• Sonuç bulunamadı

6. Arguvan’ın Tarihi, Coğrafi ve Sosyal Yapısı

3.1. Doğum

3.1.3. Doğum Sonrası

Eskiden doğumdan hemen sonra doğum yapan kadının kocası veya ebesi plasentayı yıkayıp beyaz bir çaputa koyduktan sonra ayak değmeyecek bir yere gömerlerdi. Günümüzde de bebeğin eşinin dışarı atılması veya başka bir yere konulması günah sayılmaktadır. Bebeğin göbek bağı kesildikten sonra, annesi tarafından, bir ömür ailesine bağlı kalması amacıyla, saklanmaktadır. (KK: 5, 6, 9, 16, 27, 36, 37, 48, 50, 66, 72, 73) Diğer taraftan yörede, doğum yapan kadının odasının belli bir süre veya kırk gün geceleri aydınlatılması uygulaması günümüzde de devam etmektedir. (KK: 6, 9, 34, 36) Ayrıca doğum gerçekleştikten sonra, bebeğin göbeğinin kesildiği makas kırk gün yıkanmadan saklanmaktadır.506 (KK: 5, 6, 9, 16, 27, 36, 37, 48, 50, 66, 72, 73)

Yörede doğum sonrası dikkati çeken uygulamalardan birisi doğum sonrası çocuğu ölenlerin, çocuğunun yaşaması için yaptıkları işlemlerdir. Çocuğu yaşamayan kadınlar öncelikle en yakın ziyarete, daha sonra civar köylerdeki ziyaretlere gitmektedir. Yörede çocuk doğduktan hemen sonra ölürse kebe hastalığına yakalandığına inanılmaktadır. (KK: 5, 6, 34, 36, 37, 39) Böyle bir durumla karşılaşmamak için bebek Gürge’de bulunan kebe ocağına götürülmektedir. (KK: 5, 6, 9, 16, 27, 36, 37, 48, 50, 66, 72, 73) Ayrıca Kebeyi önlemek içinde siyah bir tavuk, bir iğne ve bıçak alınarak Gürge’deki Karataş ziyaret edilmektedir. Karataş’ın etrafında üç kez dönüldükten sonra tavuk kesilmekte, tavuğun başı bir beze sarılıp üstü dikilmektedir. Dikilen bu tavuğun kafası Karataş’ın yanında bir yere gömülmekte ve yapılan bu uygulamaya “kebe

bağlama” denilmektedir. Diğer taraftan çocuğu doğup da ölen kadınların çocuklarının

saçlarını yedi yaşına kadar kesmemesi, yedi yaşına gelince dilek diledikleri ziyarete gidip orada çocuğun saçlarını kesmesi ve adaklarını dağıtması yöredeki yaygın uygulamalardandır. 507

505 Hüseyin Şahin, “Malatya Mutfak Kültüründe Özel Günlere Dair Geleneksel Uygulamalar”, s.240-257. 506 Hüseyin Şahin, “Morhamam Köyü Doğum Folkloru”, 6-22.3.1989.

119

3.1.3.1. Lohusalık Dönemindeki Uygulama ve Âdetler

Yörede “dığaskan” adı verilen yeni doğum yapmış kadına sıcak süt veya herle508 adı verilen bir karışım yedirilmektedir. Bu karışıma bazı köylerde kuymak ismi de verilir. (KK: 9, 22, 27, 36, 37, 38) Yapılan bu uygulamanın amacı kadının midesinin rahatlamasını sağlamaktır. Ayrıca eskiden kadın ve bebeğin altına “öllük” toprağı denilen bir toprak ısıtılarak konulmaktaydı. Bu toprağın lohusaya ve bebeğe iyi geleceğine inanılmaktaydı. Ayrıca yörede, kadının doğum yaptığını simgesel olarak ifade etmek için beyaz tülbent bağlanması gelenek halini almıştır.509

Bebek doğduktan belli bir süre sonra tuzlanmaktadır. Bir gece geçtikten sonra sabah ilk iş bebek banyo yaptırılmaktadır. Bu uygulamadaki amaç çocuğunun tuzlanarak pişik olmasını önlemektir. Ayrıca bebeğin büyüyünce terinin kokmasını engellemektir. Günümüzde de çocuğun tuzlama uygulaması kırsalda az da olsa varlığını sürdürmektedir. (KK: 5, 6, 9, 16, 27, 36, 37, 48, 50, 66, 72, 73)

Anadolu’nun genelinde olduğu gibi Arguvan yöresinde de yeni doğum yapmış kadınlara ve çocuklara zarar verdiğine inanılan al/albastı/alkarası inanışı bulunmaktadır.

