• Sonuç bulunamadı

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN ALMANYA ÖRNEĞİ

2.3. KOLEKTİF DİN ÖZGÜRLÜĞÜ ve DİNİ CEMAAT KAVRAMI

2.3.1. Dini Cemaat Kavramı 915

Tarihi süreç içerisinde Alman anayasa hukukunu ele aldığımızda “Dini Cemaat” daha doğrusu “dini topluluk” kavramının ilk olarak Paulus kilisesi anayasası ile birlikte anıldığını görmekteyiz. Daha sonra Prusya anayasasında da kullanılan dini topluluk kavramı, Prusya anayasasında evangelist ve roma – Katolik kilisesi yanında “diğer dini topluluklar”916 şeklinde anayasada yer almıştır.917 O tarihe kadar, kiliselere tanınan ayrıcalıklar sebebiyle ve devletin kilise ile olan yakın ilişkisi sebebiyle Almanya, İsviçre ve Avusturya’da yerleşmiş olan kavram “Devlet-Kilise Hukuku”918 kullanılmıştır.

Devlet-Kilise hukuku kavramını kullananlar, bu kavram kapsamında dar manasıyla kilise ile devletin ilişkisinin düzenlendiğini ve bunun tarihi süreçten gelen bir kavramsallaştırma olduğu yönünde hem fikirdirler. Bu bağlamda, kavram devlet ile kilise arasındaki hukuki ilişkileri düzenlerken, kiliselerin dini ihtiyaçlarını ve kiliselerin menfaatlerini koruma üzerine bir ilişkiyi de ortaya koymaktadır.919 Devlet-Kilise hukuku kavramı buradaki kullanılış biçimi ile sistem içinde yerleşik evangelist ve Katolik kilisesini öncelerken, diğer bağımsız kiliseleri ve küçük dini toplulukları

Weltanschauung im säkularen Staat, Stuttgart, 2001, S. 9 vd; Ayrc. Stefan MÜCKL, (Grundlage), “ § 159 Grundlagen des Staatskirchenrechts”, içinde: Isensee/Kirchhof, Handbuch des Staatsrechts, VII, 3. Auflage 2009, s.711-712.

914 WALTER, s.537; Peter BADURA, “Staatskirchenrecht”, “Das Staatskirschenrecht als gegenstand des Verfassungsrechts”, içinde: Joseph Listl und Dietrich Pirson, Handbuch des Staatskirchenrechts der Bundesrepublik Deutschland, Erster Band, Berlin 1994, s.211.

915 Religionsgemeinschaft.

916 Andere Religionsgesellschaften.

917 SCHLINK, s.210; Bernd JEAND’HEUR, „Der Begriff der „Staatskirche“ in seiner historischen Entwicklung“, Der Staat, Vol. 30, No. 3 (1991), s.453.

918 Staatskirchenrecht.

919 HOLLERBACH, s.473.

173 daha arka plana atmıştır. Eyaletler ya da bölgeler bazında, geleneksel mezhepler doğrultusunda din politkası belirlenmiş, kamu tüzel kişiliği statüsü ise siyasi saiklerle ve keyfi olarak tanınmıştır.920 Bu durum dinler ve mezhepler arasında eşitsizliğe yol açmıştır.

Almanya topraklarında imparatorluğun yıkılması ile birlikte, tüm anıları ile birlikte, Öncesinde Weimar anayasası ve sonrasında 1949 anayasası ile Alman hukuku sisteminde şeklen de olsa “Hrıstiyan Akşam Ülkesi” izleri silinmiş, bütün dinlere eşit mesafade duran bir sistem ortaya konmuştur.921 Bu sistem ortaya konulurken, daha önce Paulus kilisesi anayasasında kavram olarak kullanılan “dini cemaat”

(Religionsgesellschaft) oluşturma hakkı bir temel hak olarak anayasada yer almıştır.922 Weimar anayasasında ifade edilen dini cemaat kurma hakkı, anayasa m.9 da ifade edilen dernek kurma hakkını da içermektedir.923

