• Sonuç bulunamadı

Buluğa ermemiş küçükler (impuberes minores)

III - HUKUKÎ MUAMELE (HUKUKÎ İŞLEM)

II - HUKUKİ MUAMELE (İŞLEM) EHLİYETİ

1. Buluğa ermemiş küçükler (impuberes minores)

127 0 -12 (kızlarda), 14 (erkeklerde)

Bunlar da ikiye ayrılıyorlardı:

a)

0 - 7 yaş arasındaki çocuklar (infantes)

b)

7 -14 yaş arasındaki, çocukluk yaşını geçirmiş olanlar (impuberes infantia maiores)

a) 0 - 7 yaş arasındaki çocuklar (infantes)

Bunlar henüz çocukluk dönemini geçirmemiş olan kimselerdir. Daha doğru dürüst konuşmadıkları, bir çeşit çocuk dili konuştukları kabul edildiğinden bu kişilere, Romalılar

’infans (infantes)’ (= 'konuşamayan' yani henüz büyüklerin dilini konuşamayan) diyorlardı.

Bu nedenle de hukukî işlem yapmak için gereken sözcükleri bile doğru dürüst söyleye-meyecek kadar küçük olan bu kimselerin, bu işlemlerin mahiyetlerini (niteliklerini) kavrayamayacaklarından kuşku duyulmuyordu. Nitekim, bu kimseler hukukî işlem ehliyetinden tamamen yoksun sayılıyorlardı.

İmparatorluk zamanında bu kimseler için 7 yaş sınır olarak kabul edildi. 7 yaşma kadar olan bu çocukların hukukî ilişkilerini düzenleyebilmek için gereken hukukî işlemleri, eğer baba egemenliği (patria potestas) altında iseler, aile babaları yapıyordu. Baba egemenliği altında bulunmayan, yani ’sui iuris' statüsünde olan bu çocuklara vasi (tutor) tayin ediliyordu. Vasilerin bu çocukların mameleki ilişkilerini nasıl düzenledikleri ve bu faaliyetlerinin yanındaki diğer görev ve yetkileri aile hukukunun konusuna girmektedir.

b) 7 -14 yaş arasındaki çocukluk yaşını geçirmiş olanlar (impuberes infantia maiores)

7 yaşını tamamlamış, 14 yaşma ulaşmamış olan bu kimselerin birtakım hukukî işlemleri yapabildiklerini görüyoruz. Bu nedenle bu kimselerin kısıtlı (mahdut) olarak hukukî işlem ehliyetine sahip olduklarını söylemek yerinde olur. Bu kişilerin ehliyetleri hukukî işlemlerin nitelik ve önemlerine göre farklılıklar göstermektedir. Bu hakimdin ehliyet durumları hukukî işlemlerin niteliklerine göre ayrı ayn incelenmelidir.

1.

Bunların vasiyetname yapma ehliyetleri yoktur. Sağlıklarında bile hukukî ilişkilerinin tümünü düzenleyebilecek olgunluğa ulaşmadıkları kabul edilen bu kişilerin, ölümlerinden sonra geçerli olacak irade beyanlarında bulunamayacakları kolayca anlaşılabilir.

2.

Baliğ (ergen) olmadıkları, yani henüz fizyolojik olgunluğa ulaşmadıkları için doğal olarak evlenme ehliyetleri yoktu.

3.

'Impııbes’lerin lehlerine sonuç doğuracak hukukî işlemleri yapabilecekleri kabul edilmişti. Yani kendilerine hak kazandıran hukukî işlemleri geçerli bir biçimde yapabiliyorlardı. Örneğin, kendilerini alacaklı duruma getiren sözleşmeleri yapabiliyorlar, bağış (hibe) kabul edebiliyorlardı.

4.

Buna karşılık mameleklerinde bir azalmaya sebep olacak işlemleri, yani

128 mameleklerinin aktif bölümünü azaltan, ya da pasif bölümünü artıran tasarruf ve taahhüt muamelelerini tek başlarına yapamazlardı. Örneğin, borç altına giremezler, bir malın mülkiyetini devredemezlerdi.

