• Sonuç bulunamadı

Anglo-sakson geleneğin en önemli temsilcilerinden olan İngiltere, kendine has bir refah rejimi olan ve sosyal devleti liberal ekonomik model ile harmanlamış önemli bir devlet sistemine sahiptir. Tarihsel sürecine bakıldığında, İngiliz refah devletinin sistematik bir şekilde geliştiği ve toplumsal dönüşümlere paralel olarak

dönüştüğü görülmektedir. Neo-liberal piyasacı model ile sosyal refah

uygulamalarının karmasını oluşturan İngiltere, ekonomik kriz dönemlerinde gerileme gösterse de halen önemli bir refah sistemine sahiptir.

İngiliz sosyal devlet anlayışını ayrıntılı olarak irdelemeden önce, sosyal devlet ve refah devletinin batıdaki gelişimine bakmak yararlı olacaktır: Refah devleti; toplumsal gelişme amacıyla devlete bazı yükümlülükler getiren, bireylerin ve bir bütün olarak toplumun iyiliği için kamusal tedbirler alınmasını içeren bir sosyal refah modelidir. Refah devletleri, piyasaya müdahale eder, piyasanın kaynak tahsisinde eksik kaldığı alanlarda düzenleyici ve geliri yeniden dağıtıcı bir işlev görür (Kurşun ve Rakıcı, 2016).

Refah devletinde vatandaşların sosyal ve ekonomik düzeyinin yükseltilmesi amacıyla başta vergiler olmak üzere kamusal kaynaklarla finanse edilen pek çok politikalar uygulanır. Refah devleti, gelire veya servete göre artan oranlı vergi uygulamak, sosyal güvenlik sistemi, işsizlik sigortası sistemi, ücretsiz veya sübvanse edilen eğitim, ücretsiz veya indirimli sağlık hizmetleri gibi pek çok politika unsurunu tek veya bir arada kullanabilmektedir (Seyidoğlu, 1999). Modern anlamda refah

devletleri, bireylerin sadece yeme, içme, güvenlik gibi temel ihtiyaçlarına değil, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılamaya da odaklanır (Kurşun ve Rakıcı, 2014).

Sosyal refah devleti tarihi açısından baktığımızda, İngiltere’nin sosyal yardımları sistematik hale getiren ve düzenleyen ilk ülke olduğunu görürüz. Önemli bir unsur olarak, çalışma yaşamında çocukları korumaya yönelik düzenlemeleri yapan ilk ülke İngiltere’dir (Talas, 1999b). Refah devletinin gelişimi açısından önemli bir aşama kabul edilen 1782 tarihli Gilber Yasası, İngiltere’de keyfiliğe açık, kişiden kişiye değişen ve hayırseverlik duygusu temelindeki sosyal yardımları ilk kez sistematiğe kavuşturan yasadır. Bu yasa ile, sosyal yardım mekanizmaları ve kurumları bölgesel düzeyde tek bir çatı altında örgütlenmiş, sosyal yardımlar kayıt altına alınmaya başlanmıştır (Akyüz, 2008). Bu yasa sonrasında, sosyal yardımların standartlaştırılmış, bu ise 19 uncu yüzyıl sonlarında bir milyondan fazla kişinin sosyal yardımlardan yararlanabilmesi sonucunu doğurmuştur. “Gilbert Yasası” sayesinde engelli olmayan yoksullar da sosyal yardımlardan yararlanmaya başlamıştır (Güngör ve Özuğurlu, 1997).

