• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL ÇERÇEVE: LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK

2. ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİKLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR

2.2. MARKSİST/YAPISALCI ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM

2.2.2. Emperyalizm Teorisi

39

edilmiştir. (…) Eski yerel ve ulusal içe kapanma ve kendine-yeterliliğin yerini ulusların evrensel karşılıklı bağımlılığının aldığını görüyoruz.100

Marksistlerin vurgu yaptığı bu bağımlılık ve iç içe geçmişlik olgusu, elbette ki liberal yaklaşımın öncüleri tarafından öne çıkarılan karşılıklı bağımlıklıktan farklıydı.

Ulusal ve uluslararası arenanın hiyerarşik ve çatışmacı bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Marksist yaklaşım için bu bağımlılık ilişkisi -daha sonra bağımlılık teorisyenlerince de ele alındığı üzere- sınıfsal temelli bir ilişki olup çatışmayı bizatihi arttıran bir nitelik taşımaktaydı. Oysa liberal teorisyenler için bu türden bir karşılıklı bağımlılık çatışmaların azalmasına ve ekonomik işbirliğine imkân sağlayan bir özelliğe sahipti.

40

Aslında emperyalizm teorisinin öncüsü, Marksist olmayıp yalnızca gelenekçi iktisada karşı çıkan İngiliz iktisatçı John A. Hobson’dur. Hobson’a (1858-1840) göre ulusçuluk sonrası ortaya çıkan modern ulus devletlerin kapitalist niteliği, kendi aralarında tesis edecekleri -egemenlik anlamında eşitlik ilkesine dayalı- uluslararasıcılığı değil, kapitalist üretim anlamında güçlünün diğer üzerinde tahakküm kuracağı bir emperyalizmi ortaya çıkarmıştır.104 Habson emperyalizmin, Marksistlerin ifade ettiği gibi kapitalist sistemin doğasından ziyade kapitalizm içindeki yanlış uygulamalardan kaynaklandığını; yani emperyalizmin kapitalizme içkin bir mesele olmayıp, kapitalist sistemin işleyişinde karşılaşılan arızi bir durum olduğunu ileri sürmektedir. Hobson’a göre emperyalizm, kapitalistin daha fazla kazanmak için aşırı üretimde bulunması buna karşın düşük ücret nedeniyle düşük tüketimde bulunan grupların bunları tüketememesi sonucu ortaya çıkmaktadır.105 Ülke içerisinde aşırı üretim yetersiz tüketimden kaynaklanan emperyalizm politikasının, müdahaleci bazı politikalar ile engellenebileceğini öne süren Hobson, kapitalist devletlerin ortaya çıkan zenginlik fazlasını ülke dışında kâr elde etmek amacıyla yeniden yatırıma dönüştürmek yerine, birtakım refah arttırıcı önlemlerle yeniden bölüştürecek bir sistem geliştirmeleri durumunda emperyalizme gerek kalmayacağını ileri sürmektedir.106 Hobson’ın bu öncü çalışmasına Marksist yazarların verdiği yanıtlar emperyalizm konusunda literatürün gelişmesine katkı sağlamıştır. Emperyalizmin iç politika yoluyla önlenebilir olduğunu ileir süren Hobson’un aksine Luxembur, Hilferding ve Bukharin gibi Marksistlere göre emperyalizm, kapitalizmin tekelleştiği yeni aşamasının kaçınılmaz sonucudur;

kapitalizmin çelişkilerini şiddetlendirmektedir, dolayısıyla kapitalizm çökecektir.

