyin olabileceğini söyledikten sonra şu bilgiyi bu sorunun cevabı olarak aktarır: “Onlar Allah’ın

üzerinde olduğu arşı taşırken aciz bir durumda kaldılar ve dizlerinin üzerine düştüler. Onlara ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ sözü öğretildi. Bu yardım üzerine

O’nun iradesi ve kudreti ile arşı taşıyabildiler. Yoksa taşıyamayacaklardı.”539 Bu

nakilden sonra Dârimî daha da ileri gider ve “Şayet Allah dilerse bir sivrisineğin sırtına bile yerleşebilir, Allah’ın lütfu ile o da O’nu taşır, durum böyleyken arşın O’nu taşımasının tuhaf bir tarafı yoktur” der.540

Kevseri, Dârimî’nin Allah’ın bir sivrisineğin üstüne oturması sanki herkes tarafından kabul edilmiş bir meseleymiş gibi, bunu Allah’ın arşın üzerine yerleşmesine delil olarak kullanmasına itiraz etmektedir. Bu durumun Allah isterse evlenir, dilerse yer, içer gibi muhâl olan durumların söylenmesi ile aynı olduğunu,

b. Ebû Bekir, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, thk. Hüsâmeddin el-Kudsî, Mektebetü’l- Kudsî, Kâhire, 1414/1994, I, 83-84. Rivayetin sıhhati ile ilgili değerlendirme üçüncü bölümdeki 17 nolu rivayette yapılmıştır.

538 Kevserî, Makâlât, s. 280.

539 Bu ve benzer bir rivayet için bk. Dârimî, Nakz, II, 458-460; İbn Kayyim, İctimâʻ, II, 230. 540 Dârimî, Nakz, I, 458.

Allah’ın muhâl olan şeyi dilemeyeceğini ifade eder. Allah için örnekler vermeyin541

ayetini hatırlatır ve bu örnekle Dârimî’nin Allah’ın şanını küçülttüğünü söyler.542

Arşı “Yer, gökler de dâhil olmak üzere yaratılmış tüm âlemdir” şeklinde tarif

eden Bişr el-Merîsî’nin görüşünde hatalı olduğunu göstermek isteyen Dârimî Rasûlullah (a.s.)’tan şu rivayeti nakleder: “Allah’tan başka hiçbir şey yoktu. Onun

arşı su üzerindeydi. Sonra Zikir’de herşeyi yazdı. Sonra yeri ve gökleri yarattı.”543

Bu rivayete göre Allah Teâlâ yer, gökler ve içindekileri yaratmadan önce arşı yaratmıştır. Yani Cehmiyye’nin arş tanımı bu rivayetle doğruluğunu yitirmiş görünmektedir. Cehmiyye’nin bu hadisle ilgili karşı yorumu aktarılmamıştır.

İbnü’s-Selcî, Bişr el-Merîsî’den farklı olarak arşın mahlûkatın üzerinde olduğunu ifade etmektedir. Dârimî bu izahın da yanlış olduğunu zira Allah Teâlâ’nin Kur’ân-ı Kerîm’de ش ْرَعْلا ِل ْوَح ْنِم َنيِ فاَح َةَكِئلََمْلا ى َرَت َو (Melekleri de Rablerini hamd ile

tespih edip yücelterek arşın etrafını kuşatmış halde görürsün)544 ve

َش ْرَعْلا َنوُل ِمْحَي َني ِذَّلا مِهِ ب َر ِدْمَحِب َنوُحِ بَسُي ُهَل ْوَح ْنَم َو (Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar Rablerini

hamdederek tespih ederler)545 buyurmakta olduğunu söylemektedir. Buna ilaveten

َكِ ب َر َش ْرَع ُلِمْحَي َو ذِئَم ْوَي ْمُهَق ْوَف

ةَيِناَمَث (O gün Rabbinin arşını bunların da üstünde sekiz

taşıyıcı taşır)546 ayetinde arşın sekiz taşıyıcı tarafından taşındığı ءا

َمْلا ىَلَع ُهُش ْرَع َناَك َو (O’nun arşı su üzerinde idi)547 ayetinde ise arşın su üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Aynı zamanda ayetlerde anlatılan arşın suyun üzerinde olduğu, etrafını da meleklerin kuşattığı belirtilmektedir. Yani bu durumda arşın mahlûkatın üzerinde olduğu söylenemez.548

541 Nahl, 16/74.

542 Kevserî, Makâlât, s. 280.

543 Dârimî, er-Red, s. 81; Nakz, II, 461-462. Rivayetin geçtiği diğer kaynaklar için bk.Ahmed, el-

Müsned, XXXIII, 107; Buhârî, “Bedü’l-halk”, 1; Nesâî, “Tefsîr”, 11; el-Firyâbî, Ebû Bekir Cafer

b. Muhammed, Kitâbü'l-kader, thk., Abdullah b. Hamd el-Mansûr, Edvâü's-Selef, Riyad, 1997, I, 85; Beyhakî, el-Esmâ ve’s-sıfât, II, 234; İbn Hibbân, Sahîh, XIV, 8.

544 Zümer, 75/75. 545 Mü’min, 40/7. 546 Hâkka, 69/17. 547 Hûd, 11/7.

Cehmiyye de ehl-i hadîs de istivâ ve arşla ilgili görüşlerini ayet ve hadislere dayandırmaktadır. İzahlarında tutarlı olmak için de bazı ifadeleri te’vil etmektedirler. Cehmiyye Allah’ın zatıyla her yerde olduğu düşüncesinin bir devamı olarak arş diye özel bir mekânın olmadığını, yarattıklarının tamamının Allah’ın arşı olduğunu, istivâ etmenin ise onları hâkimiyeti altına almak olduğunu belirtmektedir. Ehl-i hadîsten Ahmed b. Hanbel ve Buhârî göklerin üstünde bir arşın bulunduğunu, Allah’ın ona

istivâ ettiğini söylemekte ve keyfiyeti ile ilgili yorum yapmak istememektedir.

Dârimî’nin ise aynı görüşte olduğunu söylemesine rağmen, Allah’ı, arşı ve istivâ meselesini teşbîh ve tecsîmi andıran antropomorfist bir anlatımla ele aldığı görülmektedir.

Aslında ehl-i hadîsin konuya yaklaşımını Malik b. Enes’in: “İstivâ malumdur, keyfiyeti meçhuldür. Ona inanmak vacip, hakkında soru sormak bidattir. Ben sapıtanlardan olmaktan korkarım”549 sözü net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Dârimî’nin ehl-i hadîsin istivânın keyfiyetinin meçhul oluşuna ve bu hususta konuşmanın doğru olmayışına dair görüşüne muhalif hareket ettiğini söyleyebiliriz.