• Sonuç bulunamadı

Fiziksel veya sanal ilişki biçimlerinin, iletişim ve etkileşim süreçlerinin gerçekleşmesi insanların belirli ölçüde bilinir olmalarına bağlıdır. İlişkinin seyri ve derinliği söz konusu bilinirliğin derecesini belirlemektedir. Yüz yüze ilişkilerde mekânsal sınırlanmalar veya toplumsal normlar ilişkilerde mahremiyet sınırlarının dikkate alınmasını daha çok sağlayabilmektedir. Sanal iletişim modelinde ise insanın fiziksel mekânın sınırlarından ve toplumsal denetim mekanizmalarından uzak kalabilmesi kişisel bilinirlik derecesinde sınırların gözetilmemesine ve mahremiyet konusunda çeşitli sorunların oluşmasına neden olabilmektedir. Sanal ilişkilerin gerçek ilişkiler kadar gerçekçi sonuçlarının olabileceği konusundaki bilinç eksikliği internet üzerinden geliştirilen sosyal ilişkilerde mahremiyetin göz ardı edilmesine yol açabilmektedir.

Mahremiyet insana ait bir özellik olarak ahlaki alanda yer almaktadır. Sınırları çok net olmayan mahremiyet algısı tam olarak bazı belirsizlikleri içeren yönüyle bireyler arasında kurulan iletişimde bir ‘dikkat alanı’ meydana getirmektedir. Aynı zamanda iletişim içerisinde özel olanın paylaşılmasını da bulunduran bir süreçtir. Bir iletişimin ahlaki alandaki yeri ‘‘tarafların birbirlerinin mahremiyet algısı üzerinde düşünebilme ve davranabilme yetisiyle yakından ilişkilidir.’’ (Yılmaz, 2011: 129). Temel bir insan hakkı olan mahremiyet bireysel gelişimin ve sosyalleşme süreçlerinin sağlıklı gelişimi açısından oldukça önemlidir. Bununla birlikte sosyal medya başta olmak üzere genel olarak internet kullanımına bağlı olarak mahremiyet ‘‘tehdit altında’’ bulunmaktadır. Sosyal medya, özel olanı sanal ortam üzerinden başkaları ile paylaşmaya kullanıcılarını yönlendirmektedir. Sosyalleşme amacıyla sosyal medya mecralarında yapılan kişisel bilgi ve özellikle fotoğraf paylaşımları mahremiyet alanının giderek daha fazla ihlal edilmesine neden olmaktadır (Kuyucu, 2015: 48, 49).

Mahremiyetin insanın bireysel varoluşu kadar toplumsal bir varlık olarak hayatını sürdürmesinde çift yönlü bir etkinliğinin olduğu görülmektedir. İnsanın hem kendisi olarak varolabilmesi hem de iletişim yoluyla mahrem alanından iradi yapacağı paylaşımların bu iki etkinliğin herhangi birine zarar vermeyecek nitelikte olması beklenir. Zira sosyalleşme aynı zamanda bir varoluş biçimidir. İnsan olmaktan kaynaklanan biricik olma hali de sosyalleşme süreçlerinin gerçekleşmesi adına feda edilmemelidir. İdeal olan bu olmasına rağmen günümüzde internetin yaygın iletişim aracı haline gelmesi ile bu dengeye çok dikkat edilemediği görülmektedir. Bununla birlikte internet ile mahrem alanın korunması arasındaki ilişki genel internet kullanımı konusunda olan ya da olmayan bilinç ve iradeyle ilgilidir.

Toplumsal etkileşim süreçlerinin tamamı temel bir diyalektik içerir. İnsanların yeni girdikleri bir ortamda var olan durum hakkında bilgi sahibi olmak ve kendilerinin nasıl değerlendirildiklerini öğrenmek istemeleri bu diyalektiğin temelinde yer almaktadır. Etkileşimin tarafı olan diğerleri ve kişinin kendisinin nasıl değerlendirildiği ile ilgili gerçek bilginin tamamen edinilemeyeceği açıktır. Bu ilişki ve etkileşim sürecinde insanın kişisel gerçekliği, tam olarak algılanamayanla ilgili olmaktadır. ‘‘Ve paradoksal olarak, kişi algılanamayan gerçeklikle ne kadar çok ilgiliyse, dikkatini görünüşlere o denli çok yoğunlaştırmak zorundadır.’’ (Goffman, 2014: 231, 232).

