• Sonuç bulunamadı

3. GENİŞLETİLMİŞ BİR AYDINLANMA PROJESİ OLARAK SÖYLEM

3.4. Özel ve Kamusal Alanların Yapılandırılmasında

167 olmaksızın haklarından söz edilemeyecektir. Dolayısıyla, bireyin özerkliğini ve uzlaşımsal yaşam biçimini bir arada barındıran söylem içinde irade oluşturma süreci, hem bireylerin eşit haklarını hem de karşılıklı tanınma ilişkisini oluşturan bir süreçtir.327 Ancak, diğer yandan, her bir bireyin gereksiniminin karşılanması açısından genelleştirilebilir ilgi ve bu ilgiyi sağlayacak böylesi bir istem oluşumu, tarafların varsayılan koşullar temelinde aynı haklara sahip kişiler olarak dahil oldukları uzlaşı yönelimli bir tartışma ortamında biçimsel olarak sağlansa bile, yüceltilmiş bir bireysellik temelinde hareket eden taraflardan ve ayrıcalıklı yapılardan oluşmuş bir toplumsal alanda olanaklı gözükmez.

3.4. Özel ve Kamusal Alanların Yapılandırılmasında Söylem Etiğinin Yeterliliği

168 ilkesi çerçevesinde biçimlenmiştir.329 Liberal burjuva devletinin, kamusallık ilkesi çerçevesinde biçimlenen ve akılcı karar alma sürecini ifade eden bu özel şahısların kamusallığı, kamuoyunda siyasi irade oluşumuyla uzlaştırıcı bir görev üstlenerek kamusal alana egemen olmasında kendini açar. Ancak, başlangıçtaki bu

“kamuoyunun ‘egemenliği’, kendi fikri gereğince, içinde genel olarak egemenliğin çözüldüğü bir düzendir;”330 çünkü bu egemenlik-çözücü burjuva kamusallığı, monarşi yönetimine karşı, tikel özel mülk sahiplerinin kendi ilgi ve yönelimlerini korumak, sürdürmek ve geliştirmek için eleştirel-ussal bir siyasal irade oluşumunu ifade eder: Kamusallık, mutlakıyetçi egemenliğe karşı yürütülen eleştiriler yoluyla siyasal olamayan bir yöntemle, ahlakla yeniden kurulmaktadır.331 Kendisine dayanılarak siyasetin rasyonalize edilmek istendiği ahlak, tikel çıkar ve öznel hakları temele alan bir burjuva ahlakıydı. Bu ahlak, rasyonel ifadesini Kantçı anlayışta ortaya koymaktadır.

329 Habermas’a göre, antik Yunan kategorileri olarak ‘özel ve kamusal alan’ ayrımı, Roma döneminden aldıkları biçimsel dönüşümle birlikte, burjuva toplumunun kamusallık anlayışını biçimlendirmiştir. Yunan kent devletinde, özgür vatandaşların ortaklaşa kullandığı (koine) polis’in alanı, tekil şahıslara ait olan (idia) oikos’un alnından kesin biçimde ayrılmıştır. Kamusal yaşam (bios politikos), genellikle pazar meydanında ( agora) gerçekleşir; ama belli bir mekansallıkla sınırlı olamayan, mahkeme ve parlamento görüşmelerindeki müzakerelerde oluşabileceği gibi (lexis), savaşta veya savaş oyunları gibi ortak eylemde de (praxis) oluşur. Antik Yunan’da ‘oikos’ olarak,

‘koine’den ayrılan özel-alan, mülk ve köle sahibi Yunanlının, özgür bir yurttaş olarak kamusal-alanda bulunmasının ön-koşulu ve birincil ihtiyaçların karşılandığı bir alandır. Buna karşılık, kamusal-alan, özgürlük ve istikrar alanını ifade etmektedir. Roma’da ise, Antik Yunan’daki ayrıma benzemeyen bir ayrım, kamu (publicus) ve özel (privatus) alan olarak, bağlayıcı olmayan biçimde belirlenmiştir.

