• Sonuç bulunamadı

2. SÖYLEM ETİĞİ KURAMI

2.2. Oluşturucu Koşulların Etik İlkelere Dönüştürülmesi

2.2.1. Evrenselleştirme İlkesi

Bilişsel yapıların ahlaki yargı içeriklerinden ayrıldığı ve böylelikle biçimselci, evrenselci ve bilişselci ilkeleri olanaklı kılan tarafsız bir yargı yetisine sahip ahlaki bir bakış açısı, evrenselleştirme ilkesinin olanaklılığına bağlıdır.166 Bir söylemsel evrenselleştirme ilkesinin kurulması, tarafların iddialarını ileri sürdükleri bakış açılarının tamamıyla tersine döndürülebilmesi, potansiyel olarak bütün ilgililerin katılması anlamında evrenselliğin sağlanması ve her bir katılımcının iddiasının bütün

165 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 173.

166 J. Habermas, Moralbewuβtsein und kommunikatives Handeln, s. 86.

87 diğerleri tarafından aynı şekilde tanınması anlamında bir ahlaki anlayışın biçimlenmesi olanağını yaratmaktadır. Dolayısıyla Habermas’a göre, evrenselleştirme ilkesi, katılımcıların başkalarının perspektiflerini paylaşma olanağı sağladığı gibi, tartışma konusu olan bir normun her katılımcının görüşünden genel bir yasa olarak istenip istenmeyeceğini deneme olanağı vermektedir.167 Ortaya konulacak evrenselleştirme ilkesi, aynı zamanda problematik olan normatif ahlaki ilkelerin tarafsız biçimde değerlendirilebildiği bir ölçütü de bize sağlar. Bu anlamda,

“her geçerli norm (E), olası her bir kişinin ilgi ya da çıkarının tatmini için, genel olarak kendisine uyulmasından dolayı ortaya çıkan sonuç ve yan etkilerin bütün ilgililer tarafından zorlamasız biçimde kabul edilebilmesi koşulunu karşılamalıdır.”168 Ancak bu ölçüt, normların temellendirme koşulunu karşılayabilir ama aynı biçimde uygulama koşullarını karşılayamaz. Bu nedenle Habermas, pratik aklın pragmatik, etik ve ahlaki kullanımı açısından farklılaşmasını ortaya koyar.

Eyleme ve konuşma yeteneğine sahip bireyler, ahlaki problemlere ilişkin eleştirilebilir geçerli iddialara yönelik olarak, iletişimsel etkileşimleri temelinde bir uzlaşı ortaya koymaya çalışırlar. Bu anlamda, evrenselleştirme ilkesi (E), eleştirilebilir geçerlilik iddialarına yönelik yürütülen bir argümantasyonda rızayı olanaklı kılacak bir köprü ilke olarak işleyecektir. Habermas’a göre, böylesi bir köprü ilkesinin, yani evrenselleştirme ilkesinin (E) temellendirilmesiyle birlikte söylem etiğine adım atabiliriz. Bu ilke, argümantasyon sürecinin monolojik işleyişini dışta bırakacak biçimde ortaya konulmuştur. Dolayısıyla bu ilke, yalnızca farklı katılımcılar arasındaki argümantasyonları düzenler ve de katılımcılar olarak bütün tarafların kayıt altına alındığı, gerçek biçimde yürütülen argümantasyonlara yönelik

167 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 157.

168 J. Habermas, Moralbewuβtsein und kommunikatives Handeln s. 131.

88 perspektifleri kapsar. Bu açıdan evrenselleştirme ilkesi, John Rawls’un ‘ilk-durum’

ya da ‘başlangıç-durumu’ önerisinden ayrılmaktadır. Rawlsçu ilke, ahlaki yargıları, taraflar arasındaki güç farklılığını dışta bırakan, herkes için aynı özgürlükleri garanti eden ve herkese kendi pozisyonu hakkında bilgisizlik yükleyen yapıntısal bir başlangıç-durumuna yerleştirerek, ifade edilen ilgilerin tarafsız biçimde dikkate alınmasını ister. Dolayısıyla Rawls, tarafsız bakış açısını Kant gibi, herkesin tek tek temel normları gerekçelendirmesi denemesini yalnızca kendi için denetleyebilmesi biçiminde işletmektedir.169 Ancak, diğer taraftan, Benhabib’e göre, Habermas’ın evrenselleştirme ilkesi (E) temelinde ortaya koyduğu ideal konuşma durumunun karşılıklılık kurallarına semantik bir yorum kazandırmasını sağlayacak içerik ve yorumlamanın normatif açıdan garanti edilmesi gerekir. Bu açıdan, Rawls’un

