• Sonuç bulunamadı

II - ROMA HUKUKUNUN YARATICI VE YÜRÜRLÜK KAYNAKLARI Roma Hukukunun yaratıcı kaynaklarını, Roma siyasal tarihinin saptadığımız

çağlarına göre incelemek gerekir. Gerçi, Roma hukukunun gelişim aşamalarının siyasal dönemlere uygun düşmediğini belirtmiş, bunun nedenlerini açıklamıştık, Ancak, Roma Hukukunun yaratıcı kaynakları, yani bu hukuku yaratan güçler saptanırken, özellikle Roma hukukunun yürürlük kaynakları, yani bu hukukun yaratıldığı, yürürlükte olduğu zaman aldığı biçimler incelenirken, Roma toplumunda geçerli olan devlet örgütünü ve yönetim biçimlerini esas almak bizi daha doğru sonuçlara götürür. Bu nedenle, Roma'da hukuk yaratan güçler ve

39 yaratılan hukukun ortaya çıkış biçimleri, Roma siyasal tarihinde birbirini izleyen yönetim biçimlerine göre saptanmalıdır.

1.

Krallık Dönemi(M.Ö. 753 - M.Ö. 509)

a)

Roma'da en eski hukuk, örf ve âdet hukuku biçiminde görülür. Yani, Roma'da hukuk, kanun koyucuların toplum hayatını düzenlemek için bir hukuk ve hukukî kurumlar dizgesi (sistemi) kurmak amacıyla iradeli ve bilinçli bir biçimde saptadıkları kurallardan değil, toplum içinde sürekli olarak yürürlükte kalan gelenek(teamül)'lerden doğmuştur. Daha açık bir söyleyişle, hukukî kural ve kurumlar (müesseseler), kuşaktan kuşağa geçen sürekli alışkanlıklar, töre ya da görenek (örf ve âdet)’lerle belirlenmiş ve gelişmişlerdir. Herhangi bir biçimde doğmuş bir takım töreler (örf ve adetler)'in kuşaktan kuşağa geçerek yerleşmeleri, bunların toplumca benimsenmesi sonucunu doğurmuş ve toplumda bunlara uyulması gerektiği inancını yaratmıştır. Böylece, bazı örf ve âdetlerin uzun yüzyıllar boyunca uygulana gelmesinin yarattığı alışkanlıklar, toplumda başka türlü davranılamayacağı inancını yerleştirince, bu alışkanlıklar (itiyatlar) uyulması zorunlu kuralları doğurmuştur. Özetle, örf ve âdet hukukunun, toplumsal alışkanlıklara, zorunluluk inancının eklenmesiyle doğduğu söylenebilir. Bu hukukun doğuşu ve gelişimi, bilinçli ve istemli (iradeli) müdahaleler dışında olmaktadır.

b)

Ancak, her toplumda olduğu gibi, Roma'da da zamanla Örf ve âdet hukukunun yanında topluma yön vermek amacıyla bilinçli ve istemli olarak yaratılan hukuk yer aldı.

Krallık Dönemi'nde Roma'da her türlü iktidarın kralda toplanmış olmasının doğal bir sonucu, kralın yasama alanında da mutlak yetkilere sahip olmasıydı. Kral hukukî, toplumsal, ekonomik, kültürel, hattâ dinsel hayatı düzenleyecek kurallar koyabilirdi. Böylece, kral dilerse, örf ve âdet hukukunu müeyyide (yaptırım)'1 ere bağlayarak güçlendirebilir, geliştirebilir, dilerse değiştirebilirdi. Ancak, krallar, Roma toplumunun geleneklere sıkı sıkıya bağlı düşünüşüne uyarak bu yetkilerini çok seyrek kullanmışlardır. Özellikle, özel hukuk ala-nında örf ve âdetlere hemen hemen dinsel bir inançla içten bağlanılmış olması ve uyulması, kralın bu alandaki müdahalelerini asgariye indirmişti.

c)