Ancak, Ortaçağda, kamusal-özel kavramları ve kamu anlayışı, Roma hukukunun tanımları çerçevesinde res publica olarak yerleştirilir. Monarşi yönetiminde, burjuva ve kamusunun özel bir alan olarak kurulması, toplumsal ilişkilerin kamusal niteliklerinden arındırılması biçiminde, kamusal alandan ayrılmış özel ilişkiler alanını ifade eder. Süreçte ekonomik anlamda güçlenen özel mülk sahibi kişilerin belli bir özerklik ve siyasal haklar elde etmesi çerçevesinde, özel alanın anlamı, kapitalist işlev gören mülkiyet üzerindeki serbest tasarruf kavramında olgunlaşır. Bu anlamda, tikel çıkarları çerçevesinde eyleyen ve belli bir siyasal güç kazanan özel şahıslardan kurulu toplumsal bir sınıf oluşur. Kendi çıkarları doğrultusunda eyleyen bu kamusal topluluk, siyasal işlevli kamuyu bir devlet organı olarak kurar. Bu temelde, kişisel hak, çıkar ve özgürlükleri temele alan burjuva hukuk devleti, kamusal erki, egemenlik çözücü, eleştirel ve işlevsel kamusal irade oluşumu çerçevesinde özel alanın ihtiyaçlarına tabi kılınmayı sağlayacak bir örgütlenmeyi amaçlar. J. Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, s. 60-173.

330 A.g.e., s. 170.

331 A.g.e., s. 202.

169 Habermas’a göre, devlet ve toplum arasında eleştirel arabuluculuk işlevini yerine getiren bu kamusallığı Kant, siyaset ve ahlakı uyumlu kılacak ilke olarak, “…hem hukuk düzeninin ilkesi hem de aydınlanmanın yöntemi olarak kavrar.”332 Ama süreçte, kendi çıkarına dönük bireyliğin yine kendi düşünümselliğinin amaç-rasyonelliği biçiminde açımlanan; başarı için stratejik biçimde eyleyen belli bir sınıfın ilgi ve yönelimlerinin savunulmasına dönüşen bu kamusallık, eleştirel özelliğini yitirerek, bizzat kendisi egemenlik üretici bir güce dönüşür. Dolayısıyla, söylem-etiksel ahlaki anlayış, iletişimsel aklın uzlaşı yöneliminde egemenlik-çözücü eleştirel bir kamusal söylem ya da argümantasyon temelinde, özel ve kamusal, siyasal ve ahlaki olanı uyumlu kılma iddiasındadır. Ancak, eleştirel-ussal tartışma sürecini ifade eden burjuva kamusallığı, belli bir sınıfın amacı için somut bir işleve sahipken, kamusal olarak genişletilmiş ve tarafların aynı haklara sahip olduğu söylem-etiksel argümantasyon süreci ya da ideal söylem, soyut ve biçimsel görünmektedir. Diğer yandan, söylem-etiksel argümantasyon sürecine, bütün tarafların aynı haklara sahip olarak katılmasını öngören, katılım eşitliğinin, somut bir takım nedenlerden ötürü gerçekleşmesi olanaklı görünmemektedir. Kimi zaman da eşitlik idealinin öngördüğü söyleme herkesin katılması düşüncesi gereksiz olmaktadır.333

Habermas’a göre, başlangıçta ussal-eleştirel bir egemenlik-çözücü niteliğe sahip burjuva kamusallığı, bütün kesimlerin bu alan girmesiyle eleştirellik özelliğini yitirirken, burjuva liberal devletin sosyal devlete dönüşümüyle birlikte, devletin

332 A.g.e., s. 203.

333 B. Peters, “Deliberative Öffentlichkeit”, Die Öffenlichkeit der Vernunft und dir Vernunft der Öffenlichkeit, (L. Wingert und K. Günther), s. 674.

