• Sonuç bulunamadı

Hukukî işlemin konusunda hata yanılma (error in corpore)

III - HUKUKÎ MUAMELE (HUKUKÎ İŞLEM)

III - HUKUKÎ İŞLEMLERİN DİĞER GEÇERLİK KOŞULLARI

C) Hukukî işlemin konusunda hata yanılma (error in corpore)

Hukukî işlemin konusunda da hata edilmiş olabilir. Örneğin, bir kimse bir altın saat satın almak istediği halde, yanlışlıkla bir altın bilezik satın almak konusunda iradesini beyan ederse, 'hukukî işlemin konusunda hata yanılma' etmiş olur. Hukukî işlemin konusunda hata her zaman 'esaslı hata' sayılır ve böyle bir hata ile yapılan hukukî işlem geçerli olmaz.

Hukukî işlemin konusunu oluşturan şeyin miktarında yapılan hata (Error in quantitate) ise, hukukî işlemin tümünün geçerli olmaması sonucunu doğurmaz. Bu durumda, hukukî işlem iradesini beyan eden kişinin gerçekte istediği miktar için geçerli sayılır.

Örneğin, 30 kilo pirinç almak isteyen kimse, hata sonucu 40 kilo için iradesini beyan etmişse, alım-satım sözleşmesi 30 kilo pirinç için geçerli olur.

4.

İradenin oluşumunda bozukluk (saikte hata yanılma, vasıfta hata, hile, ikrah) olmaması

Bir kimsenin bir hukukî işlem yapmak konusundaki iradesi çok çeşitli etkenlerin sonucunda oluşur. Bu etkenlere hukukî işlemlerin 'saik'i denir. 'Saik', bir kimseyi bir hukukî işlem yapmaya sevkeden, iten ilk neden (uzak neden)'dir. 'Saik'i hukukî işlemin neden (sebep)'inden ayırmak gerekir. Hukukî işlemin nedeni, yani hukukî işlemle elde edilmek istenen hukukî amaç, belli bir hukukî sonuca ulaşmaktır. Bir hukukî işlemin 'saik'i ve 'neden'i arasındaki farkı somut bir örnekle açıklayalım. Bir ev satın almak için bir alım-satım sözleşmesi yapan bir kişinin durumunu ele alalım. Bu kişiyi alım-satım sözleşmesi yapmaya iten ilk neden, yani 'saik' çok çeşitli olabilir. Bu kişi bu evi kendisi içinde oturmak için ya da yaşlı annesini oturtmak için yahut evlenen kızma bağışlamak için satın almak isteyebilir. Ya da bu evi, daha pahalı olarak yeniden satmak düşüncesiyle istemiş olabilir vb. Bu kişinin

143 yaptığı hukukî işlemin (alım- satım sözleşmesinin) sebebi, yani amacı ise, söz konusu evin sahibi olmak, yani evin mülkiyetini kazanmaktır. Hukukî işlemin sebebinde hata, yani hukukî işlemle sağlanmak istenen amaçta hata, gerçekte hukukî işlemin niteliğinde hata demektir.

Çünkü, bir kimsenin belli bir hukukî sonuca ulaşmak için, bu hukukî sonucu doğuracağına inandığı bir başka bir hukukî sonuca bağlanmış bulunması halinde, bu kimse istemediği bir hukukî sonuca bağlanmış bir hukukî işlem için iradesini beyan etmiş olur. Örneğin, sözü edilen bir kitabı okumak isteyen A'ya, B: "Bende var, ben sana vereyim" der ve kitabı verirse, B'nin bu kitabı vermesinin hukukî sebebi, sadece A'yı bir süre için kitaptan yararlandırmak olabilir. Ya da B, bu kitabın mülkiyetini A'ya devretmek istemiş olabilir. Birinci durumda, A, B'nin sözlerini, kitabın mülkiyetini kendisine devretmek istediği yani kendisine bağışta bulunmak istediği şeklinde yorumlanmışsa, B, istemediği bir hukukî sonucun bağlandığı bağış (hibe) için beyanda bulunmuş, başka bir deyişle yaptığı işlemin bağlandığı hukukî sonuçta yani hukukî işlemin niteliğinde (mahiyetinde) yanılmış demektir. Yani, bir kullandırma (ödünç) (ariyet) akdi (sözleşmesi) yapmak istediği halde, bir bağış için iradesini beyan etmiş duruma düşmüştür. İkinci durumda ise, A, B'nin sözlerini, B'nin bu kitabı kendisine sadece okuması için yani onu kitaptan yararlandırmak amacıyla vermek istediği şeklinde (biçimde) yorumlamışsa, B gene istemediği bir hukukî sonucun bağlandığı bir hu-kukî işlem için beyanda bulunmuş, yani yaptığı işlemin sebebinde (bağlandığı huhu-kukî sonuçta) yanılmış demektir. Bu durumda, B, bir bağış yapmak istediği halde, bir ariyet (ödünç) akdi (sözleşmesi) için iradesini beyan etmiş duruma düşmüştür.

