• Sonuç bulunamadı

Diğer Ortadoğu Ülkeleri İle İlişkiler: Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan Türkiye’nin Lübnan, Mısır ve Suudi Arabistan gibi diğer Ortadoğu ülkeleri ile

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE-ORTADOĞU İLİŞKİLERİ

2. SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA PARADİGMA ARAYIŞLARI VE TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU İLE

2.1.4. Diğer Ortadoğu Ülkeleri İle İlişkiler: Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan Türkiye’nin Lübnan, Mısır ve Suudi Arabistan gibi diğer Ortadoğu ülkeleri ile

128

Grafik 5 – Türkiye İsrail Dış Ticareti (1990-2000)

Kaynak: Ekonomi Bakanlığı

2.1.4. Diğer Ortadoğu Ülkeleri İle İlişkiler: Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan

129

olarak Türkiye ile ilişki kurmasa da, Lübnan, Türkiye-Suriye ilişkilerinin durumuna göre Türkiye’ye karşı olumlu veya olumsuz tutum takınmıştır.337 Bu çerçevede, Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin 1980’li ve 1990’lı yıllar boyunca gergin bir seyir izlemesi Türkiye-Lübnan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Bu dönemde Türkiye-Suriye gerginliğinin en önemli unsuru olan PKK’ya destek konusu Türkiye-Lübnan ilişkilerinin de belirleyici unsuru olmuştur. Zira söz konusu dönemde PKK’nın birçok kampı o dönemde Lübnan’da Bekaa Vadisi’nde konuşlanmış ve Lübnan, Türkiye açısından güvenlik tehdidi oluşturmuştur. 1992 ve 1993 yıllarında Suriye ile yapılan görüşmeler sonucu Türk tarafının ısrarlı tutumuyla her ne kadar Bekaa’daki PKK kampı kapatılmışsa da Lübnan’la ilişkiler Türkiye-Suriye ilişkilerinin yumuşamasına kadar pek geliştirilememiştir. 1998 Adana Mutabakatı sonrası Türkiye-Suriye ilişkilerinde başlayan yumuşama süreci, Türkiye-Lübnan ilişkilerini de doğrudan etkilemiştir.

Dolayısıyla Grafik 6’dan da görüleceği üzere iki ülke arasında oldukça sınırlı düzeyde ve daha ziyade Türkiye lehine seyreden ekonomik ilişkiler ancak bu tarihten sonra ivme kazanacaktır.

Grafik 6 – Türkiye-Lübnan Dış Ticareti (1990-2000)

Kaynak: Ekonomi Bakanlığı

1990’lı yıllar Mısır’la ilişkilerde de gözle görülür derecede yakınlaşmanın yaşandığı dönem olmuştur. 1990’ların başından itibaren Ortadoğu politikaları açısından Batı ile işbirliği içerisinde olan ve I. Körfez Savaşında ABD’yi destekleyen Mısır’la

337 Veysel Ayhan-Özlem Tür, Lübnan: Savaş, Barış, Direniş ve Türkiye ile İlişkiler, Bursa, Dora Yayınları, 2009, s.283.

57

97 104 106

167 179

210 235

185 173 151

0 50 100 150 200 250

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000

(Milyon Dolar)

İhracat İthalat Dış Ticaret Hacmi

130

ilişkiler karşılıklı ziyaretlerle geliştirilmiştir. Bu dönemde Türkiye ve Mısır, ikili ve bölgesel meselelerde birbirleri ile istişare etme alışkanlığı geliştirmişlerdir. Bunun en çarpıcı örneği, Türkiye ve Suriye arasında yaşanan Ekim 1998 krizi sürecinde Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in oynadığı doğrudan ve şahsi arabulucu rolü sayesinde bu krizin tam bir savaşa dönüşmesinin engellenmesidir.338 Bu dönemde iki ülke ayrıca aralarındaki çok zayıf olan ticaret ilişkisini arttırmak için girişimlerde bulunmuştur. Bu süreçte Türkiye ve Mısır arasında savunma alanında bir yakınlaşma sözkonusu olmuş ve Mısır 40 adet Türk F-16’sını Türkiye’den almaya karar vermiştir.339 Grafik 7’den de görüleceği üzere, iki ülke dış ticaret hacmi 1990-2000 döneminde 1998 yılında en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Yakalanan bu seviyenin sağladığı olumlu hava ile 1998 sonunda Mübarek’in Ankara’yı ziyareti esnasında ticaret hacminin 1 milyar dolara çıkarılması hedefi konulmuş olmakla birlikte, sonraki iki yıl büyük ölçüde Mısır’dan yapılan ithalatta yaşanan düşüş nedeniyle ikili ekonomik ilişkiler istenen düzeye yükseltilememiştir. Mısır ayrıca Türkiye’de yaşanan 1999 Marmara depreminden etkilenen merkezlerde sahra hastaneleri kurmuş ve Türk kamuoyunun önemli ölçüde itibarını kazanmıştır.