Yörede alkarası, doğum yapmış kadının ciğerlerini yiyen, bebeği boğmaya çalışan ve memelerini omuzlarına atan kötü bir ruh veya cin olarak tanımlanmaktadır. Yörede Albastıdan korunmak için doğum yapan kadının yatağının etrafı keçi kılından örme sicimlerle çevrilmekte ve yatağının baş tarafına bıçak, kaşık, iğne konulmaktadır. Ayrıca yorgana al geldiğinde ağzına batması için iğne konulmaktadır. (KK: 5, 6, 9, 36, 48, 49) Albastıdan korunmak için yapılan başka bir uygulama ise çocuğun yastığının altına soğan, ekmek, su veya süpürge konulmasıdır. Yine bu amaca yönelik olarak yörede kırkı çıkana kadar kadın ve çocuk yalnız bırakılmaz ve yattığı odanın lambaları söndürülmez. (KK: 9) Ayrıca evlerin bacalarından içeriye al gelirse yaralansın diye orak koyulmaktadır. (KK: 5, 6, 9)

Alkarasından korunmak için ilçe genelinde Al ocağına gidilmesi uygulaması da bulunmaktadır. Bu manada Bozan köyündeki Al Ocağı’na gidilmekte ve dilekte bulunulmaktadır. Al Ocağından doğum yapan lohusa kadın için ekmek alınmakta ve kadına yedirilmektedir. Ayrıca evin ocağından biraz kül alıp eve götürme inanışı da bulunmaktadır. (KK: 27, 28, 37, 38) Bozan köyünde yaşayan Hıdır ismindeki bir köylü Al Ocağının oluşumu ile ilgili şunları aktarmaktadır. Hıdır köyde bir gün tarlasını

508 Herle: Bir miktar una su karıştırılarak yapılan hamura, pekmez ve tereyağının ilave edilmesi ile

yapılmaktadır.

sularken ileride bir kadını görmüştür. Ona yaklaştığında kadının elinde üç tane ciğer olduğunu ve onları su ile yıkadığını fark etmiştir. Onun al karası olduğunu anlayınca yanında bulunan iğneyi o bayanın omuzuna saplamış ve onu yakalamıştır. Adam bayana bu ciğerleri götürüp yerine bırakırsan ben de seni serbest bırakırım, demiştir. Al karası olan bayan ciğerlerden ikisinin sahibi öldü ama bir tanesini hemen götürüp bırakabilirim, diye söz vermiştir. Elinde bulunan ciğeri sahibine götürüp bırakmış, tekrar adamın yanına dönmüştür. Adam bu bayanı birkaç gün misafir etmiş, sonra ona tövbe ettirerek dere kenarına bırakmıştır. Al karası suya dalıp gözden kaybolunca suyun içi kan rengine dönmüştür. O günden sonra orada bulunan Al Ocağı’na insanlar gelmiş, özellikle doğum yapan kadınlar toprak alıp götürmüşlerdir. Al Karası ve Al Bastıdan korunmak için bu inanış ve uygulamayı devam ettirmişlerdir.510 Çavuş köyünde ise şu

anda yıkılmış olan ocaklı Ali Yalçın’ın evinden biraz kül getirilmekte, doğum yapan kadının evine konulmaktadır. (KK: 36, 37, 39)

Yörede Alkarasından korunmak için ziyaret edilen ocaklardan birisi Bozan köyünde bulunmaktadır. Rivayete göre yeni doğum yapan bir kadına alkarası zarar vermesin diye aile üyeleri ve komşular ocak başında toplanıp beklerlermiş. Bu süre içerisinde köye başka bir gelin geldiği ve gelinin yeni doğmuş yapmış kadını aradığı haberini alan erkekler onu yakalamak için yola çıkmışlardı. Erkeklerden biri koluna iğne batırınca kaçamamış ve hareketsiz bir şekilde beklemiştir. Daha sonra köylüler al karasını suya atmışlardır. Suya attıkları yere de al ocağı adında bir ziyaret yapmışlardır. Al karası ile karşılaşmamak için çevre köylerden kadınlar gelip bu ocaktan kül almaktadır. Bu kül suya katılıp içildiğinde Al karası ile karşılaşılmayacağına dair inanışlar da bulunmaktadır.511

