• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL ÇERÇEVE: LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK

2. ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİKLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR

2.2. MARKSİST/YAPISALCI ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM

2.2.4. Eleştirel Teori ve Hegemonya Kavramı

49

olmaktadır. Çünkü yarı çevrenin merkezindeki gruplar da çevrenin sömürülmesinden pay almaktadırlar.133

Wallerstein’in dünya sistemleri yaklaşımı sömürüyü merkez, çevre ve yarı-çevre ülkelerinin içindeki ve aralarındaki kapitalist yapının içsel bir unsuru olarak görmekte ve kapitalizmin çevre ülkelerdeki ekonomik ve siyasal koşulların bu ülkelerin modern dünya sistemindeki işlevleri ile bağlantılı olduğunu ileri sürmektedir. Kapitalizm küresel yapısı sayesinde merkez; yarı-çevre ve çevre ile karşılıklı etkileşime girmekte, çevre ülkelerini, ucuz hammadde temini amacıyla eşitsiz mübadele yoluyla tahakküm altına almaktadır. Dolayısıyla teori bu tahakküm nedeniyle ulus devletlerin kendi yolarını çizmede veya politikalarını belirlemede özgür olmadıklarını ileri sürmekte ve çevredeki geri kalmışlık döngüsünden ve gelişmemişliğin ortaya çıkışından merkezdeki bu kapitalist devletleri sorumlu tutmaktadır. Diğer bir deyişle birinin yoksulluğu olmadan diğerinin zenginliği mümkün olamazdı, çünkü sermaye sömürü olmadan birikemezdi. Modern dünya sisteminin işleyişinden ötürü bağımsız bir ulusal kalkınmanın olabilmesi söz konusu olamazdı. Zira çevrede bulunan ülkelerden biri, merkezle ticari bir bağlantı kurduğunda, artık güvenlik, teknoloji transferi ve piyasa açısından bağımlı hale geldiği için bundan kurtulması ve ekonomik özerkliğini kurması güçleşmekteydi. Bağımlılık ilişkisi küresel düzeyde eşitsizlikleri daha da attırmaktaydı.134 Wallerstein’a göre çevre ülkelerin gelişmesi ve toplumsal dönüşümü merkez ve özellikle de ABD tahakkümünden kurtulmalarıyla mümkündü.135 Wallerstein modern dünya sistemini oluşturan kapitalist üretim tarzının, uzun vadede Marksist teori tarafından ortaya konulan kaçınılmaz yasalardan kurtulamayacağını ve kapitalist dünya sisteminin bir süre sonra ortadan kalkacağını ileri sürmektedir.136

50

teori, önerileri ve vizyonları bakımından birbiriyle farklılık arz eden dört farklı söylem içermektedir:

i) Uluslararası ekonomi politik üzerine yapılan ve Cox’un çalışmalarının örneğini oluşturduğu neo-Gramscici çalışmalar,

ii) Frankfurt Okulu’nun çalışmalarına, özellikle de Habermas’a dayanan Linklater’ın geliştirmeye çalıştığı eleştirel söylem,

iii) Foucault ve Derrida gibi Postyapısalcı ve Postmodernist felsefecilerden beslenen Ashley, Walker, Der Derian, Shapiro ve Bartelson gibi yazarların çalışmalarının başı çektiği Postyapısalcı çalışmalar,

iv) Elshtain, Enloe, Sylvester, Peterson, Grant ve Newland gibi yazarların çalışmalarını kapsayan Feminist akım.

Teorik bilginin tarafsız ve siyasallıktan bağımsız olduğu fikrini reddetmek ortak paydasında buluşan bu söylemlerden, çalışmamız bağlamında yalnızca ilki incelenecektir. Gramsci’nin hegemonya kavramından hareket edilerek geliştirilen ve mevcut dünya düzeninin kuruluşunu açıklamayı ve değiştirilmesini sağlamayı amaç edinen radikal bir realizm eleştirisi olan Neo-Gramscici çalışmalar, neo-realizmin güç, neo-liberalizmin ticaret üzerinden tanımladığı uluslararası ilişkilerin sınıfsal niteliği olduğu, hegemonik olarak rızayla düzenlendiği ve tarihsel bir nitelik taşıdığını ileri sürerek yeni ve dönüştürücü bir bakış açısı sunmaktadır.137