170 toplumsal alana müdahalesiyle de etkinliğini kaybeder.334 Kamusalın özelle kaynaşması ölçüsünde bu çözülme, yani özel alanın yitimi, mahremin alanı olan ailede, kültürde, iletişimde, şehirleşmede ve yapılarda açıkça kendini gösterir.

Sennett’e göre, bu dönüşümün nedeni, burjuva kültürüyle yaşanan bir kopuş değil, aksine o kültürün şartlarının öne çıkarılmasıyla birlikte, kendi içine çekilmiş, kamusal yaşamda seyirci olmaktan öteye geçmeyen yalnızlaşmış bireyin mahrem alanına çekilmesidir. “Mahrem bir toplum yapısı iki yanlıdır. Narsisizm toplumsal ilişkilerde etkilidir ve kişinin duygularını öteki insanlara açığa vurma deneyimi yıkıcı hale gelmiştir.”335 Dolayısıyla bu dönüşüm, bilinç felsefesi bakış açısının aksine, bu yapılanmayı simgesel yapılanma olarak kavrayan dil felsefi anlayıştan ele alınırsa, aşılabilecek ve bir çözüm bulunabilecektir. Çünkü Habermas’a göre, “dil oyunlarının iletişimsel eyleme bağlı rasyonelliği, şimdi artık, modern dönemin eşiğinde, araçsal ve stratejik eyleme bağlı olan bir amaç-araç ilişkileri rasyonelliği ile karşılaşır. Bu karşılaşmaya gelindiği an, geleneksel toplumunun sonunun başlangıcıdır.”336 Bu nedenle, Habermas, başlangıçta eleştirel ve rasyonel bir niteliğe sahip olan, ancak süreçte kamusal ve özelin kaynaşmasıyla işlevsizleşen kamuoyuna işlerlik kazandırmak için, kamusal ve özel ayrımını, uzlaşı yönelimli iletişimsel eylem

334 Habermas’a göre, bu dönüşümün nedeni, liberal hukuk devletinin, sadece devleti ve onun toplumla ilişkisini değil, aynı zamanda toplumsal yaşam bağlamlarının hepsini düzenlemek istemesidir.

Dolayısıyla buna bağlı belirlenen bir kamu düzeni, özel hukuk düzenini de kapsar. Kendi çıkar ve ilgileri doğrultusunda toplumu tümden yapılandırmak isteyen burjuva liberal hukuk anlayışıyla amaçlanan, bireysel çıkar ve hakların sahibi özel şahıs ve siyasal hak ve özgürlüklere sahip devlet yurttaşı statüsünü, hem kamusal alanda hem de özel alanda ortaya koymaktır. Böylelikle, tikel şahısların özerkliğinin her iki alanda güvence altına alındığı bir kamusallıkla piyasanın beklentilere uygun işleyişi amaçlanır. Ancak süreçte, liberal devletin sosyal devlete bu dönüşümüyle kamusallık, devletin kurumları tarafından devletle bağlantılı faaliyet yürüten bütün örgütlere yaygınlaştırılır.

Bunun gerçekleşmesi ölçüsünde, bireysel ilişkiye giren özel şahısların oluşturduğu kamusal topluluğun yerini, örgütlü özel şahıslardan meydana gelen bir kamusal topluluk alır. J. Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, s. 367-378.

335 R. Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü, s. 337.

336 J. Habermas, İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, s. 47.

171 temelinde biçimlenen yaşam-dünyası içinde ele alırken, bu alanın karşısına, egemenlik üreten, amaç-rasyonel stratejik eylemle oluşan sistemi yerleştirir.