Bu nedenle, baba egemenliği altında bulunmayan ’impubes’lere de vasi (tutor) tayin edilirdi. Bu vasilerin fonksiyonu, çocuklara tayin edilenlerinkinden farklı idi. Çocukları vasileri, çocukların mameleklerine ilişkin işlemleri onlar için doğrudan doğruya kendileri yaparlardı, lmpııbes'lere tayin edilen vasiler ise impubes’lerin yaptıkları işlemlere katılırlar, bu işlemlerde onlara yardımcı olurlardı. Yani impubes'ler mameleklerinde eksilme meydana getiren işlemleri vasilerinin izni ya da katılmalarıyla, ama doğrudan kendileri yapabilirlerdi.

5.

Hem alacak, hem borç doğuran hukukî işlemlerin ise özel bir durumu vardı.

Impubes'ler bu nitelikte bir hukukî işlemi tek başlarına yaptıklarında, işlemin impubes'in lehine sonuç doğuran bölümü geçerli, aleyhine sonuç doğuran bölümü ise geçersiz sayılıyordu.

Örnek olarak alım-satım sözleşmesi gibi her iki taraf için de borç doğuran bir hukukî işlemin alıcı olarak bir ’impubes’ tarafından yapılmış olması durumunu alalım, ’impubes’, satın aldığı malın mülkiyetinin kendisine teslim edilmesi konusunda geçerli bir alacak hakkı kazanıyor, gerektiğinde bu hakkını bir dava ile ileri sürebiliyordu. Buna karşılık satıcı, satılan malın bedelini ödememesi halinde ’impubes’e karşı dava açamıyor, hakkını ileri süremiyordu.

Bu gibi durumlarda 'topal hukukî muamelelerin (aksak hukukî işlemlerin) varlığından söz ediliyordu. Çünkü işlem bir yanıyla geçerliydi, sağlamdı; öteki yanıyla ise geçerli değildi, aksıyordu.

Bu haksız dummu önlemek için şöyle bir kural konmuştu: Kendi alacağını elde etmek için dava açmak isteyen 'impubes’in ayni hukukî işlemden doğmuş olan kendi borcunu ödemiş olması gerekiyordu, impubes'in buna uymaması halinde, davalı durumunda olan kişi, impubes'in davranışının hileli (hüsnüniyete (iyiniyete) aykırı) olduğunu ileri sürerek bu davada mahkûm olmaktan kurtulabiliyordu. Böylece, 'impubes' lehine, 'topal muamele' (aksak işlemlerden doğan haksız durum gerçi önlenmiş oluyordu, ama gene de bir yanı geçerli olan hukukî işlemin, diğer yanının hüküm ifade edip etmeyeceği konusundaki belirsizliğin süresi 'impubes’in yararına göre, vasi tarafından istenildiği kadar uzatılabili- yordu. Çünkü, 'impubes'in kendisine düşen borcu ödemesi, bir tasarruf muamelesi olduğundan vasinin iznine bağlı idi. Bu da ’impubes’le hukukî işlem yapan kişiyi zarara uğratıyordu. Çağdaş medenî hukukumuzda vesayet altında olan kişilerin yaptıkları hukukî işlemler 'topal muamele’ (aksak işlem) niteliğinde görülmez. Vesayet altında olan kimselerle yapılan hukukî işlemlerde, önceden vasiden izin alınmış olması halinde, işlemler yapıldıkları andan itibaren geçerli olurlar. Vesayet altındaki kişi ile hukukî işlem yapan taraf, önceden izin alınmamışsa ya doğrudan doğruya kendisinin tayin edeceği ya da yargıca tayin ettireceği belli süre içinde vasinin bu işleme izin (icazet) vermesini ister. Vasinin bu izni vermemesi halinde işlem her iki taraf için de başından itibaren hükümsüz olur.

129 2. Baliğ küçükler (puberes minores)

Bunlar 14 yaşını tamamlamış, yani fizyolojik olgunluğa erişmiş olmakla birlikte 25 yaşma varmamış olan kimselerdir. İlk zamanlarda baliğ (ergen) küçüklerin hukukî işlem ehliyetleri tamdı. Her türlü hukukî işlemi geçerli bir şekilde yapabiliyorlardı. Vasiyetname düzenleme ehliyetleri, evlenme ve dava açma ehliyetleri vardı.

Özetle ius civile'ye göre fizyolojik olgunluğa erişmekle, yani 14 yaşını tamamlayarak baliğ olmakla bütün hukukî işlemleri geçerli bir biçimde yapabilme ehliyeti kazanılırdı.

