• Sonuç bulunamadı

NEOLİBERALİZMİN YÜKSELİŞİ VE EVRİMİ: EKONOMİ-POLİTİKA İLİŞKİSİNDE “MÜDAHALE” SORUNU

KURAMSAL ÇERÇEVE: LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK

3. LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK ve TEMEL DİNAMİKLERİ DİNAMİKLERİ

3.4. NEOLİBERALİZMİN YÜKSELİŞİ VE EVRİMİ: EKONOMİ-POLİTİKA İLİŞKİSİNDE “MÜDAHALE” SORUNU

64

kazanmasıyla beraber ticaret-barış ilişkilerinin daha fazla tartışıldığı görülmektedir. Bu kapsamda ticaret ve çatışma arasında negatif bir ilişki olduğunu ortaya koyan ampirik çalışmalar popülerlik kazanmıştır.175

3.4. NEOLİBERALİZMİN YÜKSELİŞİ VE EVRİMİ: EKONOMİ-POLİTİKA

65

ekonomisine müdahalesini haklı ve gerekli gösteren müdahaleci yaklaşımı bu dönemde ortaya çıkmıştır. Liberal bir uluslararası ekonomik düzen ile sosyopolitik müdahaleye açık ulusal düzenleri sentezlemeyi hedefleyen bu düşünsel çaba, uluslararası alanda uygulamaya dönüşmüştür. Bu kapsamda, bir yandan sonradan Dünya Ticaret Örgütü’nün kökenini oluşturacak olan GATT rejimi ile uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi ve küresel piyasalar oluşturulması hedeflenmiş, diğer yandan da ulus devletlere istihdam sağlayıcı, sosyal refah oluşturucu ve gelir dağılımını düzeltici birtakım sosyo-ekonomik müdahale yetkileri tanınmıştır. Bu gelişmeler gelişmiş dünyada refah devleti anlayışını getirirken, dekolonizasyon süreci ile giderek genişleyen üçüncü dünya ekonomilerinde ise, siyasal bağımsızlığa paralel biçimde ekonomik kendine yeterlilik politikaları gündeme gelmiştir. 1944’te hayata geçilen Bretton Woods rejimi de bu politikalar için uygun zemini oluşturmuş ve Keynesyen politikalar 1950’li yıllardan itibaren küresel kalkınma paradigmasını belirlemiştir. Ancak 1970’lerde küresel ekonomi politik sistemde yaşanan uluslararası petrol şokları, borç krizleri ve stagflasyonun (işsizlik içinde enflasyonun) ardından neoliberal anlayışa doğru ciddi bir paradigma kayması yaşanmıştır.178 Bu çerçevede, ulusal kalkınmanın sağlanmasını teminen makro hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla devlet müdahalesini savunan Keynesyen yaklaşımlar 1970’lerden itibaren tedricen azalmış ve bu tarihlerde ortaya çıkan uluslararası ekonomi politik çalışmalarında neoliberal paradigma gündeme gelmeye başlamıştır. Bu çerçevede, Friedrich August von Hayek’in (1899-1992) 1930’larda ve 1940’larda büyük ölçüde Keynes’le giriştiği iktisat teorisi tartışmaları ile ortaya koyduğu unutulmuş iktisadi yaklaşımı tekrar gündeme gelmiş ve Hayek 1974’te Nobel ödülü almıştır. Hayek çalışmalarında ekonomik dalgalanmaları sermaye hareketleriyle ilişkili olarak ele almış ve Keynes’in teorisinde öne sürülen belirli koşullarda tüketim malları talebindeki artışın, yatırımları artıracağı varsayımının yanlışlığını ortaya koymuştur. Hayek devletin piyasaya müdahale edecek tüm girişimlerden uzak durarak, piyasanın kendiliğinden işleyişine izin vermesi gerektiğini ileri sürmüştür. Zira Hayek devlet müdahalesinin piyasada koordinasyon bozukluklarına neden olacağı görüşündedir.179 Hayek’e göre devletin temel işlevi, bireysel özgürlüğün korunması ve genişletilmesidir. Hayek, 1944 tarihli The Road to Serfdom (Kölelik Yolu)

178A.g.e., s. 50-54.