İletişim kuramı açısından, aklın, uzlaşı yönelimli iletişimsel eylemiyle biçimlenen bir yaşam-dünyası karşısında, başarı yönelimli stratejik amaç-rasyonel eylemle kurulan bir sistemin egemenliği ortaya çıkar. Ekonomik işleyişe bağlı olarak ortaya çıkan bu egemenlik, Habermas’a göre, Weberci anlamda stratejik amaç-rasyonel bir örgütlenme biçimi olarak kendini yönetsel-idari ve toplumsal alanda somutlaştırır. Bu rasyonelleştirme, “amaç-rasyonel eylemin alt sistemlerini süreklileştiren bir ekonomik mekanizmanın kurulmasına ve iktidar sisteminin bu ilerleyen alt-sistemlerin rasyonellik taleplerine uyum sağlayabileceği bir ekonomik meşrulaştırmanın oluşturulmasına”337 dayanır. Bu işleyiş aynı zamanda ‘özgürlük yitimi’ olarak, iletişimsel biçimde yapılanmış eylem alanlarında araçsal aklın neden olduğu bir şeyleşmeyi ortaya koyar. Şeyleşme, uzlaşı yönelimli etkileşimle oluşturulmuş, içinde özel ve kamusal alanın da biçimlendiği yaşam dünyasının, başarı yönelimli amaç-rasyonel stratejik eylemle biçimlenmiş bir ekonomik ve yönetsel bir sistem tarafından sömürgeleştirilmesi biçiminde anlaşılır. Rasyonel bir yaşama evreni içinde bağımsızlaşan yapılar farklılaşmayı da beraberinde getirir; bu da burjuva toplumunun ütopik ufkundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla, amaç-rasyonel olarak işleyen bu süreç içerisinde, aynı zamanda, karşılıklı anlaşmaya yönelik rasyonel bir yaşam biçiminin özellikleri olan hümanist idealler ve eşitlik idealine bağlı siyasal kuramlar Avrupa burjuva düşüncesinin yansıması olarak ortaya çıkar.338 Buna göre, burjuva toplumunun biçimlenmesi bir ve aynı aklın, bir yandan ekonomik ve bürokratik alanda stratejik amaç-rasyonel biçimde işlemesi, diğer

337 A.g.e., s. 48.

338 J. Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, s. 780.

172 yandan estetik ve yaratıcı alanda uzlaşı yönelimli iletişimsel eylemi temelinde ortaya çıkar.339 Bu çerçevede, Habermas, ortaya konulacak çözümün, bu aklın yaratıcı ve estetik yanını ifade eden iletişimsel akılda bulunduğunu iddia eder.

Burjuva anlayışının ütopik ve yaratıcı yaşam biçimi içinde biçimlenmiş olan iletişimsel akıl, eleştirel ve ussal bir karar alma sürecini, diğer deyişle kamusal bir tartışmayı, zamansal ve mekansal olarak sınırlanmamış, potansiyel bütün tarafların eşit haklara sahip olarak katılabildiği uzlaşı yönelimli ideal söylemi çerçevesinde olanaklı kılar. Söyleme katılanlar, varsaymak durumunda oldukları geçerlilik iddiaları (hakikat, doğruluk ve samimiyet) temelinde, eleştirilebilir görüş ve iddialarını, olanaklı bütün tarafların onayına tabi kılarlar. Bu anlamda, söyleme katılanlar arasında ulaşılan uzlaşı, en iyi argümanın ‘zorlamasız zoru veya gücü’ne tarafların tabi olması biçiminde ortaya çıkar. Dolayısıyla, Larmore’un da belirttiği gibi, “uzlaşı, normatif bir kavramdır ve tesadüfî olmayan, düşünülmemiş veya zorlanmamış-olan, aksine uygun ya da iyi gerekçeler aracılığıyla ulaşılan bir görüş birliğine dayanır.”340 Ancak diğer yandan, aynı haklara sahip tarafların tikel ilgi ve yönelimlerine yönelik siyasi bir irade oluşumunu ifade eden bir uzlaşının, biçimsel bir argümantasyon süreci içinde sav ve karşı savlarla çözülüp çözülemeyeceği sorusu söz konusu olur.

