• Sonuç bulunamadı

3. GENİŞLETİLMİŞ BİR AYDINLANMA PROJESİ OLARAK SÖYLEM

3.5. Bireysel Özgürlük ve Kamusal Özerkliğin Etiği Bütünleyici

174 ihtiyaç vardır. Böylelikle ahlaki bir bakış açısının hukuksal bir kurumsallaştırılmasının, genelleştirilebilir ilgiler ve normlar açısından olanaklı bir pratik söylemi ve ahlaki eylemi sağlayabileceği varsayılır.

3.5. Bireysel Özgürlük ve Kamusal Özerkliğin Etiği Bütünleyici Hukuk

175 içerisinde kurallarını işleten ahlaki topluluk karşısında “mekân ve zamanda yerelleşen bir hukuk topluluğu, öznel hakların taşıyıcılarının üretilen statülerini içermesi açısından üyelerinin bütünleşmesini sağlar. Bu yüzden, hukuk ve ahlak arasında, bağımlı olmaktan ziyade, bir bütünleyicilik ilişkisi bulunur.”347 Bu ilişkiyi, liberal ve cumhuriyetçi hukuk paradigması ve devlet anlayışı açısından ele alan Habermas, kendi müzakereci politik anlayışını348 modern hukuk devleti çerçevesinde ortaya koymaya çalışır.

Toplumsal tarafların her biri için aynı şekilde iyi olanı ifade etmesi açısından ahlak ve hukuk ilişkisi, bir ortak iyiliğin uzlaşı olanaklılığını somutlaştırmalıdır. Bu olanaklılık aynı zamanda, özerk ahlaki bireylerin her birinin ilgi ve yönelimlerinin karşılıklı tanınma ve bakışımlı ilişkisi açısından bireysel ve kamusal özerkliğin, yani istem ve pratik aklın uzlaşı olanaklılığının gösterilmesidir. Bu uzlaşı olanaklılığı Habermas’a göre, bireysel haklara öncelik veren liberal (Kant) ve kamusal özerkliği

Bu özde, ahlaki normlara riayet, kamusal güç araçlarıyla sağlanır. Bu modele göre ceza normları, bir

‘etik asgariyi’ garanti ederler. G. Patzig, Ethik Ohne Metaphysik, s. 11-13.

347 J. Habermas, Politische Theorie, s. 143-144.

348 Habermas’a göre, müzakereci demokratik bir politik anlayış, hem cumhuriyetçi hem de liberal kuramın farklılıklarını göz önünde tutmalıdır. Buna göre, liberal ve cumhuriyetçi model arasındaki en önemli fark, demokratik sürecin işleyişinde ortaya çıkar. Liberal anlayış, bu süreci, devleti toplumun çıkarları doğrultusunda düzenlemesi olarak anlar. Devlet, kamu yönetimi mekanizması, toplum ise pazar ekonomisine göre yapılandırılmış ilişkiler sistemi olarak düzenlenir. Liberal anlayışta, vatandaşların statüsü, devlete ve diğer vatandaşlara karşı sahip olunan bireysel haklar çerçevesinde belirlenir. Bireysel ve siyasal hakları temelinde örgütlenen vatandaşlar, demokratik süreçlere katılarak çıkarlarını koruma ve geliştirme olanağı elde ederler. Buna karşılık, cumhuriyetçi anlayışta, siyaset törel bir yaşamın yansıması olarak anlaşıldığından, toplumsal yaşamın ve yararın ilerletilmesi temeldir. Devlet egemenliğinin hiyerarşik, pazarın ise yerinde yönetimle düzenlendiği cumhuriyetçi anlayışta, dayanışma, toplumsal bütünleşme diğer dayanağı oluşturur; ayrıca siyasi kamuoyu ve sivil toplum, stratejik öneme sahiptir. Cumhuriyetçi anlayışta, vatandaşlık statüsü, özel kişilerin kullandığı negatif özgürlüklerden ziyade, pozitif özgürlüklere göre belirlenir. Devlet, sadece eşit bireysel hakların korunmasıyla değil, herkesin ortak çıkarına olan normlar ve hedefler açısından vatandaşların eşit ve özgür olarak kamuoyu ve irade oluşturma süreçlerine katılmasını güvence altına almalıdır.

