• Sonuç bulunamadı

2. SÖYLEM ETİĞİ KURAMI

2.1.1. Özgürlük ve Eşitlik

Bireyin, eylem ve seçimlerini kendi belirlemesi ve diğer bireylerle ilişkisi içinde kendini gerçekleştirme anlamlarını içeren özgürlük kavramı, öznenin özerkliği kavramıyla bağlantı içinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, modern anlayışın özgürlük bilinci, kendi kendini belirleme olanağına sahip bağımsız bir öznellikten ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla özerk özne ve özgürlük kavramı, karşılıklı olarak birbirini gerektirmektedir. Bu karşılıklılık temelinde, özellikle modern toplumsal yapı içerisinde özerk ahlaki bireylerin birbirleriyle etkileşimlerinde kendilerini gerçekleştirmesi, yani toplumsallaşma aracılığıyla bireyselleşmeleri anlamında bir

144 A.g.e., s. 175.

73 özgürleşimleri söz konusudur.145 Dolayısıyla Habermas’a göre, uzlaşma ve özgürlüğe ilişkin ortaya konulacak ütopik bir anlayış, iletişim yoluyla toplumsallaşan insan türünün, dilsel yeniden üretim mekanizması içinde yer almaktadır. Bu açıdan, dilsel telostan kaynaklı uzlaşı temelinde iletişimsel olarak eyleyen özneler arasında varsayılan özgürlük anlayışı, daha çok tarafsız ahlaki bakış açısından teorik ve pratik ilkelerin düşünülmesini, değerlendirilmesini ve bu değerlendirme sonucuna göre yargılama ve eyleyebilme olanaklılığını ifade eder.

Özerk ahlaki bireylerin, diğer deyişle eyleminin ilkesini kendinde koyabilme anlamında bağımsız ve bireyselleşmiş olan öznelerin, uzlaşı yönelimli iletişimsel etkileşimleri, öncelikle özne olmaları nedeniyle her birinin bir diğerine indirgenemez olan farlılığı ve özgürlüğünün karşılıklı kabulüne dayanmaktır. Bu kabul temelinde iletişimsel olarak eyleyen öznelerin, ussal bir biçimde öznelerarası uzlaşı temelinde ortaya koydukları normlar, söyleme katılanları yükümlü kılma anlamında sorumluluklarını da biçimlendirir. Dolayısıyla uzlaşı yönelimli iletişimsel eylemin karşılıklı tanınma ve bakışımlı ilgisinde ortaya çıkan özgürlük, rasyonellik ve sorumluluk, kavramsal olarak birbirleriyle sıkı bir bağlantı içindedir. Bu bağlantının ortamı, yargılama ve eyleme ilişkin gerekçelerin değerlendirilmesi anlamında teorik ve pratik düşünme yeteneğidir. Gerekçelerin değerlendirilmesi anlamında teorik ve pratik bir düşünme yeteneği olarak iletişimsel rasyonellik, konuşma ve eyleme yeteneğine sahip öznelerin yürüttükleri tartışım ortamında ortaklaşa elde edilebilecek bir kararın, diğer deyişle rasyonel biçimde güdülenen bir eylemi

145 Habermas’a göre, özgürlük, bilen ve eyleyen öznenin farklı göndermelerine göre farklılaşmaktadır.

Bilişsel ön-yargısızlık anlamında düşünümsel özgürlük, bir katılımcının ben-merkezci perspektiften kurtuluşunu gerektirir. İstenç özgürlüğü, başka türlü eyleyebilme veya verilmişlikler zincirinde yeni bir başlangıç yapabilme anlamında rasyonel seçim yeteneğinden oluşmaktadır. İstenç özgürlüğünü veya özerkliğini, Kantçı ahlaki bakıştan hareketle istemin kendi kendisiyle özsel bağlantı olanaklılığı olarak ifade ediyoruz. Dolayısıyla etik özgürlük, bir Ben-özdeşliğinin bilinçli tasarısı ve sürekliliğini olanaklı kılmaktadır. J. Habermas, Wahrheit und Rechtfertigung, s. 106.

74 gerçekleştirilmesinin ortamı olarak açığa çıkar. Bu nedenle, “özerklik ve sorumluluğa yönelik insansal ilgi sırf kuruntu değildir; çünkü o, a priori kavranılabilinir. Bizi doğanın dışına çıkaran şey doğasını bildiğimiz tek şeydir: Dil.

