• Sonuç bulunamadı

DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN ALMANYA ÖRNEĞİ

2.3. KOLEKTİF DİN ÖZGÜRLÜĞÜ ve DİNİ CEMAAT KAVRAMI

2.3.2. Dini Cemaatlerin Anayasal Dayanağı

Din-Devlet hukuku içerisinde geleneğin etkisiyle yerleşen Hrıstiyan kültür,940 Alman devleti içerisinde son yarım yüzyılda yaşanan gelişmelerle,941 sosyal yapıya yeni dini cemaatlerin ve dünyevi inanç gruplarının girmesiyle, daha çoğulcu ve eşitlikçi bir yapıya doğru evrilmeye başlamıştır. Bu gelişme bilhassa din-devlet hukuku alanında

“abenlaendlichem Kulturvorbehalt” “akşam ülkesi kültür önceliği” tartışmasını da beraberinde getirmiştir.942

Günümüzde Alman hukuk sisteminin temelinde yer alan çoğulculuk kavramı gereği, din-devlet hukuku alanında sadece Müslümanlar yeni dini gruplar olarak sisteme dâhil olmamışlar, Müslümanların yanında daha başka küçük semavi inanç grupları ve dünyevi inanç grupları da anayasal sisteme dâhil olmuşlardır. Anayasal sisteme giren

Den Religionsgesellschaften werden die Vereinigungen gleichgestellt, die sich die gemeinschaftliche Pflege einer Weltanschauung zur Aufgabe machen.

939 KUNTZE, s.138.

940 Von CAMPENHAUSEN / De WALL, s.7 vd.; Wiebke HENNİG, Muslimische Gemeinschaften im Religionsverfassungsrecht, Baden-Baden 2010, s.18.

941 Philipp W. HİLDMANN, „Das Bild ist bunter geworden: Eine Einführung in die Debatte über das Verhältnis von Staat und Kirchen zu Beginn des 21. Jahrhunderts“, içinde: Philipp W. Hildmann / Stefan Rößle, Staat und Kirche im 21. Jahrhundert, München 2012, s.9.

942 HENNİG, s.19; BADURA “Staatskirchenrecht”, s.211-212; MUCKEL, „Staat“, s.268; Anayasa hukukunun bu alanının, siyasi açıdan tartışma yaratan bir hukuk alanı olduğuna dair; bkz. Hans M.

HEİNİG,“Öffentlich“ Öffentlich-rechtliche Religionsgesellschaften, Berlin, 2003, s.92.

178 bu inanç grupları, bir yandan yerleşik kiliselerin ve dini cemaatlerin geleneksel toplum yapısı içerisindeki dokunulmaz statülerini sorgularken, diğer yandan anayasal kurumları yeni meseleler karşısında çözüm bulmaya zorlamaktadır. 943 Aşağıda üçüncü bölümde geniş şekilde ele alınacağı üzere, sisteme dâhil olan İslami cemaatlerin iç işleyişleri ve cemaat düzeni açısından şimdiye kadarki Alman anayasa hukuku sistemi içerisinde mevcut yapılara uygun olmadığı fikri, sadece öğretiyi değil, Alman anayasa hukuku sistemini de zorlamaktadır.944

Alman anayasa sisteminde din ve vicdan özgürlüğü üçlü bir yapıda kendisini göstermektedir. Tarihi gelişim içerisinde çeşitli dönemlerde uygulamalardan hareketle ortaya konulan hükümler, günümüzde hem bireysle din özgürlüğünün, hemde kolektif din özgürlüğünün temel anayasal yapısını ortaya koymaktadır. Esas itibarıyla üç temel sütun üzerine kurulu olan Alman din-devlet hukukunun birinci sütunu aynı zamanda anayasal yapı içerisinde bütün düzenlemelere esas teşkil eden anayasa m.4. f.1 ve 2 deki 945 düzenlemelerdir. Alman anayasasında din özgürlüğü ile ilgili düzenlemelerin ikinci sütunu, anayasanın 140. maddesidir. 140. maddenin atıfta bulunarak, 1919 tarihli Weimar anayasasının ilgili maddelerini, 2. Dünya savaşı sonrasında kabul edilen 1949 tarihli anayasanın bir parçası haline getirmiştir. Üçüncü sütunu ise Kilise ve diğer dini cemaatler ile devlet arasında ilişkileri düzenleyen devlet sözleşmeleridir.946