Grafik 7 - Türkiye-Mısır Dış Ticareti (1990-2000)

Kaynak: Ekonomi Bakanlığı

338 Kirişçi, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Geleceği”, a.g.e., s 166.

339 Bkz. Hasan Köni, “Mısır Türkiye İsrail Üçgeni”, Avrasya Dosyası, C.1, S.3, Sonbahar 1994, s.54.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin bahar havasını yaşadığı 1990’ların başlarında yazılan bu makale, Ortadoğu’da

“Türkiye-İsrail-Mısır üçgeninin” doğduğu ifade edilmekte ve dönemin dış politika yazını ve dili açısından güzel bir örnek teşkil etmektedir.

0 200 400 600 800 1.000

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 197 217 232 296 319

457

589 703 867

576 516

(Milyon Dolar)

İhracat İthalat Dış Ticaret Hacmi

131

Suudi Arabistan’la ilişkilerde ise Soğuk Savaş’ın son erdiği yıllarda bölgede meydana gelen I. Körfez Savaşı ve etkilerinin belirleyici olduğu söylenebilir. 1991’de Irak’ın Kuveyt işgali sırasında Özal’ın işgal karşıtı tutumunun Suudi Arabistan’ın dış politikasıyla örtüşmesiyle iki ülke ilişkileri üst düzeylere taşınmıştır. Nitekim Turgut Özal bu dönemde Suudi Arabistan’a dört defa resmi ziyarette bulunmuştur 1993 yılında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiştir.340 Bununla birlikte, 1990’ların başında Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından ivme kazanan ilişkiler Özal sonrası dönemde hem bölgesel konjonktür hem de her iki ülkedeki dönemin hükümetlerinin iç ve dış politika hedeflerindeki farklılaşmalar nedeniyle daha ileri seviyelere taşınamamıştır. 1990’lı yıllarda Türkiye iç siyasetindeki zikzaklar, dış politikada da birtakım gelgitler yaşanmasına neden olmuş; 1996 yılında iktidar olan Refah-Yol Koalisyonu zamanında söylem bazında iyileşmeler görülse de, 28 Şubat süreci ile birlikte ise ikili ilişkilerde tereddüt ve temkin havası oluşmuştur. Bu durum iki ülke dış ticaret ilişkilerine de yansımıştır. Grafik 8’den de izleneceği üzere, bu tarihten itibaren iki ülke dış ticaret hacmi ciddi bir düşüş göstermiştir.

Grafik 8 - Türkiye-Suudi Arabistan Dış Ticareti (1990-2000)

Kaynak: Ekonomi Bakanlığı

340 Muhittin Ataman, “Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri: Temkinli İlişkilerden Çok-Taraflı Birlikteliğe”, Ortadoğu Analiz, C.1, S. 9, 2009, s.75