Ancak 14 yaşını tamamlamış kişiler de gene henüz çok gençtiler ve hukukî İşlemleri gereken dikkat ve özenle yapacak olgunluğa sahip değildiler. Bu nedenle 14 yaşını doldurmuş olan bu kişiler 25 yaşma kadar yaptıkları hukukî işlemlerin doğurduğu ağır sonuçlardan gençlikleri nedeniyle çeşitli yollarla korunmaya başlandılar. Bu korunma biçimleri de giderek bu kişilerin hukukî işlem ehliyetlerinin kısıtlanmasına yol açtı.

İlk olarak, M.Ö. 190 yılı dolaylarında çıkarılan bir kanunla (Lex Plaetoria) 25 yaşından küçük ve yaşlarının küçüklüğü ve tecrübesizliklerinden yararlanılarak aldatılmış olan küçükleri korumak amacıyla yeni bir hüküm getirildi. Bu kanuna göre 14-25 yaş arasındaki küçük, yaptığı hukukî işlemde tecrübesizliği nedeniyle aldatılmışsa, hukukî işlem yaptığı kişiye karşı bir ceza davası açarak zararını ödetebiliyordu. Bu davaya, 'actio legis plaetoriae' deniyordu.

Praetor bu kanuna dayanarak, aldatılarak yaptığı hukukî işlemlerden doğan borcunu ödememiş olan 25 yaşından küçük baliğlere (ergenlere), borçlarını yerine getirmeleri için aleyhlerine açılan davalara karşı bir defi hakkı tanıdı. 'Exceptio legis plaetoriae' denen bu defi ile, küçüklüğü nedeniyle aldatıldığını ileri süren baliğ (ergen) küçük bunu ispatlaya- bilirse, aleyhine açılan davada mahkûm olmaktan kurtuluyordu.

Praetor, aldatılarak kendisi için zararlı sonuçları olan hukukî işlemler yapmış olan baliğ küçükleri korumak için bir başka olanak daha sağlamıştı. Bu kişiler lehine, işlem yapılmadan önceki durumun sağlanmasını (restitutio in integrum = eski duruma getirme) isteme hakkını tanıdı. Böylece, aldatılarak yaptığı hukukî işlemden zarar gören baliğ (ergen) küçük, hukukî işlemi kendisi ile yapmış olduğu kişinin, küçüğün bu işlemle yüklendiği borcunu yerine getirmesi için dava açmasını beklemeden, praetordan, işlemden önceki durumun sağlanmasını isteyebiliyordu. Bu durumda, praetor, sanki işlem hiç yapılmamışcasma durumu eski hale getirebiliyordu.

Praetor'lar bu himayeyi (korumayı) giderek daha da genişlettiler. Praetor Beyannamesi'nde sadece aldatılmış olan baliğ (ergen) küçüklerin değil, yaptıkları hukukî işlemlerden zarar gören bütün baliğ (ergen) küçüklerin yukarıda sözü edilen koruma yollarından yararlandırılacakları belirtildi. Böylece, kural olarak, 14 yaşını doldurmuş olan baliğ küçükler hukukî işlem ehliyetine sahip oldukları halde, ius civileve praetor hukukunun sağladığı koruma yolları dolayısıyle ticarî muamelet hayatında itibarlarını yitirmeye başladılar. Çünkü 25 yaşından küçük baliğlerle hukukî işlem yapacak olan kimseler, bu koruma yollarının kendi aleyhlerine de kullanılabileceğini göz önünde tutmak zorunda idiler.

130 Bu durum da, çoğu kez baliğ (ergen) küçüklerle hukukî işlem yapmaktan kaçınılmasına yol açıyordu.

Bu nedenle, 25 yaşından küçük baliğler (ergenler), mameleklerinin yönetiminde yardımcı olması için praetor’dan kendilerine bir 'kayyım' (curator) tayin etmesini istemeğe başladılar. Bu durum giderek yaygınlaştı. Çünkü praetor, tayin edilen kayyımın verdiği izinle hukukî işlem yapan baliğ (ergen) küçüğü, Lex Plaetoria'nm ve kendisinin tanıdığı koruma olanaklarından yararlandırmıyordu.