Cumhuriyetçi anlayışta vatandaşlardan, kendi çıkarlarının takipçisi olmasından daha fazlası beklenir.

Liberal anlayışta, hukuk düzeni, hukuk düzeni, öznel haklardan hareketle yapılandırılırken, cumhuriyetçi anlayışta nesnel haklar temele alınır. Liberal anlayışta, vatandaşların, kamuoyu ve irade oluşturma sürecine katılmalarını Pazar süreçleri belirlediğinden, vatandaşlar, müzakereci bir demokratik öz-belirlenimden yoksun, apolitik kişilerdir. Buna karşılık, cumhuriyetçi yaklaşımda, kamuoyu ve irade oluşumunu, pazar süreçleri yerine, siyasal olarak güvenceye alınmış, anlaşma yönelimli kamusal iletişimin kendine özgü yapıları belirlemektedir. J. Habermas, Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak, s. 151-162.

176 temele alan cumhuriyetçi (Rousseau) anlayışların olumlu yanlarını dikkate alan bir demokratik hukuk devleti anlayışı çerçevesinde sağlanabilir:

Eşit öznel hareket özgürlüğüne sahip olma hakkı ifadesinde kendini bulan insan hakları düşüncesi, ne egemen yasa koyucunun önünde bir sınır oluşturmalı, ne de onun amaçları için, işlevsel anlamda gerekli bir şey olarak araçsallaştırılmalıdır. Burada önemli olan, meşru yasa koyma için gerekli iletişim biçimlerinin hukuksal açıdan yapılandırılabilmesini sağlayacak koşulların belirlenmesidir.349

Dolayısıyla bütün taraflara, eşit biçimde dâhil olabilecekleri demokratik müzakereci bir kamusal söylem ortamını belirleyecek bu koşullar, öznel haklar olarak bireysel katılım ve iletişim haklarının güvenceye alındığı bir hukuk devleti kavramını gerekli kılar. Çünkü bir hukuk düzeni, sadece her bir kişinin hakkının geri kalan diğer kişiler tarafından tanınmasını değil, aynı zamanda her bir kişinin hakkının hepsi tarafından karşılıklı olarak tanınmasını, ‘her bir kişinin keyfi istenç özgürlüğünün herkesin özgürlüğüyle birlikte oluşturulabilmesi’ açısından herkese aynı özgürlükleri sağlayacak meşru yasaları ortaya koymalıdır. Dolayısıyla pozitif hukuk kuralları, meşruluğunu ahlak yasaları aracılığıyla sağlarken, yaptırımını yasama yetkisi temelinde ortaya koymalıdır. Bu açıdan, yasama yetkisi süreci, hukuk sisteminde, sosyal bütünleşmenin temelini de oluşturur. Bu yüzden, bu süreçte, özel hukuk özneleri ve vatandaş rollerinde, özgür bir hukuk topluluğunun üyelerinin

349 Habermas’a göre, Rousseau ve Kant, halk egemenliği ve insan haklarının aynı kavramda yorumlanmasını sağlayacak özerk hak kişisi kavramını ortaya koyarak, egemen irade ve pratik aklı uzlaştırmayı amaçlamıştı. Ancak Rousseau, cumhuriyetçi anlayışı; Kant ise, liberal anlayışı temele aldığından, her iki kavramı uzlaştıracak bir sezgiye ulaşamamıştır. A.g.e., s. 173; ayrıca J. Habermas, Politische Theorie, s. 147.

177 perspektifini üstlenen bireyler olarak ortaya çıkan taraflardan, ortak yaşamın düzenlenmesinin normatif ilkeleri üzerine bir uzlaşıya varmaları beklenmelidir. 350 Ahlaki ilkeler, özerk kişinin isteminin kendi kendisindeki yasayla belirlenmesi anlamında bireye ödevler yüklerken, hukuksal normlar, bireylerin keyfi davranışlarını, yani öznel özgürlüklerini kısıtlayan dışsal yaptırımları ortaya koyar.

