• Sonuç bulunamadı

Bağımlılık Teorileri ve Modern Dünya Sistemleri Yaklaşımı

KURAMSAL ÇERÇEVE: LİBERAL ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK

2. ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİKLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR

2.2. MARKSİST/YAPISALCI ULUSLARARASI EKONOMİ POLİTİK YAKLAŞIM

2.2.3. Bağımlılık Teorileri ve Modern Dünya Sistemleri Yaklaşımı

44

ardından diğer gelişmiş ekonomilerin geniş çapta sermaye ihracatı dünya ekonomisini önemli biçimde değiştirmişti. Yabancı yatırım ve uluslararası finans, toplumlar üzerinde ekonomi ve siyaset ilişkilerini ciddi olarak değiştirmişti. Ayrıca artık kapitalist ekonomiler büyük sanayi kartelleri tarafından domine edilmekte ve Lenin’e göre nihayetinde büyük bankalarca (haut finance) kontrol edilmekteydi. Lenin endüstriyel sermayenin finansal sermaye ile kontrol edilmesi kapitalist gelişimin en yüksek seviyesini temsil etmekteydi.115

Özetle, Lenin’e göre, emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı;

dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların emperyalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.116 Lenin, ulusal rekabetin yıkıcılığı yerine uluslararası büyük güçlerin kendi aralarında yapacakları bir ittifakla, adeta ortaklaşa bir biçimde yürütülecek olan sömürü politikalarının küresel barışı getireceği düşüncesine tümüyle karşı çıkmıştır.117

45

Bu sınıfsal analiz vizyonu, küresel burjuvazi ya da sermayedar sınıfın kendi içerisindeki ulusötesi bağların çevredeki işçi ve köylülerin aleyhine nasıl işlediğini vurgulamaktadır.

Dolayısıyla bağımlılık teorisyenlerinin çok uluslu şirketlere ve uluslararası bankalara yaklaşımları, bu aktörlere ilişkin olumlu bir görüşe sahip olan liberalizmden ve temel aktör olarak devleti kabul ederek bunları ikincil öneme sahip aktörler olarak telakki eden realizmden farklı niteliktedir. Bağımlılık yaklaşımı bu aktörleri bağımlılık ilişkisinin kurulmasında ve aynı zamanda sürdürülmesinde kilit oyuncular olarak kabul eder.120

Bu alandaki en önemli kuramcılardan biri Paul Baran’dır. Baran, kapitalist gelişmenin azgelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelerden farklı dinamiklere sahip olduğunu ileri sürmüş ve gelişmiş ülkelerin temel kaygıları ve amaçları ile azgelişmiş ülkelerin hedefleri arasındaki çelişkiye vurgu yapmıştır. Bu çerçevede, azgelişmiş ülkelerin endüstrileşmesi gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarları aleyhine bir sonuç doğuracağından gelişmiş ülkeler, bu azgelişmiş ülkelerin hammadde sağlayıcısı olarak kalmalarını tercih etmektedir.121 Dolayısıyla azgelişmiş ülkelerin yönetici sınıfları içindeki birtakım kesimler merkezde yer alan kapitalist ekonomik yapıyı haiz gelişmiş ülkelerin yöneticileri ile ittifak ilişkisine girebileceklerdir. Bu durumun yol açtığı bağımlılık ilişkisi, azgelişmiş ülkelerin zararına işleyen bir dünya ekonomisi bağlamında süreklilik arzedecektir.

Bağımlılık teorisyenlerinden Mısırlı iktisatçı Samir Amin, üçüncü dünyanın sistematik bir biçimde sömürülmesi sonucunda geri kaldığını ve giderek yoksullaştığını öne süren bir sömürü teorisi geliştirmiştir. Amin, üçüncü dünyanın az gelişmişliğinin, modern dünya sisteminin ticaret ve yatırım mekanizması aracılığıyla çevrede (periphery) oluşan ekonomik artı değerin, gelişmiş merkez ülkelerine transfer edilerek yok edilmesi sürecinden bağımsız olmadığını ileri sürmüştür. Amin’e göre çevre, tarımsal maddeler ve hammaddelerin ithalatçısı rolünü oynayarak ‘eşit olmayan uzmanlaşma’dan (unequal specailasition) dolayı, merkeze bağımlı kılınmaktadır.122 Yine Bağımlılık yaklaşımının temsilcileri arasında yer alan ve Kuzey-Güney ayrımında

120 Viotti-Kauppi, a.g.e., s. 444.

121 Brewer, a.g.e., s.150-152.

122 Brewer, a.g.e., s.183. Ayrıca Samir Amin’in klasikleşmiş çalışması için bkz. Samir Amin, Unequal Development: An Essay on the Social Formations of· Peripheral Capitalism, (çev. Brian Pearce), Sussex, The Harvester Press, 1976,

https://maoistrebelnews.files.wordpress.com/2015/04/unequal-development.pdf , (12.05.2014).