Gerçi baliğ küçüklere kayyım atanması, bunlann kendi isteklerine bağlı idi. Ancak praetor'un, baliğ küçükleri kayyımın izniyle yaptıkları hukukî işlemlerde koruma yollarından yararlandırmaması, kayyımın izni olmadan bu kişilerle hiç işlem yapılmaması sonucunu doğurdu. Bu durum da baliğ (ergen) küçüklerin geçerli hukukî işlemler yapabilmek için kayyıma gereksinme duydukları düşüncesini yerleştirdi.

Bu fiilî duruma dayanan imparator Diocletianus, M.S. 300 yılında çıkardığı bir kanunla baliğ (ergen) küçüklerin hak devirlerine ilişkin (temliki) işlemlerinde kayyımın iznini geçerlik koşulu olarak saptadı.

Kayyımın işlem yapılırken hazır bulunması gerekli değildi. Hukukî işlemin geçerliği için gerekli izni önceden ya da işlem yapıldıktan sonra, (icazet olarak verebilirdi).

Böylece baliğ (ergen) küçüklerin hukukî işlem ehliyetleri kısıtlanmış oldu.

Gerçi luslinianus zamanında bile, 'baliğ (ergen) küçüğe sadece istediği takdirde kayyım tayin edilir' kuralı biçimsel olarak varlım sürdürüyordu. Ancak uygulamada 25 yaşma kadar olan bütün baliğ (ergen) küçüklerin kayyımları oluyor ve bu küçükler tasarruf ve taahhüt işlemlerini ancak kayyımlarının rızası ile yapabiliyorlardı. Bununla birlikte, vasiyet-name düzenlemek, evlenmek konulannda kayyımın iznine gerek yoktu. Bunların dava ehliyetleri de vardı.

Özetle, Roma hukukunda hukukî işlem ehliyetinin kural olarak buluğ (ergenlik) yaşında kazanılmakla birlikte, gerçekte tam şeklini 25 yaşını tamamlanması ile aldığı söylenebilir.

İmparator Constantinus (M.S. 306-337), 18 yaşını tamamlamış kadınların ve 20 yaşını tamamlamış erkeklerin imparatorun tanıyacağı ayrıcalıkla, 25 yaşını tamamlamış kişilerin ehliyet durumlarına getirilebileceği usulünü koydu.

Görüldüğü gibi, Roma hukukunun hukukî işlem ehliyetine ilişkin, yaşla ilgili kurallarıyla, çağdaş medenî hukukların bu konuya ilişkin kuralları arasında büyük benzerlikler vardır. Çağdaş hukuklarda da tam ehliyet yaşı olarak belli bir rüşt (erginlik) yaşı saptanmıştır".

Ancak bu hukukların çoğunda, Roma hukuku için çok önemli olan 'baliğ (ergen) küçükler' ve 'baliğ (ergen) olmayan küçükler' ayrımına rast- lanmamaktadır. Rüşt yaşma varmamış bütün küçükler aynı hukukî durumda görülmektedirler. Ancak çocukluk çağı, hukukî işlem ehliyetinin hiç bulunmadığı dönem sayılmıştır. Alman Medenî Kanununda bu

131 çağ, Roma hukukunda olduğu gibi 7 yaş ile sınırlandırılmıştır. Oysa medenî Kanun'umuzda bu çağ için belli bir yaş saptanmamıştır. Sadece 'makul surette hareket etmek' yani ‘temyiz kudreti’, çocukluk çağının saptanmasında ölçü olarak alınmıştır (Bk. TMK. m. 13).

2.

Akıl hastalığı

Akıl hastalığı da hukukî işlem ehliyetine doğal bir engel teşkil etmektedir.

Daha Oniki Levha Kanunu'nda akıl hastalığı (furor) ya da bunama nedeniyle makul şekilde düşünemeyen, davranamayan kişilerin (furiosus)

geçerli hukukî işlem yapamayacakları kuralı vardı. Nitekim bu kişilerin mameleklerinin yönetimi kayyım olarak agnatio hısımlarına bırakılıyordu.

Roma hukukunun bütün gelişim süresi içinde de, akıl hastalarının hukukî işlem ehliyetlerinin bulunmadığı, bunun sonucu olarak da yaptıkları hukukî işlemlerin geçerli olmayacağı kuralı varlığını sürdürmüştür. Akıl hastalığı Roma'da dış belirtilere göre saptanıyordu. Ayrıca akıl hastalarının, temyiz kudretine (gücüne) sahip oldukları dönemlerde, yani hastalığın seyri sırasında normal oldukları zamanlarda yaptıkları hukukî işlemler geçerli sayılıyordu. Ancak bunların hukukî işlem yapıldığı sırada hastalığın etkisi altında bulunmadıklarının ispatı gerekliydi.