Dolayısıyla ahlak, insanlara içten gelen zorunluluğu ifade ederken, resmi yaptırımlar aracılığıyla hukuk normlarına itaat ise, dıştan gelen bir zorlamayı gösterir. Bu çerçevede, başarı yönelimli stratejik-araçsal eylemin biçimlendirdiği ekonomik ve bürokratik işleyişi ve yaşam dünyasının uzlaşı yönelimi içinde etkileşen ahlaki özerk bireylerin, her birinin kendi iyiliği ve ortak iyilik açısından normatif ilkelerin temellendirilmesi ve uygulaması gerekmektedir. Habermas’a göre, böyle bir iletişim ortamının sağlanması ve sürdürülebilir olması, bireysel ve kamusal özerkliği uzlaştırabilen hukuki yaptırımlarla sağlanabilir. Çünkü gündelik yaşam içerisinde unutulmuş olan özerklik, hukuksal alanda özel ve kamusal özerklik olarak ikili bir yapıda ortaya çıkmaktadır. Bireyin özerkliği ile vatandaşlığın kamusal özerkliği karşılıklı olarak birbirini olanaklı kılmaktadır.351 Dolayısıyla, herkes için aynı şekilde iyi olanı ifade eden normatif ahlaki ilkelerin uygulaması açısından ortaya çıkan olgusallık ve geçerlilik problemi, ancak hukuk temelinde giderilebilir.

Normatif ilkelerin uygulanmasında ortaya çıkan olgusallık ve geçerlilik gerilimi konusunda Kantçı hukuk anlayışını dikkate alan Habermas’a göre, bu gerilimin giderilmesini Kant, yaptırım ve özgürlük arasında hukuki olarak kurulan bir bağlantıda ortaya koymaktadır. Hukukun yaptırım gücü, özgürlüğün önündeki engellerin kaldırılması aşamasında kendini gösterir. Bu da, hukukun öngördüğü güç

350 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 50.

351 J. Habermas, Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak, s. 172.

178 kullanımı çerçevesinde herkesin özgürlüğünün gerçekleştirilmesi için bir zorunluluk olarak kendini gösterir. Hukuk kuralları, bireylerin keyfi iradelerini birleştiren zorunlu koşulları belirtir.352 Dolayısıyla hukuk kuralları, genel bir yasa temelinde, her bir bireyin özgürlüğünün bir diğerinin özgürlüğüyle birleşebilmesinin olanaklılığını ortaya koyar. Bu anlamda, “yasalar, yöneticilerin elinde bulunan otoriteyi yarattığı gibi, yurttaşların paylaştığı özgürlüğü de yaratır.”353 Ancak, Habermas’a göre, “üst düzey yetkililerin koyduğu bütün yasalarda ortaya çıkan despotizm tehlikesi, ancak tüm tarafların dahil olduğu adil bir kamuoyu ve irade oluşumunu sağlayan cumhuriyetçi süreçlerle önlenebilir.”354

Hukukun yaptırım gücü, hukuk kurallarının olgusallığını, yani pozitifliğini, diğer yandan zorla kabul ettirilmemesi anlamında yasaya saygıdan dolayı kurallara uyulması ise, normatif geçerliliğini, yani meşruluğunu ifade eder. Dolayısıyla, Habermas’a göre, hukuk iddiaları, normatif geçerlilik iddiasından dolayı, yani

‘yasaya saygıdan dolayı’ yerine getirilmelidirler. Ahlaki olarak değerlendirilmeyen, sadece normlara uygun objektif bir tutumu talep eden eylem kurallarına ilişkin paradoks, Kantçı yasallık kavramıyla çözülmektedir. Buna göre, hukuk normları, farklı biçimlerde ortaya çıkan zorunlu yasalar ve özgürlük yasasının bir arada olmasını gerektirir. Ama burada, yasanın muhataplarının aynı zamanda yasa koyucular olarak istemlerinin oluşumu açısından bir eksiklik söz konudur. Bu eksiklik, tartışmacı bir siyasi irade oluşum eksikliği ya da boşluğu olarak, bireylerin kendi çıkarlarının da düzenlenmiş olduğu bir hukuk sistemi içerisinde giderilmelidir.

Ancak, Habermas’a göre, stratejik biçimde başarı yönelimli eyleyen bireylerin kişisel haklarını kullanması temelinde yapılanan hukuk kuralları, dayanışma ilkesini göz

352 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 46.