‘düşünümsel denge’ yöntemi, normatif içeriklerin paylaşılan semantik yorumuna atıfta bulunmaktadır; ama Habermas, bu semantik içeriğin tek anlamlılığına evrensel pragmatikten tümden-gelerek varılabileceğini iddia etmektedir. Ancak, Benhabib’e göre, “…evrensel pragmatik, pragmatik evrenselci etiğe geçişi belirleyen soyutlama adımını haklılaştırmaz zira bu adımın ön-varsayılışı metodolojiktir.”170 Aslında, Habermas’ın ‘E’ ilkesi uzlaşımın garantisini verirken, buradaki uzlaşım ahlak yargı sürecinin sonucuna ilişkin bir uzlaşıdır. Oysa Benhabib’in eleştirdiği nokta, bu yargının elde edilme sürecinde bir uzlaşımın varlığına ilişkindir. Morris’in de belirttiği gibi, ahlak normlarının çatışkısında uzlaşımın sağlanması daha güç bir olasılık olarak görünmektedir; bu nedenle, Benhabib’in söylem sürecinde ahlaki normlarda ussal bir uzlaşım sağlamak yerine olağan normatif ilkeleri ve normatif

169 A.g.e., s. 75-76.

170 S. Benhabib, Eleştiri. Norm ve Ütopya, s. 369.

89 ilişkileri barındıran bir uzlaşının sürdürülmesinin daha olanaklı olduğu düşüncesi makul görünmektedir.171

Habermas’a göre, söyleme katılan bütün ilgililerin onayını alabilme anlamında bir geçerliliğe sahip olması gereken eleştirilebilir geçerli iddialar, söylem etiksel ilkenin (S) denetimine de tabi tutulmalıdır. Bu anlamda (E) yeterli görülmez. Çünkü maksimlerin genelleştirilmesi olanaklılığı idesinde ortaya çıkan sezgi, geçerli normların bütün taraflarca tanınmasını varsaymaktadır. Dolayısıyla böylesi bir genelleştirme olanaklılığını iddia eden söylem etiği, bir normun, ancak pratik bir söylemin katılımcıları olarak bütün olanaklı taraflarca amaçlanır ve onaylanırsa, bu normun geçerli olduğunu iddia etmelidir. Bu söylem-etiksel ilke (S), evrenselleştirme ilkesinin (E) temelini, dolayısıyla normların temellendirilebildiğini önceden varsaymaktadır. Ancak pratik bir söylemde rızayı olanaklı kılan (E), eğer içerikler bütün tarafların bakışımlı ilgisince düzenlenebilirse, bir argümantasyon kuralı olarak geçerli olur. Dolayısıyla burada, bir döngüsellik ortaya çıkar. Temellendirilecek normların kendisiyle denetlenmesinin amaçlandığı kural, önceden varsayılan bir normdur. Diğer yandan, Honneth’e göre, ideal bir konuşma durumunda ortaya konulan evrenselleştirme ilkesi (E), iyi yaşam ve adalet soruları karşısında tarafsız davranmakla da bir tutarsızlık göstermektedir. Çünkü söylem etiği, pratik söylem için bir argümantasyon kuralı olarak evrenselleştirme ilkesini, herkesi bir diyalogda sezgisel olarak katılımcı kabul eden bir idealleştirmeyi gerekçelendirmeyi denemektedir. Bu açıdan, her tanıtlamanın kaçınılmaz olarak bütün katılımcıların zorlamasız ve eşit şansa sahip olarak katılımlarının varsayıldığı bir bilinç durumundan, genelleştirme ilkesinin normatif geçerliliği ortaya koyulmaktadır. Bu