1.062

2.313

2.152 2.152

1.838 1.853 2.138

1.553 1.144

946 1.348

0 500 1.000 1.500 2.000 2.500

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000

Milyon Dolar

İhracat İthalat Dış Ticaret Hacmi

132

2.2. 2000’Lİ YILLAR: EKONOMİ ODAKLI DIŞ POLİTİKAYA GEÇİŞ

2000’li yıllarla birlikte ekonomi odaklı dış politikaya geçiş süreci Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasi olarak geçirdiği dönüşümle birlikte değerlendirilmelidir. Bu dönüşümü en iyi ifade eden kavram 1986’da Richard Rosecrance tarafından kullanılmış olan “ticaret devleti” (trading state) kavramıdır.“Ticaret devleti” kavramı, dış politikayla ticaretini birlikte sürdüren, ekonomik dinamiklerle dış politikasını şekillendiren devlet tipine işaret etmektedir. “Ticaret devleti” niteliğindeki devletler kaba kuvvete ve askeri kapasitelere dayanan ülkelerin aksine ekonomik anlamdaki karşılıklı bağımlılığın dış politikalarındaki önemine atıf yaparlar. Bu devletler için ulusal çıkarlar dar anlamda tanımlanmış ulusal güvenlik kaygılarıyla belirlenmeyip;

ticaret, ihracat piyasalarının genişletilmesi ve doğrudan dış yatırım gibi ekonomik öncelikler de aynı ölçüde önem taşımaktadır.

2000’li yıllarla birlikte, AB ile uyum sürecinde yapılan siyasi reformlar, küresel ekonomiye eklemlenme sürecinin hızlanması ve bütün bunların bir sonucu olarak yaşanan gelişmelerin önce sistemi demokratikleştirmesi341 ve daha sonra sivil toplum, baskı grupları ve iş çevrelerinin inisiyatiflerinin önemli bir şekilde artması ve böylelikle dış politikanın demokratikleştirilmesi süreci ekonomi merkezli dış politikanın da güvenlikçi anlayışlara karşılık güçlenmesinin önünü açmıştır. AB sürecinde köklü reformlar yapan, kendisinden önceki koalisyon tarafından Kemal Derviş önderliğinde IMF ve Dünya Bankasının yol göstermesiyle uygulamaya konulan ekonomik kriz reçetesine sadık kalarak ekonomiyi sağlamlaştıran ve bölgesel güç olabilmek için

“yumuşak güç” araçlarını benimseyen istikrarlı bir siyasi irade ekonomi merkezli dış politika paradigmasının yerleşmesini sağlamıştır. Özetle 2001 kriziyle başlayan reform süreci ekonomide yeni bir dönemi başlatırken, bu dönemin sürdürülebilir ekonomik büyüme ile devam ettirilmesi amacı, bu yönde atılan dış politika adımlarıyla birlikte diplomaside yeni bir anlayışı zorunlu hale getirmiştir. Bu bağlamda, ticaret devleti kavramı daha ziyade Türkiye’nin özellikle 2000’li yıllar boyunca -başta yakın

341 Ziya Öniş,”Multiple Faces of the “New” Turkish Foreign Policy: Underlying Dynamics and a Critique”, Insight Turkey, Vol.13, No.1, 2011, pp. 47-65.

133

çevresindekiler olmak üzere- diğer ülkelerle yürüttüğü özellikle ekonomik yakınlaşma siyasetini tanımlamak için kullanılmaktadır.342

Aslında dış ilişkilerde ekonominin öncelikli bir hal alması daha önce 1970’lerde yaşanan petrol krizi süreciyle paralel bir seyir izlemiştir. Bununla birlikte, Türkiye’nin o dönem ekonomi-politik yaklaşımının ithal ikameci bir yapıya olması nedeniyle içe kapalı ve dünya ekonomisi ile eklemlenmemiş olması, dış politikada ekonomik etkinliğin istenilen düzeyde gerçekleştirilmesinin önünde bir engel oluşturmuştur. Bu durum ancak 1980’lerle birlikte başlayan ekonominin neo-liberal düzlemde yeniden yapılandırılması ve bu doğrultuda dışarıya açılması süreciyle realize olabilmiştir. Son yirmi yıllık uluslararası ilişkileri belirleyen dinamikler incelendiğinde Soğuk Savaş süresince genellikle ithal ikamesi politikalarıyla bağımsız bir ulusal ekonomik alan oluşturmaya çalışan bölgesel güçlerin, 80’li yıllarda başlayan ve Soğuk Savaş sonrası dönemde gittikçe ivme kazanan ihracata dayalı kalkınma modelleri ile küresel ekonomik dengelerde yer edinmeye çalışan politikalara yöneldikleri görülmektedir. Bu değişim süreci ekonomi-politik ile strateji arasındaki bağımlılık ilişkisini arttırmış ve ekonomik çıkar alanlarını diplomasinin ana unsurları haline getirmiştir. Bu bağlamda;