353 P. Pettit, Cumhuriyetçilik, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998, s. 61.

354 J. Habermas, Bölünmüş Batı, s. 115.

179 ardı ederek, öznel hakların yasal kullanımını sağlayabilir. Bu durumda, aynı tür haklar vererek kendi amacına dönük bireylerin kişisel haklarının sağlanması, yerleşik hukuk düzeninin yasallığını ya da meşruluğunu yasanın muhataplarının takdirine bırakır. Dolayısıyla, öznel haklardan hareketle yapılandırılan hukuk kurallarının meşruluğu, salt monologsal bir biçimde ortaya konulan yasallıkla değil, eleştirel ve ussal bir kamusal söyleme dahil olabilen özgür ve eşit bütün vatandaşların makul ve ortak istemlerinin sosyal bütünleşmesi aracılığıyla çözülebilir.355

Diğer yandan, Habermas’a göre Kantçı hukuk anlayışı, kendi yasasını kendi koyan özerk ahlaki bireylerin, ortaklaşa belirledikleri normlara uymakta meşrulaşan yaptırımı modern pozitif hukuk da yetersiz kalmaktadır. Çünkü modern pozitif hukuk, yasaklanmamış her şeye izin vermesi anlamında ahlakiliği dışlamaktadır.

Modern hukuk düzeninin dayandığı öznel haklar, hukuk kişilerini, ahlaki buyruklardan muaf tutan bir anlama sahiptirler. Çünkü modern hukuk anlayışı, bireylerin kendi ilgi ve tercihlerine göre gerçekleştirecekleri eyleme özgürlük tanıyan öznel haklar çerçevesinde, açıkça yasaklanmayan her şeye müsaade edildiği ilkesini ortaya koyar. Bu anlamda, hukuksal özerklik ahlaki özerklikle örtüşmez. Dolayısıyla hukuksal özerkliği, özel özerklikle bağlantılı iki momentle birlikte, diğer deyişle bir yanda rasyonel olarak karar veren bireylerin istenç özgürlüğü, diğer yanda etik olarak karar veren kişilerin özgürlüğü açısından ele almalıyız.356

Rasyonel olarak karar veren bireyler açısından hukuk, Park’ın da belirttiği gibi, muhatapların edimsel tutum içinde hukuk normlarına özgürlük yasası olarak bakıp bakmadıklarını ve yasaya saygıdan dolayı uymayı isteyip istemediklerini veya bunlara, sadece özel özgürlük alanının olgusal sınırlandırılması anlamında zorlama

355 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 47-51.

356 J. Habermas, Politische Theorie, s. 143.

180 olarak bakıp bakmadıklarını ve kural ihlallerinin hesap edilebilir sonuçlarıyla ilgilenmek isteyip istemediklerini, onlara sorabilmelidir. Bu çerçevede, hukuksal istenç-özgürlüğü ilkesiyle birlikte, yani yasak olmayan her şeye müsaade edilmesiyle, tekil kişiler, ahlakın kendine hâkim olma ya da kendini denetleme gerekliliğinden kurtarılabilir. Diğer yandan, tekil hukuk-kişilerinin etik özgürlüğü, onların, özel iyi yaşam açısından hangi anlayışı izlemek istediklerine özgürce karar verebilmeyi ifade eder.357 Dolayısıyla, Habermas’a göre hukuk normlarının pozitifliği ya da “…bağlayıcılığı, sadece düşünce ve yargı oluşum sürecine değil, aksine hukuk koyan ve uygulayan mercilerin kolektif bağlayıcı kararlarına dayanır.

Bundan, hukuku yerleştiren (ve yazan) otoriteler ve geçerli hukuka tabi olan muhataplar arasındaki bir rol-paylaşımı kavramsal gereklilik olarak ortaya çıkar.”358 Bu rol paylaşımı da, ancak bireysel ve kamusal özerkliğin karşılıklılığı temelinde sağlanabilecektir.