171 M. Morris, “Social Justice and Communication: Mill, Marx, and Habermas”, Social Justice Research, 2009, 22: 134–155.

90 durum, söylem etiğinde, bir normun pratik bir söylemin katılımcısı olarak bütün potansiyel taraflarca geçerliliği üzerine olgusal olarak da uzlaştığı anlamına gelen bir temel ilkenin biçimselliğini sağlamaktadır. Ancak söylem etiği, evrenselleştirme ilkesinin gerekçelendirilmesine dayanan söylemin idealleştirilen kabullerini, istem oluşumunun normatif geçerli temel ilkeleriyle karşılamamaktadır. Çünkü söylem etiği, istem oluşumunun böylesi biçimlerinin yürürlüğe koymanın olanaklı olduğu sosyal-kültürel ilişkileri de söylemsel istem-oluşumunun yöntemiyle birlikte ele almalıdır.172 Fakat söylemde varsayılan tarafsız ahlaki bakış açısı ve ideal rol üstlenimi, ortak bir uzlaşıya ulaşabilmek için bireysel ilgi ve yönelimlerin, belirli sosyal-kültürel yaşam biçimlerinin argümantasyondan dışlanmasını öngörmektedir.

Habermas’a göre, aynı zamanda hem bir norm temellendirmeye hem de denetlemeye yönelik bir argümantasyon kuralı olarak amaçlanan evrenselleştirme ilkesi, söyleme katılan bireyleri Mead’in ‘ideal rol-üstlenimi’ veya ‘evrensel söylem’

olarak ortaya koyduğu söz konusu evrensel rol-değişimine zorlamalıdır.173 Diğer taraftan, yaşam-dünyası ufkunda sosyal etkileşime giren bireylerin, süreçte genelleştirilmiş öteki olarak içselleştirdiği normlarla biçimlenen ve bir diğerinin tutumunu alabilmeyi ifade eden ideal rol üstlenimi, aslında ‘bir normun, söyleme katılan bütün taraflarca onaylanması durumunda geçerli olacağını’ ifade eden söylem ilkesinde (S) içerilmektedir. Dolayısıyla söylem ilkesiyle (S) birlikte, “ideal gözlemci’ yerine, gerçekte argümantasyonun pragmatik iddialı koşullarının yerine getirilmesi olarak koyutlanan ‘ideal konuşma-durumu’ geçirilir.”174 Böylelikle gözlemci perspektifinden farklı olarak normların geçerliliğinin, söylem ilkesine bağlı

172 A. Honneth, “Diskursethik und implizierter Gerechtigkeitskonzept. Eine Diskussionsbemerkung”, Moralität und Sittlichkeit (Wolfgang Kuhlmann), s. 187.

173 J. Habermas, Moralbewuβtsein und kommunikatives Handeln, s. 75.

174 A.g.e., s. 201.

91 öngörülen bu ideal konuşma durumunun, diğer deyişle pragmatik koşullar temelinde biçimlenen uzlaşı yönelimli diyalog yapısında ele alınması öngörülür. Ancak bu yapı, normların geçerliliğinin biçimsel koşullarını değiştirebilir, ama içeriklerine ilişkin herhangi bir bilgi ortaya koymaz.

Habermas’a göre, zamansal, mekânsal ve sosyal anlamda sınırlandırılmamış bir iletişim topluğuna karşılık gelen bu söylem durumunun olanaklı kıldığı tarafsız ahlaki bakış açısı, aynı zamanda söyleme girenlerin her birinin perspektifinin bir diğeriyle örtüştürülebilmesini olanaklı kılmaktadır. Bu açıdan, söyleme katılanların ortaya koyduğu geçerlilik iddiaları ikna edici gerekçelerle birlikte, yerelliği ve buna bağlı olarak belirlenmiş olan ölçütleri aşacak nitelikte olmalıdır.175 Dolayısıyla ideal bir konuşma durumunda tarafların sahip olduğu ideal rol üstlenimi, tarafların her birinin ilgisini, hem kendi hem de bir diğeri açısından değerlendirebilmeyi ve açık kılmayı öngörür. Ancak, bunun olanaklılığının ne ölçüde sağlanabileceği ve her bir kişinin bir diğerinin ilgisine olan duyarlılığı ne oranda gösterebileceği şüphelidir.