46

birincinin ikinciyi köleleştirdiğini (enslavement) öne süren Thetonio Dos Santos, küresel ölçekte bir devrim ile kapitalist düzenin yıkılması gerektiğini savunmaktadır.123

Bu yaklaşımın önemli temsilcilerinden bir diğeri Andre Gunder Frank, merkez ile çevre toplumlardaki egemen sınıf çıkarları arasındaki sömürü eksenli ittifakların, çevre ülkelerin sanayileşmesini engellediğini ileri sürmektedir.124 Frank’a göre, gelişmiş ve geri kalmış yapılar arasındaki entegre ticari ağlar zorunlu biçimde “geri kalmışlığın gelişimine” (the development of underdevelopment) yol açmaktadır. Kapitalist bir dünyada çevrenin sermayesi genelde merkeze doğru aktığından, merkez ülkeler zenginleşirken çevre ülkelerin fakirleşmesi normaldir. Diğer bir deyişle, merkezin refahının kaynağı çevredir; merkez çevrenin kaynaklarını kendi çıkarları çerçevesinde kullanmaktadır. Bu görüşe göre, merkez ve çevre arasındaki bağımlılık ilişkisi, dünya kapitalizminin yapısı ve tarihsel gelişiminin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.125 Dolayısıyla dünya kapitalist sisteminin belli bir bölümünde, -örneğin Brezilya veya Brezilya’nın bir bölgesi- gelişmişliği veya azgelişmişliği incelemek dünya kapitalist sisteminin bir bütün olarak incelenmesini gerektirir.

Bağımlılık Okulu kuramcıları modern dünya sistemleri yaklaşımına sahip olan teorisyenlerin yönünü tayin etmiştir. Bu yaklaşımın temel tezi uluslararası ekonomi politiğin ve tarihin işleyişinin modern dünya sistemi açısından anlaşılabileceği üzerine kuruludur. Klasik Marksizm’in endüstriyel kapitalizmin uzun vadede her yerde iktisadi kalkınmayı sağlayacağı iddiasına meydan okumakla birlikte bu yaklaşım, (destekçilerinin tümü Marksist olmasa da) sosyal gerçekliğin Marksist algılama biçimine dayanmaktadır. Çünkü;

i) Marksizm gibi bu teori de çatışmalarda, aktörlerin davranışlarını belirleyici unsur olarak ekonomik alanın ve sınıf mücadelesinin öncelikli olduğunu kabul

123 Kegley-Wittkopf, a.g.e., s.125.

124 Linklater, a.g.m., s.123.

125 Andre Gunder Frank, ilk dönem eserlerinin aksine, Wallerstein’in 500 yıllık dünya-sistemini 4500 yıl daha geriye götürür. Frank Avrupamerkezci olarak değerlendirdiği Wallerstein’in aksine, Avrasya ve Afrika’nın büyük kısımlarını içine alan bir dünya-ekonomik sistemin son 500 yılda değil, son 5000 yılda kurulduğunu ileri sürer. Buna göre, Avrupa modern çağda Asya’yı kendine ‘eklemlememiştir’. Aksine, Avrupa, 1500’lerden sonra Amerikan gümüşünü kullanarak Asya’nın hakimiyetindeki bir ticaret sistemine dahil olmuştur. Bkz. Andre Gunder Frank- Barry K. Gills, “5000 Yıllık Dünya Sistemi:

Disiplinler Arası Bir Giriş”, Dünya Sistemi: Beş Yüz Yıllık mı, Beş Bin Yıllık mı?, (der.) Andre Gunder Frank-Barry K. Gills, (çev. Esin Soğancılar), Ankara, İmge Kitapevi, 2003, ss.41-136. Andre Gunder Frank’ın ilk dönem ve ikinci dönem eserlerindeki kavramsallaştırmaların izini sürerek kapsamlı bir eleştiri sunan bir çalışma için bkz. Christobal Kay, “Andre Gunder Frank: ‘Unity in Diversity’ from the Development of Underdevelopment to the World System”, New Political Economy, Vol. 16, No. 4, 2011, pp. 523-538.