Böylece, Roma hukuku ilk olarak örf ve âdet hukuku biçiminde ortaya çıktıktan sonra, bu hukuka kralın koyduğu kanun niteliğindeki kurallarla yön verilmiştir. Ancak, bu çağda Roma hukukuna asıl biçimini veren ve bu hukuku toplumun çeşitli gereksinmelerine göre geliştiren yaratıcı gücü hukukçular temsil ediyorlardı. Roma'da en eski hukukçular Rahiplerdi. Toplumun dinsel hayatını düzenleyen ve yöneten Rahiplerin (Din adamları) aynı zamanda hukuk işleriyle de uğraşmaları, genellikle eski çağlarda din ile hukuk arasındaki sıkı ilişkiyle açıklanabilir. Örneğin, Hıristiyanlık, İslâm gibi büyük dinlerin egemen olduğu toplumlarda hukuk sistemleri, dine bağlı olarak doğmuş ve gelişmiştir. Kilise hukuku, İslâm hukuku gibi. Ancak, Roma hukuku, dinsel niteliğini sürdürmemiştir. Doğuşundan çok kısa bir süre sonra ’ius (hak, hukuk kuralları), ’fas(dinsel kurallar)dan ayrılmış ve hukuk laik bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte, Rahipler sınıfı uzun süre hukuk bilgisini tekelinde bulundurmuş ve hukuk yüzyıllar boyu halk için erişilmez olarak kalmıştır. Romalı Rahipler, genellikle, eski çağ toplumlarının bütün din adamları gibi, toplumlarının en bilgili, gelenekleri en iyi bilen kişileriydiler. Roma'da Rahipler sınıfı, patricius'lardan oluşan soylu (aristokratik) bir sınıftı. Her yıl Rahipler topluluğunun bir üyesi, bireylerin (fertlerin) hukukî

40 işlerini yönetmek üzere atanırdı. Rahiplerin hukuk alanındaki faaliyetleri konusunda ayrıntılı bilgi elde edilememiş olmakla birlikte, bunların üç yönde etkin oldukları saptanmıştır:

1.

Rahiplerin ilk görevi, geçerli olan hukuk kurallarını yorumlamak, açıklamak (interpretare) idi.

2.

Rahip hukukçular, yorumladıkları hukuk kurallarına dayanarak çeşitli hukukî işlemleri biçimlendirmek ve geliştirmek görevini yüklenmişlerdi. Gerçekten, geçerli hukuk kurallarına uygun olarak hukukî işlem biçimlerini saptamak, hukuk uygulayıcılarının görevleri arasındadır. Nitekim, çağımızda da bu tip işler, noterler ya da avukatlarca yapılmaktadır. Önemli bir sözleşme ya da bir vasiyetname düzenlenmek istendiğinde bu kişilere başvurulur. Romalılar ise böyle durumlarda, hukukî işlemlere ya da hukukî usullere ilişkin muamelelere gereken biçimleri vermeleri için rahiplere gidiyorlardı. Rahiplerin hukukî işlem biçimlerini geliştirip bunları hayatın çeşitli durumlarına uygulama görevine ’cavere’

deniyordu.

3.

Bu eski hukukçuların en doğal görevlerinden biri de, kendilerine hukukî sorunlarıyla ilgili konularda başvuran kişilere bilgi vermek, görüşlerini bildirmekti. Buna

’respondere’ (cevap vermek) deniyordu. Böy- lece, rahipler, hukuk uygulaması alanında bu çeşitli faaliyetleri ile krallık çağında hukukun gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Ancak, bu çağda rahiplerin bu faaliyetleri sonucu doğan ve gelişen hukuk bilimi, toplumun çoğunluğuna kapalıydı. Yüzyıllarca tapmak arşivlerinde biriken yorum (interpretatio)lardan, hukukî cevap ve görüş (responsum)'lerden, yaratılan hukukî işlem biçimlerinden oluşan hukuk bilimi, patricius'lardan oluşan soylu rahipler sınıfının tekelindeydi. Bu durum, hukuk biliminin Krallık Dönemi'nde yaygınlaşmasını önledi.