Günümüzde de geçerli olan anayasa m.140’ın atıfta bulunduğu, Weimar anayasasında yer alan düzenlemelerde artık kilise ifadesi kullanılmamaktadır. Kilise ifadesi, sadece Weimar Anayasası m.137 f.1 “devletin kilisesi yoktur” şeklinde kullanılmış ve bu ifade haricinde bilinçli bir şekilde “Dini Cemaat” kavramı kullanılmıştır. Devletin kilisesi yoktur ifadesiyle ortaya konulmaya çalışılan Alman anayasal sistemindeki ayırma prensibi, yukarıda da ifade edildiği gibi, 1905 tarihli Fransa laiklik yasasından farklı, dinin ve kilisenin günlük yaşantıdan dİslamayan bir şekilde uygulanmaktadır.924 Alman anayasa hukuku sistemine Weimar anayasası ile dâhil edilen işbirliği prensibi ve Paulus kilisesi anayasasından beri kullanılan “Dini Cemaat” ifadesi, Alman anayasa hukuku sisteminde üç temel işlev ortaya koymaktadır. Bunlar;

a) Dini cemaatlere din ve vicdan özgürlüğü kapsamında tanınan temel hak olan, dernek kurma özgürlüğü ve kendi işlerini kendilerinin idare etmesi,

920 CZERMAK “Religion“, s.100.

921 Martin HECKEL, „1994“ „Zur Ordnungsproblematik des Staatskirchenrechts im säkularen Kultur- und Sozialstaat“, JuristenZeitung, 49. Jahrg., Nr. 9 (6. Mai 1994), s.425.

922 Weimar Anayasası m. 137 f.2 “Dini topluluklar kurma hakkı güvence altına alınır. Dini toplulukların İmparatorluk toprakları içinde birleşmeleri, hiçbir sınırlandırmaya tabi değildir.”; Ayrc. karş. Johannes KUNTZE, Bürgerliche Mitgliedschaft in Religionsgemeinschaften, Göttingen 2013, s.118.

923 Karş. BADURA “Staatskirchenrecht“, s.226 ; Peter LANDAU, „Friedrich Wilhelm IV. von Preußen und die Religionsfreiheit: Zur Entstehungsgeschichtedes Grundrechts der Vereinigungsfreiheit von Kirchen und Religionsgesellschaften“, JuristenZeitung, 50. Jahrg., Nr. 19 (6. Oktober 1995), s.909.

924 JEAND’HEUR, s.457; ayrc. bkz. HECKEL, „1994“, s.428; HOLLERBACH, s.480.

174 b) Devlet karşısında bağımsızlık ya da başka bir ifadeyle, dini cemaatleri devletle

eşit seviyede tutmaya yönelik, kamu tüzel kişiliği statüsü,

c) Dini cemaatlere karşı devletin tumunu belirleyen eşit ve tarafsız davranma yükümlülüğüdür.925

Dini cemaatlerin anayasa hukuku sisteminde ne şekilde yer alacakları ve konumları da halen tartışılan bir mesele olarak karşımızda durmaktadır. Din Özgürlüğü açısından, anayasa m.4 f. 1 ve 2 hükümleri yanında, anayasanıb 140.maddesinde atıfta bulunulan Weimar Anayasası m.137’nin birlikte uygulanıp uygulanmayacağı, uygulanacaksa nasıl uygulanacağı halen çözülmemiş bir sorun olarak hukuk sistemi içerisinde yer almaktadır.

Kavram olarak “dini cemaat”, anayasada kullanıldığı şekliyle dini toplululuk

“Religionsgesellschaft”, modern kullanılış şekliyle dini cemaat

“Religionsgemeinschaft” bilimsel olarak ele alınması Weimar Cumhuriyeti zamanında olmuş, anayasa hukukçuları bu kavramla meşgul olmuş ve dini cemaat kavramının tanımını yapmışlardır. Bunlardan en bilineni Anschütz’ün yaptığı tanımdır.

Anschütz’e göre Alman kamu hukuku açısından dini cemaati; “Aynı dini inanca sahip ya da birbirine yakın inançlara sahip olanların, inançlarının yaşanması için gerekli ödevleri her yönüyle yerine getirmek maksadıyla faaliyet gösteren birlik” şeklinde tanımlamıştır.926 Uzun süre bu tanım etrafında hareket eden Alman anayasa hukukçuları, 1949 daki yeni anayasa sonrasında da tanım üzerinde pek fazla tartışma yapmadan kullanmışlar, ancak 90’lı yıllardan itibaren İslam dini gibi diğer dinlerin Alman sosyal yapısında görünür olmasıyla, tanım sorgulanır hale gelmiştir.927

Anayasada dini cemaat anlamında kullanılan kavram olan “Religionsgesellschaft”

yerine, teoride artık daha basit bir oluşumu ifade eden ve anayasa m.7 f.3 de düzenlemede de kullanılan “Religionsgemeinschaft” kavramı bütün dini cemaatler için kullanılmaya başlanmıştır.928 Ancak, Weimar anayasası m.137, f.2. de düzenlenen