Eleştirel teorinin uluslararası ekonomi politik yaklaşımına taşınması, 1980’li yıllardan itibaren özellikle İtalyan siyasetbilimci Antonio Gramsci’den etkilenen Robert W. Cox’un çalışmalarıya mümkün olmuştur. Neo-Gramscici Okul’un öncülerinden sayılan Cox’un iç sosyal güçler, devlet yapıları ve dünya politikası arasındaki bağlantıları açıkladığı çalışması büyük ölçüde Gramsci’nin düşüncelerine dayanmaktadır. Gramsci’nin kuramsal çözümlemeleri, gelişmiş bir kapitalist toplumsal sistemde doğrudan ve açıkça güce dayanmayan iktidar biçimlerin anlaşılabilmesini olanaklı kılmaktadır. Gramsci kapitalist devletin güce dayalı iktidarını vurgulamak yerine, bu gücü görünmez ve hatta giderek gereksiz kılacak iktidar biçimlerine dikkat çekmektedir. Gramsci’nin çözümlemesinde bu türden bir iktidar hegemonya kavramında somutlaşır. Hegemonya, iktidarın öznelere dışsal, zora dayalı tanımları

137 İlhan Uzgel-Nazan Bedirhanoğlu, “Eleştirel Bir Literatür Denemesi: Dışlamadan Sınırlı Tanımaya, Uluslararası İlişkiler Kuramları ve Marksizm”, Uluslararası İlişkiler, C. 12, S. 46, 2015, s.121.

51

yerine, ideolojik süreçler sayesinde, zihinlerde kurulan ve ‘rıza’ya (consent) dayanan niteliklerini içermektedir. Klasik Marksizm egemen sınıf(lar)ın temel çıkarlarının savunma alanı olarak devletin baskı ve zorlama işlevi üzerinde durup diğer iktidar olma biçimlerinden bahsetmezken, Gramsci kapitalizmin nasıl olup da devletin baskı ve şiddet içeren boyutunun yanı sıra, bu baskıyı meşru ve görünmez kılarak sivil toplum alanında kitlelerin onayına dayalı bir moral egemenliğe olanak sağladığı sorusuna eğilmektedir.138 Bu açıdan Klasik Marksizmde ve Lenin’in teorisinde sömürülenleri sistemi devirmekten alıkoyan devletin uyguladığı ‘baskı/zor’ (coercion) iken, Gramsci’nin analizinde sistemin sürdürülebilirdiğine olanak sağlayan tek unsur

‘baskı/zor’ değildir.139 Bu bağlamda Gramsci hegemonyanın ‘baskı’ ve ‘rıza’ olmak üzere iki temel boyutu olduğunu vurgulamıştır. Buna göre, bir hegemon liderliğini pekiştirmek için gerektiğinde ‘baskı/zor’, gerektiğinde ise ‘rıza’ üretmek durumundadır.

Hegemonik devlet açısından ‘baskı/zor’ caydırıcılık, ‘rıza’ ise meşruiyet üreten unsurdur. Bu iki unsuru gerektiği şekilde üretemeyen hegemonun zamanla düşüşe geçmesi ve yerini yeni hegemon güce bırakması yani sistemik dönüşüm olarak

‘hegemonik döngü’ kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır.

Öte yandan, Lenin hegemonya kavramını sınıflar arası bir siyasal ittifak stratejisi olarak kavramsallaştırırken, Gramsci bu kavramın içeriğinde bir dönüşüm yaratmıştır.

Hegemonyanın hâkim sınıfa ait güçler tarafından aktif olarak, sürekli ve diyalektik bir biçimde inşa edildiğine dikkat çeken Gramsci, hegemonya kavramını ilk defa egemen sınıfın bir egemen olma pratiği olarak tanımlanmıştır.140 Gramsci için hegemonya bir anlamda oydaşma yaratan bir sınıf iktidarıdır.141 Bu bağlamda Gramsci hegemonyayı sivil toplum ve politik toplumun bütününün meydana getirdiği işlev ile tanımlarken, devlet aygıtının da statik ve özneler üstü bir varlık olarak ‘şeyleştirilemeyeceği’

üzerinde durmuştur.142

Hegemonya kavramını Gramscici perspektife bağlı kalarak yeniden yorumlayan ve uluslararası ilişkilere uyarlayan kuramcı ise Robert W. Cox olmuştur. Cox,

138 Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, Ankara, İmge Yayınları, 1997, s.28.

139 Robert Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method”, Stephen Gill (ed.), Gramsci Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1994, s. 52-53.

140 Sancar Üşür, a.g.e., s.28-29.

141 Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2003, s.79.

142 Adam David Morton, Unravelling Gramsci: Hegemony and Passive Revolution in the Global Economy, London, Pluto Press, 2007, ss.89-92.