Sonuç olarak, Krallık Dönemi'nde Roma hukukunun örf ve âdet hukuku olarak ortaya çıktıktan somu kralın koyduğu kanunlar ve Rahipler sınıfının hukukî faaliyetleri sonucunda geliştiği görülmektedir.

2.

Cumhuriyet Dönemi (M.Ö. 509 - M.Ö. 27)

a)

Cumhuriyet Dönemi'nde kurulan devlet düzeni hukuk alanındaki yaratıcı güçleri değiştirdi. Bu devlet biçiminde yasama yetkisi ağırlıklı olarak Halk meclislerine verilmişti.

Senatus'un kanun koyma alanındaki görevi tartışmak ve onaylamaktı. Magistra'ların önerdiği ve senatus'ta tartışılan kanun tasarıları, halk meclislerinde oylanıyor, kabul ya da reddediliyordu. Halk meclislerinde kabul edilen kanun tasarılarının yeniden senatus'a gönderilmesinin amacı, bunların senatus tarafından halka duyurulmasıydı. Halk meclislerinin, senatus tarafından ilân edilen bu kararlan gerçek anlamda kanun, yani lex idiler. Ancak, bu çağda da hukukun bütününü ya kanun, yani lex idiler. Ancak, bu çağda da hukukun bütününü ya da büyük bir bölümünü kapsayacak genişlikte kanun çıkarılmasından kaçınılmıştır. Yalnız siyasal ve toplumsal bakımdan önem taşıyan bazı özel durumlara, ayrıntılara ilişkin konularda kanun koyma yoluna gidilmiştir. Çünkü geleneksel Roma zihniyeti, özellikle özel hukuk alanında kanun yoluyla yapılacak düzeltmeleri hoş görmüyor, hukukî değişim ve gelişimin, olayların, koşulların, gereksinmelerin doğal akışı içinde yavaş yavaş olgunlaşmasını yeğ tutuyordu. Gerçi, daha cumhuriyetin kuruluşundan elli yıl sonra, Roma'da geçerli olan hukukun tümünü sistemli bir biçimde bir araya toplamak ve saptamak amacıyla bir kanunlaştırma (kodifıkasyon) hareketine girişilmiştir. Ancak, o çağda Roma

41 toplumunda görülen toplumsal ve siyasal karışıldığın ve sınıf kavgalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu kodifıkasyon, Roma hukuku tarihinde lustinianus zamanına kadar yapılan tek kodifıkasyon olmuştur. Roma'da bu kodifıkasyon'dan Iustinianus'un C.I.C.'ine kadar geçen, yaklaşık olarak bin yıllık süre içinde bir ikinci kanunlaştırma hareketine rastlanmaz.

Cumhuriyet Dönemi'nin sonlarında değişik ve ayrı ayrı konularda birçok kanun çıkarılmış ve bundan sonraki dönemlerde de yetkili yasama organları hukuk düzenini etkileyecek çeşitli müdahalelerde bulunmuş olmakla birlikte, Roma toplumunun geleneksel zihniyeti etkinliğini yitirmemiş ve Roma'da hukukun tümünü içine alacak kanunlaştırmalardan kaçınılarak, hukukî hayat elden geldiğince doğal gelişimine bırakılmıştır. Bu nedenlerden ötürü, cumhuriyetin 50. yılında yapılan kanunlaştırma özel bir önem taşır. Daha eski tarihlerde yapılmış bazı hukuk kuralları derlemelerinden de söz edilmekle birlikte, Roma hukukçuları çoğunlukla M.Ö. 451-449 yılları arasında düzenlenen ve ’Oniki Levha Kanunuadıyla anılan derlemede Roma’nın en eski kodifıkasyon hareketini görmektedirler. O çağda Roma'da geçerli olacak hukukun tümünü kapsayacak biçimde hazırlanan ve daha sonraki hukuk gelişimine temel olan bu kanuna, on iki levha üstünde toplandığından bu ad verilmişti. Bu kanun, Cumhuriyet Dönemi başında güçleri alabildiğine artan patricius'lar (soylular sınıfı) ile pleb'ler (avam sınıfı) arasındaki toplumsal ve siyasal çatışmanın ve bunun yol açtığı sınıf kavgalarının pleb'lerce kazanılmış sonuçlarından biridir.

