• Sonuç bulunamadı

IV - HUKUKÎ NETİCE (SONUÇ)

III - HUKUKÎ MUAMELE (HUKUKÎ İŞLEM)

IV - HUKUKÎ NETİCE (SONUÇ)

Hukukî olayları, hukukî fiil ve işlemleri hukukî olmayanlardan ayırmada temel ölçünün bunlara hukuk düzenince bir hukukî sonuç bağlanması olduğunu yukarıda belirtmiştik. Gene yukarıda hukukî işlemin, kişilerin hukuk düzeni tarafından hukukî neticeye (sonuca) bağlanmış olan, belli koşullar altında beyan edilmiş iradeleri olarak tanımlanabile-ceğini açıklamıştık.

Hukukî sonucun ise, hakların kazanılması, sahip olunan hakların kaybedilmesi (yitirilmesi) veya sahip olunan haklarda değişiklik olmak üzere üç biçimde düşünülebileceğini söylemiştik.

Hak bir şahsa (kişiye) bağlanmışsa, yani bir kimse yeni bir hakkın sahibi olmuşsa 'hakkın kazanılması'ndan (iktisab'mdan) söz edilir.

Hak bir kişiden ayrılmışsa, yani bir kimse o ana kadar sahip olduğu bir hakkı kaybetmişse, 'hakkın kaybedilmesi'nden (ziyaı'ndan) söz edilir.

Birçok durumlarda da, bir hak gene ayni kişide kalmakla birlikte, birtakım değişikliklere uğrayabilir. Bu durumda, 'hakların değişmesinden (teb-dilinden) söz edilir.

Hukukî sonucun bu üç şeklini (biçimini) biraz daha yakından görelim:

1.

Hakların kazanılması (iktisabı) Hakların kazanılması iki türlü olabilir.

1.

Hakların aslen (asıldan) kazanılması

2.

Hakların devren (devir yoluyla) kazanılması

147 Eğer bir kimse bir eşya, (ayın) üzerinde doğrudan doğruya kurduğu bir ilişki sonucunda hak sahibi olursa, bu hakkın 'aslen' kazanıldığı söylenir.

Hakların 'aslen" kazanılmasında başka bir kişiyle kurulmuş bir hukukî ilişki sözkonusu değildir. Çünkü kazanılan hakkın bir başka kişiyle ilgisi yoktur. 'Aslen' kazanmada (iktisapta) hak, o hakkı kazananın şahsında doğmaktadır.

Örneğin, bir balıkçı tuttuğu balıklar üzerinde, o balıklan kendi fiilî hâkimiyeti (egemenliği) altına sokarak, mülkiyet hakkı kazanmaktadır. Bu mülkiyet hakkı 'aslen' kazanılmıştır. Çünkü bu kazanma, balıkçı ile balık arasında kurulmuş olan bir ilişkinin sonucudur. Hak sahibi olan bir başka kişi ile ilişki, bu iktisapta (kazanmada) söz konusu değildir. Zaten balıklar tutuldukları ana kadar hiç kimsenin mülkiyetinde değildiler, yani 'sahipsiz mal' idiler.

Önceleri üzerlerinde mevcut (var) olan mülkiyet hakkının sonradan kaybedilmesi (yitirilmesi) sonucu sahipsiz hale (duruma) gelmiş mallar üzerinde de mülkiyetin ‘aslen’

kazanılması söz konusu olur. 'Terkedilmiş (bırakılmış) mal' denilen bu mallar üzerinde kurulan ilişki sonucunda da o malların mülkiyeti 'aslen' kazanılmış olur.

Örneğin bir kimse tarafından okunduktan sonra terk edilen (bırakılan) gazete bu terk edilme sonucunda sahipsiz mal (terkedilmiş mal) haline gelir. Yani üzerindeki mülkiyet hakkı sona ermiştir. Böyle bir gazeteyi alıp cebine sokan kişi, bu gazete üzerindeki mülkiyet hakkını 'aslen' kazanmış olur.