47

etmektedir. Bununla birlikte, Marksizm yerel sınıf yapısına ve mücadelesine odaklanırken, dünya sistemleri yaklaşımı uluslararası bir hiyerarşiden ve devletler ile sınıfların mücadelesinden bahsetmektedir.

ii) Tıpkı Marksizm’deki gibi analiz küresel bir olgu olarak kapitalizm üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak Marksizm geleneği uluslararası ekonominin dengesiz de olsa bir gelişim ürettiğini varsayarken, bu teori sınıf hâkimiyetine dayanan devletlerin hiyerarşisinden ve yaratılan bağımlı çevre nedeniyle “geri kalmışlık” üreten entegre bir uluslararası ekonomik sistem varsaymaktadır.

iii) Modern dünya ekonomisinin deterministik yasalara göre işlediğine inanılmaktadır. Geleneksel Marksizm, kapitalizmin dünyayı geliştirmeye yönelik tarihsel bir misyonu olduğunu ileri sürerken, dünya sistemleri teorisi dünya kapitalist sisteminin azgelişmiş ülkeleri daha da gerilettiğini ileri sürmektedir.126

Modernizasyon kuramının bir eleştirisi olan Wallerstein’in 1970 ve 1980’lerde geliştirdiği dünya sistemleri kuramı, modern ulus devletin oluşumundan bu yana tarihsel süreçteki değişimleri gösteren bir çerçevede geliştirilmiştir. Marksist ekonomi politik bir söyleme sahip olan Wallerstein’a göre, Batı kapitalizmi tarafından 16. ve 17.

yüzyıllarda ortaya konan ve geçen zamana karşın özü itibariyle değişmeyen modern dünya sistemi, zenginin daha da zenginleştiği ve fakirin daha fakirleştiği bir çerçevede kendini yeniden üretme eğilimdedir.

Wallerstein’a göre, kapitalizm ve modern devletler sistemi birbiriyle bağlantılı olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Bu bağlamda Wallerstein, Marksist argümanın siyasal baskı ile ekonomik yoksulluğun aynı küresel-tarihsel sürecin iki yönünü oluşturduğuna dair temel savından hareket etmektedir.127 Wallerstein’a göre, birçok devleti içeren mevcut devletler sistemi, daha önce ortaya çıkan imparatorluklardan farklı olarak, görece serbest bir piyasanın dünya çapında kurumsallaşmasını sağlamıştır.128 Dolayısıyla Wallerstein’in modelinde, bugünkü modern dünya sisteminin ayırt edici özelliği birikim üzerine kurulu kapitalist bir yapıda oluşudur. Wallerstein’ın teorisinde, kapitalist dünya ekonomisi eşit olmayan devletlerin uluslararası yapısı

126 Gilpin, a.g.e., s.90-91.

127 Torbjon L. Knutsen, A History of International Relations History, Manchester, Manchester University Press, 1997, s. 252.

128 Immanuel Wallerstein, “The Inter-State Structure of the Modern World System”, International Theory: Positivism and Beyond, (ed.) Steve Smith,-Ken Booth-Marysia Zalewski, Cambridge, Cambridge University Press, 2000, pp.87-107.

48

niteliğinde olup uzmanlaşmanın hâkim olduğu uluslararası bir işbölümünü sürdürmektedir. Uluslararası işbölümü devletlerin hiyerarşik kategorilerini yansıtmakta ve farklılaşan rollerini temsil etmektedir. Bu bağlamda, uluslararası işbölümünde bir devletin özgün konumu onun güçlü ya da zayıf bir devlet mi olacağını belirlemektedir.

