• Sonuç bulunamadı

4. TIPTA UZMANLIK ALAN TERCİHLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

4.1. Bireysel Faktörler

4.1.1. Demografik Özellikler

Kişinin seçtiği mesleğin bireysel özelliklerine uygun olup olmaması meslek seçimi kadar önemli bir konudur. Meslek ve alan seçimine ilişkin yapılan birçok araştırmada meslek seçimi etkileyicilerinin kişilik özelliklerinin yanında yaş, cinsiyet, aile, medeni durum gibi demografik faktörlerin de etkilediğini bildirmektedir (Bradley et al., 2000: 19). Kişiler kimi durumlarda bu faktörlerin tamamından etkilenirken kimi durumlarda ise bu faktörlerin sadece biri dahi tek başına branş ve meslek seçiminde etkili olabilmektedir (Ensari ve Alay, 2017: 411).

Hekimlik mesleği belli bir eğitim sonucunda elde edilen bir meslek olmakla birlikte kadınların hekimlik mesleği içerisinde yer bulmaları zor ve uzun bir süreç olmuştur. Örneğin Yunanistan’da ilk kadın hekim olarak bilinen Agnedice Tıp Okulunda hekim olarak yetişmiş ancak o dönem Yunan yasalarının hekimlik mesleğini yapma hakkını sadece erkeklere tanıması nedeniyle kendini erkek olarak tanıtmak

zorunda kaldığı tıp tarihçileri tarafından aktarılmaktadır (Vehid vd.,2001: 96). 16.

yüzyıl İngiltere’sinde yoksullara hizmet eden, onların sağlığını iyileştiren, kendisi gibi yoksul, ailesinden ya da ustasından aldığı ampirik bilgiler ışığında mesleğini icra eden ve çoğunluğu kadın olan bu kişilerin hekimlik yapması yasaklanmıştır. Bundan sonra hekimlik, kraliyetin himayesine girmeye layık görülen zengin ve erkeklerin hakkı olarak görüldü. Bu durum 18. yüzyılın ortalarına kadar devam etti ve zamanla tıp eğitimine kadın ve yoksulların alınmaması biçiminde yansıdı (Soyer, 2005: 14 – 15). Kadınların hekimlik mesleği içerisinde yer alması çok uzun sürmüştür. Hekimlik mesleğini yapan ilk kadın örnek olan Metrodora, Floransa’da yaşamış uterus, mide ve böbrek hastalıkları konusunda en eski el yazması kitabı yazan kadın olarak bilinmektedir (Türkmen, 2011: 22). İslam medeniyetinde ise islami örf ve adetlere göre kadınların hastaları tedavi ettikleri ve sosyal yardım kurumları yaptırdıkları bilinmektedir. Uzun yıllar devam eden savaşlarda kadınların yaralı askerlerin tedavilerini yaptıkları ve bu dönemde tedavi ve bakım işlerini üstlenen “Tabibe Zeynep”’in dönemin ünlü kadın hekimlerinden biridir. Türk tıp tarihinde kadınların hekimlik yaptıklarına dair en eski kanıt Şerafettin Sabuncuoğlu’nun Cerrahiyetü’l Haniyye eseridir. Türkiye tarihine bakıldığında ise Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınların tıp eğitimini yurt dışında aldıkları ve bu dönemdeki ilk kadın hekimin Safiye Ali (Krekeler) olduğu bilinmektedir (Atıcı ve Erer, 2009: 108 – 109).

Temelinde kanıta dayalı, bilimsel ve deneysel yöntem olan tıp alanı diğer bilim alanlarında da var olan toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın öteden beri hüküm sürdüğü, tarihsel süreç içinde de erkek egemen bakış açısına sahip bir alan olmuştur (Türkmen, 2011: 22). Bu bakış açısının oluşmasında kadının toplumsal yaşantıda yer aldığı roller etkili olmuştur. Toplumsal yaşantıda kadına bakış ile kadına atfedilen toplumsal roller cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarına göre değişmektedir.

Hem cinsiyet hem de toplumsal cinsiyet kavramları 1960’lı yılların sonlarında ayrıştırılmış; kişilerin genetik, biyolojik ve fizyolojik özelliklerine kadın ya da erkek olma durumlarına göre “cinsiyet”; kadın veya erkeklere toplumsal hayatta biçilen rol ve sorumlulukları ise “toplumsal cinsiyet” tanımı yapılmaktadır. Tarih boyunca özellikle kadınların vücut yapısı, beyni ve hormonal yapısı bakımından erkeklerden farklı olduğu fiziksel olarak da güçsüz oldukları ileri sürülmüştür. Her ne kadar bu durum biyolojik

farklılık gibi görünse de aynı zamanda kültürlere ait kurumsallaşmayı da içerisinde barındırmaktadır (Yapıcı vd., 2010: 23).