Alacak haklarında da, 'aslen' kazanma mümkündür. Bu haklar gerçi bir başka kişi ile kumlan ilişki sonucunda doğar. Alacak haklarının 'şahsî hak' (nisbî hak) niteliği, yani sadece kendileri ile, bu haklan doğuran belli hukukî ilişkiler içinde bulunulan kişilere karşı ileri sürülebilmeleri bunu zorunlu kılmaktadır. Ancak bir kimsenin, doğrudan doğruya kendisi için doğan, bir başkasından devralmadığı bir alacak hakkını 'aslen' kazandığı söylenebilir.

Örneğin bir satıcının alım - satım sözleşmesinden doğan, satılan malın bedelinin ödenmesi konusundaki alacağı, 'aslen' kazanılmış bir haktır. Çünkü bu alacak hakkı satıcının şahsında doğmaktadır.

Buna karşılık, eğer bir kimse bir başkasına ait olan bir hakkı, o kişi ile kendisi arasında kumlan bir ilişki sonuncuda kazanırsa, bu hakkın 'devren' kazanıldığından söz edilir.

Bu dummda, bir hak, hak sahibi olan bir başkasından devrahnmaktadır. Bir hakkın 'devren' (devir yolu ile) kazanılabilmesi için, bu hakkın daha önce bir başka kişiye ait olması, hakkın varolması gereklidir. Oysa 'aslen' kazanmada hak, hakkı kazanan kişide doğmaktadır.

Örneğin, balıkçının tuttuğu balıkları ondan satın alan kişi bu balıklar üzerinde mülkiyet hakkını 'devren' kazanmaktadır. Çünkü alım-satım sözleşmesinden önce bu balıklar balıkçının mülkiyetinde idi.

Alacak haklarının da 'devren' kazanılması mümkündür. Bir kimsenin bir alacak hakkını bir başkasına devretmesi halinde bu hak, o kimse tarafından 'devren' kazanılmış olur.

Hakların 'devren’ kazanılmasıda iki türlü olabilir:

A)

Inşaî - devren iktisap (kurma yoluyla devren kazanma)

B)

Nakledici - devren iktisap (kazanma) (halefıyet = successio)

A)

İnşaî - devren iktisap (kurma yoluyla devren kazanma)

148 Eğer bir hak bir kişide varolan başka bir hakka dayanmakla birlikte, o haktan farklı nitelikler kazanarak bir başka kişiye devredilmişse bu kişinin 'devren' iktisabı, 'inşaî (kurma yoluyla) devren iktisap (kazanma)' sayılır.

Örneğin, bir borçlu tarafından bir arsa üzerinde alacaklısı lehine tesis edilen rehin hakkının, alacaklı tarafından kazanılması 'inşaî (kurucu) devren kazanma'dır. Çünkü bu rehin hakkı borçlunun arsa üzerindeki mülkiyet hakkına dayanmaktadır. Borçlu bu hakkına dayanarak alacaklısı lehine bir rehin hakkı tesis etmektedir (kurmaktadır). Eşya hukukunda ayrıntılı olarak görüldüğü gibi rehin hakkı, mülkiyet hakkından farklı nitelikleri olan, bu hakkın sağladığı yetkilerin bir kısmını kapsayan bir haktır. Alacaklı tarafından 'inşaî devren' kazanılan rehin hakkı, borçlunun arsa üzerindeki mülkiyet hakkını kısıtlamaktadır.

B)

Nakledici - devren iktisap (kazanma) (halefiyet = successio)

Eğer bir hak, hak sahibinde bulunduğu şekilde, aynen başka bir kimseye devredilirse, bu kimsenin bu hakkı 'nakledici - devren, iktisap' yoluyla kazandığı söylenir.

Böylece bir hakkın bir kişiden aynen bir başka kişiye devredilmesi halinde, hak kendisine devren geçen kişinin bu hakta eski hak sahibine 'halef (successor) olduğu söylenir.

Yani hakların ’nakledici - devren' iktisabına, 'haklarda halefıyet' (successio) denir.

Örneğin A'nm, evinin mülkiyetini B'ye devretmesi halinde, B'nin, ev üzerindeki mülkiyet hakkında A'ya halef olduğu söylenir. Veya D'nin K'dan olan alacağını V'ye devretmesi halinde de, V'nin K'dan olan alacak hakkında D'ye halef olması söz konusudur.