İnternet her ne kadar ses ve görüntünün anlık aktarımıyla iletişim sürecinde karşılıklı etkileşim sağlasa da bu süreçte insanların onay ve beğenilme isteklerinin tahrik edilmesi de söz konusu olabilmektedir. Sosyal medyada sık sık güncellenen profil resimleri, yenilen-içilen şeylerin gösterilmesinden anın yakalanması adına fotoğraf ve video çekimlerinin ifşasına kadar birçok özel şey çoğu zaman arkadaşlarla ve bazen de herkesle paylaşılabilmektedir. Bu durum aslında toplumsal etkileşim süreçlerinin sahip olduğu temel diyalektiğin sanal ortamlarda daha etkili olduğunu ve bu diyalektiğin aşılması adına gösterilen gayretlerin daha fazla olduğunu göstermektedir. Sanal ortamda yüz yüze iletişimde var olandan daha fazla bilinmeyenin olduğu kesindir. Mültimedya özelliği ile internetin günümüzde ses, görüntü ve hayatın canlı aktarımı gerçekleştirmesi bile ilişki ve etkileşim süreçleri açısından bilinirliğin sınırlı kalışını değiştirememektedir. Bu açıdan görünüşün ilgi odağında olması sanal ortamın mahremiyet kavramı ile ilgisini daha karmaşık hale getirmektedir. Zira sanal ortamda benliğini kendi tasarladığı şekliyle sunan kişi bilinmezliği azaltma çabası içerisine girerken paylaşımda özel sınırlar aşılabilmektedir. Selfie gibi popüler uygulamaların sosyal medya aracılığıyla sunumu bilinirliğin artması adına mahremiyetin ihlali sonucunu üretebilmektedir.

Sosyal medyada selfie gibi paylaşımlar özel alanların mahremiyetini ortadan kaldırmaktadır. Birey kendi özel alanının gözetlenmesine müsaade etmekle birlikte başkalarını gözetleyen konumuna da yerleşmektedir. Selfie kişinin 'en iyi temsili' haline gelerek, insanların bireye dair algıları birey tarafından kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Başkalarının beğenisinin bireyin kendine dair algısında merkezi bir konuma gelmesi, bireyin ''kendi temsiline daha bağımlı hale gelmesine'' neden olmaktadır. Ayrıca bireysel olarak kişiyi en iyi yansıtan temsilin oluşturulma çabası psikolojik problemlere neden olmanın yanında sanal sosyal kabulün fiziksel sosyal kabulden daha önemli hale gelmesine neden olmaktadır (Akıner ve Küngerü, 2015: 144). Gündelik yaşam üzerinde teknolojinin sahip olduğu derinlemesine etki gündelik yaşamın insanın kendi deneyimlerinin şekillendirdiği bir bilinç haricinde sürdürülmesine yol açmaktadır. Artık ‘‘teknolojinin yapılandırmadığı çıplak bir gündelik hayat’’ bulunmamaktadır. Teknolojik gelişmelerle insan yaşamına giren araçlar insan yaşamıyla o denli bütünleşmiştir ki, bir an yok farz edilseler üzerinde konuşulabilecek gündelik yaşamdan bahsedilmesi olanaksızdır. Teknolojik araçların kullanımına bağlı olarak anlamlı olarak yaşanabilen bir yaşam formunun varlığı aslında insanın yaşamı üzerindeki iradesinin de ortadan kalkmasını beraberinde getirmektedir (Ahıska, 2005: 115, 116).

Selfie konusunda getirilen eleştiriler ve sosyal medyanın insanlar arası gündelik fiziksel ilişkilerin temel konusu haline gelmesi internetin bireysel ve sosyal yaşam açısından elde ettiği vazgeçilmez konumu göstermektedir. Bu konuda önemli bir konu da sanal ortamda insanların gerçek kimlikleri ile var olup olmadıklarıdır. Fiziksel yaşam içerisinde de insanlar gerçek kimliklerinden farklı olarak görünmeleri ve bu sahte kimlikler üzerinden ilişkiler geliştirebilmektedirler. Ancak sanal ortamda var olabilmek için kimliğin gerçek ya da sahte ve hatta birbirinden bağımsız çoklu olmasının çok önemli olmadığı söylenebilir. Netice de sanal ortamda ilişki geliştirebilmek için gerekli olan bireysel kimliğe dair bilgiler sosyal medyanın teknik boyutu açısından dijital bir veriden daha fazlası değildir. Bununla birlikte kimlik konusu dijital bir veri olmanın çok ötesinde bireysel ve toplumsal öneme ve sonuçlara sahiptir.

İnternet daha önce hiç görülmeyen ''kamusal ve toplumsal bir alan içerisinde özel bir alan'' üretmiştir. İnternete bağlı çevrim içi sanal dünya kişinin çevrim dışı gerçek yaşamından tamamen bağımsız ve alakasız olabilmektedir. Sahte kimliğini ile ''anonim gerçekliği'' yaşayabilme imkanına sahip kimse çevrimiçi ''avatarını'' oluşturarak çevrimdışı hayatına yansıtmayacağı bir tarzda çevrimiçi dünyasında sınırların olmadığı bir yaşam sürebilmektedir. Bu durumda kişi sanal dünyadaki eylemlerinden ''ayrı'' birisi olmaktadır. Dolayısıyla eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmamakta ve buna bağlı olarak gerçek

yaşamda asla yapmayacağı kötü şeyleri çevrimiçi deneyimleyebilmektedir. Kişi gerçek kimliğini kullanarak veya belirli güvenlik önlemlerini alarak oluşturduğu sahte kimlikle ''kamusal ve toplumsal bir alan içerisinde özel bir alan'' sahibi olabilmektedir (Poe, 2015: 365, 366).