Reform dönemini ve sonraki dönemde -zaman zaman kanlı süren- din savaşları sonrasında, ortaya konan çoğulcu mezhep anlayışı, devletin kendisini dini meselelerin dışında tutması gayretleri, din ve vicdan özgürlüğü anayasal olarak günümüzdeki manasına ulaşmıştır. Yukarıda geniş olarak ele alındığı üzere, bireysel din özgürlüğü, sübjektif bir temel hak olarak Alman anayasa hukukunda ilk olarak Paulus kilisesi anayasası ile hüküm altına alınmıştır. Weimar anayasası ile din ve vicdan özgürlüğünün kurumsal boyutları, devlet ile kilise ve dini cemaat ilişkileri düzenlenmiştir.947 İkinci Dünya savaşı sonrasında yeni kurulan Alman devletinde siyasi ve dini açıdan Weimar Cumhuriyeti öncesi çalkantılı dönemlerin yeniden yaşanmaması arzulanmıştır. Bu maksatla dini cemaatlerin devletle ilişkilerini ve din

943 HİLDMANN, s.13.

944 HENNİG, s.22; BİELEFELDT,“Muslime“, s.85.

945 HECKEL, “Religionsfreiheit“, s.648.

946 MUCKEL, „Staat“, s.268.

947 MUCKEL, „Staat“, s.269.

179 özgürlüğünü düzenleyen Weimar anayasası’ındaki hükümler, 1949 anayasasında din özgürlüğünü düzenleyen hükümlere büyük ölçüde aktarılmış ya da Weimar anayasasındaki hükümlerin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda, Weimar anayasası ortaya konulurken bulunan uzlaşma, Bonn anayasası döneminde de devam ettirilmiştir.948

Weimar döneminde bilhassa kolektif din özgürlüğü alanında sağlanan uzlaşı, 1949 Bonn anayasasına eklenen ve “Weimar anayasası’nın bazı maddelerinin geçerliliği”

başlığını taşıyan anayasa m.140 ile “11 Ağustos 1919 tarihli Alman Anayasasının 136, 137, 138, 139 ve 141. maddeleri hükümleri, bu Anayasanın bir parçasıdır” hükmü ile devam ettirilmiştir. Bu şekilde anayasa yapım sürecinde hükümleri doğrudan alma yerine, 1919 tarihli Weimar anayasasına atıfta bulunularak, bu hükümlerin Weimar anayasası sürecinde tartışılan şekli ve tarihselliği ile geçerli olması sağlanmıştır. Bu düzenlemeler ile Weimar döneminde kabul edilen devlet kilise ilişkilerinde yeni düzenin devam etmesi sağlanmıştır.949

Yukarıdan beri ele alındığı üzere, anayasa m.140’ın atıfta bulunduğu 1919 tarihli Weimar anayasasının 137. maddesinin 1. fıkrasında “devletin kilisesi yoktur” diye ifade edilen hüküm günümüze kadar taşınmıştır. Alman anayasalaşma süreci içerisinde devlet kilisesi kavramını, nihai olarak hukuki yapı içerisinden dışarı atan bu düzenleme,950 Fransa benzeri bir kesin ayrılığı hedefleyen, liberal ve sosyalistlerle, klasik kilise hâkimiyetini savunanlar arasında bir mücadelenin sonucunda ortak çözüm olarak bulunmuş, bir model olarak ortaya konmuştur.951 Alman anayasasının bu hükümlerini, devlet ile kilisenin kesin olarak ayrılması olarak yorumlayanlar952 olduğu gibi, bu hükümlere pozitif anlam yükleyenler de vardır. Pozitif anlam yükleyenler her iki kurumun, yani devlet ile kilisenin karşılıklı olarak birbirlerinden bağlarını koparma (Emanzipation), ama bunun yanında, her iki kurumun birbirlerini tanıma, bilhassa

948 CAVULDAK, s.217; CZERMAK “Religion“, s.99; BADURA “Staatskirchenrecht”, s.214; Farklı bir görüş için: “Bonn anayasasına alınan Weimar hükümleri, esas çerçeve itibarıyle, aynı cümlelerle alınsada aynı anlamı taşımamaktadır.” Rudolf SMEND, “Staat und Kirche nach dem Bonner Grundgesetz”, Zeitschrift für evangelisches Kirchenrecht, Bd. 1, Heft 1, Jahr 1951, s. 4.