ithal-ikameci ekonomik politikalardan ihracata dayalı kalkınmayı esas alan ekonomi politikalarına geçişi deneyen ülkeler ekonomik çıkarları diplomasinin ana unsuru haline getirme ihtiyacı duymuşlardır. Bu doğrultuda, Türkiye’de de dünya ile paralel bir biçimde birtakım gelişmeler yaşanmış ve son Demirel kabinesinin Ocak 1980’de açıkladığı ve 12 Eylül askeri yönetiminin benimsediği 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomik reform paketi ile ülkenin ilk kuşak neo-liberal dönüşümü gerçekleştirilmiştir.

Reform paketinin mimarı Özal, 1983’te iktidara geldiğinde dikkatinin büyük bir kısmını ekonomiyi ihracata dayalı olarak yeniden yapılandırma çabasına vermiştir. Bu dönemde ihracat yönelik bir serbest piyasa ekonomisinin yaratılması çerçevesinde, ihracatçılara devlet teşviki, bürokratik işlemlerin basitleştirilmesi ve ihracat yönelik sanayiler için ithal edilen girdiler üzerindeki gümrük vergilerinin kaldırılması gibi ihracatı teşvik eden özel tedbirler alınmıştır. Bu uygulamaların bir sonucu olarak ihracat 1980-1987 yıllarında yüzde 22 ortalamayla artarak, 1979 yılındaki 2.3 milyar dolar seviyesinden 1988’de 11.7 milyar dolara çıkmıştır. Bu artışın yanı sıra, ihraç ürünlerinin niteliği de on yıl boyunca değişime uğramıştır. 1979 yılında ihracatın yaklaşık yüzde 60’ını tarım

342 Kemal Kirişci, “The Transformation of Turkish Foreign Policy: The Rise of the Trading State”, New Perspectives on Turkey, No. 40, 2009, ss. 29–57.

134

ürünleri oluştururken, 1988’de bu oran yüzde 20’ye düşmüştür. Aynı dönem boyunca sanayi ürünlerinin toplam ihracattaki payı yüzde 45’in altından yüzde 72’nin üzerine çıkmıştır.343 Ancak, Özal’ın başlattığı istikrar programı dış ticaretin arttırılması bağlamında amacına erişmiş olmakla birlikte, ekonominin dış politikanın ana unsuru haline getirilmesi noktasında tümüyle bir dönüşüm gerçekleştirememiştir.

Özetle, 1980 askeri darbesi sonrasında ticaret devleti olma yolunda adımlar atılmış olmakla birlikte, 1990’ların istikrarsız Türkiye’sinde ekonomi merkezli bir dış politika anlayışına yönelik paradigma değişimi tam olarak sağlanamamıştır. O dönem dış ticaret anlamında yaşanan olumlu gelişmelere rağmen, Özal’ın etrafındaki birkaç bürokrat ve kendisiyle bağlantılı sınırlı işadamı çevresiyle hedeflediği politik ekonomi anlayışındaki dönüşümü tam anlamıyla sağlamada yetersiz kaldığı tespiti yapılmaktadır.344 Nitekim 1980’li yıllarda ithal ikame stratejisi yerine ihracat odaklı büyüme stratejisini benimseyen Turgut Özal tarafından atılan dışa açılmacı adımlar, 1990’lı yıllara gelindiğinde kurumsal işbirlikleri noktasında Karadeniz Ekonomik İşbirliği345 ve Gümrük Birliği (GB)346 gibi girişimler haricinde kesintiye uğramış,