Söylem-etiksel ahlaki anlayış açısından bu görüş birliği, olanaklı bütün söylem taraflarının gereksinimlerini dikkate alacak genelleştirilebilir, yani kamusal bir ilginin olanaklılığını ortaya koymalıdır. Ancak, yaşam-dünyası ufku içerisinde

339 Habermas’a göre, Marx, burjuva kültürünün çift değerli içeriğini görmüştü. Buna göre, burjuva kültürü, bir yandan, eleştiri ve öz-eleştiriye duyarlı olarak, bireysel özgürlük ve düşünsel özgürlük, bilimsellik ve evrenselcilik kavramları çerçevesinde ortaya konulan kültürel bir rasyonelleşmenin ürünüdür. Ama diğer yandan, bu kültürün, tarihsel-toplumsal gerçekliğin ötesine uzanan soyut ideallerinin normatif içeriği, eleştirel bir pratik yanında, mevcudu koruyan, onaylayıcı bir pratiği de güzel göstermeye yarayabilir. J. Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı s. 804.

340 C. Larmore, “Der Zwang des besseren Arguments”, Die Öffenlichkeit der Vernunft und dir Vernunft der Öffenlichkeit, (L. Wingert und K. Günther), s. 106.

173 iletişimsel olarak eyleyen bireyler, her birinin ilgisini dikkate alabilecek genelleştirilebilir ilgi ve normları olanaklı kılabilecek böylesi bir biçimsel argümantasyon sürecini olanaklı görseler bile, aynı zamanda stratejik ve amaç-rasyonel biçimde yapılanmış olgusal bir sistem içinde bulunduklarından, geçerli ilkelerin korunması ve sürdürülmesi olanaklılığı problematik olacaktır. Çünkü

“…geçerli normların meşrulukları sarsıldığında ve bu normlarla düzenlenen etkileşim sistemlerinin dengesi bozulduğunda…”341 normatif ilke ve ortak değerlere yönelik bir iletişimsel eylemin yerini, kişisel ilgilerin yönlendirdiği monolog biçiminde yürütülen stratejik bir eylem biçimi alır. Böyle bir durumda, uzlaşı arayışında olan tarafların diyalogdan kopup rekabetçi bir tutum edinmeleri söz konusu olur. Her birinin kendi ilgisi yöneliminde birbirlerine karşı rakip olacak konumlanmaları, uzlaşı aracılığıyla ilişkilendirilmiş olan bireysel ilgilerin yeniden açığa çıkmasına neden olur.342 Dolayısıyla başarı yönelimli stratejik biçimde açımlanan bir aklın araçsal işleyişinin eleştirel bir kamusallığı ortadan kaldırdığı bir süreçte, bireysel ve genel ilgilerin uzlaşımı ve sürdürülebilirliği açısından varsayılan ve biçimsel koşullar temelinde yürütülen argümantasyon pratiğinde elde edilen söylem-etiksel ahlaki ilke, tek başına yeterli olmayacaktır. Çünkü ayrıcalıklı yapılardan oluşmuş toplumsal bir düzende “gözetilecek çıkarları ve gerçekleştirilecek planları olanlar olan ‘dünyevi kişinin’ gözünde, karşılaştığı insanlar otomatik olarak dost ve düşmana dönüşür.”343 Dolayısıyla, genelleştirilebilir ilgiye yönelik eleştirel kamusal bir söylemin kurumsallaşması açısından, bireysel ve kamusal özerkliği yasal güvenceye alacak ve bütün bireylere demokratik bir iletişim ve katılım olanaklılığı sağlayacak biçimde ahlakı bütünleyecek bir hukuki zemine

341 J. Habermas, Sosyal Bilimler Mantığı Üzerine, s. 483.

342 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 44.

343 T. W. Adorno, Minima Moralia, s. 136.

174 ihtiyaç vardır. Böylelikle ahlaki bir bakış açısının hukuksal bir kurumsallaştırılmasının, genelleştirilebilir ilgiler ve normlar açısından olanaklı bir pratik söylemi ve ahlaki eylemi sağlayabileceği varsayılır.

3.5. Bireysel Özgürlük ve Kamusal Özerkliğin Etiği Bütünleyici Hukuk