925 JEAND’HEUR, s.458; BADURA “Staatskirchenrecht“, s.231 vd.; CZERMAK “Religion“, s.101.

926 ANSCHÜTZ, „Verfassung“, s.633; Ayrc. bkz. „…belirli dini geleneğe sahip kişilerin –ortak tarih, ortak kültür, ortak sembol ve değerlere sahip olanlar-aidiyet hissetmesi…“ Melanie ZURLİNDEN, Religionsgemeinschaften in der direkten Demokratie, Handlungsräume religiöser Minderheiten in der Schweiz, Luzern 2015, s.18.

927 KUNTZE, s.125.

928 Unruh’a göre, eş anlamlı olarak „Religionsgemeinschaft“ kavramının kullanılması artık tercih edilmelidir. Bkz. UNRUH, s.155; ayrc. MİCHAEL, s.482.

175 mevcut dini cemaatlerin bir araya gelmesi ve eski kamu tüzel kişiliklerinin korunacağının ifadesi929 yerleşik iki kiliseyi -kilise kavramının kullanılmamasına rağmen- diğer dini cemaatlerden daha üst seviyede tutar haldedir. Bu getirilen hükümlerle anayasanın halen dini cemaatler arasında istenilen eşitliği sağlayamadığını iddia eden görüşler de vardır.930

Dini cemaat yapılanması açısından aynı inanca sahip iki kişinin inancını yaşamak maksadıyla bir araya gelmesi ve bir sosyal grup oluşturması cemaat olarak kabul görme açısından yeterli görülürken931 zaman zaman dini cemaatlerin bir araya gelerek oluşturduğu çatı kuruluşlar ise dini cemaat olarak kabul edilmemektedir. Bu konuda, Federal İdare mahkemesi 2005 yılında önüne gelen bir olayda oldukça önemli bir karar vermiştir. İslami çatı kuruluşlarının (federasyon ya da konfederasyon) devlet okullarında İslam din dersleri verme talebinin reddedilmesi üzerine mesele çeşitli safhalardan geçtikten sonra Federal İdare Mahkemesi önüne gelmiştir. Federal mahkeme, dini ödevleri yerine getirme görevi olmayan ya da kısmen dini ödevleri yerine getiren çatı kuruluşlarının, kuruluş tüzüklerinde kendilerini dini cemaat olarak tanımlamalarını yeterli bulmamıştır. Tüzüklerinde kendilerini dini cemaat olarak tanımlasalar bile, Müslüman çatı kuruluşlarının dini cemaat olmadıklarına ve ortaklaşa yapmış oldukları anayasaya m.7 f.3’e932 göre İslam din dersleri verme talebini reddilmesinin yerinde olduğunu ifade etmiştir.933

Federal idare mahkemesi, aynı olayda 2018 yılında vermiş olduğu başka bir kararda ise, dini cemaatlerin organizasyon şartları için yukarıdaki ifadeleri tekrarlamış, bu defa çeşitli derneklerin bir araya gelmesiyle oluşan çatı kuruluşların da dini cemaat olarak kabul edilecekleri hükmüne varmıştır.934

929 Yerleşik katolik kilisesi ve protestan kilisesi.

930 Karş. KUNTZE, s.127.

931 KUNTZE, s.126; UNRUH, s.156; Ayrc. bkz. Federal idare mahkemesinin kararı, BVerwG 6 C 2.04, Urteil vom 23. Februar 2005.

932 GG m.7, f.3

Din dersi, mezhepsiz okullar dışındaki kamu okullarında olağan derslerdendir. Din dersi, devletin denetim hakkına zarar vermeyecek şekilde, dinsel toplulukların temel ilkeleriyle uygunluk içinde verilir. Hiçbir öğretmen, iradesine aykırı olarak din dersi vermeye zorlanamaz.

933 „Dini ödevleri yerine getirme görevi olmayan ya da kısmen yerine getiren dini derneklerin oluşturduğu, bir çatı kuruluş, dini cemaat olarak kabul edilemez“ Federal İdare Mahkemesi Kararı, BVerwG 6 C 2.04 , Urteil vom 23. Februar 2005.

934 Federal İdare mahkemesi kararı, Beschluss des BVerwG vom 20.12.2018, Az.: 6 B 94/18.

176 Bütün bunlardan hareketle her iki anayasadaki hükümleri birlikte ele aldığımızda, yapı olarak dini cemaatlerin temelinin gerçek kişiler olduğunu söylemek mümkündür.