Sosyal refah devletinin gelişimi sanayi devriminin ürettiği sosyal sonuçlarla yakından bağlantılıdır. 18 inci yüzyılın sonlarından başlarak önce İngiltere’de sonra da tüm Avrupa’da egemen olan Sanayi Devrimi, kırdan kente kitlesel göç hareketlerinin yaşanmasına, tarım sektöründe çalışanların azalması ve işçi sınıfının oluşumuna neden olmuştur. Bu dönemde kentlere yığılan ve ağır çalışma koşulları altında çalışan emekli geniş kesimler yoksulluk, işsizlik, evsizlik, sefalet, iş kazaları, sağlık sorunları, çocuk işçiliği, bakım sorunu gibi birçok sosyal soruna neden olmuştur. Söz konusu bu döneme kadar büyük ölçüde hayırseverliğe ve gönüllülük esasına dayanan sosyal hizmet mekanizmları değişen bu toplumsal yapı karşısında yetersiz kalmış ve ihtiyaca cevap vermekten çok uzak olmuştur (Özdemir, 2007). İşte bu koşullar, başta İngiltere olmak üzere Sanayi Devrimi’nin yaşandığı tüm ülkelerde alternatif arayışları, sosyal devlet ve refah politikalarını zorunlu kılmış, işçi sınıfı başta olmak üzere çeşitli toplum kesimlerinin kronikleşen sorunlarıyla başa çıkmak üzere alternatif refah modelleri üretilmiştir (Serter, 1994).

İlk tohumları Sanayi Devrimi sonrası toplumsal koşullar içerisinde atılan refah devleti modelleri, ikinci önemli dönüşümünü İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yaşamıştır. Refah devletinin altın yılları olarak adlandırılan 1945-1975 arasındaki dönemde sırasıyla İtalya, Almanya ve Fransa anayasalarına refah devleti olmanın gerekliliklerini yerine getirecek maddeler eklenmiş, Avrupa çapında refah harcamalarına ayrılan kamusal kaynaklar en üst düzeye çıkmıştır. Bu dönemde, insan haklarının yeni kuşak gelişmesine paralel olarak sosyal hakların tanımlanması, çeşitli uluslararası belgelerde ve sözleşmelerde refaha dair çeşitli hakların insan hakkı olarak tananınması önemli bir değişimin göstergesidir (Bulut, 2003).

1970’lerden itibaren “refah devletinin krizi” olarak adlandırılan dönem başlar. Bu dönemin başlarında tüm Dünya’da başgösteren ekonomik kriz kitlesek üretimi azaltmış, işsizlik oranlarını arttırmış, kamu gelirlerini daraltmış ve grevler başta olmak üzere sosyal huzursuzlukları tetiklemiştir. Bir yandan yükselen enflasyon ve faiz oranları öte yandan ise daralan kamu bütçeleri yüzünden refaha ayrılan kamusal kaynaklarda kesinti ve refah hizmetlerinin daralması Avrupa çapında temel gündem haline gelmiştir (Özdemir, 2007). Neoliberal politikaların ideolojik hegemonyasının başladığı dönem olarak kabul edilen bu yıllar, refah politikalarının kamuya ağır bütçe yükü oluşturduğu, piyasayı rijit hale getirdiği, küresel rekabet edilebilirliği sınırlandırdığı gerekçesi ile önemli ölçüde eleştirildiği yıllardır. Tüm bu gündemin üst üste binmesi sonucu refah rejimlerinin iddialı hedeflerinin daraltıldığı, refah harcamalarının kısıntılara tabi tutulduğu, sosyal koruma kapsamlarının daraldığı ve 1990’lı yılların sonlarına kadar sürecek bir refah devleti bunalımı dönemine girilmiştir (Aktan ve Vural, 2002).

Buna karşın, söz konusu bu dönemde dahi refah devletinin istikrarlı bir şekilde genişlediği literatürde yer alan önemli bir alternatif bakış açısıdır. 1980 yılında %16,3 olan İngiltere gayri safi milli hasılası içerisindeki kamu sosyal harcama payı 2014 yılında %21,7’ye yükselmiştir (OECD, 2015). Kamu sosyal harcamalarının milli gelire oranını otuz yıl içerisinde yüzde 30’dan fazla arttıran İngiltere, 2015 yılı itibariyle dünya refah sıralamasında on beşinci sırada yer almaktadır (LPI, 2015).