Çünkü söylemler, ahlaki-pratik sorunlara yönelik olarak her birinin ilgisinin dikkate alınması açısından yürütülmek durumundaysa, bu açıdan taraflar belli ön-yargıya sahip olacaklarından, tamamen tarafsız bir bakış açısı olanaklı olamaz. Ayrıca, herkes, ilgisini söylemde dile getirmesi ve ilgisini genelleştirebilmesi açısından aynı hakka sahipse, genelleştirilebilir ilgi adına, kendi ilgisinden ne zaman ve niçin vazgeçmek zorunda olduğu açık kalır. Bu çerçevede Tugendhat’a göre, tarafsızlık idesi temelinde, bir normun gerekçelendirilmesi üzerine gerçek bir söylem ortaya konuluyorsa, katılımcılar kendi ilgilerini ifade edemezler; çünkü bu ide, sonuç değil, aksine böyle bir söylemin koşulu olarak varsayılmaktadır. Bu koşul temelinde,

175 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 157.

92 herkesin hipotetik olarak kendi düşüncesinde diğer her birinin pozisyonuna ya da konumuna yerleşmeye hazır olduğu öngörülür. Diğer taraftan, Habermas, ideal-konuşma durumunun bir kuralı olarak katılımcılar arasındaki bir bakışımlılığın sadece onların konuşma şansları açısından değil, aynı zamanda eyleme, yani

‘buyurma’ ve ‘karşı-çıkma’ hakları bakımından olması gerektiği koşulunu kabul ederek ortaya koyar. Bu durum, Habermas’ın amaçladığı iletişimin, tarafsızlığı varsaydığı ve onu temellendiremediğini ifade etmektedir. Ayrıca, ahlaki bir söylem, her katılımcının hipotetik olarak diğer her birinin konumuna yerleşmeye hazır olması gerektiğini varsayıyorsa, bu durumda böyle bir söylemin, bir kişinin bütün gerekçelendirme sürecini kendi bildiği gibi yürütmesi olanaklılığı karşısında nasıl bir avantaj sağlayacağı sorusunu gündeme getirir. Habermas’ın, bu soruya cevabı, tarafları gerçek ilgileri konusunda bilgilendirmek için söylemin gerekli olduğudur;

ama bu, temellendirme yönteminin iletişimsel olması gerektiğini iddia etmek için yeterli olacak mıdır?176

Pratik aklın, bağlamsal ve bağlam-ötesi anlamında pragmatik, etik ve ahlaki kullanımına bağlı olarak ortaya koyduğu yargılar, genellik başarısı sağlamasına göre daha zayıf olandan daha güçlü olana doğru ele alınmak durumundadır. Çünkü

“ahlaki yargılar etik yargılardan, yalnızca bağlamsal olmaları derecesine göre ayrılmaktadır.”177 Bu anlamda, yaşam-dünyası bağlamsallığında ortaya çıkan

‘benim/bizim için iyi nedir?’ ve ‘herkes için aynı şekilde iyi olan nedir?’

anlamındaki sorulara bağlı olarak, etik yargılar, ahlaki yargılara göre daha az bir genellik ve kesinlik niteliği gösterirler. Bu açıdan, Habermas’a göre, pratik soruları, her bir bireysel yaşam-biçiminin veya yaşam-öyküsünün bütününe dayalı ‘iyi yaşam’

176 E. Tugendhat, Probleme der Ethik, Philipp Reclam jun., GmbH & Co., Stuttgart 1984, s. 119-120.

177 J. Habermas, Erläuterung zur Diskursethik, s. 219.

93 soruları olarak ele alıyorsak, burada belirli bir etik biçimcilik ortaya çıkar. Bu durumda, evrenselleştirme ilkesi, ‘iyi’ ve ‘adil-haklı’ değerlendirici ve sıkı normatif ifadeler arasında keskin bir ayrım koyacak işlevselliğe sahip olacaktır.178 Bu anlamda, argümantasyona katılmak isteyenler, varsayılan ideal koşullar temelinde tarafsız bir ahlaki bakış açısını ortaya koymalıdırlar. Ancak böylelikle, taraflar, salt kendi dünya anlayışlarınca biçimlendirilen ilgi ve görüşlere belli bir mesafeden bakabilme yeteneği kazanarak, farklı ilgi ve görüşlerin özgürce ifade edilebildiği bir tartışma zemininde ve her bir kişinin ilgi ve gereksinimini karşılayabilecek genelleştirilebilir ortak ilgiye razı olabileceklerdir. Diğer deyişle, tarafların eyleminin maksimi, öznelerarasılığın karşılıklı tanınma ilişkisi temelinde, her birinin bakışımlı ilgisinde normatif bir ilke olarak ortaya konulabilecektir. Bu açıdan Habermas, Park’ın da belirttiği gibi, evrenselleştirme ilkesinde (E) ortaya konulan özgürlük ve eşitlik idesinin, dilin uygun biçimde anlaşılan bir kavramı içinde bütünüyle kapsandığından hareket etmektedir. Bu anlamda biz, dilsel uzlaşının, yani telos olarak dilin kendinde bulunan evrensel-pragmatik bir anlayışa ulaşırız. Bu durumda, Habermas için, telos olarak dilin kendinde varsayılan her iletişim için ortaya konulan uzlaşı, her söylem katılımcısının, ideal bir konuşma durumu koşullarında fiili söylem durumunun yeterli olduğunu varsayması gerektiği için yapısaldır. Bu temelde Habermas, ahlaki dil-oyununda biçimlendirilen uzlaşı idesinin bilişsel içeriğini