Habermas’a göre, söylem kuramı açısından hukuk koyutunun demokratik yöntemi, savsal normların rasyonel kabuledilebilir gerekçelendirme beklentisiyle bağlantılı olarak hukukun pozitifliğini ilgilendirir. Hukukun pozitif ifadesinde, herhangi bir şekilde öngörülebilir olgusal bir isteme ulaşılmaz; aksine politik olarak özerk vatandaşların makul bir yasama yetkisine borçlu oldukları meşru isteme ulaşılır.359 Bu istem, öznel haklara sahip öznenin eylem özgürlükleri ve vatandaşın kamusal özerkliğini karşılıklı olarak olanaklı kılacak biçimde halk egemenliği kavramının iletişimsel olarak dönüştürülmesiyle ortaya çıkar. Bu anlamda, halk egemenliği kavramında ifade edilen meşruluk, aynı zamanda iletişimsel olarak dağıtılan katılımcı bir siyasal irade oluşumuna dayanmalıdır:

357 G.Y. Park, Freiheit, Anerkennung Und Diskurs, s. 142-143

358 J. Habermas, Politische Theorie, s. 145.

359 A.g.e., s. 51.

181 Halk-ulus egemenliği kavramı, vatandaşın kamusal özerkliğini sağlayan, iletişim ve katılım haklarında ifade edilir; yasaların egemenliği, toplum vatandaşlarının özel özerkliğini garanti eden söz konusu klasik temel haklarda temsil edilir. Hukuk, özel ve kamusal özerkliğin aynı biçimde sağlanmasına yönelik araç olarak meşrulaşır.360

Halk-egemenliği kavramında biçimlenen bu somut anlayış, iletişimsel eylem kuramı aracılığıyla etkileşim ve karşılıklı öğrenme süreçlerinin gerçekleştiği ve bunlarla gerekçelendirilen tartışmacı bir politika biçiminin işleyişine aktarılır. Dolayısıyla bu biçimde, hukuksal olarak kurumsallaştırılan organlar temelinde ancak müzakereci bir irade oluşumu olanaklı olabilecektir. Diğer yandan, süreçte gerçekte kurumsallaşan organların kendi içindeki hiyerarşik yapılanmadan dolayı üretilen araçsal stratejik bir işleyiş, müzakereci irade oluşumunun da ortadan kaldırılmasına neden olmaktadır.

Aslında böyle bir işleyişe karşı da Habermas, vatandaşlardan sivil itaatsizlik talebinde bulunur.361

Habermas’a göre, hukuki geçerlilik ve meşruluk için uzlaşı yönelimli ussal ve eleştirel bir istem oluşumunu olanaklı kılacak kamusal bir tartışma süreci, bireysel katılım ve iletişim haklarının öznel haklar olarak yasal güvenceye alınmasıyla sağlanabilir. Dolayısıyla hukuk devleti, vatandaşların bireysel ve kamusal özerkliklerini garanti altına alan düzenlemeler çerçevesinde, aynı haklara sahip

360 A.g.e., s. 146.

361 Habermas’a göre, böylesi bir talep, modern anayasal devletin, ahlaki bir meşrulaştırmaya gereksiniminden ve böyle bir meşrulaştırmaya elverişli olduğu kabulünden ortaya çıkabilir. Çünkü bir hukuk devleti, yurttaşlarından hukuk düzenini ceza korkusundan dolayı değil, özgür istençleriyle tanımalarını talep eder. Diğer yandan, hukuk devleti anlayışı çerçevesinde, demokrasinin kurumlarında insan aklının yanılmaya elverişli ve insanın ahlaken çürümeye yatkın doğasına karşı bir güvensizlik kendini gösterir. Kurumlar ve düzenlemelerle giderilemeyen bu güvensizlik düşüncesiyle hukuk devleti, kendi mevcut pozitif yasal düzenlemelerinin ötesine geçer ve haksız uygulamalara neden olur. Bu çelişki, yurttaşların, olağan üstü durumlarda veya haksız uygulamalarda, yasaya itaatsizliği, diğer deyişle ahlaki anlayış çerçevesinde meşrulaştırılabilir yasa dışı eyleme olanak tanıyan veya hoşgörü gösterebilen demokratik bir hukuk devlet yapısında çözülebilecektir. J.

Habermas, Sivil İtaatsizlik, Çev. Hayrettin Ökçesiz, Afa Yayınları, İstanbul 1995, s. 41.