Bu çatışma ve kavgalar, avam sınıfı olan pleb'lerin toplumsal, ekonomik, siyasal ve hukukî alanlarda patricius'larla eş duruma gelme istem ve çabalarından doğmuştur. Hukuk, söz konusu sınıf kavgalarının en önemli alanlarından biri oldu. Çünkü cumhuriyetin kuruluş yıllarında tüm hukuk hayatına patricius'lar egemendi. Bütün magistra'lıklar soylu sınıfın elindeydi. Hukuk bilimi de gene, yalnız patricius'lar arasından seçilmiş olan Rahiplerin tekelindeydi. Böylece, hukuk bu çağda örf ve âdet hukuku olarak, yani yazılı olarak saptanmış kesin ve belirli kurallardan oluşmadığı gibi, bu hukukun uygulanması da tek bir sınıfın tekelinde bulunduğundan, halka kapalı ve gizli idi. Bu durum ise, pleb'lerin, patricius’larınkeyfi davranışlarına uğramalarına yol açıyordu. Bu nedenle, pleb'ler, hukukun yazılı olarak saptanması, herkes için erişilebilir ve bilinebilir kılınması isteğiyle ortaya çıktılar. Uzun mücadeleler sonunda, M.Ö. 451 yılında kurulan özel bir hükümet tarafından hazırlanan ve on levha üstüne yazılan kanuna M.Ö. 449 yılında 2 levha daha eklendi.

Böylece, ’Oniki Levha Kanunu’ adını alan kanun, güdülen iki önemli amacın ürünüdür:

1.

Siyasal amaç: Olanaklar elverdiği oranda pleb'lerle patricius'lar arasında hukuk eşitliğini sağlamak ve tüm yurttaşları magistra'ların keyfi davranışlarından kurtarıp eş hukuk kurallarına bağlı kılmak.

2.

Hukukî amaç: Örf ve âdet hukukunu toplayıp yazılı olarak saptamak ve böylece hukuk konusundaki belirsizliği ve gizliliği ortadan kaldırmak.

Bu bakımdan, Oniki Levha Kanunu bir yenilik getirmekten çok, eskiden beri geçerli olan örf ve âdet hukukunun yazılı olarak saptanması yoluyla, yürürlükte olan hukuku herkes için açık, kesin ve anlaşılabilir duruma getirmek düşüncesiyle hazırlanmıştır. Bu büyük Roma kanununun tam metni çağımıza kadar gelememiştir. Ancak, Romalı

hukukçula-42 rın ve yazarların eserlerinde rastlanan bu kanunla ilgili bölümler toplanarak söz konusu kanunun niteliği ve kapsamı hakkında az çok bilgi edinmek mümkün olmuştur. Sözü edilen hukukçuların ve yazarların eserlerinden, bu kanunun 120 kadar hükmü toplanabilmiştir. Bu hükümlerin, kanunun sadece bir bölümünü oluşturduğu anlaşılmakla birlikte, kanunun tümünün ne kadar olduğu saptanamamıştır. Öte yandan, parçalar halinde bize kadar gelmiş olan hükümlerinden, kanunun biçimini ve düzenlenişini saptamak da güçlükler yaratmış, bu durum, bu konuda çeşitli görüşlerin ortaya atılmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte, Oniki Levha Kanunu'nun Medenî Hukuka, Usul ve İcra Hukukuna, Ceza Hukukuna, Kutsal Hukuka ve genel olarak Kamu Hukukuna ait konuları düzenleyen hükümleri içine aldığı hususunda görüş birliğine varılmıştır, 'kodifıkasyon' deyiminin yürürlükte olan hukukun yerine geçmek üzere yapılan ve bu alanda geçerli olacak hukuk kurallarının tümünü toplayan bir kanunun hazırlanmasını ifade ettiği düşünülürse, genel niteliği bakımından Oniki Levha Kanunu'nun hazırlanmasının da bugünkü anlamında bir Kodifıkasyon (kanunlaştırma) hareketi olduğundan kuşku duyulmaz.

