• Sonuç bulunamadı

VI - HUKUKÎ İŞLEMLERDE 'TEMSİL'

III - HUKUKÎ MUAMELE (HUKUKÎ İŞLEM)

VI - HUKUKÎ İŞLEMLERDE 'TEMSİL'

1.

Temsilin mahiyeti (niteliği) ve çeşitleri

Kural olarak, bir hukukî işlemin hukukî sonuçlan etkilerini o hukukî işlemi yapmış olan kimse üzerinde gösterir. Örneğin, bir arsa konusunda alım-satım sözleşmesi yapmış olan bir kimse, bu alım-satım sözleşmesinden doğan hakkın sahibi olur ve borcu yüklenir.

Ancak, bazı durumlar, başkaları için hukukî işlem yapma zorunluluğunu doğurur. Başka bir deyişle, başkaları için hukukî işlem yapacak kişilere gereksinme duyulur.

Yukarıda, çeşitli nedenlerle, hukukî işlem yapma ehliyetinin bazı kişilere hiç tanınmadığını, bazı kişilerin de hukuki işlem ehliyetlerinin kısıtlandığını açıklamıştık. Gene yukarıda, bu kişilere hukukî ilişkilerinin düzenlenmesi için gereken hukukî işlemlerin yapılmasında yardımcı olmaları amacıyla, ehliyet durumlarına göre, 'vasi', ya da 'kayyım5 atandığını belirtmiştik. Hukukî işlem ehliyeti olmayan, (baliğ (ergen) olmayan küçükler, akıl hastaları) ya da kısıtlı olan (baliğ küçükler, müsrifler, kadınlar) bu kişilere atanan (tayin edilen) vasi ya da kayyımların, bu kişile rin geçerli olarak yapamayacakları hukukî işlemleri onlar için yapmaları gerekir.

Öte yandan, bazı kişiler de hukukî işlem ehliyetine tam olarak sahip oldukları halde, bazen çeşitli nedenlerden ötürü, hukukî ilişkilerini düzenlemek için gereken hukukî işlemlerin tümünü doğrudan doğruya kendileri yapacak durumda olmayabilirler. Örneğin, hastalıkları, çok yaşlı olmaları ya da işlerinin çok olması nedeniyle, bazı kişiler geçici ya da sürekli olarak bu durumda bulunabilirler. Özellikle ticaret hayatında büyük girişim sahiplerinin işleriyle ilgili bütün hukukî işlemleri doğrudan doğruya kendilerinin yapma olanakları yoktur. Bu hukukî işlemleri onlar adına yapacak kişilere gereksinme duyarlar.

Bu girişim sahipleri için gerekli hukukî işlemleri, mümessillerinin, müdürlerinin, memurlarının vb. kişilerin yapmaları gerekir. Sözünü ettiğimiz bu ya da buna benzer durumlarda bir başkası için hukukî işlem yapma gereksinmesi doğmuştur. Bir başkası için hukukî işlem yapmaya hukuk dilinde 'temsil' denir.

161 Bir hukukî işlemin temsilen yapılmasında üç kişi söz konusu olur:

1.

Temsil edilen: Kendisi için hukukî işlem yapılan kişi

2.

Mümessil (temsilci): Temsil edilen için hukukî işlem yapan kişi

3.

Üçüncü şahıs: Mümessilin temsil edilen için kendisiyle hukukî işlem yaptığı kişi Bir hukukî işlemin, temsil edilen için, mümessil (temsilci) tarafından yapılması iki biçimde düşünülebilir:

1. Yapılan hukukî işlemin hukukî sonuçları (hüküm ve sonuçları) önce, o işlemi yapan mümessilin (temsilcinin) şahsında doğar. Ancak temsilci bu işlemi bir başkası için yaptığından, bu işlemden kazandığı (iktisap ettiği) hakları ve yüklendiği borçlan, söz konusu hukukî işlemi kendisi için yaptığı kişiye, yani temsil edilene devreder. Örneğin, A'nın, arkadaşı B'ye: "Bana kitapçı K’dan bir Medenî Kanun al" dediğini, B'nin de bunu kabul ettiğini düşünelim. Kitapçı K'ya giden B, Medeni Kanun'u gerçi arkadaşı A için almaktadır.