182 kişiler olarak kamusal bir söyleme katılmalarını olanaklı kılmalıdır. Bu temelde, hukuk, bireylerin “iletişimsel özgürlüklerinin yaşamsal kullanımını ortaya koymalıdır. Bir halk, ne kadar çok demokratik özgürlükleri benimserse, o oranda haklarını uygular.”362 Bu ise, kamusal ve özel özerkliğin yasal güvenceye alınması oranında gerçekleştirebilecektir. Çünkü vatandaşlar, aynı şekilde sağlanan özel özerklik nedeniyle yeterince bağımsızlarsa, kamusal özerkliklerinin uygun bir kullanımı sağlanabilir; diğer yandan onlar, vatandaş olarak politik özerkliklerinin uygun bir kullanımını ortaya koyuyorlarsa, işte o zaman özel özerkliklerinin uzlaşı olanaklı bir düzenlemesini sağlayabilirler. Bu anlamda, bireysel ve kamusal olarak birbirini tamamlamayan “özgürlük, hiç kimsenin başkasına keyfi müdahalede bulunacak güçte olmadığına dair ortak bir bilinçle, yurttaşların birbirlerinin gözlerinin içine bakabilmelerini gerektirir.”363

Uzlaşı yönelimli eyleyen tarafların iletişim ve katılım haklarının yasal güvenceye alınması temelinde ortaya konulan demokratik bir düşünce ve istem oluşumunun, Habermas’a göre, iki koşulu yerine getirilmelidir: İlgili tarafların karar sürecine dahil olması ve kararın rasyonel bir tartışma ortamında alınması. Bu da karar alma sürecinin hukuksal anlamda kurumsallaştırılması anlamına gelmektedir. Anayasal devletin görevi, katılımın sağlanması ve söylem içerisinde bir ortak istemin oluşumunu olanaklı kılmak için hukuksal ortam yaratmaktır.364 Bu ortam, özel ve kamusal özerkliğin karşılıklı olarak varsayıldığı, hukuksal olarak kurumsallaşmış bir tartışma ortamıdır.365 Böylesi bir tartışma ortamında, normların yaptırımının sosyal

362 J. Habermas, Politische Theorie, s. 18.

363 P. Pettit, Cumhuriyetçilik, s. 25.

364 J. Habermas, Politische Theorie, s. 24.

365 Rawls’a göre, Habermasçı kamusal tartışma sürecinin makul sonuçlar ortaya koyabilmesi, sadece ideal tartışma koşullarına bağlı olduğundan, özcü bir anlayışı ifade etmektedir. Bu anlamda, tarafların genelleştirilebilir çıkarları açısından varsayılan söylem koşulları, yani tarafsızlık, eşitlik, açıklık, baskı

183 geçerlilik olgusu ve normatif tanınma iddiası olarak hukuki geçerliliği, vatandaşlara, aynı norm karşısında nesneleştirici veya edimsel bir anlayış kazanma ve uygun yorumları kabul etme alternatifi sunar. Ortaya konulan norm, kendi başarısına odaklanmış bireyin keyfi istencine yönelik hukuki yaptırım çerçevesinde olgusal sınırı belirler. Diğer yandan, geçerli norm, eylem başarısını, diğerlerinin de uyduğu koşullar üzerinden uzlaşmayla sağlamak isteyen bir bireyin keyfi istencini, normatif geçerlilik iddiası ve eleştirilebilir denetim olanaklılığı çerçevesinde bağlar.366

Habermas’ın müzakereci demokrasi anlayışı, demokrasinin geliştirilmesinde ve kurumların eleştirilmesinde yol gösterecek normatif bir kuram eşliğinde tanımlanabilmektedir. Müzakereci demokrasi biçimi, iletişim süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan geçerlik savlarını çoğunluğun istenci olarak tanımlar ve bunları hakların üstünde görür. Habermas’ın hakların ve halkın egemenliğinin ortak kökenselliği olarak tanımladığı bu durum, Rawls’çu liberal anlayışa karşı, yasaya karşı yükümlü olduğu sürece yasa koyucu olarak ya da yasa koyucu olduğu sürece yasalarca korunan birey kavramını merkeze alan bir demokrasi tanımını vermektedir. Ancak, Ron’un da belirttiği gibi, hukuk düzeninde, müzakereci bir yaklaşımla tanımlanmış olan betimleyici kurallar, doğru ya da yanlışa ilişkin bir normatif kurallar çerçevesinde elde edilmektedir. Tarafsız bir normlar bütünlüğü ile herkesin eşit bir biçimde çıkarını sağlayacak ve her bireyin özerkliğini eşit bir biçimde tanımlayacak hukuk kuralları birbiriyle tutarsız görünmektedir. Çünkü bireylerin gerçek

kullanmama ve oybirliği, vatandaşların genelleştirilebilir çıkarlarını olanaklı gören özcü bir anlayışı ortaya koymaktadır. Ayrıca, bu değerlerden her biri, sonuçların adil olması için sürece dahil edildiklerinde özcü yargıları ifade eder. Dolayısıyla yöntemi, bu sonuçlara ilişkin yargımıza uydurmuş oluruz. J. Rawls, Siyasal Liberalizm, s. 448.