Roma Hukukunda hakların 'nakledici - devren iktisap' yoluyla kazanılmasında, "hiç kimsenin sahip olduğu haktan fazlasını başkasına devredemeyeceği" kuralı uygulanıyordu.

Örneğin, bir malın maliki olmayan bir kimseden, o kimse malik sanılarak (yani hüsnüniyetle) bile satın alınsa, o malın mülkiyeti satın alan kimse tarafından kazanılamaz. Özetle, Roma hukukuna göre malik olmayan kişi, maliki olmadığı malın mülkiyetini hiçbir şekilde bir başkasına devredemez.

Hakların 'inşaî - devren iktisap' yoluyla kazanılması, yani haklarda 'halefıyet' (successio) de iki şekilde düşünülebilir:

a)

Cüzî halefıyet (successio singularis)

b)

Küllî halefıyet (successio universalis)

a)

Cüzî halefiyet (successio singularis)

Bir kişinin tek bir hukukî durumda, yani tek bir hakta başka bir kişinin yerine kaim olması, ona bu tek hak bakımından halef olması halinde 'cüzî halefıyet'ten söz edilir. 'Cüzî halefıyet' kısaca tek bir hakkın bir kimseden başka bir kimseye devridir.

Örneğin A, bir ev üzerindeki mülkiyet hakkını B'ye devrederse, B, bu ev üzerindeki mülkiyet hakkında A'ya halef olur. Yani B, mülkiyet hakkına ilişkin olarak A'nm cüzî halefi olmaktadır. Bunun gibi D'ninK'dan olan alacağını V'ye devretmesi halinde de, V'nin K'dan olan alacak hakkında D'ye halef olduğu söylenir. Yani V, D'nin K’dan olan alacak hakkına ilişkin olarak, D’nin cüzî halefi olmaktadır.

b)

Külli halefîyet (successio universalis)

'Küllî halefîyet' ise, bir kişiye ait olan haklar topluluğunun ya da o kişinin

149 mamelekinin tümüyle tek bir hukukî nedenle bir başka kişiye devridir. Yani bir kişinin, bir başka kişiye, onun haklar topluluğunda ya da mamelekinin tümünde, halef olması halinde 'külli halefîyet' söz konusudur. Bir mamelekte çeşitli haklar, mülkiyet, rehin, alacak vb. ve çeşitli borçlar mevcut olabilir. Bunların her biri tek tek geçerli (muteber) hukukî sebeplerle (nedenlerle), hukukî işlemlerle bir başka kişiye devredilebilir. Bu durumda her bir hakta halefîyet, yani 'cüzî halefîyet' söz konusu olur. 'Cüzî halefîyet'te her bir hakkın niteliğine göre, o hakkın devri için öngörülmüş olan hukukî işlemin yapılmış olması gereklidir.

'Küllî halefiyette ise, bir mameleki oluşturan tüm hakların ya da haklar topluluğunun tek bir hukukî işlemle bir kişiden başka bir kişiye devri söz konusudur. Başka bir deyişle, tek bir hukukî olgu, fiil ya da işlemle, bir kişi, başka bir kişiye tüm haklarında halef olmaktadır.

Roma'da Klasik Hukuk Dönemi boyunca 'cüzî halefîyet' bilinmiyordu. Çünkü bu dönemde tek tek hakların, özellikle aynî hakların kazanılmasında, bir eşya üzerindeki hakkın değil, o eşyanın bir kişiden bir başka kişiye devredildiği kabul ediliyordu. Bu çağda alacak haklarının devri ise henüz bilinmiyordu. Bu nedenle alacağın devri sonucunu sağlayacak bir takım başka yollara

başvuruluyordu.

Bu dönemde, Roma hukukunda bilinen tek halefîyet şekli (biçimi) 'külli halefıyet'ti.