b)

Hukukun uygulanmasında, soylular sınıfına mensup olan Rahiplerin tekelinin kırılması, Oniki Levha Kanunu'nun çıkarılmasından ancak bir buçuk yüzyıl sonra sağlanabildi. Pleb'lerin başarılı mücadeleleri sonucunda, giderek bu sınıf mensupları da, siyasî magistra'lıkların yanı sıra dinî makamlara da getirilme olanağını kazandılar. Avam sınıfını oluşturan pleb'lere, M.Ö. 300 yılında rahip olma hakkı tanındı. Bu sınıftan seçilen ilk başrahip hukukî sorunlara herkese açık alanlarda cevap verme usulünü koyarak, bu konuda o güne dek süregelen gizliliği ortadan kaldırdı. Gene aynı yılda yetkili bir azatlı tarafından usul hukukunun sözlü formülleri kitap halinde yayımlanınca, hukuk bilimi rahiplerin tekelinden bütün bütün çıkarak herkese açık bir duruma geldi. Böylece hukukçuluk, Roma'da büyük bir otorite ve itibar sağlayan laik bir uğraşı alanı olunca, toplumun en değerli fikir adamlarını çekmeye başladı. Çünkü, çağımızda olduğu gibi, o zamanlarda da hukuk bilgisi, toplumsal ve siyasal hayatın birçok alanında yararlı oluyordu. Nitekim, bu çağda yaşamış olan büyük hukukçular kamu hayatında en yüksek makamları işgal etmişlerdir.

Hukuk bilimi rahiplerin tekelinden kurtulduktan soma laik bir nitelik kazanmış olmakla birlikte, muhteva bakımından değişmemişti. Hiç değilse başlangıçta saik hukukçular da eski rahip hukukçuların hukukî faaliyetlerine eş faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bu hukukçular da, hukuk kurallarını yorumlama (interpretare) faaliyetlerinin yanı sıra, hukukî işlemlerle usul hukukuna ilişkin işlemlerin biçimlerini saptıyorlar, onları yeni gereksinmelere göre geliştiriyorlardı (cavere). Ayrıca, hukukçular, hukukçu olmayan praetor'ların danışmanı olarak, Roma özel hukukunun temeli olan usul hukukunun dava formülleri yoluyla gelişmesini sağlıyorlardı. Praetor’luk makamına gelen hukukçular ise, hukukun gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunuyorlardı. Bu hukukçular, tıpkı rahip hukukçular gibi, bireyler tarafından kendilerine danışılan hukukî sorunlarla ilgili fikir ve görüşlerini bildiriyorlardı (respondere). Ancak, bu hukukçuların rahip hukukçulardan farklı olarak hukuk biliminin kuramsal (teorik) yönden gelişmesine büyük katkıları olmuştur. Çünkü, hukuk hayatındaki gizliliğin kalkmasından yararlanan bu hukukçular, hukukî işlem ve dava formüllerini, hukukî sorunlar konusunda bildirdikleri görüşleri, verdikleri cevapları toplayarak yayımlamaya başladılar. Böylece derlenen hukuk malzemesi, hukukçulara,

43 uygulanan hukuk üzerinde kuramsal (teorik) olarak çalışma olanağını da sağlamıştır.

Nitekim, bu malzemeden yararlanarak hukukun gelişimini izleyip çağın geçerli hukuk kurallarını saptama yolunda çalışan hukukçular olmuştur. Ayrıca, bu çağda bazı münferit kanunlar, özellikle Oniki Levha Kanunu ve praetor’ların beyannameleri hakkında şerh (açımlama = herhangi bir metin hakkında ayrıntılı olarak açıklayıcı bilgilen ihtiva eden eser)’ler yazan hukukçuların yanı sıra, Roma hukukunun tümü hakkında sistematik eserler veren hukukçulara da rastlanmaktadır. Hukukçular bu eserlerinde hukukî kavramları topluyorlar, tanımlıyorlar, hukukî konu ve kuralları belli bir sistem içinde inceleyip, açıklıyorlardı. Cumhuriyet Dönemi hukukçularının bu eserleri hakkmdaki bilgilerimiz dolaylı ve kısıtlıdır.