366 J. Habermas, Faktizität und Geltung, s. 48.

184 çıkarlarını, siyasal ve toplumsal güç ilişkileri içerisinde karşılayacak ideal bir iletişim ortamı mümkün görünmemektedir.367

Diğer yandan, eleştirel bir burjuva kamusallığının çöktüğü, kamusal ve özelin kaynaştığı, “…endüstriyel toplumun teknokratikleştirilmiş yönetimin her türlü demokratik irade oluşumunu anlamsızlaştır(dığı)”368 günümüz toplumlarında, tahakküm içermeyen kamusal bir söylem veya müzakereci bir demokrasi anlayışı, aslında ideolojik bir yanılsamayı ifade etmektedir. Çünkü bu koşullarda Adorno’nun deyimiyle, “her türlü işbirliği, toplumsal katılma ve kaynaşmanın insanca değeri, insanlık dışı koşulların sessizce onaylanmasını örten bir maskedir yalnızca.”369 Dolayısıyla bu durumda, Sennett’in de belirttiği gibi, modern toplumsal yaşamda genelleştirilebilir ilgi açısından, bireylerin, karşılıklı tanınma ve bakışımlı ilgiler çerçevesinde dayanışmacı değil, “…toplum normlarına uygun davranabilmeleri için narsis olmaları gerekir. Çünkü gerçeklik öylesine yapılanmıştır ki, ancak onun yapıları içinde davranıp çalışan insanların toplumsal yapıları benliğin aynaları olarak görmeleri ve bu yapıları kişiliklerden bağımsız anlamları olan biçimler şeklinde incelemekten vazgeçmeleri ölçüsünde düzen, istikrar ve ödül ortaya çıkar.”370 Öyleyse, Habermas’ın eleştirel bir kamusal irade çerçevesinde dayanışmacı bir tavırla bireylerin, kendi durumları üzerine bir düşünümsellik geliştirerek aydınlanma ve özgürleşme ile böyle bir yanılsamadan kurtulabilecekleri iddiası yetersiz kalmaktadır. Ayrıca, tikel çıkarlara bağlı biçimlenmiş ve iletişim süreçlerinde piyasa koşullarının etkili olduğu ve yönlendirdiği bir toplumsal yapıda, bireylerin, özgür ve eşit biçimde eleştirel kamusal irade oluşum süreçlerine katılmaları çok da gerçekçi

367 A. Ron, “Power: A Pragmatist, Deliberative (and Radical) View”, The Journal of Political Philosophy, Volume 16, Number 3, 2008, 272–292.

368 J. Habermas, İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, s. 84.

369 T. W. Adorno, Minima Moralia, s. 26.

370 R. Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü, s. 419.

185 gözükmez. Kapitalist ekonomik anlayışa bağlı olarak özel özerkliğin tüketimde nesnelleştiği toplumsal yapı ve kitle kültürü koşullarında, bireyler, siyasal hak ve özgürlüklerini etkili şekilde kullanamayacaklardır; dolayısıyla, eleştirel bir kamuoyunun temeli olan öz-belirlenimci ve bağımsız bir tutum da geliştiremeyeceklerdir.