T.H. Marshall’ın literatüre en geniş tanımlamasını soktuğu “hak temelli sosyal yardım” (welfare as right) çerçevesinin oluşumundan tarihsel olarak büyük rol alan İngiltere’nin refah krizinin başladığı 1970’ler sonrasında bu yaklaşımı kademeli olarak terk ederek “istihdam odaklı sosyal yardım” (work-fare) sistemine geçtiği görülmektedir. Bu yaklaşımın sonucu olarak refah politikaları düşük ücretlerle de olsa bireylerin istihdam edilebilirliğini arttırmaya ve kendi başına ayakta durmalarını sağlamaya yöneldiği görülmektedir. Tüm bireyler için en az düzeyde bir asgari yaşam standardını sağlayan, ancak bunun ötesinde refahı piyasa koşullarından ve çalışarak temin etmeyi ilke edinen İngiliz modeli, istihdam politikaları ve sosyal yardım politikalarının uyumlulaştırılmasını esas alır. Bireylerin iş yaşamına ve çalışmaya katılmaları yönündeki politikalar, bu bireylerin çalışarak kendi başlarına ayakta durabilir hale gelmeleri, sosyal sigortalar sistemine girmeleri ve bu sayede emeklilik dönemlerinde de sosyal devlet unsurlarına daha az ihtiyaç duymalarını sağlamak hedefine matuftur (Arın, 2003).

Görüldüğü üzere İngiliz refah sistemi açısından bireylerin çalışma yaşamına katılımının sağlanması kritik önemdedir. Bu açıdan, İngiltere’nin istihdam oranları incelendiğinde aktif nüfusun yaklaşık üçte ikisinin çalışmakta olduğu görülür. Ülkedeki yüksek istihdamı sürdürmeyi hedefleyen politikaların sosyal refah modelinin unsurlarını da şekillendirdiği görülmektedir (Balseven, 2009).

Aile temelli bir sosyal yardım modeline sahip olan İngiltere’nin sosyal yardım sistemi ile vergi sistemi entegre olarak çalışır. Sosyal yardımların bir kısmının vergi indirimi olarak ödendiği bu modelde sosyal yardıma başvuran bir birey ailesinin yıllık gelir matrahına göre değişen oranlarda çeşitlendirilmiş sosyal yardımlar alabilir. Sosyal yardım alan bireyleri mali açıdan yakın bir takibe alan ve gelir değişiklikleri halinde sosyal yardım ödemelerini yeniden planlayan bu modelde bireylerin asgari bir yaşam standardına ulaşması, gelirlerinin bu standarın altında olması halinde sosyal yardımlarla belirlenen bareme kadar yükseltilmesi söz konusudur (Anderberg, 2008).

İngiltere’de parasal yardım şeklinde verilen üç tür sosyal yardım bulunmaktadır. Bunlardan ilki ailelere yöneliktir. Ailedeki çocuğun ya da çocukların engelli olup olmaması, engelliyse engel türü ve oranına ebeveynlerin her ikisinin de

çalışıp çalışmamasına ve son olarak da çocukların yaş ve eğitim durumuna göre alınan yardımın tutarı değişebilmektedir. Söz konusu yardım hane temellidir ve aile üyelerinin yetki verdiği kişiye ödenmektedir (Anderberg, 2008, Treasury, 2009).

İkinci tür sosyal yardım haftada 16 saatten fazla çalışan bireylerin çocukların kreş veya bakıcıları için başvurabildikleri yardım türüdür. Çocuk sayısına bağlı olarak değişen bu yardım türünün tavan sınırı bulunmaktadır. Bu yardımın temel iki şartı her iki ebeveynin de haftada en az 16 saat çalışmasının, bu nedenle çocuğun bakım ihtiyacının olmasıdır (Treasury, 2009).

Üçüncü tür sosyal yardım uygulaması ise, çalışmasına rağmen az gelir elde eden çocuksuz bireylere ya da ailelere yönelik nakdi yardım programıdır. Bu programa haftada en az 16 saat bir yerde çalışan ve 1800 Sterlinden fazla geliri olmayan bireyler başvurabilmektedir. Boşanmış ve çocuk sahibi olan kişiler ve haftada otuz saatten fazla çalışan kişiler için daha fazla yardım verilmektedir (Treasury, 2009).

İngiliz sosyal yardım mekanizması, engelli veya yaşlı olması veya başkaca bir nedenle istihdam piyasasına katılarak sosyal güvence kapsamına giremeyen kişiler için sosyal yardım mekanizmasını tamamlayıcı bir politika unsuru olarak görülmektedir. Yardıma başvuran engelli bireylere kısa, orta veya uzun vadeli yardım imkanları sağlanmaktadır. Söz konusu bu yardıma 16 yaşın üzerinde olan ve haftada 16 saatten az çalışan bireyler başvurabilmektedir (Taşçı, 2010, Millar 2008).