Akıl hastalarına, eğer baba egemenliği altında değillerse, kayyım (curator) tayin ediliyor ve kayyımlar bu kişilerin mameleklerini yönetmekle görevlendiriliyorlardı. Geçici olarak bilinçlerini ve iradelerini yitirmiş olanlar, örneğin sarhoşlar ya da uyuşturucu bir başka maddenin etkisi altında bulunanlar da bu süre içinde hukukî işlem ehliyetinden yoksun sayılıyorlardı. Ancak bu durumları geçici olduğundan kendilerine kayyım tayin edilmiyor, sadece bu durumda iken yaptıkları hukukî işlemler hükümsüz sayılıyordu.

Çağdaş hukuklarda da aynı esaslar kabul edilmiştir. Ancak bazı hukuklar, örneğin, İsviçre ve Türk hukukları akıl hastalığı yanında akıl zayıflığını da, hukukî işlem ehliyetini kısıtlayan durum olarak saptamışlardır (TMK. m. 13).

Ayrıca akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle işlerini görmekten âciz olan kişiler çağdaş hukuklarda mahkeme kararıyla 'hacir' altına alınmakta ve kendilerine vasi tayin edilmektedir (TMK. m. 404-405). Böylece bu kişilerin hukukî işlem ehliyetleri mahkeme hükmüyle kısıtlanmış olur. Bu nedenle de 'hacir altına alma (kısıtlama) kararı' kaldırılıncaya kadar (TMK. m. 474) akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı sona ermiş olsa bile, bu kişilerin hukukî işlem ehliyeti kısıtlı olarak kalır. 'Hacir' altında bulunma (kısıtlanma)durumu devam ettiği sürece, kişilerin yaptıkları hukukî işlemler hükümsüzdür.

Çağdaş hukuklarda da 'hacir' altına alınmamış (kısıtlanmamış), olan kişilerin yaptıkları hukukî işlemler akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı durumunda hükümsüz olur. Ancak bu durumda kişilerin hukukî işlemi yaptıkları sırada, akıl hastası olduklarının ya da aklî dengelerinin tam yerinde olmadığının ispatı gerekir. Oysa, 'hacir' altına alınmış olan kişilerde hukukî işlemin geçersiz sayılınası için ayrıca bir ispata lüzum yoktur.

132

3.

İsraf (savurganlık)

Roma hukukunda hukukî işlem ehliyetini kısıtlayan nedenlerden biri de 'israftır.

Müsriflerin (prodigııs), yani servetlerini gereksiz ve yararsız olarak tüketen kişilerin hukukî işlem yapma yetkilerinin kısıtlanması toplumsal yarar düşüncesiyle ortaya çıkmıştır.

Oniki Levha Kanunu'nda israftan da söz edilmektedir. Bu kanuna göre kendisine miras olarak kalan serveti israf eden (düşüncesizce tüketen) ve dolayısıyla ailesini malî güçlüklere uğratan, yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya bırakan kimsenin, mallarını serbestçe yönetme yetkileri kısıtlanırdı.

İsraf eğilimini saptadığı kişinin mamelekini yönetme yetkisini kaldıran praetor, bu kişiye kayyım (curator) tayin ederdi.

İlk zamanlarda praetor, müsrifin sadece kendisine miras yoluyla kalmış mallar üzerindeki tasarruf yetkilerini kısıtlıyordu. Bunun amacı ile mamelekini korumaktı. Çünkü aile babası statüsündeki müsrif, aile içinde hak ehliyetine sahip tek kişi olarak tüm aile fertlerine kalan miras üzerinde hak sahibi oluyor ve bu mirasa dahil bütün mallar üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabiliyordu. Ancak giderek bu kısıtlama müsrifin bütün mal varlığını kapsamı içine aldı. Böylece hukukî işlem ehliyeti kısıtlanan müsrifin durumu, çocukluk yaşını geçirmiş olup, henüz buluğ yaşına varmamış olan küçüklerin (yani 7 - 1 4 yaşları arasındaki küçüklerin) durumuna benzetilebilir. Kendilerine kayyım tayin edilmiş olan müsrifler, mameleklerini olumlu yönde etkileyen hukukî işlemleri, yani kazan- dinci işlemleri geçerli bir biçimde yapabiliyorlardı. Buna karşılık mameleklerini azaltan işlemleri, yani taahhüt ya da tasarruf muamelelerini, kayyımlarının izni olmadan yapamıyorlardı.