949 BADURA “Staatskirchenrecht”, s.215.

950 Karş. UNRUH, s.92.

951 MUCKEL, „Staat“, s.269.

952 ANSCHÜTZ, „Verfassung“ s. 631.

180 devletin dini cemaatlerin özgürlüklerini tanıma ve dini cemaatlerin devletin vesayetinden çıkması953 anlamına geldiğini ifade eden görüşler de vardır.954

Weimar anayasasının devletin kilisesinin olmadığını ifade eden 137.madde 1.fıkra tek başına ele alındığında bunun devlet ile kilisenin ayrıldığı anlamına gelebileceği ve kiliseler ve dini cemaatler açısından düşmanca bir tavır anlamına geldiği düşünülebilir.

Gerek Weimar anayasasının hazırlanması sırasında yapılan tartışmalar gerekse de Weimar anayasasında dini cemaatlere ve kiliselere tanınan haklar birlikte değerlendirildiğinde, Weimar anayasası m.137, f.1 hükmü devlet ve dini cemaatler arasında aşılması imkânsız bir durum yaratmamaktadır. Weimar anayasasına eklenen

“kamu tüzel kişiliği statüsü” gibi haklarla, dini cemaatlerin ve yerleşik Katolik kilisesinin hakları din özgürlüğü açısından pekiştirilmiştir.955

Anayasanın 140. maddesinin atıfta bulunduğu Weimar anayasasında, m.137 f.1 hükmü haricinde, 137. maddesinin 2. fıkrası, dini topluluklar kurma hakkının garanti altına alındığını ve dini cemaatlerin dernek kurmalarının herhangi bir sınırlamaya tabi olamayacağını hükme bağlamıştır. Burada önemli olan, Weimar anayasasının 137.

maddesinin 2. fıkrası hükmü ile 1949 tarihli Alman anayasasının 4. maddesi ve 9.

maddesi hükümlerinin birlikte ele alınması gerekmektedir. Dini cemaatlerin dernek kurma özgürlüğü kapsamında, hukuki bakımdan dini cemaatten bağımsız olan ancak, çalışma ve organizasyonlar açısından dini cemaatler altında organize olan derneklerde mevcuttur. Bu dernekler de dini cemaatlere ait dernek statüsünü taşırlar ve Weimar anayasası m.137 f.2 kapsamındaki anayasal korumadan faydalanırlar.956

Weimar anayasası 137. maddenin 3. fıkrasında dini cemaatlerin faaliyetlerini ifa ederken devletin kontrolünde olmadan ve herhangi bir siyasi telkin olmadan faaliyetlerini ifa edecekleri, kendi iç işleyişlerinde bütünüyle bağımsız olacakları (Selbstbestimmungsrecht) ve devletin, dini cemaatlerin iç içleyişlerine müdahelede edemeyeceği garanti altına almaktadır. Buradaki garanti, Weimar anayasası m.137, f.3. hükmü, kolektif din özgürlüğünü tamamlayan bir hüküm olarak Alman anayasa

953 Von CAMPENHAUSEN / De WALL, s. 90; MUCKEL, „Staat“, s.270.

954 Karş. UNRUH, s.94-95; Devlet kilise ayrılığı için zaman zaman freundliche Trennung (dostane ayrılık) ifadesi kullanılıyor. Dostane ayrılık yerine, Alman anayasa hukukunda kullanılan diğer kavram

“hinkende Trennung” (askıda ayrılık) tır. Bunun için STUTZ, s.54; Askıda ayrılık (hinkende Trennung) kavramının gelişim süreci için ayrc. bkz. CAVULDAK s.211 vd.