Onun yapısıyladır ki, özerklik ve sorumluluk bizler için konumlandırılmıştır.”146 Habermas’a göre, dilsel uzlaşımsallık temelinde iletişimsel olarak eyleyen öznelerin teorik ve pratik düşünme yetenekleri açısından, yalnızca herkesin ortak biçimde isteyip yapabildiği şeyler, yani ahlaki anlayış aracılığıyla yönetilebilen bir istem özerktir. Diğer yandan, tarafsız bir bakış açısına göre gerekçelendirdiği her şeyi, yasamalı bir istemin ürünü olarak düşünen akıl pratiktir. Dolayısıyla burada, istem ve akıl kavramlarının her ikisi de, içi içe geçmeksizin ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan, istem ve akıl, dünyaya karışan ve etki eden aktif bir yetenek ve sadece olgusallığı kopya eden pasif bir olanaklılık gibi birbirlerine karşı soyut biçimde durmazlar. Özerk bir istem, ussal olarak gerekçelendirilen yasaları ortaya koyarken, pratik akıl ise, bir arada tasarladığı ve tavsiye ettiği yasaları keşfeder. Bu açıdan Kant, bu bağlantıyı tatmin edici bir biçimde ortaya koyamamıştır. Bu bağlantı, ancak özgürlük ve aklın, artık sadece bir öznel olanaklılık olarak görülmediği durumda ortaya konulabilir.147 Çünkü her iki yetenek, yaşam-dünyası olgusallığı ve karşılıklı tanınma ilişkisi temelinde yürütülen uzlaşı yönelimli iletişimsel eylemin diyalogsallığıyla biçimlenmektedir. Bu anlamda, Kantçı düalizm, diğer deyişle özgürlüğün olanaklılığı olarak anlaksal alan (noumenal alan) ve duyusallığa karşılık gelen zorunluluk alanı (fenomenal alan) ayrımı, iletişimsel aklın öznelerarası uzlaşımsallığı ve yaşam-dünyası ufkunda yapılandırılan bir ve aynı alan olarak görülür.Buna göre, zaman ve mekan içinde eyleyen ampirik varlıkların anlak veya

146 J. Habermas, Bilgi ve İnsansal İlgiler, s. 380.

147 J. Habermas, Moralbewuβtsein und kommunikatives Handeln, s. 100.

75 rasyonellik yeteneği, uzlaşı yönelimli iletişimsel eylem temelinde ortaya konulan sosyal etkileşimler içinde biçimlenir. Bu durumda, kendi yasasını kendi koyabilen öznenin özerkliğine dayanan bireyin özgürlüğü, toplumsallaşan bütün bireylerin özgürlüğünün gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla düşünsel ve duyusal olarak bireyin özgürlüğü ve herkesin özgürlüğü, artık iki alana ayrılamaz. Bu anlamda, söylem etiksel bir ahlaki bakış açısı,

ödev ve eğilimi, akıl ve duyarlılığı kategoriksel olarak ayıran bir etiği, pratik olarak sonuçsuz bıraktığı konusunda Kant’a serzenişte bulunulabilmelidir. (bu ikili öğretiye itirazdan hareket eden) ...söylem-etiği, özgürlüğün kendinde verilmiş özsel yasası altında kendi öznel doğasının nesneleştirici boyun eğişi olmaksızın düşünmeye müsaade etmeyen, özerkliğin bilinç-felsefesi kavramını da açığa vurmaktadır. Özerkliğin öznelerarası kavramı, her bir kişiliğin özgür gelişiminin bütün kişilerin özgürlüğünün gerçekleşmesine bağlı olduğu gerçeğini hesaba katar.148

Diğer yandan, bu kabul, sadece olanaklı bütün tarafların aynı haklara sahip katılabildiği bir argümantasyon süreci içinde kalmamalı, yaşam-dünyası içerisinde de olanaklı kılınabilirse ancak anlamlı olabilecektir.