343 Bu dönemde ihracatta hedef ülkeler de önemli ölçüde değişmiştir. 1973’teki petrol krizinin aksine Türkiye, bu defa ihracat odaklı bir ekonomiyi benimsemesi dolayısıyla 1980’lerin başlarında dünya petrol fiyatlarında yaşanan ikinci patlama sürecinde petrol üreten Arap ülkelerinde oluşan yeni servetten kâr elde edebilmiştir. Aynı zamanda İran-Irak Savaşı sırasında izlenen tarafsızlık politikası da hem İran’la hem de Irak’la ticari ilişkilerin geliştirilebilmesine imkân tanımıştır. Tüm bunların bir sonucu olarak 1982-1985 yılları arasında Türkiye’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya olan ihracatı, Avrupa Topluluğu ülkelerine olan ihracatını aşmıştır. Öte yandan, gerek İran-Irak savaşının sona ermesi gerekse Irak ve Libya gibi ülkelerin Türkiye’ye borçlarını ödeyemez hale gelmesi, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ekonomik-ticari ilişkileri 1980’lerin ikinci yarısından itibaren zayıflamaya başlamıştır. Bkz. Zürcher, a.g.e., s.429. Öte yandan bölge ülkeleri ile ticaret hacminin azalması 1980’lerin sonlarında petrol fiyatlarında yaşanan düşüşle de ilintili olmuştur.

344 Altay Atlı, “Businessmen as Diplomats: The Role of Business Associations in Turkey’s Foreign Economic Policy”, Insight Turkey, Vol. 13, No.1, 2011, p.112.

345 1994 yılında KEİ üyesi ülkeler arasındaki ticaret hacmi 89 milyar dolara ulaşmış olmakla birlikte, üye olan ülkeler arasında yaşanan bölgesel, politik ve jeostratejik anlaşmazlıklar KEİ’nin 1990’lar boyunca aktif bir şekilde çalışmasını engellemiştir. Bkz. Eder, “The Change of Globalization and Turkey’s Changing Political Economy”, a.g.m., p. 192. Buna rağmen, Türkiye’nin bu oluşuma yönelik girişiminin, 2000’lerde Türk dış politikasını belirleyen “komşularla sıfır sorun” ilkesi ve ekonominin dış ilişkilerde temel belirleyici olduğu anlayışı ile örtüştüğü görülmektedir.

346 1990’larda ekonomi-politik arenada yaşanan diğer bir önemli gelişme ise 1995 yılının sonunda AB ile imzalanan GB Anlaşmasıdır. Avrupa Topluluğu’nun Aralık 1989’da Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu reddetmesi üzerine Ankara’nın ilişkileri devam ettirme kararlılığı azalmıştır. Bununla birlikte gerek AT’nin Haziran 1990’da Türkiye’ye yönelik yayımladığı pakette ilişkilerin GB bağlamında

geliştirileceğini ifade etmesi, gerekse 1992’de Türkiye’ye yönelik aldığı karar, ilişkilerin 1963 Ankara Antlaşması doğrultusunda ekonomik entegrasyona odaklanarak geliştirileceğinin sinyallerini vermiştir.

Topluluk 1992’de Avrupa Birliği adını alarak siyasi entegrasyona evrilirken, 1993 Kophenag Zirvesi’nde Türkiye ile ilişkilerini GB temelinde yürütmeye dair karar almıştır. Ancak Türkiye-AB GB süreci siyasal birtakım meseleler nedeniyle ancak 1995 yılında tamamlanmış ve bu tarihte alınan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Türkiye ve AB arasında GB 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Böylelikle Türkiye tam üyelik konumunu elde etmeden AB ile GB’ye giden tek ülke olmuştur.

135

2000’li yıllarda sağlanan siyasi istikrarla tekrar canlanma imkânı bulmuştur. 1980’li yıllarda dışa açılma sürecine giren Türkiye’nin 1990’lı yıllarda bu süreci etkin bir biçimde devam ettiremeyişinin en somut göstergesi 1990’lar boyunca komşulara yönelik dış ticaret hacminin on yıllık süreçte sadece 4 katına çıkarken, sonraki on yılda ise sekiz katına çıkmasıdır. Özetle, 1990’larda Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla yönlendirilen Türk siyasal hayatında güvenlikçi anlayışın baskın olduğu, sivil toplum ve baskı gruplarının hükümet politikalarını yönlendirme imkânının bulunmadığı, (iç ve dış) güvenlik politikası odaklı bir ortam söz konusu olduğu için, Özal’ın getirdiği ekonomi odaklı vizyon dış politikada tam anlamıyla ekonomi merkezli bir dönüşüm gerçekleştirememiştir. Öte yandan dış politik arenada özellikle 1990’ların ikinci yarısında Ortadoğu’ya yönelik olarak temeli atılan ekonomi odaklı birtakım girişimler de yok değildir. Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki, Refah-Yol hükümeti döneminde Başbakan Necmettin Erbakan’ın öncülük ettiği bu girişimler, “ticaret devleti”