3.1.3.2. Kırk Basması ve Koruyucu Önlemler

Kırk basması, kırkı çıkmayan kadınların ve bebeklerin aynı ortamda bulunması sonucu meydana gelen, istenmeyen bir durumdur. Bu durumda lohusa kadının kırkının çıkması uzar. Bu nedenle yörede, kırklı kadınların ve bebeklerin aynı ortamda bulunmamasına dikkat edilmektedir. Kırkı basarsa, kadınların hastalanacağına,

510 Kudret Yağbasan, Malatya Efsaneleri, Malatya Valiliği Malatya Kitaplığı Yay., İstanbul 2013, s.

175.

511http://paylasimalemi.com/merak-ettiklerimiz-efsaneler/303-alkarisi-ve-kirklama-adetleri-uzerine-

121

bebeklerin ise gelişmeyip rahatsızlanacağına inanılmaktadır. Yörede, kırk basmasının önüne geçmek için uygulamalar yapılmaktadır. Örneğin Akören köyünde, cenaze kaldırılacağı zaman kırklı çocuk dışarı çıkarılmamaktadır. Gümüşlü ve diğer köylerde kırklı kadın dışarı çıkarılmamakta ve evde de tek başına bırakılmamaktadır. Kırk basmaması için yapılan başka bir uygulamada ise keber otunun yakılıp dua edilmesi ve kırklı kadının evinden ekmek, tuz verilmemesidir. (KK: 5, 6, 9, 16, 27, 36, 37, 48, 50, 66, 72, 73) Çavuş köyünde ise kırklı eve çiğ et getirildiğinde et eve girmeden çocuk dışarı çıkarılır ve et eve girdikten sonra çocuk eve alınır. Benzer uygulama gelin eve geldiğinde de uygulanmaktadır. (KK: 36, 37)

Arguvan’nın Dolaylı mahallesinde bulunan Kırk Basığı ocağına genelde kırklı kadın ve bebeği götürülmektedir. Ocaklı, bir geniş gömlek veya elbise giyip çocuğu üç kez boynundan koyup eteğinden çıkartmaktadır. Bu işlemden sonra orada bulunan ocak sahibine çocuğun elbiselerinden verilmektedir.512 Bu uygulama sırasında “parpı olsun,

diye yapıyoruz” sözü söylenmekte ve bu sözün kırk basmasını önlediğine

inanılmaktadır.513

3.1.3.3. Kırklama Töreni

Yöredeki köylerde çocuk doğduktan sonra ilk kırk ve son kırk adında kırklama törenleri yapılmaktadır. İlk kırklamada kazanda kaynayan suya yirmi kaşık su eklenerek yapılmaktadır. Çocuğun başı üzerinde bir elek tutularak “yılan kırkı, çiyan kırkı, adam

kırkı, it kırkı, tosbağa kırkı, eşek kırkı gibi” denilerek kırk tas su dökülmektedir. En

sonunda ise bir tas su dökülerek “Ağrın acın hep bu sularla aksın.” denilerek temizlenildiği belirtilmektedir. Bebeğin yıkandığı su, ayak değmeyecek bir yere dökülmelidir.514 Son kırklama töreni annenin başı üzerinden kalbura üç defa elle

vurularak yapılmaktadır. Ayrıca kırk suyu içerisine kırk nohut, kırk taş da konulmaktadır. (KK: 5, 6, 9, 36, 37, 39)

512 Gülsen Balıkçı, a. g. m., s. 68.

513 http://paylasimalemi.com/merak-ettiklerimiz-efsaneler/303-alkarisi-ve-kirklama-adetleri-uzerine-

arastirma.html (03/02/2016)= Hüseyin Şahin, “Malatya Arguvan Köylerindeki Lohusallık Dönemi,Alkarısı ve kırklama adetleri üzerine bir araştırma”