Her iki durumda da sonuç olarak, hukukî işlemin niteliğinde (mahiyetinde) hata söz konusu olur ve bu tip hatalar esaslı hata sayıldıklarından yapılan hukukî işlem geçerli olmaz.

Hukukî işlemlerin 'saik'inde de hata söz konusu olabilir. Örneğin, arsa fiyatlarının ileride yükseleceğine inanan bir kişi, fiyatlar yükselince satıp kâr etmek düşüncesiyle (saikiyle) arsa satın alabilir. Oysa, alım- satım akdi (sözleşmesi) yapıldıktan sonra arsa fiyatları düşmüş olabilir.

A, yakında evlenecek olan arkadaşı B'ye hediye etmek üzere (saik) bir gümüş tepsi satın alıyor. Bu arada arkadaşı B'nin nişanlısından ayrıldığını duyuyor.

İstanbul'a atanacağına (tayin edileceğine) inanan (saik) bir memur orada bir ev kiralıyor. Bir süre sonra Bursa'ya atanıyor (tayin ediliyor).

Bütün bu durumlarda yapılan hukukî işlemlerin saiklerinde hata edilmiştir. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi 'saik'te hata (yanılma) hallerinde beyan edilen irade ile gerçek irade birbirine uymaktadır. Yani gerçekte istenilen hukukî işlemler yapılmaktadır. Ancak, bu işlemlerin yapılmasına götüren 'saik'lerde hata edilmiştir; bu hatalar olmasaydı söz konusu hukukî işlemler yapılmayacaktı. Örneğin, arsa, gümüş tepsi satın alınmayacak, İstanbul'da ev kiralanmayacaktı.

Bununla birlikte, hukukî bakımdan 'saik'teki hataların “yanılmaların”, başka bir deyişle, hukukî işlem yapılması konusunda iradenin oluşumunda rol oynayan etkenlerde yanılgıların dikkate alınması düşünülemez. Çünkü bu etkenlerin bilinmesi, anlaşılması büyük

144 güçlükler yaratır. Bu da iş, ticaret hayatında belirsizliklere, güvensizliklere yol açar. Nitekim, Roma hukukunda 'saik'te yapılan hataların, hukukî İşlemlerin geçerliğini etkilemiyeceği kuralı benimsenmişti. Çağdaş hukuklarda da bu kural varlığını sürdürmüştür.

Ancak, 'vasıfta hata' bu kuralın istisnasıdır. 'Vasıfta hata' ile kastedilen, hukukî işlemin konusunu oluşturan şeyin niteliklerinde (vasıflarında) yapılan hatadır. Örneğin, bakırdan yapılmış bir tepsi altın sanılarak satın alınmışsa, basımevinde basılmış bir kitap, elyazması sanılarak satın alınmışsa, 'vasıfta hata' söz konusudur. 'Vasıfta hata', ancak 'esaslı' ise 'hukukî bakımdan dikkate alınır ve böyle bir hata sonucu yapılan hukukî işlemler geçerli olmaz. 'Vasıfta hata'nm esaslı olup olmadığı o şeyin ekonomik ve toplumsal fonksiyonuna göre saptanır. Hukukî işlemin konusunu oluşturan şeyin toplumsal ve ekonomik fonksiyonunu değiştirecek ölçüde önemli niteliklerinde yapılan hatalar esaslı sayılır. Ayrıca, hukukî işlemi yapan kişinin, bu işlemi yapma konusundaki iradesinin oluşumunda, işlemin konusu olan şeyin, hakkında hataya düşülen niteliğinin etki derecesi önem taşır. Örneğin, bir kimse bir kitabı sırf elyazması olduğunu sandığı için satın almışsa, bu alım-satım sözleşmesi, kitabın basımevinde basılmış olması nedeniyle geçerli olmaz. Bu çözüm yoluna Roma huku-kunda ancak Klâsik-sonrası Dönem'de ve münferit durumlarda rastlanır, lustinianus zamanında bile 'vasıfta hata' münferit durumlarda dikkate alınmış, hukukî işlemin geçerliğini önleyen genel bir neden olarak kabul edilmemiştir. Ancak Ortaçağ Roma hukuku öğretisinin etkisiyle, 'vasıfta hata'nm hukukî işlemlerin geçerliğini etkileyeceği genel bir kural olarak kabul edilmiştir.