Sanal ortamda üretilen ‘‘avatarlar’’ üzerinden elde edilen özgürlük alanının gerçek yaşamda sağlanamaması bireysel sorunlara, sanal özgürlük alanının gerçek yaşama aktarılması için gösterilen çabalar da toplumsal sorunlara neden olabilir. Gerçek yaşamda bireysel ve toplumsal sınırların sanal ortamdaki özgürlük alanını kaldıramayacağı noktalarında çatışmaların yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Kendisinden içinde yaşadığı toplumla uyum içinde ilişkiler geliştirerek kültürlenmesi ve bu kültürlenme süreçlerinin toplamından meydana gelen sosyalleşme sürecini tamamlaması beklenen bireyin gençlik döneminde içinde yaşadığı sosyal çevresiyle geliştirebileceği uyumsuz ilişkiler sosyalleşme sürecine zarar verecektir.

Kişisel bilgilerin paylaşımı gözetleme/ gözetlenme konusunu da gündeme getirmektedir. Zira iktidar ilişkilerinde hiyerarşiyi oluşturan temel ilişkilerden birisi olan gözetleme/ gözetlenme ilişkisi sosyal medyanın yapısal özellikleri bakımından değerlendirildiğinde tarihsel bağlamından apayrı bir şekilde gerçekleşmektedir. İktidar sahiplerinin zorlamasından ziyade rızaya dayalı bir gözetlenme arzusu birey tarafından sanal varoluşun ilk kuralı olarak daha baştan kabullenilmiştir. Gözetlenme durumu sosyal bir olgu olarak veya bir iktidar ilişkisi olarak yeni olmasa da gözetlenmenin bir amaç haline getirilerek bu sürecin devamlılığının gönüllü olarak sağlanması internetin ve özellikle sosyal medyanın gelişimiyle yakından ilgilidir.

20. yüzyılın son dönemi itibariyle bilişim teknolojileri alanındaki gelişmelere bağlı olarak kamusal alan ile özel alan arasındaki ayırım var olan netliğini yitirmiştir. Özel alan mahremiyetini kaybederek ''gözetimin mekânı'' haline gelmiştir. Bu süreçte hem devlet hem de özel sektör açısından bireysel yaşamın ulaşılabilirliği ve denetim altına alınabilmesi daha mümkün hale gelmiştir (Lyon, 1997: 32, 33). Sosyal ilişkilerle birlikte var olan gözetim kavramının algılanma biçiminde günümüzde önemli değişiklikler söz konusudur. Bu değişikliklere neden olan parametrelerden ikisi Kesim Güven (2011: 173, 183) tarafından korku kültürünün yaygınlaşması ve gözetime imkan veren iletişim araçlarının gündelik yaşamın vazgeçilemez parçaları olarak algılanması olarak ifade edilmiştir. Gözetim araçları ve günümüzde bilgi iletişim teknolojisinde kullanılan araçların hepsi ‘‘incelikli bir gözetime maruz’’ kalınmasına neden olmaktadır. Kişisel bilgiler bireylerin ‘‘gönüllü dağıtıcıları’’

oldukları bir süreçle ifşa edildiği bu süreçte başkalarına ait özel alanın gözetleyicisi olma motivasyonu da oldukça yüksektir. Gözetim neticesinde elde edilen veriler güvenlikten eğlenceye kadar sınıflandırılarak özel sektör ve devlet tarafından depolanmaktadır ki, bu birikim sonucunda ‘‘…bireyler ağlar üzerinde birer kod numarası olan dijital yurttaşlar haline gelecektir.’’

Gözetlenmenin ve gözetlemenin temel sosyal ilişki motivasyonu haline gelmesi sosyal ilişkilerin sığlaşması sonucunu üretecektir. Zira görünüme dayalı ilişki geliştirme alışkanlıkları ve özel alanın sürekli ihlali paylaşım alanının sürekli daralmasına neden olmaktadır. Aslında zengin içerikli paylaşımların fazla olduğu sosyal ilişkiler uzun soluklu sürekliliğe sahiptir. Bununla birlikte sosyal ilişkilerde görünürlüğe dayalı paylaşımların fazlalığı söz konusu ilişki sürekliliğini beslememekte, aksine ilişkilerin çok insanla kısa süreli olarak gerçekleşmesine hizmet etmektedir. Bu açıdan özellikle sosyalleşme ve buna bağlı olarak sosyal yaşamın ahenkli yapısının korunabilmesi için sanal ilişkilerdeki mahremiyet sınırları dikkate alınmalıdır. Sanal ilişkilerin iletişim ve etkileşim süreçleri üzerinden günümüzde en çok gerçekleştiği sanal mecra sosyal medyadır. Tarihsel gelişimi, çeşitliliği, etkileri ve kullanım yaygınlığı bakımından sosyal medya tezin bu bölümünde özellikle sosyalleşme süreçlerinde meydana getirdiği dönüşüm açısından ayrı bir başlık altında değerlendirilecektir.