52

realistleri devletlerarası güç eylemlerini açıklamaya çalışırken, bu gücü üreten sosyal ilişkileri sorgulamadıklarından dolayı eleştirir. Bu bağlamda Cox, Gramsci’nin hegemonya kavramını kullanarak uluslararası güç ilişkilerindeki değişikliklerin sosyal ilişkilerdeki değişikliklerden kaynaklandığını ortaya koymayı amaçlar. Dolayısıyla Cox, gücün neo-realistlerin iddia ettiği gibi maddi kapasitenin birikmesiyle ortaya çıkmadığını; sosyal süreçlerin bir sonucu olduğunu savunur. Bu çerçevede Cox’un dünya hegemonyası tasavvuru devlet, sosyal güçler ve dünya düzeninin belli bir zaman ve mekândaki eklemlenmesi üzerine temellendirilmiş olur.143 Bir anlamda hegemonya siyasal, toplumsal ve ekonomik yapıları içine alan bir kavramdır.144

Cox’un neo-Gramscici eleştirel söylemi, devlet formları, sosyal güçler ve dünya düzenleri arasındaki etkileşimi açıklamanın ötesinde, radikal bir söylem olması hasebiyle dünya düzeninin değiştirilmesi olasılıkları üzerine de çözümlemeler sunar.

Diğer bir deyişle, neo-Gramcici eleştirel teori, bir yandan üretim süreçleri, sınıflar arası ilişkiler ve siyasi güç arasındaki diyalektik ilişkiyi açıklarken, diğer yandan da mevcut düzeni değiştirme noktasında uluslararası ilişkiler kuramına katkıda bulunur. Cox yapısal dönüşüm potansiyelini analiz ederken Gramsci’den aldığı tarihsel blok/yapı kavramını kullanır. Tarihsel blok, belirli bir toplumsal bi an’da (moment), maddi kabiliyetler (altyapı) ile çok sayıda olası fikirler (ideolojik formlar) arasından kurumların (sınıf mücadelesi) belirlediği bilinçliliğin oluşturduğu somut bir bütünlüktür.145 Diğer bir deyişle, bir tarihsel blok, maddi güçler/kabiliyetler, kurumlar ve fikirler/ideolojiler etrafında siyasi olarak örgütlenmiş farklı sınıf güçlerinin ittifakı arasındaki tarihsel bir uyuma karşılık gelir.146 Burada hassas nokta, özellikle de Klasik Marksizm’in altyapı-üstyapı metaforundan kaynaklanan ekonomik indirgemecilik eleştirisini aşma/bertaraf etme bağlamında147 belirli bir tarihsel bloğun kuruluşunun yapısal bir zorunluluk olmayıp, yapının ortaya çıkardığı bir eğilim, ama esas olarak sınıf mücadelesinin biçimlenişine bağlı, dinamik, yani değişme açık bir süreç olduğudur. Bu

143 Robert W. Cox, “Social Forces, States and World Orders: Beyond İnternational Relations”, Millennium, Vol. 10, No. 2, 1981, p. 221, http://ic.ucsc.edu/~rlipsch/Pol272/Cox.pdf , (04.09.2015).

144 Tayyar Arı, “Uluslararası İlişkilerde Büyük Tartışmalar ve Post-Modern Teoriler”, Tayyar Arı (der.), Postmodern Uluslararası İlişkiler Teorileri-2 Uluslararası İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, Bursa, Dora Yayınları, 2014, s.20.

145 Sancar Üşür, a.g.e., s.33.

146 Stephen Gill, Power and Resistance in the New World Order, New York, Palgrave Macmillan, 2003, s. 58.

147 John M. Hobson, The State and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 2003, s. 129.

53

bağlamda Cox, tarihsel blokların ebedilik ve evrensellik gibi özellikler taşımayan, insanlar tarafından tarih boyunca oluşturulup değiştirilen yapılar olduğunu belirtir ve devletleri, konfederasyonları, imparatorlukları, üretimin ve kültürel cemaatlerin organizasyonu ile sivil toplum hareketlerine dair muhtelif gelişmeleri, sosyal örgütlenmenin farklı şekillerini ifade eden tarihsel bloklara örnek olarak gösterir.148

Uluslararası sistemi anlamak açısından tarihsel boyut, sosyo-ekonomik yapı ve ilişkilerin önemine vurgu yapan Cox’a göre uluslararası sitemdeki en önemli değişim, dünya kapitalizminin “karma kapitalist sistem” olarak adlandırılan Keynesyen büyüme politikalarını terk ederek daha ziyade para ve finans politikalarına dayalı neo-liberal piyasa anlayışına yöneldiği 1970’li yıllarda gerçekleşmiştir. Cox bu yönelimin uygulayıcısı olarak belli bir ülke veya örgüt olmadığını, bir uluslararası elitler/seçkimler grubunun sözkonusu yönelime yön verdiğini ileri sürer.149