955 MUCKEL, „Staat“, s.270; CZERMAK “Religion“, s.99.

956 HOFMANN, s. 242; UNRUH, s.154 vd.

181 hukuk sistemi içerisinde kendi başına değerlendirilmesi gereken bir düzenleme olarak yer alır. 957

Günümüzde halen geçerli ve yürürlükte olan Weimar Anayasasının 137. maddesinin 4. fıkrası, dini cemaatlerin hukuki statülerini nasıl kazanacaklarını hükme bağlamakta ve kazandıkları bu hukuki statüyü anayasal garanti altına almaktadır.958 Bu fıkradaki düzenlemeyle, aynı maddenin 2. fıkrasının 1. cümlesinin959 birlikte değerlendirilmesi gerekir. Dini cemaatlerin dernek kurma ile ilgili özgürlüklerinde, Weimar anayasasının m.137. f.2 ve f.4, kolektif din özgürlüğü bakımından 1949 tarihli anayasasnın anayasa m.4 deki, din özgürlüğünü düzenleyen hükümden daha niteliklidir. Buradaki hükümler, anayasa m.4 teki dini cemaatlerin dernek kurma özgürlüğü ile karşılaştırıldığında daha güçlüdür.960

Bu hükümlerin yanısıra, dini cemaatler için Weimar anayasası m.138 ile getirilen hükümleri de anayasanın hazırlanması sırasındaki tartışmalardan hareketle, Almanya’daki din özgürlüğünün dini cemaatler açısından gelişimi bağlamında değerlendirmek gerekir.

Anayasa bağlamında anayasa m.140 tarafından atıf yapılan, Weimar anayasası 137.

madde 4. ve 5. fıkra hükümlerine göre, dini cemaatlerin iki farklı organizasyon biçimi ortaya çıkmaktadır. Buna göre dini cemaatleri; özel hukuk tüzel kişisi olarak teşkilatlanmış olmuş dini cemaatler961 ve kamu hukuku tüzel kişisi olarak teşkilatlanmış olmuş dini cemaatler962 olarak tasnif etmek mümkündür.

Özel hukuk tüzel kişisi olarak teşiklatlanmış olan dini cemaatler, yukarıda ele aldığımız şekliyle dini cemaatlerin dernek kurma özgürlüğü çerçevesinde, kuruluşlarını ve hukuki ehliyetlerini Weimar anayasası 137. madde 4. fıkraya göre, Alman medeni kanunu çerçevesinde elde eden dini cemaatlerdir. Buna göre dini cemaatler, hem kuruluşlarını, hem de hukuki statü ve ehliyetlerini medeni kanun963

957 UNRUH, s.100.

958 WRV 137. madde 4. fıkra: Dini topluluklar, medeni hukukun genel hükümlerine göre hukuki ehliyet kazanırlar.

959 WRV 137. madde 2. fıkra 1.cümle: Dini topluluk kurma hakkı güvence altına alınır.

960 Karş. UNRUH, s.154.

961 Privatrechtlich organisierten Religionsgemeinschaften.

962 Körperschaft des öffentlichen Rechtes.

963 Alman medeni kanunu madde 21 de ifadesini bulan kar amacı gütmeyen dernek statüsü.

182 çerçevesinde elde ederler.964 Dini cemaatlerin, bu statüleri ile sadece genel hukuki işlemler yapabilmelerine imkân sağlandığı düşünülmelidir965. Anayasa dini cemaatlere belirli bir hukuki teşkilat şekli şart koşmamaktadır.966

Kamu tüzel kişisi olarak teşkilatlanan dini cemaatler ise, Weimar anayasası 137.

madde 5. fıkrada sayılan şartları yerine getirmeleri halinde, yaptıkları müracaat üzerine kamu tüzel kişisi statüsünü alma hakkını elde eden dini cemaatlerdir. Kamu tüzel kişiliği verilmesi esas olarak bir idari işlemdir. Tek temel dayanağı Weimar anayasası 137. madde 5. fıkra hükmüdür.967 Ancak, Eylül 2014 tarihine kadar Alman anayasa hukuk sisteminde, dini cemaatlerin kamu tüzel kişiliği statüsü kazanmalarına ilişkin bir yasal düzenleme mevcut değilken, Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde, bu konuya ilişkin bir yasal düzenleme getirilmiştir.968 Kamu tüzel kişiliği verilmesine ilişkin bir başka yol ise, dini cemaatlerle (geçmişte kiliselerle) yapılan devlet sözleşmelerinde969 bu durumu tepit eden, kamu tüzel kişiliği statüsünü hüküm altına alan maddelerin sözleşmelere eklenmesidir.970 Dini cemaatlere kamu tüzel kişiliği verilmesi ve bunun bahşettiği haklar aşağıda geniş şekilde yeniden ele alınacaktır.