Çünkü, bu eserleri, ancak Iustinianus'un derlemesine eserlerinden parçalar alınan Klâsik dönem hukukçularının yansıttıkları oranda ve biçimde tanıyabiliyoruz.

c)

Cumhuriyetin son iki yüzyılında hukukun gelişiminde en önemli etken praetor'larınyargılama alanındaki faaliyetleri olmuştur. Bu magistra'lar, eski Roma hukukunu köklü bir biçimde değiştirmiş ve Ius civileyani 'yurttaşlar hukuku' adını alan bu geleneksel ve biçimci hukuku, zamanın koşullarına ve gereksinmelerine uygun duruma getirmeyi başarmışlardır. Hukuktaki bu değişimin genel siyasi ve ekonomik gelişimin bir sonucu olduğuna değinilmişti. Roma'nın başarılı savaşlar sonucunda giderek sınırlarının genişlemesi, siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda büyük değişikliklere yol açmıştı. Tarımla uğraşan küçük bir şehir devletinin hukukî düzenini oluşturan Ius civile, biçimci, dar ve geleneksel zihniyeti ile çeşitli ekonomik alanlarda gelişmeler gösteren koca bir imparatorluğun toplumsal ve ekonomik hayatının gereksinmelerini karşılamamaya başladı.

Praetor'lar, yeni toplumsal ve ekonomik düzenin gereklerini kavramışlar, gerekli hukukî olanakları sağlayarak, hukuka yeni gereksinmeleri karşılayabilecek bir güç kazandırmayı ba-şarmışlardır.

ilk praetor'luğun M.Ö. 367 yılında kurulduğu ve özel hukuk alanındaki adlî işlerin yürütülmesi ve yönetilmesiyle görevlendirilen bu praetor'un işleri çoğalınca aşağı yukarı bir yüzyıl sonra ikinci bir praetor'luğun kurulduğu yukarda açıklanmıştı^4. Böylece, Roma yurt-taşları arasındaki hukukî anlaşmazlıklarda yargılama yetkisi ile donatılan praetor urbanus (şehir pretoru) ile Roma yurttaşlarıyla yabancılar ve Roma topraklarında yaşayan farklı kavimlere mensup yabancılar0 arasındaki hukukî anlaşmazlıklarda yetkili kılman praetor peregrinus (yabancılar praetom), bu alanlardaki faaliyetleri ile Ius civile'nin yanı sıra, Ius praetorium (praetor hukuku) adı verilen ikinci bir hukuk sistemi geliştirmişlerdir. Daha sonraki tarihlerde imparatorluğa katılan yeni eyaletlerdeki adlî işler için sayılan giderek artan yeni praetor'luklar kurulmakla birlikte, özel hukuk alanındaki gelişimde bunların katkıları, praetor urbamıs ve praetor peregrinus'unkine oranla çok sınırlı olmuştur.

Praetor’larm kanun koyma (yasama) yetkileri yoktu. Ancak, bunlar yargılama işlerinin yönetilmesindeki faaliyetleriyle bir takım yeni hukukî kuralların doğmasına yol açmışlardır. Praetor'ların başlıca görevi, anlaşmazlık halinde bulunan kişilerin sorunlarını çözmekti. Ancak, bu alandaki faaliyetleri yargıçlık değildi. Çünkü, Roma'da, bu çağda, ileride Roma usul hukuku incelenirken ayrıntılı olarak görüleceği gibi, özel hukuk alanındaki anlaşmazlıklarda tarafların birlikte seçtikleri özel kişiler, yargıç olarak hüküm veriyorlardı.