Öz-belirlenim olarak pratik aklın soyut yasallığında temelini bulan yasayla istemin motive edildiği Kantçı özerklik anlayışından farklı olarak, uzlaşı yönelimli iletişimsel eylem sonucunda ortaya çıkan özerklik, karşılıklı tanınma ilişkisi aracılığıyla birinin olanaklı bağımsızlığının, başkasının bakışımlı bağımsızlığıyla birlikte oluşabileceği anlamındadır. Bu anlamda, Habermas, Kant’ın amaçlar krallığında öngördüğü özerkliği, yaşam-dünyası ufkunda açımlanan dilsel telosun uzlaşımsallığı ve iletişimsel aklın rasyonel olarak motive ettiği tartışma süreci içinde

148 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 25.

76 biçimlendirir. Buna göre, yaşam-dünyası içinde ortaya çıkan ahlaki-pratik sorulara ilişkin “eleştirilebilir geçerlilik iddialarının çözülebilirlik idesi, bizzat iletişimsel eylemde yerine getirilen ve böylece aşkınsal gökyüzünden yaşam-dünyası alanına indirilen idealleştirmeleri gerektirmektedir.”149 Bu açıdan, Habermas, Kant’ın iki dünya anlayışı çerçevesinde özgürlüğe yönelik yaptığı çözümlemeyi yaşam-dünyası temelinde iletişim kuramıyla aştığını düşünür. Ancak, yaşam-dünyasında gerekli görülen böylesi idealleştirmeler, onun tarihsel ve kültürel görünüşünü yitirmesine neden olur. Diğer yandan, söylem-etiksel ahlaki anlayışın, normatif geçerli ilkelerin olanaklılığı için argümantasyon katılımcılarından talep ettiği tarafsız ahlaki bakış açısı, bireysel eğilim, istek ve ilgilerin dışlanması gerektiğini vurgularken, yine ahlaki ve törel olarak ikili bir dünya yaklaşımına düşmektedir.

Habermas’a göre, söylem-etiksel açıdan öznelerarası paylaşılan ve biçimlendirilen yaşam-dünyası, özgürlüğün gerçekliğinin temeli olarak durmaktadır.

Bu temelde, özgürlük, kendi ilgi ve gereksinimleriyle birlikte var olan öznelerin, karşılıklı tanınma ve bakışımlı ilgilerinin dikkate alınması açısından söylemsel olarak geçerli kılınan bir norma tabi olmalarıyla çözülebilir. Dolayısıyla normlar, ancak bu şekilde anlaşılan bir özgürlük anlayışı temelinde öznelerarası tanınma sağlayabilirler.

Bu anlamda özgürlük, her bir bireyin gereksiniminin dikkate alınması açısından ahlaki olarak özerk ve tarafsız bir bakış açısına, diğer deyişle varsayılan söylem koşullarından kaynaklı ahlaki bir bakış açısına sahip bireylerin, gereksinimleri temelinde öznelerarasılığın karşılıklılığında onaylanan norm sisteminden yararlanabilme olanaklılığı olarak görünür. Pozitif olarak bu özgürlük, tarafların, varsayılan ideal söylem koşulları temelinde ve eşit haklara sahip olmanın karşılıklı

149J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 34.

77 tanınma ilişkisi ve bakışımlı ilgileri temelinde dahil oldukları bir tartışma ortamında

‘en iyi argümanın zorlamasız zorunu’, diğer deyişle dış ve iç baskılardan bağımsız olarak yürütülen bir söylem temelinde uzlaşımsallıkla elde edilen normlara tabi olmasını ifade eder. Diğer yandan, söyleme katılan bütün taraflar için, söylemin içinden ve dışından kaynaklanabilecek zorlama ve baskılardan bağımsızlık anlamında negatif bir özgürlük varsayılır. Bu anlamda özgürlük, varsayılan ideal konuşma durumu temelinde söz edimlerini ortaya koymada ve kullanmada aynı hakka sahip olan katılımcıların, iletişimsel “…eylemleri üzerindeki tüm iç ve dış kısıtlamaların askıya alınışını ve yalnızca daha iyi kanıtın gücünü izleme hakkını ifade eder.”150 Ancak, biçimsel ve öznel olarak söyleme ilişkin olarak nitelenen ve taraflara atfedilen bu her iki özgürlük yorumu, gerçek bir söylemin yürütülmesi için yeterli olmayacaktır. Çünkü gerçek bir söylem, belirli siyasal haklarla güvencelenmiş kamusal bir söylemin kurumsallaşmasıyla sağlanabilir.