mantığından ziyade İslam ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında değerlendirilebilecek nitelikte girişimler olmuşlardır.347 Erbakan ülkedeki sivil/askeri bürokrasi ile bunun etkisindeki basın organlarının ciddi muhalefetine rağmen İran başta olmak üzere Müslüman ülkeler ile ilişkileri geliştirmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda Erbakan hükümeti bir yandan İran, Libya ve Nijerya’ya tartışmalı resmi ziyaretler gerçekleştirirken, diğer yandan özel elçiler göndererek Suriye ve Irak’a yönelik resmi olmayan bir diplomasi (informal diplomacy) yürütmüştür.348 Bu politikaların bir uzantısı olarak dönemde İran’la doğalgaz işbirliği anlaşması imzalanırken diğer yandan D-8 kurulmuştur.

Sonuç olarak 1990’lar boyunca “dış tehditler” söylemi üzerinden oluşturulan dış politika, 1990’ların sonunda ortaya çıkan birtakım iç ve dış gelişmelerle birlikte dönüşüm geçirmeye başlamıştır. İç politikada ‘irtica’ tehdidinin temel aktörü olarak sunulan Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra bu partinin devamı olarak kurulan Fazilet Partisi’nin 18 Nisan 1999 seçimlerinde oy kaybına uğraması ve siyasete ilişkin dilini değiştirerek Refah Partisi’nin rijit söylemlerini terk etmiş olması 1990’lı yıllar boyunca hâkim olan rejimin laik karakterinin tehlikede olduğu söyleminin etkinliğini

347 Erbakan’ın dış politika öncelikleri ile ilgili olarak bkz. Sabri Sayarı, “Turkey’s Islamist Challenge”, Middle East Quarterly, Vol. 3, No.3, September 1996, pp. 35-43.

348 Sabri Sayarı, “Turkey and The Middle East in the 1990s”, Journal of Palestine Studies, Vol. 26, No. 3, Spring 1997, p. 52.

136

kaybetmesine yol açmış ve böylelikle İran’ın rejimi tehdit ettiği söylemi de önemli ölçüde azalmıştır. Diğer taraftan 17 Ağustos 1999’da Türkiye’de meydana gelen depremin de dış politika açısından da algı değişimine yol açtığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda 1999 depremi sonrasında Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik insani yardımları ‘düşman ülke’ imajını bertaraf etmiştir. Dış politikada asıl değişim ise Türkiye 1998’de Suriye ile Adana Mutabakatını imzalaması ve komşularıyla ilişkilerinde normalleşmenin başladığı bir sürece girmesiyle başlamıştır. 15 Şubat 1999 tarihinde Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte ise 1990’lı yıllar boyunca Türk dış politikasını şekillendiren ‘tehdit/güvenlik söylemi’ en önemli gerekçelerinden birini kaybetmiş ve Suriye tehdit algısı dışına çıkmıştır. Böylelikle 2000’li yıllara girilirken Türk dış politikası güvenlik odaklı olmaktan çıkmış ve Türkiye bölgesinde geliştirmeye başladığı yakın ilişkilerle dış politikasını gerek söylem gerekse eylem bazında 1990’ların dinamiklerinden kurtarmıştır.