Gerçek kişilerin oluşturduğu dernek ve oluşumların bir araya gelerek oluşturdukları çatı kuruluşların da dini öğreti ve eğitim alanında, üyeleri gerçek kişiler ve diğer dernekler üzerinde belirli dini yetkiye sahip olması durumunda, dini cemaat olarak kabul edilecekleri sonucuna varmak mümkündür.

Weimar anayasasıyla düzenlenen ve 1949 anayasası ile getirilen kolektif din özgürlüğü ilkelerinden farklı olarak, halen geçerliliğini sürdüren Weimar anayasası m.137 f.5 hükmünde ise dini cemaatlerin “kamu tüzel kişisi” olarak tanınabilecekleri hükme bağlanmıştır.935 Weimar anayasası ile burada dini cemaatlere yönelik iki farklı uygulama ortaya konmaktadır. Üye sayılarından ve üye sayılarının gerçek kişi olup olmadıklarına bakılmaksızın, Weimar anayasası yürürlüğe girmeden önce kamu tüzel kişiliği tanınmışsa, bu dini cemaatlerin bu statülerini koruyacakları anayasal olarak hüküm altına alınmıştır. Bunun haricinde ise, şartları taşıyan diğer dini cemaatlere de talepleri halinde kamu tüzel kişisi statüsü tanınır diyerek, dini cemaatlerin teşkilat yapıları ile ilgili anayasal kabul şartlarını ortaya koymuştur.936

Dini cemaatlerin varlığına ve amaçlarına ilişkin ise, anayasal hükümlerin yanında Federal anayasa mahkemesinin kararları belirleyici olmaktadır. Bireysel din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde dernek kurma hakkının sadece anayasa m.4 kapsamında olmadığını, yine anayasa m.140’ın atıfta bulunduğu Weimar anayasası m.137’nin din özgürlüğünün gerçekleştirilmesi ve bu hakkın kullanılması bakımından da uygulanacağına karar vermiştir.937 Bu bakımdan en önemli düzenlemelerden birisi de Weimar anayasası m.137 f.7’deki “Belirli bir dünya görüşüne ortaklaşa hizmet etmeyi kendilerine amaç edinmiş birlikler dini topluluklara eşit sayılırlar” şeklindeki düzenlemedir. Bu düzenleme ile semavi dinlerle, dünyevi inanç birlikleri aynı düzeye getirilmeye çalışılmıştır.938

935 WRV m.137, f.5 „Halen kamu tüzel kişi niteliğinde olan dini topluluklar, bu hüviyetlerini muhafaza ederler. Kuruluş ve üye sayılarına göre devamlılık gösteren diğer dini topluluklara da istekleri üzerine aynı haklar tanınır. Kamu tüzel kişi niteliğindeki dini toplulukların bir birlik kurmaları halinde, bu birlik de kamu tüzel kişi sayılır.“

936 Karş. KUNTZE, s.127.

937 Federal anayasa mahkemesi kararı, BVerfGE 102, 370 - Körperschaftsstatus der Zeugen Jehovas, Urteil des Zweiten Senats vom 19. Dezember 2000 --2 BvR 1500/97 --.

938 WRV, Art 137, f.7

177 Din ve vicdan özgürlüğü alanındaki hükümlerin de bireysel din özgürlüğünden hareketle, dini cemaatlerin esas fonksiyonlarının temel hakkkın gerçekleştirilmesine ve anayasa m.4 de yer alan din ve vicdan özgürlüğünün sağlanmasına ilişkin faaliyetler olduğunu söylemek mümkündür. Din kavramının özelliğinden dolayı, din ve vicdan özgürlüğü hakkının kullanılması ancak insanın şahsı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu sebeple dini cemaatlerin oluşumu ancak gerçek kişilerle mümkündür. Bireyle, insanların inaçlarını yaşamasına imkân veren dini cemaat arasındaki sıkı ilişki bir meşruluk esasına dayanmalıdır. Dini cemaat içerisindeki bireye dayalı bu temel olmadığı takdirde dini cemaatten söz etmek mümkün değildir.939

Dini cemaatler, kurumsal bir asgari yapı oluşturacak şekilde gerçek bireyler tarafından oluşturulmalı, bu oluşum belirli süreli olmamalı ve sürekliliği olan bir oluşum olmalı ve her halükarde, bütün faaliyetleri ve çalışmaları inançlarını yaşama ve yaşatma doğrultusunda evrensel hedefleri olan topluluklardır.