Ancak, kitapçıda doğal olarak bunun sözünü etmez. "Bir Medenî Kanun istiyorum" der ve bu konuda alım- satım sözleşmesini (akdini) kitapçı K ile yapar. Kitapçı K'nm, A'nm var ığmdan haberi bile yoktur. Alım-satım sözleşmesi kitapçı K ile B arasınla yapılır. Bu alım-satım sözleşmesinden, kitapçı K için, kitabın mülkiyetini B'ye devir borcu, B için de kitabın bedelini ödeme borcu doğar. K, dtabm mülkiyetin devrettiğinde, B kitabın maliki olur. Buna karşılık 3'de, kitabın bedelini K'ya öder ve onu bu paranın maliki yapar. Kitapçı k, kitabın mülkiyetini devretmezse, B, aralarındaki alım-satım sözleşme- >ine dayanarak onu dava edebilir. Aynı şekilde, B, kitabın bedelini öde- nezse, K, alım-satım sözleşmesine dayanarak B'yi dava edebilir. Görüldüğü gibi, temsil edilen A ile, üçüncü kişi olan K arasında bu durumda riçbir ilişki söz konusu değildir. Bu ilişki hiç doğmayabilir de. Çünkü, doğal olan, B'nin K ile kitap konusunda yaptığı alım-satım sözleşmesi ile yüklendiği kitabın bedelini ödeme borcunu yerine getirmesi, K'nm da dtabm mülkiyetini B'ye devretmesidir. Bundan sonra, B, kendisi için dtap satın aldığı A'ya gider, satın aldığı kitabın mülkiyetini ona devre-der, ödediği bedeli de ondan alır. Burada artık bir alım - satım sözleşmesi değil, bir vekâlet sözleşmesi hükümlerinin yerine getirilmesi söz konusudur. Ancak, B'nin, kitapçı K ile, kitaba ilişkin olarak yaptığı alım-satım sözleşmesine ek bir anlaşma yapmış olması da mümkündür.

B, K'ya, 'Kitabı satın alıyorum, ancak ay başında gelip parasını ödeyeceğim ve kitabı teslim alacağım" dese, K da bunu kabul etse, burada, yapılan alım- satım sözleşmesinden doğan hak ve borçların bir vadeye bağlanması söz konusudur. B, dilerse aybaşında gidip bedelini ödeyerek kitabı K'dan alır. Sonra da gene yukarıda açıkladığımız gibi, A'ya vererek bedelini ondan alır. Ya da B, K ile yaptığı alım-satım sözleşmesinden doğan hak ve borçları A'ya devreder. Yani, K'dan kitabın mülkiyetinin devrini istemek hakkını ve K'ya kitabın bedelini ödeme borcunu, B ile A arasında yapılacak gerekli işlemlerle A üzerine alır. Temsil'in bu şekline, 'dolaylı (dolayısıyla) temsil' (vasıtalı temsil) denir. Çünkü, bu temsil biçiminde, bir başkası için (temsil edilen için) yapılan hukukî işlemin sonuçlan önce temsilcilerin şahsında doğar, sonra temsilci bu sonuçları, temsil edilene devreder. Özetle, 'dolaylı temsil'de mümessil, hukukî işlemi kendisi adına ama başkası hesabına (yararına) yapmaktadır.

162 2. Temsilci tarafından, bir başkası için yapılan hukukî işlemden doğan hak ve borçlar, doğrudan doğruya işlemin kendisi için yapıldığı kişi (temsil edilen) üzerinde doğar.

'Dolaysız (doğrudan doğruya) temsil' (vasıtasız temsil) denilen bu ikinci çeşit temsil büyük kolaylıklar sağlar. Çünkü temsilci sıfatıyla bir başkası için bir hukukî işlem yapan kişinin, önce, kendisinin hak sahibi olması ve borç altına girmesi, sonra da temsil ettiği kişi ile yeniden bir hukukî işlem yarak bu hak ve borçlan ona devretmesi zorunluluğu, 'dolaysız temsil' ile ortadan kalkmaktadır. Temsilci hukukî işlemi yaptığı anda, temsil edilen, hukukî işlemin kendisi ile yapıldığı üçüncü kişi karşısında hak sahibi olmakta ve borç altına girmektedir. Bu nedenle, bir kimsenin bir başkası adına ve hesabına (yararına) hukukî işlem yapması olarak tanımlanan 'dolaysız temsil', hukukta gerçek anlamda temsil'dir.

2. Vasıtasız temsil (dolaysız, doğrudan doğruya temsil)

1.

Geçerlik koşulları

Bir temsilci tarafından yapılan hukukî işlemden doğan hak ve borçların doğrudan doğruya temsil edilen üzerinde doğabilmesi için iki şart (koşul) gereklidir:

A)

Temsil yetkisi

B)

Temsil yetkisinin üçüncü kişilerce bilinmesi, başka bir deyişle, işlemin, temsil yetkisine sahip olan kişi (temsilci) tarafından, temsil edilen adına ve hesabına yapıldığının anlaşılması.