'Saikte hata'nm hukukî bakımdan önem taşıdığı iki özel durum daha vardır:

1.

Hile (aldatma) (dolus)

2.

İkrah (korkutma) (metus) 1. Hile (dolus)

Roma hukukunda hile (dolus)'nin çeşitli anlamlan vardır. Hukukî işlemlerin yapılması ile ilgili olarak hile (doluş), çıkar (menfaat) sağlamak amacıyla bir kimsede yanlış kanılar uyandırarak, yani o kimseyi kandırarak, gerçek durumu bilseydi yapmayacağı bir hukuki işlemi yaptırmaktır. Sonuç olarak, hile bir kimseyi hukukî işlem konusunda, dürüst olmayan davranışlarla hataya düşürmektir. Eğer hileli davranışlar yüzünden düşülen hata 'esaslı' ise, yapılan hukukî işlem geçerli olmaz. Ancak, düşülen hata esaslı değilse durum ne olur? Bir kimse bir hukukî işlemi aldatılma sonucu yaptığı halde bu işlem geçerli olacak mıdır?

Roma'da Klâsik Hukuk Dönemi'ne kadar ius civilebakımından hile sonucu yapılan hukukî işlemler geçerli sayılıyordu. Sadece, yapılan hilenin kandırılan kişiyi esaslı bir hataya düşürmüş olması durumunda, yapılan hukukî işlemlerin hükümsüz (geçersiz) olacakları kabul ediliyordu. Hilenin söz konusu olduğu bütün hukukî işlemlerle ilgili ilk hukukî tedbirler Cumhuriyet Dönemi'nin sonlarına doğru praetor'larca alınmaya başlandı. Aquilius Gallus adında bir praetor, hile sonucu kandırılarak hukukî işlem yapmaya sevkedilen kişileri korumak amacıyla bu kişiler lehine bir hile davası (actio doli) ve bir de hile defi (exceptio doli) olanağı sağladı. Böylece, hile ile aldatılarak bir hukukî işlem yapan kişi eğer bu hukukî

145 işlemden doğan borcunu henüz yerine getirmemişse hile definden yararlanabiliyordu. Bu kimse karşı tarafın açtığı davaya karşı, kandırılarak bu işlemi yaptığını 'exceptio doli' (hile defi) olarak ileri sürebiliyor ve bunu ispatlarsa mahkûm olmaktan kurtulabiliyordu. Eğer hile sonucu hukukî işlem yapmış olan kimse, bu hukukî işlemden doğan borcunu ifa ettikten sonra, 'hile'nin varlığını öğrenmiş, aldatıldığını anlamışsa, kendisini aldatan kişiye karşı bir ceza davası olan actio doli'yi (hile davasını) açabiliyordu. Actio doli, hile sonucu yapılmış işlemin iptaline değil, hem hukukî işlemin hükümleri gereğince birtakım şeyler verilmişse onların geri verilmesine, hem de davacının hileden doğan zararının tazminine ve davalıyı cezalandırmak amacıyla saptanan bir miktar paranın ödenmesine yönelikti. Actio doli'nin hukukî işlem yapıldıktan soma en geç bir yıl içinde açılması gerekiyordu. Uygulaması az olmakla birlikte, praetorlar, istenilirse, hile sonucu yapılan hukukî işlemlere ilişkin olarak 'eski duruma getirme (restitutio in integrum) olanağını da tanıyorlardı. Genellikle hilenin hafif olduğu durumlarda bu yola başvuruluyordu.