Öte yandan Avrupa Birliği’nin 10-11 Aralık 1999 tarihindeki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülke olarak kabul edilmesi de 1990’larda güvenlik ve tehdit temelinde işleyen Türk dış politikasının dilinin değişmesinde etkili olmuştur. AB üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte hem içeride hem dış politikada devlet bir Avrupalılaşma sürecine girmiştir. Türkiye’nin, (azınlık hakları, ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğü, sosyal ve kültürel hakların geliştirilmesi gibi) AB kriterlerini yerine getirme çabası Türk siyasal kültüründe, korku ve tehdit politikasından, daha özgür ve çoğulcu bir kültüre doğru bir dönüşüm yaratmış; bu dönüşümün olumlu etkileri özellikle sivil-asker ilişkilerinde ve dış politikada görülmüştür.349 Yaşanan bu dönüşümle dış politika alanında güvenlik ve tehdit üzerine inşa edilen ilişkiler yerini işbirliği, karşılıklı bağımlılık ve ticaret üzerine temellendirilen yeni bir ilişki biçimine bırakmış; ‘sert güç’ unsurları ikinci plana gerileyerek, ekonomik karşılıklı bağımlılık hakim paradigma haline gelmiştir. Nitekim Haziran 1997-Temmuz 2002 tarihleri arasında dışişleri bakanlığı görevini yürüten İsmail Cem’in liderliğinde, güvenlik merkezli bakışın yerine “bölge odaklı dış politika” yaklaşımı çerçevesinde bölge ülkeleriyle ilişkilerin düzeltilmesine odaklanılmış ve pozitif işbirliği dili kullanıma sokulmuştur. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi fikri, Türkiye’nin Ortadoğu’daki

349 Bülent Aras-Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran”, Security Dialoge, Vol. 39, No. 5, 2008, p. 498.

137

komşularıyla ilişkilerindeki güveni ve diyalogu sağlamak için bir araç olarak görülmüştür.350

Özetle, 1990’lı yılların başında karşılıklı ekonomik bağımlılık ve diplomatik diyalogdan ziyade bölgeyi etkisi altın alan sıfır toplamlı oyun mantığı ile dış politikasını şekillendiren Türkiye, 1990’ların sonundan itibaren dış politikasına ekonomik karşılıklı bağımlılık ekseninde yön vermeye başlamıştır. Bu yaklaşım özellikle 2001 krizinden sonra devlet-piyasa ilişkilerinin ciddi bir dönüşüm geçirmesiyle, sonraki Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerince de sürdürülmüş; yakalanan siyasal istikrar ve ekonomik gelişme ile Türkiye’nin kendi bölgesinde merkez ülke olarak öne çıkması yönünde bir Türk dış politikası izlenmiştir.

Özellikle 2001 krizinden sonra Türkiye’de devlet-piyasa ilişkileri “düzenleyici devlet” mantığı çerçevesinde şekillendirilerek, kamu maliyesi disiplin altına alınmış, finansal sistem yeniden düzenlenmiştir. Bu yeniden yapılanmayla birlikte, küreselleşme süreçlerine daha sağlıklı bir biçimde entegrasyon kolaylaşmıştır. Politik istikrarın da katkısıyla, hızlı ekonomik büyüme ve ticaret artışı mümkün hale gelmiştir. 2002’den sonraki siyasi istikrar ortamı ve bunun getirdiği ekonomik dönüşümle birlikte Türkiye, 2009 küresel krizine rağmen de ekonomi-temelli bölgesel bütünleşme stratejisini sürdürebilmiştir. Kriz sonrası dönemde Türkiye’nin büyüme hızı da yavaşlamakla birlikte, küresel ekonomik krizden en hızlı çıkan ve bu süreçte ortaya çıkan küresel ekonomik belirsizlikten göreli olarak az etkilenen ülkelerden biri olmuştur.351 Özetle, 2000’li yıllarla birlikte yaşanan ekonomik gelişmeler ve küresel ekonomiye entegrasyon, Türkiye’nin dış politikasını ticaret ve ekonomik dinamikler ile şekillendiren devlet kimliğine dönüşmesini hızlandıran bir etkenler olmuşlardır.