A) Temsil yetkisi

Temsilcinin, temsil edilen kişiyi doğrudan doğruya temsil edebilmesi için, 'temsil yetkisi'ne sahip olması zorunludur. Çünkü böyle bir yetki olmaksızın, bir kimsenin başka bir kimseyi, kendi beyanlarıyla, doğrudan doğruya borçlu ve alacaklı durumuna düşürmesi söz konusu olamaz. Bir kimsenin, hukukî ilişkilerinde bir başka kimseyi temsil edebilmesi, yani

‘temsil yetkisi5 ne sahip olması ise, temsilci ile temsil edilen arasında özel bir bağı, ilişkiyi gerektirir. Bu ilişki iki şekilde doğabilir; başka bir deyişle, iki temele dayanabilir: 1. Kanuna 2. Hukukî işleme.

1.

Kanuna dayanan temsil yetkisine, 'kanunî temsil yetkisi' denir. Hukuk düzenleri bazı durumlarda, bazı kişilerin diğer bazı kişileri 'temsil yetkisi’ olduğunu saptarlar.

Kendilerine hukuk düzenlerinin temsil yetkisi tanıdığı temsilcilere 'kanunî mümessiller' (temsilciler) denir. Çağdaş özel hukukumuzda birçok 'kanunî mümessil' örneği vardır. Aile hukukumuzda, ana ve babanın velayet hakkına sahip oldukları oranda çocuklarının kanunî mümessili (temsilcisi) oldukları saptanmıştır. Vasiye, kendisine vasi olarak tayin edildiği küçüğü, bütün tasarruflarında (onun için yaptığı bütün hukukî işlemlerde) temsil yetkisi tanımıştır. Tüzel kişi (hükmî şahıs) organlarının, tüzel kişilerin kanunî temsilcisi oldukları' gene Medenî Kanun'umuzda öngörülmüştür.

Yukarıda örnek olarak belirtilen durumlarda kanunun saptadığı bütün diğer durumlarda, sözü edilen kanunî temsilcilerinin doğrudan doğruya temsil yetkiler; vardır.

2.

Bir hukukî işleme dayanan temsil yetkisine 'rızaî temsil yetkisi' denir. Bir kimse, bir başka kimseye, kendisini doğrudan doğruya temsil etme, kendisi adına ve hesabına

163 hukukî işlemler yapma yetkisini kendi rızası ile, yani bir hukukî işlemle verebilir. Örneğin A, B'ye, kendisine yapılması gereken ödemeleri tahsil etmek, kendisi adına ve hesabına kira, alım-satım, hizmet vb. sözleşmeleri yapmak yetkisini verebilir. Bu durumda, 'rızaî temsil yetkisi' söz konusu olur.

B) Temsil yetkisinin üçüncü kişiler tarafından bilinmesi

Bir kimsenin bir başka kimseyi doğrudan doğruya temsil yetkisine sahip olduğunun, o kişiyle (temsilci ile) hukukî işlem yapan üçüncü kişilerce bilinmesi ya da anlaşılabilmesi gereklidir. 'Kanunî temsil'de, bu durum kendilerine özel nitelikleri dolayısıyla temsil yetkisi tanınmış olan kişilerin bu niteliklerinin ispatlanması ile sağlanır. 'Rızaî temsil'de ise, temsilciye temsil yetkisinin tanındığı, yerine göre gereken biçimlerde ispatlanır. Bazı durumlarda temsil edilenin, bir başkasına kendisini temsil etme yetkisi verdiğinin, bu yoldaki iradesinin açıkça belirtilmesi gereklidir. Örneğin, çağdaş hukukumuza göre, bir avukatın bir kimseyi bir davada temsil edebilmesi için, temsil olunmak istenen kimsenin avukata temsil yetkisi verdiğini gösterir bir belgenin varlığı gereklidir. Oysa, bir dükkânda tezgâhtar ya da bir lokantada garson olarak çalışan bir kimsenin, dükkân sahibini, ya da lokanta sahibini temsil yetkisine sahip olduğunun özel olarak ispatlanması gereği yoktur. Tezgâhtarların dükkânda ya da garsonun lokantada bulunmasından ve çalışmasından bu yetkilerin varlığı anlaşılır.