Küresel alanda dolaşan sermayenin birikme biçimi üzerinde duran Luxemburg’a göre emperyalizm, hâlihazırda kapitalist üretim ilişkilerinin yerleşmiş olduğu toplumlarda ortaya çıkan aşırı birikimin, henüz kapitalizm amaşamasına geçişini tamamlayamamış ‘dışarıdaki’ toplumlar üzerinde oluşturduğu rekabetin siyasal dışavurumudur. 'Kapitalist propaganda' ve eşitsiz değişim, kapitalist olmayan ekonomileri de zamanla kapitalist hale getirecek ve bir anlamda onları dünya

104 John A. Hobson, Imperialism: A Study, New York, Cosimo Classics, 2005, s.3-12.

105 Cohn, a.g.e., s.132.

106 Bkz. Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma Hegemonya İşbirliği, a.g.e., s. 282-283. Kautsky de geliştirdiği ‘ultra-emperyalizm’ kavramı ile dünyanın karşılıklı olarak bölüşülmesi üzerine, emperyalist güçler arasındaki silahlı mücadelenin terk edileceğini ve emperyalistlerin, dünyayı, kartel tarzında

“barışçı yollarla” yönetecekleri bir dönemin bunu izleyeceğini öngörmüştür. Bkz. Karl Kautsky, Seçilmiş Politik Yazılar, (der.) Hatrick Goode, (çev. Celal Kanat), İstanbul, Kavram Yayınları, 1990, s. 96.

41

sahnesinden silerken, aslında aynı zamanda (dış pazarlara yönelik) ihtiyacını karşıladığı kapitalist genişleme sürecine de istemeden son vermiş olacaktır. Bu süreçte sermaye sahipleri tarafından yönlendirilen devletlerin kullanacağı güç ve aralarındaki aşırı rekabet hali, bir yandan dünyayı felaketlere sürüklerken diğer yandan da kapitalizmin yıkıcılığını ortaya koyacaktır.107 Avusturyalı Marksist R. Hilferding ise, Luxemburg’dan farklı olarak, ‘Mali Kapital’ (1910) adlı eserinde mali sermayenin kapitalizmin ileri aşamasında doğuşunu ve emperyalizmde bunun oynadığı etken rolü incelemiş ve emperyalizm teorisinin gelişimine önemli bir katkı sağlamıştır.108

Bukharin, ise Luxemburg tarafından öne sürülen kapitalizmin (kapitalist-olmayan) dışpazarlar olmadan birikimini gerçekleştiremeyeceğine yönelik iddiayı çürütecek ve yeniden yapılandıracak ek bir siyasi/ideolojik emperyalizm tanımı ortaya koyar. Kapitalist rekabet, ilk olarak, ulusal alanda merkezileşir ve küresel bir rekabetin boğucu ve yok edici sertliği ile uğraşmak zorunda kalmayacak hale gelir. Üzerinde uzmanlaşılmış bir alanda yapılan bu rekabet, ulusal kapitalist ekonominin, dünya ekonomik sistemine dahil olmasını ve oradaki pozisyonu belirler. Hammadde, coğrafya, bölgesellik gibi çeşitli faktörlerin belirlediği bu uzmanlaşma sürecinden ulslararası alanda 'işbölümü' doğar. Uluslararası rekabet, bu işbölümünden pay kapma amacına doğru saptıkça, sermaye ihracatı da uluslararası bir boyuta ulaşır. Uluslararası boyutta yaşanan karşılıklı etkileşim sayesinde ulus-devletler birer ulusal pazara dönüşmüş olur.

Bu ulusal pazarların kontrolü ise çoğunlukla belli sayıdaki sektörlerde öne çıkan oligopoller veya monopoller tarafından sağlanır.109

Lenin’in emperyalizm teorisinde öne sürdüğü fikirler büyük ölçüde yukarıda zikredilen yazarların görüşlerinden alınmakla birlikte onlarınkinden farklılıklar göstermektedir. Hobson’da emperyalizm, kapitalist toplumda gelir bölüşümü eşitsizliği ve işçi sınıfının eksik tüketimi ile ilgili bir olgudur ve şayet ülke içerisinde uygun politikalar izlenip işçi sınıfının düşük tüketitim düzeyi yükseltilirse emperyalist olmayan kpitalizm gerçekleşebilir. Buna karşın, Lenin için emperyalizm kapitalizmin iç çelişkilerinden doğar; tekelleştiği aşamada kapitalizm, kendi içsel gerekleri dolayısıyla ülke dışında pazarlar aramak zorundadır. Lenin’in Rosa Luxemburg ile arasındaki fark daha belirgindir. Luxemburg, emperyalizme yol açan etken olarak ‘art-değerin