44 Bu özel yargıçların saptanması ve yetkili kılınması ise praetor önünde oluyordu. Ancak, bu özel yargıcın saptanması, anlaşmazlığın bir dava konusu olarak kabul edilmesi ön şartına bağlıydı. Bu konuda, yani söz konusu iddia için bir dava hakkının tanınıp tanınmayacağı hususunda ise, praetor yetkiliydi. Böylece, özel hukuk alanındaki her davaya praetor önünde başlanırdı, ’in iure’ denilen bu aşamada taraflar, praetor'a iddialarını ve karşı İddialarını açıklardı. Bunları değerlendiren praetor, bir hak iddiasıyla karşısına gelen tarafın bu hakkı için, uygun bulursa bir dava olanağı tanırdı. Bundan sonra praetor, anlaşmazlığı çözmesi için tarafların üzerinde anlaştıkları özel kişiyi yargıç olarak saptar, bu kişiye davanın yürütülmesi konusunda talimat verirdi. Yani, davanın başarıya ulaşma koşullarını saptar, özel yargıcın davalıyı mahkûm edebilmek için incelemesi ve karara bağlaması gereken hususları belirtirdi. Taraflar, bu talimatla birlikte özel yargıca giderlerdi. Davanın ’apud iudicem’

denilen bu ikinci aşamasında, özel yargıç, praetor’ca saptanan dava koşullarına göre tarafları yeniden dinledikten sonra anlaşmazlığı inceler ve aranan koşulların bulunduğu sonucuna va-rırsa davalıyı mahkûm ederdi. Özel yargıcın bu hükmü kesindi.

Görüldüğü gibi, anlaşmazlıklar praetorca çözülmemekle birlikte, özel hukuk alanındaki her hukukî iddianın kaderi, adlî koruma (himaye) tanınıp tanınmaması, yani dava hakkı tanınıp tanınmaması ve davalının mahkûmiyet ya da beraatini gerektirecek koşulların saptanması bakımından praetor'a bağlı bulunuyordu. Zamanla, practor'ların yargılama işle-rinin yürütülmesinde izleyecekleri temel ilkeleri, anlaşmazlıkların çözülmesinde uygulayacakları kuralları, görevde kalacakları bir yıllık sürenin başında yayımlamaları bir gelenek haline geldi. Böylece, özel hukuk alanında büyük ölçüde yaratıcı etkileri görülen praetor beyannameleri doğdu. ’Edictum' adı verilen bu beyannameler (bildirgeler), kanun niteliğinde değildiler. Çünkü, bunlar bireylerin davranışlarına ilişkin hukuk kuralları ihtiva etmiyorlardı. Praetor'lar bu beyannamelerinde görevde kalacakları bir yıllık süre içinde hukukî koruma (himaye) sağlayacakları durumları, her münferit durumda dava hakkı tanıma koşullarını saptamak suretiyle uygulayacakları hukuk kurallarının bir çeşit listesini veriyorlardı.

Böylece, praetor tarafından yargılama alanında tanınan ve uygulanan bu hukuk kuralları, dolayısıyla kişilerin hukukî alandaki faaliyetlerini etkiliyordu. Çünkü bu faaliyetlerden doğacak her anlaşmazlık, kişileri praetor önüne getiriyordu. Bu da, kişileri praetor'un tanıdığı, benimsediği ve uyguladığı hukuk kurallarına uygun davranışlara götürüyordu.

İlk zamanlarda praetorlar göreve başlarken yayımladıkları beyannamelerden ayrılmak olanağına sahiptiler. Ancak, M.Ö. 67 yılında praetor'ların bu yetkileri kaldırıldı. Bir yıllık görev sürelerince göreve başlarken yayımladıkları beyannamelerdeki temel ilkelere ve

İlk zamanlarda praetorlar göreve başlarken yayımladıkları beyannamelerden ayrılmak olanağına sahiptiler. Ancak, M.Ö. 67 yılında praetor'ların bu yetkileri kaldırıldı. Bir yıllık görev sürelerince göreve başlarken yayımladıkları beyannamelerdeki temel ilkelere ve

Outline

Benzer Belgeler