Temsil yetkisinin varlığının üçüncü kişilerce bilinmesi ya da anlaşılması da, mümessilin yaptığı hukukî işlemlerin sonuçlarını, doğrudan doğruya temsil edilen üzerinde göstermesi için yeterli değildir. Çünkü, temsil yetkisine sahip olan kimsenin artık bundan böyle bütün hukukî işlemleri, temsil edilen adına ve hesabına yapmasının gerekmeyeceği açıktır. Mümessil, kendi adına ve hesabına da, gene temsil etme yetkisine sahip olduğu başka bir kişi adına ve hesabına da hukukî işlemler yapabilir. Bu nedenle, temsil yetkisine sahip olan kişinin yaptığı hukukî işlemler, ancak temsil edilen adına ve hesabına yapıldıklarının belirtildiği ya da anlaşıldığı durumlarda, temsil edilen üzerinde hak ve borç doğururlar.

Örneğin bir vasi, yaptığı hukukî işlemlerin, vesayet altındaki kişi bakımından hukukî sonuç doğurmasını istiyorsa, yani bu işlemleri onun için yapıyorsa, bu iradesini açığa vurmalıdır.

Ancak bu durumda vasinin yaptığı hukukî işlemlerden, doğrudan doğruya vesayet altındaki kişi üzerinde hak ve borç doğar. Bunun gibi, bir ticarethane mümessili, o ticarethane adına hukukî işlemler yapmak istiyorsa, bu konudaki istemini (iradesini) kendileriyle hukukî işlem yaptığı üçüncü kişilere bildirmelidir. Ancak bu durumda, ticarethane mümessilinin yaptığı hukukî işlemlerden doğrudan doğruya ticarethane üzerinde hak ve borçlar doğar.

Bazı durumlarda ise, temsil yetkisine sahip olan mümessillerin yaptıkları hukukî işlemleri, temsil ettikleri kişiler adına ve hesabına yaptıkları, içinde bulundukları koşullardan anlaşılır. Bu gibi durularda mümessillerin, bu yoldaki iradelerini açıkça belirtmeleri gerekmez. Örneğin garsonun, yemekleri müşterilere lokantacı adına ve hesabına getirdiğini, tezgâhtarın, malı, dükkân sahibinin adına ve hesabına sattığını belirtmesine gerek yoktur.

Özetle, 'doğrudan doğruya temsil'in söz konusu olabilmesi, başka bir deyişle, yapılan hukukî işlemin doğrudan doğruya temsil edilen üzerinde hukukî sonuç yaratabilmesi için iki şart gereklidir: temsil yetkisi ve bu yetkiye sahip olduğu bilinen kişinin, bu hukukî

164 işlemi, temsil ettiği kişi adına ve hesabına yaptığının, kendileriyle hukukî işlem yaptığı üçün-cü kişilerce anlaşılması. Bu iki şarttan birisi olmazsa, mümessilin yaptığı hukukî işlemin sonuçları, mümessilin kendisi üzerinde doğar. Mümessil isterse, yaptığı hukukî işlemin sonuçlarını, temsil etmek istediği kişiye gerekli hukukî işlemlerle devreder. Bu durumda, bir 'dolaylı (vasıtalı) temsil' söz konusu olur.

2. Vasıtasız (doğrudan doğruya) temsil'de yapılan hukukî işlemlere ilişkin irade beyanı

'Doğrudan doğruya temsil' yoluyla yapılan hukukî işlemlerde, hukukî işlem ile bu hukukî işlemden doğan sonuçlar birbirinden ayrılmaktadır. Hukukî işlem, temsilci ile üçüncü kişi arasında yapılmakta ve bu kişilerin irade beyanlarına dayanmaktadır. Oysa, bu hukukî işlemlerin sonuçları etkilerini temsil edilen kişi ile üçüncü kişi arasında göstermekte, başka bir deyişle, temsil edilen kişi ile üçüncü kişi arasında ilişki kurulmaktadır temsilci, temsil ettiği kişinin nam ve hesabına hukukî işlem yaparken, o kişi için, ama doğrudan doğruya kendi iradesini beyan etmektedir. Hukukî işlemi yapmak, belli bir hukukî işlemi seçmek konusunda kendisi karar vermektedir (temsilcilerin bu konudaki seçme özgürlüğü, şüphesiz kendisine verilen temsil yetkisi ile sınırlıdır). Bu nedenle, yapılan hukukî işlemin geçerliği açısından, temsilcinin iradesi önemlidir. Bu iradenin herhangi bir nedenle eksik ya da bozuk olmaması gerekir.