107 Ongur-Yavçan, a.g.m., s. 268-269.

108 Kazgan, İktisadi Düşünce ya da Politik İktisadın Evrimi, a.g.e., s. 340-341.

109 Ongur-Yavçan, a.g.m., s. 269.

42

gerçekleşmesini görümüş, tekelci dönemin kapitalizmine ve sermaye ihracına oldukça az dolaysız önem atfetmiştir. Oysa Lenin için emperyalizm temelde sermaye ihracıyla beliren tekeller kapitalizminin sonucudur. Rekabet şartlarının geçerli olduğu aşamada kapitalizm, mal ihracıyla belirdiği halde, tekelleştiği aşamada durum değişmiştir.110

Lenin’e göre Marx’ın kendi sonunu getirmesini öngördüğü kapitalizm kendi üç yasasından denizaşırı emperyalizm yoluyla kaçmıştır. Böylelikle Lenin, Marksist üç kapitalizm yasasına dördüncüsünü eklemiştir. Bu yasa, kapitalist ekonomiler olgunlaştıkça, sermaye biriktikçe ve kâr oranları düştükçe kapitalist ekonomilerin sömürgeler ele geçirmeye zorlanması ve bu sömürgelerin kendisilerine bir piyasa, yatırım çıkış alanı ve hammadde kaynağı olarak hizmet etmesi yönünde bir bağımlılık ilişkisi yaratmasıdır.111 Kapitalist ekonomiler hammadde temini ve kendi ülkelerinde tüketilemeyen mamul ürünlerin pazarlanması amacıyla dünyanın azgelişmiş ülkelerini sömürgeleştirmişlerdir. Sömürgelerdeki bağımlı ekonomiler, kapitalist ekonomiye mallarını satmak için yeni bir pazar imkânı vermenin ötesinde ucuz hammadde kaynakları ve rekabet için ucuz işgücü sağlamaktadır.112 Bu yolla dünyanın yoksul ve gelişememiş ülkelerinden sanayileşmiş ülkelere sürekli bir zenginlik aktarılmış ve ciddi bir refah transferi sağlanmıştır. Aktarılan bu refahın bir kısmı sanayileşmiş ülkelerdeki işçilerin sosyal ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesinde kullanılmıştır. Böylece Marx’ın sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkacağını öngördüğü çelişki ötelenmiş, diğer bir deyişle devrimi gerçekleştirmesi beklenen işçiler sistemce bertaraf edildiğinden sonunda sosyalizme varması beklenen kriz engellenmiştir.

Emperyalizm teorisine göre, kapitalist ekonomiler sömürülen dünyayı nispi güçlerine göre bölüşmektedirler. Lenin, her kapitalist ekonominin farklı seviyede gelişmekte olduğunu vurgulayan “eşitsiz gelişme kanunu” nedeniyle, bölüşüm sürecinde kapitalist ekonomilerin anlaşmazlıklar yaşayacağını ileri sürmektedir.113 Bu bağlamda emperyalist çatışma kaçınılmaz olarak yükselen ve gerileyen emperyalist güçler arasında savaşlara neden olacaktır. Diğer bir deyişle, Lenin kapitalist ekonomiler büyüdüğü ve sermayeler değişik oranlarda biriktiği için kapitalist uluslararası sistemin ancak çok kısa dönemlerde istikrarı sürdürebileceğini ileri sürerek, sonunda kapitalistler

110 Kazgan, İktisadi Düşünce ya da Politik İktisadın Evrimi, a.g.e., s. 342.

111 Gilpin, a.g.e., s.55-57.

112 Ayhan, İmparatorluk Yolu: Petrol Savaşlarının Odağında Orta Doğu, a.g.e., s.53.

113 Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma Hegemonya İşbirliği, a.g.e., s. 288.