186 SONUÇ

Habermas için modernleşme tamamlanmamış bir süreçtir. Çünkü başlangıçta modernleşmenin temelinde yer alan özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, evrensellik gibi değerler, öznel aklın kendini toplumsal ve kamusal alanda açan burjuva ideolojik değerleri de olsa olumludur; ancak bu değerler, aklın araç-rasyonel işleyişi nedeniyle toplumsal ve siyasal yaşamda nesnelleştirilememiştir. Aklın tarihsel gelişim sürecinde, kendini, özdeş benin öznel bir belirlenimi olarak gerçekleştirişi, bu değerlerin bireysel olarak içselleştirilmesini ve toplumsal ve siyasal alanın pratiğinde yerleşmesini önlemiştir. Aslında bu değerler, bireysel çıkar ve kendini koruma ilkesine göre biçimlenmiş bireyci burjuva-Batı rasyonalitesinin amaçlarını gerçekleştirmek için zamanla araçsallaştırılmış ve adaletsizlik ve eşitsizliği de örtmüştür. Dolayısıyla, etik ve siyasal anlayışta Kantçı ve Rousseaucu düşünceyi dikkate alan ve bu anlamda liberal ve cumhuriyetçi anlayışı uzlaştırma amacı güden Habermas için yapılacak olan, aklın kökten bir yadsınması ya da olumsuzlanması değil, öznel aklın, diğer deyişle, özdeşleyici Ben olarak öz-bilincin öznelerarası bir yaşam dünyasında iletişimsel bir akla dönüştürülmesidir. Çünkü aklı, düşmüş olduğu bu durumdan öznelerarası uzlaşı yönelimli iletişimsel eylem temelinde biçimlenen akıl kurtarabilecektir. Bu da, bilinç felsefesinden iletişim felsefesine gerçekleştirilecek bir paradigma değişikliğini gerekli kılmaktadır. Bu paradigma değişimi talebi, aynı zamanda bu değerlerin hesaba çekilmesinden, diğer deyişle Batı rasyonalitesinin özeleştiri gerekliliğinden ortaya çıkar.

Diğer yandan, talep edilen bu dönüşüm, bir paradigma değişikliğinden daha çok öznel aklın farklı bir yorumu ve yönteme ilişkin bir yenileme olarak görülmelidir. Çünkü paradigma değişikliği önceki dünya anlamasından farklı yeni bir

187 dünya anlaması olarak, öncekiyle keskin bir kopuşu gerektirir. Örneğin, Aristotelesçi teleolojik varlık ve doğa kavrayışına karşı ortaya konulan nedenselci bakış, bir paradigma değişikliği olarak görülebilir. Dolayısıyla amaç-rasyonel öznel aklın iletişimsel yorumu, toplumsal ve siyasal alana bakışta kökten devrimci bir dönüşümden ziyade mevcut yapıların sürdürülebilirliği olanaklılığı üzerine bir revizyondur. Ayrıca, Habermas, mevcut akılsallığın kökten yadsınışına da zaten karşıdır. Bu temelde yapılan, öznel akıl olarak öz-düşünümsel bilincin kendi kendindeki anlamasından tek taraflı ortaya konulan dünya anlaması ve yapıların, öznelerarasılığın karşılıklı anlamasında konumlandırılan iletişimsel aklın diyalogsal öz-düşünümselliği temelinde yeniden biçimlendirilmesidir. Bu biçimlendirmede, Habermas, Hegelci çalışma ve dilsel etkileşim ilişkisini, bağımsız ve aynı haklara sahip birbirine indirgenemez taraflar arasındaki öznelerarası ilişki olarak iletişimsel eylem temelinde yeniden yorumlar. Bununla birlikte, Marksizm’de insan oluşturucu öğe olarak görülen emeği, yani çalışma etkinliğini Habermas, amaç-rasyonel stratejik eylem alanı içinde değerlendirmek suretiyle iletişimsel eyleme karşıt olarak konumlandırır ve bu etkinliği, iletişimsel eylemin uzlaşı yönelimli etkileşimi içinde çözündürür.

Diğer yandan, iletişim kuramı açısından yorumlanan pratik aklın, toplumsal ve siyasal alanda şimdiye kadarki işleyişinde var olan teleolojik eylem yapıları da kökten yadsınmaz. Pratik aklın pragmatik, etik ve ahlaki kullanımına bağlı olarak yaşam-dünyası ve sistem içinde açımlanışı, hem teleolojik eylem hem de uzlaşımsal eylem yapılarıyla bir arada ortaya konulur. Ancak, yapılan yine de bir paradigma değişikliği olarak görülmek durumundaysa, yaşam-dünyası içerisinde açılan dilsel telosun uzlaşımsallığı temelinde ortaya konulan idealleştirmeleri zorunlu gören