İngiltere’de vatandaşlar, istihdam içerisinde yer almadıklarında işsizlik sigortası ve sosyal yardımlarla desteklenmekte, böylece sefalet koşullarına düşmemeleri için asgari bir yaşam standardı oluşturmaları temin edilmektedir. Çalışma yaşamında olup, çalışmasına engel bir koşulu bulunmayan bireyler de “Jobcentre Plus” adı verilen kuruluşa kayıt yaparak iş alma süreçlerinde çeşitli nakdi sosyal yardımlardan yararlanabilmektedir (Taşçı, 2010).

Çalışma yaşamına katılmanın sosyal refah sisteminin önemli bir unsurunu oluşturmasından ötürü İngiliz sosyal güvenlik sistemini de ele almak gerekir. Sosyal hizmetler ve emeklilik olmak üzere iki ayrı grupta analiz edilecek olan İngiliz sosyal güvenlik sisteminde, emekli olabilmek için aynen Türkiye’de olduğu gibi yaş şartı ve

belirli prim ödeme gün sayısı şartlarını birlikte tamamlamak gerekir. Emekli maaşı bağlanan kişinin bu gelirinin asgari bir yaşam standardını halen sağlamaması halinde ise sosyal hizmetler devreye girerek destekliyici bir işlev görmektedir (Taşçı, 2010). Örneğin emeklilik döneminde geliri yetmeyen kişilere kira yardımı ya da vergi indirimi sağlanması söz konusudur. Tüm bu refah yardımları İngiliz sisteminin temel felsefesi olan bireye asgari bir yaşam standardı (insanca yaşayabileceği temel bir gelir düzeyi) sağlama hedefine matuftur.

Gerek hastalar ve engelliler gerekse de yaşlılara yönelik politikaların temelinde bireyleri istihdam sistemine katma hedefi yer alır. Bu amaçla, iş mevzuatında gerekli düzenlemeler yapılarak işverenlerin engelli ve dezavantajlı bireyleri tercih etmelerine yönelik özendirmeler yapılmıştır (Drake, 2000). Tüm bu kolaylıklara rağmen halen istihdam piyasasına katılarak gelir elde edemeyen bireyleri çin hastalık veya engel türüne göre değişen aylık yardımlar yapılmakta böylece bireyler gelirlerine yapılan ilaveler (top-up) yoluyla desteklenmektedir. İngiltere’de mevcut dönemde istihdamdaki bireylerin %4’ü kadar birey engelinden ötürü istihdama girmeden yardım almaktadır (Beatty ve Diğr., 2009).

Özetle, İngiliz sosyal refah sisteminde;

- Bireylerin istihdam edilebilirliğini arttırmak,

- Yaşlı, çocuk, engelli veya tek ebeveyn kişiler başta olmak üzere

dezavantajlı kesimlerin özel gereksinimleri için politikalar üretmek,

- Bireylerin yoksullaşmasını engellemek veya yoksulluk kısır

döngüsünü kırmalarını için istihdam fırsatları yaratmak, gibi unsurlar temel hedefleri oluşturur.

Bireylerin istihdama katılması temel hedef olduğu için bazı sosyal yardım mekanizmalarına başvuru koşulları özel olarak zorlaştırılmıştır, böylece refah bağımlılığı (welfare dependency) sorunu ile başa çıkmak hedeflenmiştir. Ne var ki, İngiliz refah sisteminin fazla piyasacı olduğu, bireylerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olduğu, farklı bireylerin farklı ihtiyaçları olduğu gerçeğini göz ardı ettiği şıkça getirilen bir eleştirdir. Örneğin, sosyal yardımlara esas alınan gelir hesaplamalarında

kadın ve erkek arasında ayrım yapılmadan iki cinsin de aynı şartlara tabi tutulmasının toplumsal cinsiyet rollerinin bireyler üzerindeki etkisini göz ardı eden bir unsur olduğu çeşitli akademisyenlerce tartışılmaktadır (Grant, 2009).