43

arasında sömürü alanları üzerinde çatışmaların başgöstereceğini öngörür. Lenin emperyalist güçlerin aralarında belli bölgelerin sömürülmesi amacıyla yaptıkları ittifakların geçici olduğunu, dolayısıyla çatışma ihtimalinin hep olduğunu ileri sürer.

Lenin’in bu analizine göre, I. Dünya Savaşı gerileyen İngiltere ile yükselen diğer kapitalist güçler arasında sınırsal bir yeniden bölüşüm savaşı olarak ortaya çıkmıştır.

Diğer bir deyişle bu savaş, İngiltere dışındaki diğer kapitalist ekonomilerin geliştikçe sömürge alanlarının yeniden dağıtılmasını istemeleri üzerine çıkmıştır. Lenin kapitalist ekonomilerin sömürgelere ilişkin bölüşüm savaşlarında bölüşme ve yeniden bölüşmenin, sömürgelerin sanayileşmesi ve kapitalist ülkelerin proletaryalarının sisteme karşı ayaklanmasına kadar süreceğini ileri sürmekte ve uluslararası kapitalist sistemin en nihayetinde bu ayaklanmalar sonucu yıkılacağını öngörmektedir.

Lenin’e göre, emperyalizm aşamasının beş temel özelliği bulunmaktaydı:

i) Üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşmanın ileri bir aşamaya gelerek tekellerin oluşması, yani kapitalist ekonomilerin büyük sanayi kartellerince domine edilmesi,

ii) Finansal sermaye (finans kapital/mali-sermaye/banka sermayesi) ile sanayi sermayesinin birleşmesi ve sanayi sermayesinin bu finansal sermaye temelinde kontrol edildiği bir finans oligarşisinin oluşması,

iii) Mal/meta ihracından ayrışmış olan sermaye ihracının özel bir önem kazanması,

iv) Dünyayı kendi aralarında bölüşen uluslararası kapitalist tekellerin kurulmuş olması,

v) Dünyadaki hemen hemen bütün toprakların, büyük kapitalist güçlerce paylaşımının tamamlanması.114

Marx’ın kapitalizmi genel olarak küçük, rekabetçi ve endüstriyel firmalardan oluşan, Batı Avrupa’ya mahkum ve gelişimi bir gün duracak kapalı bir ekonomi olarak formüle ederken, Lenin’in öne sürdüğü emperyalizm formülasyonu yukarıda sıralanan beş konuyu içermesi bağlamında daha kompleks bir yapıya sahipti. Bunun elbette bir tarihsel gerekçesi vardı. Kapitalizm, 1870 ile 1914 arasında hareketli, teknolojik, giderek küreselleşen ve açık bir sistem haline gelmişti. Marx’ın zamanında gelişen dünya ekonomisinin başlıca bağlantı noktası ticaretti. Fakat 1870’ten sonra İngiltere’nin

114 Vladimir I. Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, (çev. Cemal Süreya), Ankara, Sol Yayınları, 2009, s.100-101.

44

ardından diğer gelişmiş ekonomilerin geniş çapta sermaye ihracatı dünya ekonomisini önemli biçimde değiştirmişti. Yabancı yatırım ve uluslararası finans, toplumlar üzerinde ekonomi ve siyaset ilişkilerini ciddi olarak değiştirmişti. Ayrıca artık kapitalist ekonomiler büyük sanayi kartelleri tarafından domine edilmekte ve Lenin’e göre nihayetinde büyük bankalarca (haut finance) kontrol edilmekteydi. Lenin endüstriyel sermayenin finansal sermaye ile kontrol edilmesi kapitalist gelişimin en yüksek seviyesini temsil etmekteydi.115

Özetle, Lenin’e göre, emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı;

dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların emperyalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.116 Lenin, ulusal rekabetin yıkıcılığı yerine uluslararası büyük güçlerin kendi aralarında yapacakları bir ittifakla, adeta ortaklaşa bir biçimde yürütülecek olan sömürü politikalarının küresel barışı getireceği düşüncesine tümüyle karşı çıkmıştır.117