Güçlü olan devletler dış piyasa güçlerine direnç gösterebilir, bu güçleri kendi avantajı doğrultusunda kanalize edebilir ve verimli bir şekilde kendi ekonomisini idare edebilirken; zayıf devletler kırılgan bir yapıda, dış piyasa güçlerinin merhametine terk edilmiş bir konumdadır ve kendi ekonomik faaliyetlerini kontrol edecek yetenekten yoksundur. Bu yüzden zayıf devletler ve bağımlı ekonomiler piyasa güçlerinin kaçışı çok zor olan ağıyla çevrelenmişlerdir.129 Bu noktadan hareketle, Wallerstein’in modelinde modern dünya sistemi merkez, çevre ve yarı-çevre olmak üzere üç ayrı kategoriyi içerecek şekilde tanımlanmaktadır.130 Merkezde gelişmiş, endüstriyel ekonomilere sahip kapitalist güçler yer almaktadır. Fabrikasyonda uzmanlaşma eğiliminde olan merkez, çevreden hammadde ithal edip, çevreye sanayi ürünleri satmaktadır. Ücretler ve refah seviyesinin yüksek olduğu ve demokratik siyasi rejimlerin hakim olduğu merkez, sadece hammadde temini ve ticaret aracılığıyla çevreyle ilişki içinde olmayıp aynı zamanda yabancı yatırımlar aracılığıyla da çevre ile ilişki kurmakta ve böylelikle kendi refahını garantiye almaktadır.131 Azgelişmiş ya da marjinalize olmuş bölgeleri kapsayan ve düşük ücret ve refah seviyesine sahip olan anti-demokratik rejimlerin hakim olduğu çevre ise, hammadde, düşük teknoloji ve tarımsal ürünlere sahip olup, temelde hammaddelerinin üretimiyle yükümlüdür. Yarı-çevre ise bu ikisi arasındaki geçişliliği sağlamakta ve karma özellikler göstermektedir.132 Wallerstein dünya ekonomisinde çoğunluğu oluşturan çevrelerin, kendi arasında çevre ve yarı çevre olarak iki gruba ayrılmış olmasının, bunları merkeze karşı ortak bir politika yürütmekten yoksun bıraktığını ileri sürmektedir. Bu modelde yarı-çevre ekonomik olmaktan çok politik bir rol üstlenmekte, hem sömürülen hem sömüren

129 Gilpin, a.g.e., s.94-95.

130 Wallerstein’in merkez, çevre, yarı-çevre ayrımını coğrafik bir tanımlama olmayıp, esasında bu ayrım ilişkisel bir ayırımdır. Bkz. Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, a.g.e., s.314. Wallerstein her ne kadar merkez, çevre ya da yarı-çevre olanın devlet değil, üretim süreci olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtse de, pratikte analizlerinde bu kavramları doğrudan devletlere karşılık kullanmaktadır.

131 Heywood, a.g.e., s.98.

132 Immanuel Wallerstein, World-Systems Analysis: An Introduction, London, Duke University Press, 2004, s.11-12.

49

olmaktadır. Çünkü yarı çevrenin merkezindeki gruplar da çevrenin sömürülmesinden pay almaktadırlar.133

Wallerstein’in dünya sistemleri yaklaşımı sömürüyü merkez, çevre ve yarı-çevre ülkelerinin içindeki ve aralarındaki kapitalist yapının içsel bir unsuru olarak görmekte ve kapitalizmin çevre ülkelerdeki ekonomik ve siyasal koşulların bu ülkelerin modern dünya sistemindeki işlevleri ile bağlantılı olduğunu ileri sürmektedir. Kapitalizm küresel yapısı sayesinde merkez; yarı-çevre ve çevre ile karşılıklı etkileşime girmekte, çevre ülkelerini, ucuz hammadde temini amacıyla eşitsiz mübadele yoluyla tahakküm altına almaktadır. Dolayısıyla teori bu tahakküm nedeniyle ulus devletlerin kendi yolarını çizmede veya politikalarını belirlemede özgür olmadıklarını ileri sürmekte ve çevredeki geri kalmışlık döngüsünden ve gelişmemişliğin ortaya çıkışından merkezdeki bu kapitalist devletleri sorumlu tutmaktadır. Diğer bir deyişle birinin yoksulluğu olmadan diğerinin zenginliği mümkün olamazdı, çünkü sermaye sömürü olmadan birikemezdi. Modern dünya sisteminin işleyişinden ötürü bağımsız bir ulusal kalkınmanın olabilmesi söz konusu olamazdı. Zira çevrede bulunan ülkelerden biri, merkezle ticari bir bağlantı kurduğunda, artık güvenlik, teknoloji transferi ve piyasa açısından bağımlı hale geldiği için bundan kurtulması ve ekonomik özerkliğini kurması güçleşmekteydi. Bağımlılık ilişkisi küresel düzeyde eşitsizlikleri daha da attırmaktaydı.134 Wallerstein’a göre çevre ülkelerin gelişmesi ve toplumsal dönüşümü merkez ve özellikle de ABD tahakkümünden kurtulmalarıyla mümkündü.135 Wallerstein modern dünya sistemini oluşturan kapitalist üretim tarzının, uzun vadede Marksist teori tarafından ortaya konulan kaçınılmaz yasalardan kurtulamayacağını ve kapitalist dünya sisteminin bir süre sonra ortadan kalkacağını ileri sürmektedir.136