Dilsel iletişimin uzlaşımsal eylemi içinde ortaya konulan evrensel-pragmatik ilke olarak evrenselleştirme ilkesi (E), söyleme katılan tarafların ilgi ve gereksinimlerinin karşılanması anlamında genel normatif bir ilkenin uygulanmasından kaynaklı sonuç ve etkilerin bütün taraflarca zorlamasız bir biçimde kabul edilebilmesi anlamında özgürlük ve eşitlik idesini içerir. Bu anlamda, Habermas’a göre, etkileşime giren bireylerin, karşılıklı olarak yargılama yetisine sahip oldukları varsayılmalıdır, diğer deyişle uzlaşı yönelimli eylem temelinde geçerlilik iddialarına yöneldikleri kabul edilmelidir.151 Diğer yandan, kabul edilen iletişim koşulları temelinde bakışımlı olarak konumlanmış tüm konuşmacıların, söz edimlerini başlatmada ve sürdürmede aynı hakka sahip olması, Kissling’in de belirttiği gibi, katılımcıların her birinin kişi

150 S. Benhabib, Eleştiri. Norm ve Ütopya, s. 366.

151 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 36.

78 olarak tanınmasını gerektirir.152 Ancak, söylemin varsayılan biçimsel koşulları temelinde, söyleme katılan bütün taraflar için geçerli olan hakların biçimsel olarak eşit dağıtımı, herkes için aynı özel ve kamusal özerkliği sağlayamayacaktır. Çünkü

“içeriksel olarak kavranan bir hukuksal eşitlik –içeriksel yasal eşitlik- eşit dağıtılan hakların olgusal kullanımına yönelik, herkes için aynı eşit şans talep eder. Eşit haklar, özel kazanç veya yükümlülüğü olmaksızın sıra dışı farklı yaşam-konumlarına bağlı olan hukuk kişileri için, ‘aynı değeri’ bulundurmalıdır.”153 Diğer yandan, bu değer, salt biçimsel bir söylem temelinde elde edilemez.

Söylemsel bir istem-oluşumu, eşit haklara sahip bireylerin temsil edilemez özerkliği ve paylaşılan yaşam biçimlerine katılımları çerçevesinde gerçekleşir. Bu anlamda, Habermas’a göre, temsil edilemez bireysel özerklikleri ve eşit haklar temelinde toplumsal yaşama dahil olan bireylerin kişilik saygınlığı ve değerleri, öznelerarası uzlaşımsal etkileşimin karşılıklı tanınma ilişkisi içinde biçimlenir.

Çünkü hiç kimse, tek başına kendi kimliğinin dayanağı olarak ortaya çıkmaz.

Kimlik, karşılıklı tanınma ilişkisi temelinde ötekilerle girişilen sosyal etkileşimler içinde biçimlenir. Bireylerin saygınlığı ve değeri de, bu süreçte ortaya çıkar.

Dolayısıyla ahlaki bir anlayış, toplumsallaşma aracılığıyla bireyleşen her bir kişinin onuruna saygıyı talep etmeli ve kişiliğinin dokunulmazlığını ortaya koymalıdır.

Böylece, iletişimsel aklın argümantasyon sürecine katılabilen eyleme ve konuşma yeteneğine sahip bütün bireyler için aynı hakları öngören “…söylem-etiği, ahlaklılığın törellik içindeki tarihsel bir çözümüne yönelik bedel ödemeksizin, kategorik buyruğun öznelerarası bir yorumuyla, tanınmanın Hegelci teorisini talep