'Küllî halefıyet'in en doğal, en çok rastlanan nedeni ölümdü. Yani ölen bir kişinin mamelekini oluşturan tüm haklan onun ölümüyle mirasçılarına intikal ediyordu (geçiyordu). Roma hukukunda, yaşayanlar arasında da 'külli halefîyet' söz konusu olabiliyordu. Çünkü Roma hukukunda bir kimsenin hak ehliyetine sahip olmasını sağlayan üç koşuldan birinin ortadan kalkması halinde o kimse artık özel hukuk bakımından 'şahıs' (kişi) sayılmıyordu. Bu nedenle de artık haklara ve borçlara ehil olmadığından mamelek sahibi olmazdı. Bu durumda hukukî anlamda ölmüş sayılan kişinin mameleki üzerinde külli halefıyet söz konusu oluyordu.

Örneğin, özgürlüğünü kaybederek (yitirerek) köle durumuna düşen kimsenin mamelekinde, o kimsenin efendisi olan kişi onun küllî halefi oluyordu. Yurttaşlık hakkını kaybeden (yitiren) kimsenin mamelekinde de gene 'küllî halefıyet' söz konusu oluyordu.

Aile hukukunda ayrıntılı olarak incelendiği gibi, evlât edinilen aile babası statüsündeki (sui iuris) kimsenin mameleki üzerinde, onu evlât edinen kişi küllî halef oluyordu. Ya da 'sui iuris' olan evli bir kadın, üzerinde 'rnaııus'un kurulmasından (tesisinden) sonra alieni iuris durumuna düşünce, o kadının mameleki üzerinde de 'küllî halefıyet' söz konusu oluyordu.

'Küllî halefıyet'te mameleki oluşturan hakların tümüne sahip olan kişinin, mamelekin pasif bölümünü oluşturan borçları da yüklenmesi 'küllî halefıyet' kavramının kapsamı içinde görülmüyordu.

Sadece mirasta, yani bir kimsenin ölümünde, mirasçılarının o kimseye tüm haklarında olduğu gibi borçlarında da halef olacağı kuralı benimsenmişti.

Klâsik - sonrası Dönem'de, 'cüzî halefıyet' kavramı da ortaya çıktı.

lustinianus zamanında artık her iki halefıyet şekline (biçimine) de uygulamada rastlanmaya başlandı. Çağdaş hukuklarda da halefıyetin her iki çeşidine rastlamak mümkündür. Ancak bütün insanların ölünceye dek hak ehliyetine sahip olduklarını kabul eden bu hukuklarda, insanlara ilişkin olarak küllî halefıyet sadece onların ölümleri halinde söz konusu olmaktadır.

150

2.

Hakların kaybedilmesi

Bir hakkın o zamana kadar bağlı olduğu kimseden (hak sahibinden) ayrılması, o kimse bakımından bu hakkın kaybedilmesi (yitirilmesi) demektir.

Hakların kaybedilmesi iki şekilde düşünülebilir. Ya bir kimse bu hakkını bir başka kimseye devretmesi nedeniyle kaybetmiştir. Başka bir deyişle, hakkı devralan kişi tarafından kazanılan hak, devreden bakımından kaybedilmiş olur. Ya da bir hak ortadan kalkması nedeniyle, hak sahibi tarafından kaybedilmiş olabilir. Örneğin, bir ev üzerindeki mülkiyet hakkı o evin yıkılmasıyla, bir ton kömür üzerindeki mülkiyet hakkı o kömürün yakılmasıyla sona erer, ortadan kalkar. Veya A'nm D'den alacak hakkı, D'nin bu parayı ödemesiyle ortadan kalkar. Bütün bu durumlarda hakkın, sukutu (ortadan kalkması) nedeniyle kaybedildiğinden söz edilir.

3.

Hakların değişmesi

Hakların niteliklerinde meydana gelen değişikliklerin tümüne 'hakların değişmesi' denir. Örneğin bir mülkiyet hakkı, bir rehin hakkı ya da bir başka aynî hakla kısıtlanabilir.

Bir alacak hakkı bir vadeye veya bir şarta bağlanabilir vb. Bütün bu durumlarda 'hakların değişmesi'nden söz edilir.

V

- HUKUKÎ İŞLEMLERİN İSTİSNAİ UNSURLARI (ÖĞELERİ): ŞART

Outline

Benzer Belgeler