Kolayca anlaşılabileceği gibi, bunların vasiyetname düzenleme ehliyetleri de yoktu.

Ancak, çocukluk yaşını geçirmiş olup, henüz buluğ (ergenlik) yaşına varmamış olan küçüklerden farklı olarak, müsriflerin evlenme ehliyetine sahip olmaları da kolayca açıklanabilir.

Yukarıda da değinildiği gibi, çağdaş hukuklarda (israf) savurganlık hacir (kısıtlanmayı) gerektiren nedenler arasında görülmekte ve israf nedeniyle hacir altına alınıp kendilerine vasi tayin edilen müsriflerin hukukî durumları temyiz kudretine (gücüne) sahip küçüklerinkine eş tutulmaktadır (TMK. m. 406; 16).

Roma hukukunda olduğu gibi, çağdaş hukuklarda da 'israfın hacir altına alınmayı ve dolayısıyla hukukî işlem ehliyetinin kısıtlanmasını gerektiren bir neden olarak görülmesi toplumsal kaygılara dayanmaktadır. Ailenin yararını korumak düşüncesiyle hukuk düzenleri, aile mallarının düşüncesizce harcamalarla elden çıkarılarak ailenin malî olanaklardan yoksun bırakılmaması için, savurgan (müsrif) aile fertlerinin kendi malları üzerindeki tasarruf yetkilerini, onların hukukî işlem ehliyetlerini kısıtlıyarak, sınırlandırmaktadır.

133

4.

Cinsiyet

Kadınların hukukî işlem ehliyetleri konusundaki kısıtlamalara ilkel hukuklarda çok rastlanmaktadır. Nitekim Roma hukukunda da aynı eğilim görülür. Roma'da aile babalarının ya da kocalarının egemenliği (patria potestas ya da manus) altında olmayan, yani 'sui iuris' olan kadınlara yaşları ne olursa olsun, yani 25 yaşını doldurmuş olsalar bile, bir vasi (tutor) tayin ediliyordu. Çünkü kadınların birçok hukukî işlemi, özellikle önemli görülen hukukî işlemleri tek başlarına geçerli bir biçimde yapabilecekleri kabul edilmiyordu. Yani hukukî işlem ehliyetleri kısıtlı idi. Evlenme ehliyeti dışındaki hukukî durumları çocukluk yaşını geçirmiş olan, ancak buluğ (ergenlik) yaşma ulaşmamış kişilerinkine benzetilebilir. Örneğin kadınlar, kendilerini borç altına sokan hukukî işlemleri, yani taahhüt muamelelerini, hak devirlerine ilişkin hukukî işlemleri, yani tasarruf muamelelerini ancak vasilerinin izniyle yapabiliyorlardı. Gene vasiyetname düzenlemede, mirasın kabulünde, kölelerin azatlanmasmda kadınların vasilerinin izni gerekli idi. Kadınların dava açma ehliyetleri de yoktu.

Kadınların hukukî işlem ehliyetlerinin kısıtlanma nedeni olarak genellikle bu cinsin yapısının zayıflığı değil, toplumsal hayata fazla karışmamaları dolayısıyla iş hayatındaki deneyimsizlikleri gösterilmektedir. Nitekim kadıların toplumsal hayata daha çok katılmaya, iş hayatına karışmaya başlamalarından sona bu vesayetin bir yük gibi görülerek, hafifletilmeye çalışıldığı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Gerçekten Principatus Dönemi'nin başlarından itibaren kadınların vesayeti ile ilgili hükümler giderek yumuşatılmaya başladı. İmparator Augustus'un Roma toplumunu güçlendirmek amacıyla evliliğe ve Roma ailesine ilişkin olarak çıkarttığı kanunlarda, dolayısıyla kadınların vesayetine ilişkin hükümlere de rastlanmaktadır. Bu kanunlarda Romalıları evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya teşvik için konan hükümler arasında, özgür doğmuş ve en az 3 çocuğu olan kadınlarla, azat edilmiş ve en az 4 çocuğu bulunan kadınlara vasi tayin edilmeyeceğinin de düzenlendiğini görüyoruz. Sonunda, Lex Claudia ile (M.S. 50) kadınların kanunen agnatio hısımlarının vesayeti altında bulunacakları hükmü kaldırılmıştır.