179 Turan Yay, F. A. Hayek’te İktisadi Düşünce: Hayek V Keynes/Keynesciler Tartışması, Bursa, Ezgi Kitabevi, 1993, s. 71.

66

adlı kitabında, merkezi planlamanın, diğer bir deyişle devletin ekonomiye müdahalesinin köleliğe neden olacağını ileri sürmektedir. Hayek’e göre devlet kalkınma planları aracılığıyla hangi saiklerle, neyin, ne kadar imal edileceğine, az sayıda kaynakların nasıl dağıtılacağına dair talimat vererek ekonomiye müdahale eder. Hayek böylesi bir ekonomi politik düzende çıkar ilişkilerinin “toplumsal amaç”, “ortak çıkar”,

“ortak refah” gibi muğlâk tabirlerle meşrulaştırıldığını; oysa nihai olarak totalitarizme varan bu sistemlerde asıl iktidarın, bir yönetici grubun elinde toplandığını ve bu grubun çıkarlarının gözetildiğini ileri sürmektedir.180

Hayek’in yanı sıra Amerikalı Milton Friedman (1912-2006) da serbest piyasa liberalizmi ve minimum devlet müdahalesi ilkeleri bağlamındaki neoklasik söylemi ile 1970’lerde öne çıkmaya başlamıştır. 1976’da Nobel ödülü alan Friedman’a göre de 1970’lerden sonra baş gösteren krizin asıl nedeni Keynesyen politikaların uygulanmış olmasıydı. 1962 tarihli Kapitalizm ve Özgürlük adlı eserinde ekonomi ile siyaset arasında çok yakın bir ilişki olduğunu ileri süren Friedman, ekonomi ve siyasetin ancak belli kombinasyonlarının mümkün olduğunu ve sosyalist bir toplumun aynı zamanda bireysel özgürlükleri de güvence altına alacak kadar demokratik olmayacağını vurgulamıştır. Ona göre ekonomik düzenlemeler özgür bir toplumun ilerlemesinde ikili bir rol oynamaktadır. Friedman’a göre ekonomik düzenlemelerdeki özgürlük geniş anlamda özgürlüğün tamamlayıcılarından biri olup, bizatihi kendisi tek başına bir amaç olarak değerlendirilmektedir. Buna ilaveten, ekonomik özgürlük aynı zamanda siyasal özgürlüğe giden yolda vazgeçilmez bir araç olarak nitelendirilmektedir.181 Frieadman ekonomik faaliyetin organizasyonunun siyasal otoritenin denetiminden çıkarılmasıyla birlikte piyasanın, zor kullanma gücünün kaynağını ortadan kaldırdığını ileri sürmekte;

böylelikle piyasanın, ekonomik gücün siyasi gücü desteklemek yerine, denetlenmesini de mümkün kıldığını savunmaktadır. Friedman’ın kendi ifadesiyle açıklayacak olursak

“eğer ekonomik güç siyasi ellerden uzak tutulursa, siyasi güce karşı bir denetim ve muhalefet hizmeti verebilir.”182

Özetle, neo-liberalizmin korumacı devlet anlayışına yönelik eleştirilerinin temel nedeni, bu türden bir devlet anlayışının hem ekonomik kalkınma ve refahı, hem de

180 Friedrich A.von Hayek, Kölelik Yolu, (çev. Turhan Feyzioğlu-Yıldıray Arsan), Ankara, Liberte Yayınları, 1999, s. 80.

181 Milton Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, (çev. Doğan Erberk-Nilgün Himmetlioğlu), İstanbul, Plato Film Yayınları, 2011, ss.9-10.

182 Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, a.g.e., s. 21.

67

bireysel girişim ve rekabeti engellediği varsayımına dayanmaktadır. Özünde neo-liberalizm, ekonomik işleyişin devletin egemenliğinden çıkarak piyasa şartlarına bırakılmasını, diğer bir deyişle ekonomik faaliyetlerin serbest piyasa mekanizmasına havale edilmesini savunan bir yaklaşımdır.