Ataerkil toplumsal normlar ve geleneksel roller, cinsiyete dayalı ayrıştırma (Karakuş, 2014: 335) gibi nedenlerle kadınlar toplumsal hayatta daha çok kadınlara uygun olan işlerde işgücüne katılmıştır. Kadınların annelik rolü ailelerinde eş ve çocuklarına karşı sorumlulukları olması hem aile içinde hem de iş hayatındaki hiyerarşide daha alt konumda yer almasına sebep olmuştur. Bu toplumsal bakış açısı kadının meslek seçimini etkilemekle kalmamış kadınların mesleki kariyer gelişimlerini dahi etkilemiştir.

Kuzuca Genç ve Arda (2010: 1), kadın hekimlerin mesai saatleri düzenli olan, nöbeti olmayan, akademik ilerlemelerinde engel bulunmayan, dışlanamayacaklarını düşündükleri uzmanlık alanlarına yöneldiklerini, özellikle cerrahi uzmanlıklarında kadın hekimlerin oranının % 33 gibi kritik eşikte olduğunu ve kadınlara özgü bir branş olmadığını tam aksine erkeklere özgü uzmanlık alanlarının bulunduğunu bildirmektedir.

Tıpta uzmanlık ve cinsiyet ile ilgili çalışmalarda özellikle kadın hekimlerin bireysel tercihlerinin, erkek hekimlerden farklı olarak, sosyo – kültürel rollerden etkilendiğini bu nedenle iş ve aile arasında denge kurabilmek amacıyla uzmanlığın çalışma koşullarını ve çalışma düzenini göz önünde bulundurdukları bildirilmektedir.

Toplumsal sınıflaşma ile birlikte kadınların çocuk yetiştirmek gibi rolleri nedeniyle cinsiyete dayalı normlar, hekimlerin branş seçimini ciddi şekilde etkilemiştir. Kadın hekimler, özellikle cerrah olanlar, çoğunlukla bekar veya çocuksuz olmakta ya da boşanıyorlar bu durum bireysel seçimlerini etkilemektedir (Vaca et al., 2016: 2).

Cinsiyet ve branş seçimi ilişkisi için özellikle dikkat çeken konulardan biri de cerrahi branşlar gibi bazı branşların erkek egemen branşlar olduğunun düşünülmesidir.

Rogers ve arkadaşları (2012: 192) kadınların cerrahi branşların erkek egemen branşlar olduğunu düşündükleri için bu branşları daha az seçme eğilimi gösterdiklerini bildirmektedir.

Türk Medeni Kanunu’na göre 17 yaşını doldurmuş, aralarında altsoy ve üstsoy bağı olmayan herkes evlenme hakkına sahiptir (Türk Medeni Kanunu, 2001). Bu şartlara haiz kadın ve erkekler arasında evlilik birliği oluşması ile aile kurulur.

Aile, içinde bulunduğu toplumu psikolojik, fizyolojik ve sosyal yönden geliştiren (Menaghan and Parcel, 1991: 419); akrabalık bağı ile birbirlerine bağlanan kişilerin bir araya gelerek oluşturduğu (Özkiraz ve İşçi Baş, 2016: 87) en genel anlamıyla toplumun yapı taşı (Yaşar Ekici, 2014: 210) olarak tanımlanmaktadır.

Çağlar boyunca toplumlarda meydana gelen değişim aile yapılarına da yansımış bu bağlamda eşlerin rolleri de değişmiştir. Sanayileşme ile beraber ailenin fertleri arasındaki ilişkiler de değişmiş (Özkiraz ve İşçi Baş, 2016: 88), sanayileşme kadınların da işgücüne katılımını hızlandırmış ve artırmıştır. İşgücüne katılan kadının sorumlulukları da artmıştır. Bu sorumluluğun artmasında annelik rolü gibi hem ailesel hem de toplumsal rolünün önemli payı bulunmaktadır.

Toplumsal olarak erkek ve kadına biçilen değerler, rol ve kalıplar (Bingöl, 2014:

113) içerisinde kadına düşen annelik rolü meslek hayatını etkileyen bir durum olabilmektedir. Bu durum meslek sahibi olan kadın için de değişmemekte kadının toplumsal rolleri iş hayatına da yansıyabilmektedir. Dobson (2005: 70), ABD’de evli kadın hekimlerin erkek hekimlerden ve çocuksuz evli hekimlerden %11 oranında daha az kazandığını; bir çocuğu olan kadın hekimin %14, birden fazla çocuğu olan kadın hekimin ise erkek hekimlere göre %22 oranında daha az kazandığını, zaman içinde evli kadın hekimlerin meslek hayatı ile aile hayatını dengelemek için daha az talep gören ve daha rahat uzmanlık alanlarına yöneldiklerini bildirmiştir.