Öte yandan, giderek kadınlara vasiyetname ile vasi tayininde, kendi vasilerini seçme yetkisinin tanınması usulü yerleşmiştir, lustinianus zamanına ilişkin kaynaklarda ise kadınların vesayet altına alınmalarıyla ilgili bilgilere rastlanmamaktadır. Bundan, bu dönemde kadınların artık vesayet altına alınmadıkları sonucuna varılabilir.

Roma hukukunda kadınların hukukî işlem ehliyetini kısıtlayan bir hüküm de bir senatus kararıyla konmuştu. 'Senatus Consultum Velleianum’ ismini alan bu senatus kararında (M.S. 46), başkalan için borç altına girmiş ya da kefil olmuş bulunan kadınların bu borçlarından dolayı sorumlu tutulamayacakları belirtilmiştir, lustinianus zamanında ise kadınlara belli bazı biçimlere uymak kaydıyla üçüncü kişiler lehine borç altına girme olanağı sağlandı. Artık kadınlar ’Senatus Consultum Velleianum'un sağladığı korumadan feragat edebiliyorlardı. Ancak kadınların kocaları lehine borç altına girmeleri, hıstinianus zamanında bile ’ipso iure’, yani kendiliğinden hükümsüz sayılıyordu; kadının yüklendiği borcu ifa etmesi için aleyhine dava açılması halinde, bu hükümsüzlüğün kadın tarafından ileri sürülmesine gerek yoktu.

134 2. Vasilik (Tutela) ve Kayyımlık (Cura)

Yukarıda hak ehliyetine sahip olmakla birlikte, yani hak sahibi olabilmek ve borç altına girebilmekle birlikte, yaş, akıl hastalığı, israf ya da cinsiyet nedeniyle hukukî işlem ehliyeti kısıtlanmış olan kişilere vasi yahut kayyım tayin edildiğini belirtmiştik. Başka bir deyişle, sözü edilen nedenlerden ötürü bu kişiler, bir hak yaratan, bir hakkı değiştiren ya da ortadan kaldıran yani hukukî sonuç doğuran işlemleri geçerli bir biçimde yapamazlar. Bu kişilerin sahip oldukları hakları kullanabilmeleri, mameleklerine ilişkin gerekli hukukî işlemleri yapabilmeleri için kendilerine yardımcılar sağlanmaktadır. Bu yardımcılar kendi iradeleriyle geçerli hukukî işlem yapamayan kişilerin, bu kişilerin durumlarına göre ya hem kişisel (şahsî), hem mamelekî ya da sadece mameleki hukukî ilişkilerini düzenlerler. Bu düzenleme, çoğu kez hukukî işlem ehliyeti olmayan kişinin yararlarını, bazen de o kişinin dahil olduğu ailenin yararlarını korumaya yöneliktir. Yukarıda hukukî işlem ehliyeti olmayan

Yukarıda hak ehliyetine sahip olmakla birlikte, yani hak sahibi olabilmek ve borç altına girebilmekle birlikte, yaş, akıl hastalığı, israf ya da cinsiyet nedeniyle hukukî işlem ehliyeti kısıtlanmış olan kişilere vasi yahut kayyım tayin edildiğini belirtmiştik. Başka bir deyişle, sözü edilen nedenlerden ötürü bu kişiler, bir hak yaratan, bir hakkı değiştiren ya da ortadan kaldıran yani hukukî sonuç doğuran işlemleri geçerli bir biçimde yapamazlar. Bu kişilerin sahip oldukları hakları kullanabilmeleri, mameleklerine ilişkin gerekli hukukî işlemleri yapabilmeleri için kendilerine yardımcılar sağlanmaktadır. Bu yardımcılar kendi iradeleriyle geçerli hukukî işlem yapamayan kişilerin, bu kişilerin durumlarına göre ya hem kişisel (şahsî), hem mamelekî ya da sadece mameleki hukukî ilişkilerini düzenlerler. Bu düzenleme, çoğu kez hukukî işlem ehliyeti olmayan kişinin yararlarını, bazen de o kişinin dahil olduğu ailenin yararlarını korumaya yöneliktir. Yukarıda hukukî işlem ehliyeti olmayan

Outline

Benzer Belgeler