152 C. Kissling, Gemeinwohl und Gerecehtigkeit, Univ. Verl. Freiburg i. Br. Herder, 1993, s. 293.

153 J. Habermas, Wahrheit und Rechtfertigung, s. 63.

79 etmektedir.”154 Ancak, ayrıcalıklar sağlayan yapıların olduğu ve çıkarların çatıştığı bir toplumsal yapıda, her bir bireyin saygınlığını ortaya koyan somut ve gerçek bir tanınma ilişkisi, dilsel ve biçimsel, eşitlikçi ve ideal bir argümantasyon sürecinde elde edilen normatif bir ahlak ilkesine dayandırılamaz. Gerçek bir tanınma ilişkisi, Park’ın da belirttiği gibi, farklı kişilik, anlayış ve dünya görüşlerine sahip kişilerin ilgi, çıkar ve değer yönelimleri temelinde ortaya çıkan gerçek bir mücadele ve yaşam kavgası içinde olanaklı olabilir. Buna göre, gerçek tanınma-süreci, bütün diğer kişilerin eşit olmasıyla sağlanan biçimsel ortak bir yaşamdan değil, daha çok belirli bir kültürde yetişen, ancak farklı anlayış, istek ve ilgilere sahip kişiler arasındaki dinamik bir tanınma ilişkisinden oluşur. Bu açıdan tanınmış-olma, gerçekte eşit ve mutlak olarak birbirinden ayrılan somut kişilerin hem bir topluluğun eşit haklara sahip üyeleri ve hem de böylesi kişiler olarak tanınmalarını ifade eder. Bu açıdan, ne a priori bir bilinç-yapısı ne de ideal bir tasarım olmayıp, daha çok sevgi ve kavganın dinamik bir sürecinde ortaya çıkan gerçek tanınma, üçüncü kişilerin düzenlemesi alanında tüketilemez. Bunun için, biçimsel adalet ölçülerine göre geçiştirilemeyecek gerçek bir tanınmada, somut başkasının bizden ayrılması temeldir. Ayrıca ahlak ve yasallığın eşitlikçi perspektifi karşısında karşılıklı tanınmanın gerçek görünüşü, yaşam için gerekli olan kaynakların paylaşımında bir topluluğun tek bir üyesine haksızlık edilmemesi gerektiği iddiasını ortaya koyar. Dolayısıyla burada, alternatif yaşam biçimlerine yönelik dayanışmacı rıza göstermek gerekir; buna göre, karşılıklı tanınma aynı biçimde olanı değil, aksine farklılığı içinde başkasını kapsar.155 Bu açıdan, farklı ilgilerin ve yaşam biçimlerinin uzlaşı olanaklılığı, biçimsel söylem

154 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 100.

155 G.Y. Park, Freiheit, Anerkennung Und Diskurs, s. 176-177.

80 koşullarında varsayılan tanınmadan ziyade gerçek yaşam mücadelesinde ortaya çıkan bir tanınma ve dayanışma temelinde sağlanabilir.

Özerk ahlaki bireyin her birinin bir diğeriyle kıyaslanamaz varoluşu olmasına karşın, her biri kendi değeri açısından bir diğerini amaç olarak görecek biçimde eylemek durumundadır; her birinin özgürlüğü ve ilgisi bir diğerinin özgürlüğü ve ilgisiyle bağlantılı olmaktadır. Bu nedenle, ortak yaşam, herkesin ilgi ve gereksinimini gözetecek biçimde, yaşam-dünyası ufku içinde açımlanan bir uzlaşı yönelimli etkileşim ve öznelerarası karşılıklılık temelinde ortaya konulabilecek genelleştirilebilir ilgilerde olanaklı olacaktır. Ama bu olanaklılık, temelde, bireysel özerkliğin ve herkese eşit biçimde kamusal bir söyleme katılma hakkının sağlandığı, siyasal ve hukuksal hak ve özgürlükler aracılığıyla somutlaştırılabilecektir. Çünkü

“hukuk kuralları, altında birinin keyfi iradesinin bir başkasının keyfi iradesiyle, özgürlüğün genel bir yasasına göre birleştirilebildiği zorunlu koşulları ortaya koyar.”156 Bu anlamda, Habermas, aynı zamanda bir ahlak ilkesi olan evrenselleştirim ilkesi (E) temelinde, özerk ahlaki bireylerin kendi gereksinim ve ilgilerini ifade edebilme amacıyla ortak bir söylem ve uzlaşı olanaklılığını ahlaki bütünleyecek bir hukuk aracılığıyla öngörmektedir. Çünkü eşit haklara sahip olarak bütün bireylerin katılabileceği ve sürdürülebilir olan gerçek bir söylem, ancak siyasal haklarla sağlanabilir; dolayısıyla da böyle bir söylem temelinde ortaya konulan ilkelerin bütün tarafları bağlayıcı gücü olabilir.

156 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 146.

81