Ekonomik sistemde yaşanan dönüşümlerin ve yeniden yapılandırmaların dış politikadaki değişimlerin bir kaynağı olabileceği uluslararası ekonomi politik perspektifte genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır.352 Bu bağlamda, 1994, 1999 ve 2000-2001 finansal/makroekonomik krizlerini geçirmiş olan Türkiye’nin, 2002

350 Kirişçi, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikasının Geleceği”, a.g.e., s 172. Turgut Özal ve İsmail Cem’in Ortadoğu’ya yönelik Türk dış politikasına ilişkin görüşlerinin tartışıldığı bir makale için bkz. Meliha Benli Altunışık, “Worldviews and Turkish Foreign Policy in the Middle East”, New Perspectives on Turkey, Vol. 40, Spring 2009, pp. 179-185.

351 Ziya Öniş, “The Triumph of Conservative Globalism: The Political Economy of the AKP Era”, Turkish Studies, Vol. 13, Issue 2, 2012, p. 135.

352 Charles F. Hermann, “Changing Course: When Governments Choose to Redirect Foreign Policy”, International Studies Quarterly, Vol.34, No.1, March 1990, p. 7.

138

sonrasında yakalanan siyasal istikrarla birlikte hızlı ekonomik büyüme, düşük enflasyon ve rekor düzeyde ihracat artışları eşliğinde yakaladığı olumlu kalkınma ve makroekonomik yönetişim performansı, dış politik alanda güvenlik merkezli paradigmadan ekonomi merkezli paradigmaya geçişi mümkün kılmıştır.

Türkiye ekonomi politiğinin 1980 sonrasında başlayan içe dönük, ithal-ikameci ve planlamacı bir rejimden ihracat odaklı, piyasa-dostu ve dışa açık bir yapıya yelken açtığı sistemik dönüşüm süreci, 2001 Krizi sonrasında dış şoklara dayanıklı bir finansal sistem ve güçlü bir denetim ve gözetim mimarisi oluşturmaya yönelik kurumsal reformlarla ikinci-kuşak ya da “Post-Washington” neoliberalizm evresi ile devam etmiştir.353 Yaşadığı ekonomik krizlerin ardından, 2002 seçimleri sonrasında siyasal istikrarı yakalayan Türkiye’nin mali disiplin desteğiyle yürüttüğü ikinci-kuşak neoliberal dönüşüm projesi, proaktif bir dış politikayı da beraberinde getirmiştir. Diğer bir deyişle, Türk dış politikasında güvenlik merkezli dış politikadan ekonomi-merkezli dış politikaya doğru yaşanan paradigma değişikliği ancak, koalisyon çekişmelerinden uzak güçlü bir siyasi iradenin ulusal ekonomideki dönüşümleri kararlı bir biçimde uygulayabilmesi ile mümkün olabilmiştir.

Ekonomi merkezli bir dış politik anlayışının uzantısı olarak Türk dış politikasının Soğuk Savaş yılları zihniyeti içerisinde güvenlik yüklü “high-politics”

gündemi değişmiş ve artık ihracat odaklı büyüme stratejisini hedefleyen Türkiye yakın komşularını öncelikli pazarlar olarak değerlendirilerek sözkonusu ülkelerle dış ticaret ilişkilerini geliştirmiştir. Bu süreçte, serbest ticaret anlaşmaları, vize muafiyet anlaşmaları ve Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi gibi mekanizmalar dış politika gündeminde öne çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda son yıllarda farklı boyutlardan yapılan Türk dış politikası analizlerinde Türkiye’nin önceki dönemlerdeki askeri gücü ile karakterize edilen eski imajının yumuşak güç imajıyla yer değiştirdiği vurgulanmaktadır.354

353 Sadık Ünay, “Economy Diplomacy for Competitiveness: Globalization and Turkey’s New Foreign Policy, Perceptions, Vol. 15, No. 3-4, Autumn-Winter 2010, pp.21-47.

354 Cengiz Çandar, “Turkey’s Soft Power Strategy: A New Vision for a Multipolar World”, SETA Analiz, S. 38, Aralık 2009; Tarık Oğuzlu, “Soft Power in Turkish Foreign Policy”, Australian Journal of

International Affairs, Vol. 61, No.1, March 2007, pp. 81-97; Kirişçi, “The Transformation of Turkish Foreign Policy: The Rise of the Trading State”, a.g.m., p. 37.