178 J. Habermas, Moralbewuβtsein und kommunikatives Handeln, s. 113; ayrıca Habermas’a göre, pratik soruları, bireysel bir yaşam biçimiyle veya yaşam biçiminin kendisiyle bağlantılı olarak iyi yaşam soruları olarak tanımlıyorsak, etik biçimcilik kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla evrenselleştirme ilkesi, iyi ve adil, değerlendirici ve normatif ifadeler arasına kesik koyan bir bıçak gibi işleyecektir.

Günlük yaşam pratiği içinde somutlaşan kültürel değerler veya bir kişinin kendini gerçekleştirmesini sağlayan idealler, öznelerarası geçerlilik iddiasında olmalarına rağmen, daha çok kolektif veya bireysel bir yaşam tarzını birleştiren bir bütünlüğe özgüdürler. Diğer yandan, bu idealler veya kültürel değerler, normların somutlaşması için bakışımlı ilgilerde bulunan istekler olduğundan, kesin bir geçerlilik iddiasında bulunamazlar. Bu açıdan, evrensel ahlakın uygulama alanının bir belirlenimi ortaya çıkar. Buna göre, evrensel bir ahlak anlayışı, değerlerin tercihiyle değil, aksine normların ve buna bağlı ortaya konulan eylemlerin yaptırım geçerliliğiyle ilgilidir. J. Habermas, Erläuterung Diskursethik, s. 34-35.

94 ortaya koymayı denemektedir. Bu nedenle, edimsel öz-çelişki ve alternatifsizlik gibi ahlaki etik (moralische Ethik) kavramları, ahlaki normların söylem etiksel temellendirme programının merkezinde bulunmaktadır. Bu kavramlar, söylem-ilkesi (S) veya evrenselleştirme ilkesi (E) ve onların performansına yönelik itirazları yeterince karşılayamadıkları için, söylem teorisi çerçevesinde evrensel olarak geçerli normların temellendirilebilirliği veya ahlaki normların evrenselleştirilebilirliğine ilişkin sorular ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Habermas, ahlaki normların koşulsuz evrensel normatif önermeler biçimine sahip olması gerektiği talebinde ortaya konulamayan şeyi, evrenselleştirme ilkesinden ikna edici biçimde türetmelidir.

Dolayısıyla evrenselleştirme ilkesinden hareketle ortaya konulan geçerli normlar, bütün taraflarca genel olarak tanınması sağlamak için, ilgi ya da çıkarlarını karşılama olanaklılığını her bir kişiye açık bırakmalıdır. Bu nedenle, Habermas’a göre, evrenselleştirme ilkesinin ideal-normatif biçimi, mevcut söylemin olgusallığı çerçevesinde ortaya konulmalıdır. Ancak, diğer yandan olgusallık ve geçerliliğin böylesi bir kaynaştırması, söylem teorisinin bütün temel kavramlarını etkileyerek, Habermasçı düşünce işleyişinin temel yapısını biçimlendirmektedir.179 Bu durumda, normların temellendirme ve geçerliliğine ilişkin olarak, söylemin pragmatik koşullarına bağlı biçimlenen bir diyalogla ideal gözlemci perspektifinden kaçmak isteyen Habermas, yine bu bakış açısına düşmektedir.

179 Goo-Yong Park, Freiheit, Anerkennung Und Diskurs, s. 186.

95