Bu noktada, her ne kadar neoklasik akımın temsilcileri kendilerini başta Adam Smith’in olmak üzere klasik liberallerin mirasçıları olarak nitelendirilseler de, bu iki düşüncenin temel önermelerini birbirinden ayıran farklılıklarını göz ardı etmemek gerekir.183 Nitekim minimal devlet felsefesine inanan neo-liberal teorisyenler devletin kamu otoritesine, ekonomik ve toplumsal sorunlara yönelik her tür müdahalesine muhalefet etmekte ve klasik liberallerden farklı olarak devletin sadece üretim, tüketim, istihdam, dağıtım ve pazarlama gibi ekonomik faaliyetlerde değil, aynı zamanda sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, altyapı gibi birtakım alanları da özel sektöre bırakması gerektiğini ileri sürmektedirler. Nitekim Friedman, devletin eğitim hizmetleri vermesinin sakıncalı hatta zararlı olacağını savunmaktadır. Ona göre, piyasa zaten yeterli ve nitelikli bir eğitim hizmeti verebilir ve devletin bu yönde yapacağı herhangi bir girişim, hem toplumsal kaynakların israfını artıracak, hem de fırsat eşitliğini bozacaktır.184

Öte yandan neoliberal ekonomi politikalarının ana akım iktisat politikasına dönüşmesi konusunda tam bir tarih vermek zor olmakla birlikte; genellikle neo-liberalizmin Thatcher’ın 1979’da İngiltere’de, Reagan’ın ise 1980’de ABD’de iktidara gelmesiyle uygulama olanağı bulduğu kabul edilmektedir Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte ise neoliberalizm politikalarının alternatifsiz bir biçimde tüm dünyada egemen olduğu ileri sürülmektedir. Bu çerçevede, 1990’lı yıllar neoliberal politikaların Washington Uzlaşısı (Washington Consensus) olarak nitelenen bir paket ekseninde dünya genelinde uygulamaya sokulduğu yıllar olmuştur. Marksist ekonomi politiğinin temsilcilerinden Duménil ve Lévy’nin ileri sürdükleri gibi, bir ekonomi-politik doktrin olarak neo-liberalizm 1990’lardan sonra dünyanın her yerine kademe kademe yayılarak kendisini küreselleştirmiştir.185

183 Klasik liberalizm ile neo-liberalizm ayrımını açıklayan ufuk açıcı bir çalışma için bkz. Francisco Vergara, Liberalizmin Felsefi Temelleri: Liberalizm ve Etik, (çev. Bülent Arıbaş), İstanbul, İletişim Yayınları, 2014.

184 Vergara, a.g.e., s.173.

185 Gerard Dumênil-Dominique Lêvy, Kapitalizmin Marksist İktisadı, (çev. Selin Pelek), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 42-43.

68

Ayrıca neo-liberalizmin en önemli varsayımı mali piyasaların serbest olması durumunda, sermayenin dünya çapındaki hareket alanının genişleyebileceği ve böylece piyasanın daha etkin çalışabileceğidir.186 Nitekim son yirmi beş yılda gerek GATT (daha sonra Dünya Ticaret Örgütü-DTÖ/WTO), Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası mali ve ekonomik kuruluşlar gerekse bu kurumların oluşturduğu rejimler sayesinde ulusal devletler aracılığıyla yürütülen neo-liberal politikalar, devleti kamusal çıkar adına uyguladığı sosyal harcamalardan vazgeçirip kamunun ekonomi üzerinde belirleyici rolünün azaltılarak kamunun bütçe dengesinin sağlanmasını; finansal hareketlerin üzerindeki düzenleme ve denetimleri kaldırarak sermayenin ve serbest ticaret önündeki engellerin azaltılarak dış ticaretin liberalizasyonunu ve kamu işletmelerinin özelleştirilmesini sağlamışlardır. “Dengele-serbestleştir-özelleştir”

mottosuyla özetlenebilecek olan birinci nesil Washington Uzlaşısı politikaları adeta bir dogma haline gelmiş187 ve bu uzlaşı ile ülkelere dış borçlarda azalma, daha yüksek ve istikrarlı bir büyüme, düşük enflasyon ve işsizlik ile mali disiplin önerileri getirilmiştir.