514 http://paylasimalemi.com/merak-ettiklerimiz-efsaneler/303-alkarisi-ve-kirklama-adetleri-uzerine-

arastirma.html (03/02/2016)= Hüseyin Şahin, “Malatya Arguvan Köylerindeki Lohusallık Dönemi,Alkarısı ve kırklama adetleri üzerine bir araştırma”

3.1.3.4. Çocuğa Ad Verme

Yörede çocuğa ad verilirken genelde aile büyüklerinin ismi tercih edilmektedir. Çocuğa isim herhangi bir hastalık veya sıkıntı olmaması durumunda doğumdan sonraki hafta içerisinde verilmektedir. Çocuğu doğduktan sonra yaşamayan, aileler çocuklarına isim verirken daha hassasiyet göstermektedir. Özellikle çocuk doğmadan önce gittikleri ziyaretlerin isimlerini çocuğa isim olarak vermektedirler. Çocuk kız olursa çocuğa Fatma, Durdu, Yeter, Satı, Sultan, Hatice gibi isimlerden biri konulmaktadır. Erkek olursa Duran, Hasan, Hüseyin, Sadık, Zeynel Abidin, Rıza, Yusuf, Murtaza, Ahmet, Ali, Bektaş, Haydar, Cafer gibi isimlerden biri konulmaktadır. Bunların yanı sıra On iki İmam ve Yedi Uluların isimleri verilmektedir. Buradaki amaç çocuğun uzun süre yaşamasını sağlamaktır. Özellikle Ömer, Osman, Ebubekir, Yavuz isimleri çocuklara verilmemektedir. Eskiden Akören ve çevresinde doğan çocuklara babalarının veya dedelerinin askerde iken kendilerine komutanlık yapan kişilerin de isimleri verilmiştir. (KK. 1, 2, 5, 9, 16, 18, 24, 44, 70, 74)

Yörede çocuğa isim konulurken kulağına ezan okuma ve tören yapma geleneği yoktur. Bunun yerine aile büyüklerinden birisi çocuğa isim verir. (KK: 30, 31, 44, 65, 69, 70, 73)

3.1.3.5. Çocuk Görme

Çocuk doğduktan belli bir süre sonra komşular ve akrabalar çocuk görmeye gitmektedir. Çocuk görmeye gelenler maddi imkânlarına göre hediyeler alıp çocuğa vermektedir. Aile bireyleri gelen misafirlere çeşitli ikramlarda bulunmaktadır. Bu süreçte çocuğa nazar değmemesi için mavi boncuk takılması, kulağının arkasına “is” sürülmesi pratikleri bulunmaktadır. Ziyarete gelen misafirlerden sonra çocuk uzun süre ağlarsa nazar olduğuna inanılmaktadır. Bu tür olumsuz durumlardan korunmak için çocuğa muska yaptırılmaktadır. Bu muska çocuğun omuzuna asılır ve yastığının ucuna konulur. (KK: 5, 6, 9, 34, 36, 37, 66)

3.1.3.6. Diş Hediği

Diş hediği, çocuğun dişi ilk çıktığında yapılan bir uygulamadır. Çocuğun olduğu evde buğday taneleri kazanda pişirilmekte bazen de buğdayla birlikte on iki çeşit yiyecek konulmaktadır. Yapılan bu küçük tören için komşular ve akrabalar davet edilmektedir. Gelen misafirler diş hediğini topluca yemektedir. Giderken de para, havlu,

123

atlet gibi hediyeler bırakmaktadırlar. Davete gelemeyen komşulara tabakta diş hediği götürülür, buna karşılık komşular da hedik kabına çeşitli hediyeler koyarak çocuğa gönderirler. Bu uygulamanın yapılmasının amacı çocuğun diğer dişlerinin sağlıklı ve kolayca çıkması, bir ömür boyu sağlıklı dişlerinin olmasıdır. (KK: 2, 11, 14, 15, 17, 21, 27, 33, 38, 41, 42, 45, 46, 53, 58, 59, 62, 64, 67, 68, 69, 71, 72, 74)

3.1.4. Doğumla İlgili İnanış ve Uygulamaların Değerlendirilmesi