2. İkrah Korkutma (metus)

İkrah korkutma (metus), bir kimseyi tehdit ederek, zorlayarak ona hukukî işlem yaptırılması halinde söz konusudur. Zorlama (cebir) iki şekilde düşünülebilir:

1 .Maddî cebir 2.Manevî cebir

Bir kimsenin elini tutarak, kuvvet kullanarak ona bir borç senedi imzalatmak ya da başka bir hukukî işlem yaptırmak gibi durumlarda, 'maddi cebir' söz konusudur. Maddî cebir sonucu yapılan bir hukukî işlemin geçerliği söz konusu olamaz. Çünkü bu durumda hukukî işlem yapan kişinin iradesinden söz edilemez. Manevî cebir (ikrah) ise, bir kimsenin, bizzat (doğrudan doğruya) kendisinin ya da yakınlarından birinin şahsına yahut mallarına zarar verileceği tehdidi ve bu tehdidin yarattığı korku altında bir hukukî işlem yapmaya zorlanması halinde söz konusu olur. İkrah sonucu yapılan hukukî işlemin geçerli sayılıp sayılınaması gerektiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Çünkü korku ile yani manevî cebir (baskı) sonucu yapılan hukukî işlem, o işlemi yapan kişi tarafından istenmiştir. Bu kişinin hukukî işlemi yapmak konusunda bir iradesi vardır. Ancak, bu irade kişide serbest olarak düşünme sonucu değil, tehdidin yarattığı korku nedeniyle oluşmuştur. Eğer bu korku olmasaydı bu irade ortaya çıkmayacaktı.

Eski ius civile'de, hukukî işlemlerin geçerliği bakımından ikrah (metus) bir önem taşmıyordu. Çünkü, ikrahın varlığı halinde irade ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktu.

Yapılan hukukî işlem manevî cebir sonucu da olsa istenmişti. 'Metus' (ikrah) nedeniyle yapılan hukukî işlemlerin geçerli sayılamıyacağı düşüncesini ortaya atanlar praetor'lar olmuştur. Praetor'lar ikrah (metus) sonucu hukukî işlem yapan kişilere de üç olanak tanıdılar:

1.

Eski duruma getirme (restitutio in integrum)

2.

îkrah defi (exceptio metus (causa))

3.

îkrah davası (actio (quod)metus (causa)

146 Praetor'larınikrah sonucu hukukî işlem yapan kişilere ilk sağladıkları himaye (koruma) olanağı eski duruma getirme (restitutio in integrum) idi. Praetor, ikrah sonucu yaptığı hukukî işlemden zarar gören kişi isterse, söz konusu işlem hiç yapılmamış gibi bir durum yaratabiliyordu.

İkinci olarak, ikrah sonucu hukukî işlem yapan kişinin, bu hukukî işlem ile yüklendiği borcu ifa etmesi (yerine getirmesi) için aleyhine açılan davaya karşı bir ikrah defi (exceptio (quod) metus (causa) ileri sürebilmesi ve böylece mahkûmiyetten kurtulabilmesi idi.

Üçüncü olanak ise, ikrah sonucu hukukî işlem yapan kişinin, ikrah sona erdikten soma, kendisini tehdit eden kişi aleyhine bir ceza davası açabilmesi idi. ’Actio (quod) metus (causa)' denen bu ceza davası ile ikrah sonucu yapılan hukukî işlem gereği verilen şeylerin değerlerinin dört katı istenebiliyordu.

Çağdaş hukuklarda da ikrah sonucu yapılan hukukî işlemlerin geçerli sayılınaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir. Nitekim, Borçlar Kanunu'muzun 37, 38, 39.

maddelerinde ikrah korkutma sonucu yapılan sözleşmeler düzenlenmiş ve bu sözleşmeleri tehdit altında yapmış olan kişilerin, dilerlerse bunları bir yıl içinde bozabilecekleri hükme bağlanmıştır.

Outline

Benzer Belgeler