Ancak 1990’lı yıllarda yaşanan gelişmeler Washington Uzlaşısı’nın bu önerileri yerine getiren ülkelerde başarısız olduğunu ortaya koymuştur. Bu ülkeler çok az büyüyebilmiş ve finansal krizlerden dolayı daha kırılgan hale gelmişlerdir.188 İronik bir biçimde uzlaşının önerilerini uygulamayan ülkeler açısından ise durum, bu önerileri uygulayan ülkelerden en azından daha kötü olmamıştır. Nitekim bu durum politikaları öneren kurumların da dikkatini çekmiş ve Post-Washington Uzlaşısı olarak adlandırılan ikinci nesil politika önerileri uygulamaya sokulmuştur. Post-Washington Uzlaşısı ile neo-liberalizmin temel ilkesi olan minimum devlet anlayışının 1990’larda yaşanan gelişmeler sonucu “devletin yönlendiriciliği” şekline dönüştüğü ileri sürülmektedir.189 Bu durumun, 2008 ekonomik krizi ile daha belirgin bir hal aldığı söylenebilir. Nitekim 2007’de ABD finansal piyasalarında kredi ve türev ürünlere ilişkin spekülasyonlar ve banka başarısızlıkları ile başlayan krizin 2008 yılının sonlarında küresel malî piyasaları

186 Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Ulus Devlet, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002, s.

16.

187 Dani Rodrik, Akıllı Küreselleşme: Küresel piyasalar, devlet ve demokrasi neden birlikte var olamazlar?, (çev. Burcu Aksu), Ankara, Efil Yayınevi, 2011, s.143.

188 Dani Rodrik, “Goodbye Washington Consensus, Hello Washington Confusion? A Review of the World Bank’s Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform”, Journal of Economic Literature, Vol. 44, No.4, 2006, p.978.

189 Yelda Tekgül-Mehmet Fatih Cin, “Neoklasik Paradigma Olarak Washington/Post Washington Uzlaşısının Yükselişi ve Düşüşü: Post-Keynesyen Alternatif Yaklaşım”, International Conference On Eurasian Economies 2014, (ed.) Selahattin Sarı-Alp H. Gencer-İlyas Sözen, İstanbul, Beykent Üniversitesi, 2014, s. 928, http://www.eecon.info/proceedings/eecon2014.pdf , (28.05.2014).

69

etkiler hale gelmesi, neo-liberal politika yapıcılarının piyasa mekanizmasına yönelik birtakım müdahaleleri kullanmak zorunda kalmasına tanıklık etmiştir. 2008 finansal krizi sermaye hareketliliği sonucunda fonların yurtdışında değerlendirilmesi amacıyla, ABD’den kolaylıkla hareket etmesi ya da dışarıdaki fonların ABD’ye kolaylıkla girmesi sonucu küresel arenaya sıçramıştır. Bu bağlamda 2008 finansal krizinin ardındaki temel nedenin neo-liberalizm uygulamaları ile devletlerin piyasaların gelişmesine olanak tanıyan yasal düzenlemelerini gevşetmeleri olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim tüketicinin harcamalarını kısması ve piyasaya olan güvenin yok olması ya da azalması ile sonuçlanan 2008 krizi devlet müdahalesine ihtiyaç duyulmasına yol açacak ölçüde ciddi bir kriz olmuş ve ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve Çin’de piyasaya likidite sürülmesi, kredilere ve mevduata garanti verilmesi, sermaye desteği sağlanması ve ya varlıkların satın alınması gibi önlemlere başvurulmuştur.190

Düşünsel anlamda ise özel sektörün kendi haline bırakıldığında dengesizliklere ve istikrarsızlıklara neden olacağını, devletin bu istikrarı düzeltmek için kamu harcamaları, transfer harcamaları, vergiler ve borçlanma yöntemleri gibi birtakım maliye politikaları uygulayarak piyasalara müdahale etmesini savunan Keynezyen model tekrar ekonomi politik teorisyenlerince tartışılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, yaşanan gelişmelerden hareketle, neoliberal iktisat politikalarının zaman içerisinde

“pür” halinden Keynezyen iktisat anlayışına doğru bir dönüşüm geçirdiği öne sürülmektedir.191

3.5. LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIMDA