• Sonuç bulunamadı

1. İLETİŞİMSEL EYLEM KURAMI VE RASYONELLİK

1.5. İletişimsel Akıl ve Yaşam Dünyası

46 veya duyguyu ifade eden ve bunu gerekçelendirebilen estetik-dışavurumsal akıl anlamında, bir rasyonellik söz konusu olur. O halde rasyonellik, bütün bu üç akıl alanı karşısında ikna olabilme temelinde biçimlenir. Ancak, olgu-karşıtı pragmatik koşullar temelinde biçimlenen bir iletişimsel akıldan, üç akıl kavramını karşılayacak kapsamlı bir rasyonellik talep etmek, ona gerçekleştirebileceğinin üstünde bir görev yüklemek anlamına gelecektir.

47 Yaşam-dünyası içinde iletişimsel olarak eyleyen bireyler, kendilerine ilişkin doğru iddiaların ileri sürülebildiği nesnel dünyadaki olgular, norm ve kurallarla düzenlenen ilişkileri gösteren toplumsal dünyadaki ifadeler ve kendi yaşantılarıyla ilgili öznel dünyadaki şeyler hakkında pragmatik bir ilişkiye girerler. Dolayısıyla Habermas’a göre, yaşam-dünyası, bireylerin nesnel, öznel ve sosyal dünyada bulunan bir şey hakkında tartıştıkları ve bir uzlaşıya ulaştıkları süreçlerin ufkunu oluşturmaktadır.103 Yaşama evreni içinde biçimlenen bu üç dünyayla bağlı ve sınırlı olarak etkileşen bireyler, ortak bir yorumlama süreci içinde birbirleriyle öznelerarası bir anlama ve anlaşma ilişkisi içinde devinirler. Buna göre, “birbirini anlama, iletişime katılanların bir sözcenin geçerliliği hakkında birleşmesi anlamına gelir;

karşılıklı bir anlaşma ise, konuşucunun bu sözce için öne sürdüğü geçerlilik iddiasının öznelerarasında kabul edilmesidir.”104 Bu kabul, önceden varsayılan belirli iletişimsel kurallar çerçevesinde gerçekleşir.

Habermas’a göre, yaşam-dünyası ufku içinde iletişime girenlerin her birinin kendi dünyalarına ilişkin eylem tarzı (araçsal-stratejik) ve anlayış farklılığının, iletişimsel aklın argümantif ortamında aşılması gerekir. Bu da ancak, dilin toplumsallaşma ilkesi olarak yerleşmesine bağlı olarak, toplumsal koşullarla öznelerarasılık koşullarının birbirine yakınlaşması temelinde sağlanabilecektir. Bu yakınlaşmayla birlikte, ortak yaşamı olanaklı kılan normların geçerliliği, rasyonel olarak yürütülen bir argümantasyon sürecinde tüm taraflarca ortaya konulan haklı nedenlere dayandırılmış olur.105Bu açıdan, burada normlara ilişkin geçerliliğin aşkınsal zemini olarak öngörülen dil, taraflar arasında bir arabuluculuğu ve uzlaşıyı olanaklı kılan ortamdır. Bu anlamda, bütün yaşam dünyasının dilde içerilmesi söz konusudur.

103 J. Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, s. 159.

104 A.g.e., s. 553.

105 A.g.e., s. 523-24.

48 Dolayısıyla da, somut tikellik ve soyut genelliğin diyalektik ilişkisinin, tamamen dil ortamında kavranılan etkileşim ilişkileri aracılığıyla çözülmek istenmesi nedeniyle metafiziğe düşülmektedir.

Habermas’a göre, konuşma ve eyleme yetisine sahip olan bireyler, meşru biçimde düzenlenen toplumsal yapı içerisinde ait oldukları gruplar ve bir kültürel anlayış içinde belli bir kişilik ve yorumlama ufku kazanırlar. Bu anlamda, iletişimsel olarak eyleyenler her zaman, yaşam dünyalarının ufku içinde hareket etmek zorundadırlar ve hiçbir zaman bu ufuktan dışarı çıkamazlar. Dolayısıyla yaşam dünyasının yapıları, taraflar arasındaki olası bir anlaşmanın öznelerarasılığının biçimini ve koşullarını ortaya koyar. Yaşam-dünyası, iletişime giren tarafların konuşucu ve dinleyici olarak karşılaştıkları bir ortam veya zemin olarak ortaya çıkar.

Bu ortamda taraflar, karşılıklı olarak nesnel, toplumsal ya da öznel dünyayla ilgili iddialarını ortaya koyarlar ve bu iddialara yönelik, eleştiri ve itirazlarını ortaya koyup, ortak bir uzlaşıya ulaşırlar. Dolayısıyla yaşam-dünyası, farklılaşmış ilgiler ve nesnel-toplumsal yapılara rağmen, katılımcı perspektiften özerk olarak eyleyen bireylerin bir araya gelebildiği ve normlarla yönetilen bir iletişimsel akıl, yani ideal bir diyalog temelinde uzlaşabildikleri aşkınsal bir temel olarak görülür. Bu anlamda, yaşam-dünyası, tikellere temel dayanak ve varlık veren metafiziğin mutlak birlik noktasına benzetilebilir. Dolayısıyla eyleyenlerin dışına çıkamadıkları aşkınsal temel olarak düşünülen yaşam-dünyası, metafiziksel birlik veya dayanak noktasıyla düşünülen şeyin kendisini ifade eder. Bu durumda, Bubner’in ifade ettiği gibi,

“Habermas, ilerlemenin kılavuzu olarak görmesi gerektiği diyalogu kurgusal bir durum yapar. İdeal diyalog, gerçekten kurtulmuş bir toplumda ideal bir ‘iyi yaşam’

49 dünyasına bağlı kılınır. Bu dünya var olmadığı sürece, yalnızca bir karşı-savın statükoya yansıtılmasıdır.”106

Karşılıklı tanınma ilişkileri temelinde öznelerarası olarak yapılandırılan iletişimsel akıl, yaşam-dünyası ile birlikte bireylerin kimliğinin oluşturucu öğeleridir.

Dil ve eyleme yeteneğine sahip özneler, öznelerarası paylaşılan bir yaşam-dünyası içinde, özel bir dil topluluğu üyeleri olarak birbirleriyle etkileşimleri temelinde kimliklerini oluştururlar. İletişimsel aklın diyalogsal argümantatif süreci ve yaşam-dünyası ufkunda ortaya çıkan bireyselleşme ve kimlik oluşumu esnasında bireyler farklı bakış açısı perspektiflerini de kazanırlar. Anlaşmaya yönelmiş iletişimsel bir eylem söz konusu olduğunda, konuşucu ve dinleyici, “ortak durum tanımları hakkında görüşebilmek için önceden yorumlanmış yaşama evrenlerinin ufkundan, eş zamanlı olarak”107 öznel, nesnel ve toplumsal dünyayla bağlantılı bir durum içinde ilişki kurarlar. Habermas’a göre, bu ilişki, her biri kendi yorumlama ufku çerçevesinde konuşma ve eyleme yeteneğine sahip tarafların, ortaklaşa bir yorumlama sürecine giriştikleri uzlaşma yönelimli bir iletişimsel eylemde, kendi durumuna ve diğer her birinin durumuna ilişkin yorumları gözden geçirerek, her birine ait dış dünyayı ortak yaşam-dünyası temelinde birbiriyle örtüşebilecek şekilde bağlantı içine sokabilmelerini ifade eder.108 Aslında bu, Meadci anlamda, ‘kişinin kendine karşı ötekinin tutumunu alma’ tavrıdır. Sosyalleşme sürecinde edinilen bu tavır, bireylerin, yaşam dünyasına karşılık gelen ve sosyal ve öznel dünyalarındaki bir şey hakkında uzlaşı yönelimli biçimde eylemelerini sağlayan, birinci ve ikinci kişi bakış açısına sahip olmalarını ifade eder. Bu tavır karşısında nesneleştirici üçüncü kişi bakış açısını bireyler, yaşam dünyasını olumsuzlayan sistemin stratejik

106 R. Bubner, Modern Alman Felsefesi, s. 176.

107 J. G. Finlayson, Habermas, s. 122.

108 J. Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, s. 128.

50 eylemi temelinde öğrenirler. Dolayısıyla söylem etiksel bir yöntem de, yaşam evreni ufku ve iletişimsel rasyonellik temelinde eyleyen bireylerin karşılıklı tanınmasında açığa çıkan birinci, ikinci ve üçüncü kişi bakış açısını kapsayacak bir yöntem olmalıdır.

Uzlaşı yönelimli eylemin içinde biçimlendiği ve sürdürüldüğü “yaşam-dünyası, bir ufku oluşturur ve aynı zamanda kültürel olarak kendinden anlaşılır olanda, iletişim katılımcılarının yorumlama çabalarıyla uzlaşarak yorum-örneklerini elde ettiği bir stok sunar.”109 Bu anlamda, iletişimsel rasyonellik ve eylemin karşılıklı etkileşimiyle birbirini bütünleyen ve üreten yaşama evreni ya da yaşam-dünyası kavramsallaştırımı, özel şahsi çıkarların ve üretim ilişkilerinin amaç-rasyonel işleyişine bağlı olarak özel ve kamusal alan olarak biçimlenen burjuva sınıflı toplum yapısını kuşatan, farklı ilgi ve beklentilere sahip bireylerin uzlaşı yönelimli öznelerarası bir ilişkiye girme olanaklılığının yorumsal ufkunu oluşturan aşkınsal dilsel bir ortama vurgu yapar:

“yaşam”a yapılan gönderme, Habermas’ın öznenin konuşanlar topluluğundaki yerinin somutluğuna ve nihai özgüllüğüne bağlılığını vurgular. “Dünya” kavramıysa, kamusallığı, kamusal alan mefhumunun başlangıçta ilişkilendirildiği on sekizinci yüzyıl Avrupa toplumu modelinden bağımsızlaştırır. Böylesi bir mefhum, toplumu bir bütünlük, özel ve kamusal bölgelere düzenli biçimde bölünmüş bir toplam olarak algılar; bu bütünlük içinde, bireyler demokratik müzakere sürecine, kuşatıcı bir örgütlenmenin üyeleriymişçesine katılırlar.110

Dolayısıyla iletişimsel rasyonellik temelinde yaşam evreninin rasyonelleşmesi, geleneksel metafiziksel ve dinsel anlayış ve stratejik eylem yoluyla sağlanan bir

109 J. Habermas, Der philosophische Diskurs der Moderne, s. 348.

110 G. Borradori, Terör Günlerinde Felsefe, s. 89.

51 toplumsal bütünleşmeden farklı olarak, gelenek sonrası artan bireyleşme, özerkleşme ve kültürel farklılaşmaya bağlı olarak tarafların iletişimsel uzlaşı ve işbirliği çerçevesinde sağlanan evrensel geçerli ahlak ve hukuk normları temelinde bir bütünleşme olanaklılığını açığa çıkarır. Bu olanaklılık, Benhabib’in değerlendirmesine göre, uzlaşı yönelimli eylem ve rasyonellik temelinde ortaya konulan yeni bir toplumsallaşma tarzı olarak, ilke ve normların kamusal ve sınırlanmamış bir argümantasyon süreçlerinde ortaya konulmasını sağlayacak toplumsal örgütlenme ilkesine karşılık gelmektedir. Ancak, tahakkümden uzak iletişim temelinde oluşturulan söylemsel iradeye bağlı olan bu yeni toplumsal örgütlenme ilkesi, herhangi bir somut toplumsal gelişmeye karşılık gelmeyen varsayımsal bir iddia olarak durmaktadır.111 Dolayısıyla, olgu-karşıtı biçimsel nitelik ve kabuller temelinde varsayılan böylesi bir söylemsel irade oluşumu, genelleştirilebilir ilgiler ve farklı dünya görüşleri açısından bir toplumsal bütünleşme ilkesi olarak görülemez.

1.6. İletişimsel Aklın ve Yaşam Dünyasının Etik Bir Söylemin Kurulmasındaki