Bu nedenle, 'temsilci'yi, 'haberci'den ayırmak gerekir. 'Haberci' (nuntius), bir hukukî işlemin yapılması için gereken iradeyi, bir kişiden bir başka kişiye ileten kimsedir. Hukukî işlemin yapılmasında 'haber- ci'nin iradesinin hiçbir rolü yoktur. O, yalnız, iradeyi ileten bir araçtır. Bu nedenle, haberci aracılığıyla yapılan bir hukukî işlem, gerçekte, haberciyi iradesini iletmekle görevlendiren kişi tarafından yapılmıştır. Bunun için de haberci ile yapılan hukukî işlemin geçerli olup olmamasında haberci kullanan kişinin iradesi önem taşır. Özetle, haberci kullanma, bir irade beyanı şeklinden başka bir şey değildir. Örneğin A, B'ye: "Git, K'ya, on-dan deniz kıyısındaki evini satın almak istediğimi söyle" dese, B de bu isteği yerine getirirse B, burada yalnız habercidir; A'nm iradesini K'ya iletmektedir.

3.

Roma hukukunda durum

Roma ius civile'sinde 'doğrudan doğruya temsil' bilinmiyordu. Bu nedenle de, gerek kanunî temsilci durumunda olan vasi ve kayyımların, gerek kendilerine hukukî işlemle temsil yetkisi verilmiş olan kişilerin yaptıkları hukukî işlemlerin sonuçları önce kendi üzerlerinde ortaya çıkıyordu. Bu kişiler sonradan yaptıkları hukukî işlemlerle bu sonuçlan, kendileri için hukukî işlem yaptıklan kimselere devrediyorlardı. Başka bir deyişle, Roma hukukunda sadece 'dolaylı temsil' söz konusu idi.

Roma ius civile'sinde 'doğrudan doğruya temsil'in tanınmaması, Roma ailesinin kapalılığı ve bu kapalı çevreden olmayan kişilerin pater familias adına ve hesabına iradelerini beyan etmelerinin, (açığa vurmalarının) bu iradeyi temsil etmelerinin düşünülememesi ile açıklanabilir. Öte yandan, ius civile'de, 'doğrudan doğruya temsil'in sağladığı yararlan kısmen karşılayacak bir olanak vardı: Yukarıda ayrıntılı olarak görüldüğü gibi, aile evlâtlarının ya da kölelerin yaptıkları hukukî işlemlerden doğan haklar doğrudan doğruya aile babasına ya da efendiye ait oluyordu. Ancak, aile babaları ya da efendiler, bu hukukî işlemlerden doğan

165 borçlardan sorumlu tutulamıyorlardı. Hukukî açıdan burada bir 'doğrudan doğruya temsil' söz konusu değildi. Çünkü, temsil özel hukuk açısından ancak 'kişi' sayılan kimseler arasında söz konusu olabilirdi. Oysa, ne köleler, ne de aile evlâtları 'kişi' (şahıs) sayılıyorlardı. Bunların yaptıkları hukukî işlemlerden doğan hakların aile babalarına ya da efendilerine ait olması, 'kişi' sayılınamaları nedeniyle hak ehliyetine sahip olmamalarının sonucu ve aile babalarının, aile evlâtları, efendilerin ise köleleri üzerindeki egemenlik hakkının bir gereği idi.

Ius gentium'da ise, ticaret hayatının yarattığı gereksinmeler nedeniyle, 'doğrudan doğmya temsil' kabul edilmişti. Nitekim, bu gereksinmeler ius civile'de de bu konudaki katı kuralların değişik biçimlerde yumuşatılmasına yol açtı. Bir yandan praetor'lar, aile evlâtları ya da kölelerin yaptıkları hukukî işlemlerden doğan borçlardan dolayı belli koşullar altında, aile babaları ya da efendiler aleyhine dava açabilme olanağı sağladılar. Giderek, bu davaların belli koşullar altında aile babası statüsündeki kişilerin işlerini yürüten 'sut iuris' kişilerin yaptıkları hukukî işlemlerden doğan borçlardan dolayı, iş sahibi aile babaları aleyhine açılabileceği de kabul edildi. Öte yandan, davalarda da karışık birtakım usullerle, bir kişinin bir başka kişiyi temsilinin hukukî sonuçları sağlandı. Ancak, Roma hukukunda lustimanus zamanında bile, 'doğrudan doğruya temsil', gerçek anlamda ve tam kapsamı ile tanınıp uygulanmamıştır. Temsil gereksinmesinin duyulduğu durumlarda hep 'dolaylı temsil'den yararlanılmıştır. Bu nedenle, 'doğrudan doğruya temsil'e ilişkin çağdaş hukuk öğretisinin pandekt hukukuna dayandığı söylenebilir.

VII

- HUKUKÎ İŞLEMLERİN HÜKÜMSÜZLÜK NEDENLERİ (BUTLAN -

Outline

Benzer Belgeler