• Sonuç bulunamadı

Bitlis’te Vakıflar ve Vakıf Kurumları

Vakıf kelimesi, bir malı satılmamak kaydıyla toplum yararına bir hayır işine

adamak, bağışlamak anlamına gelmektedir595.Vakıf, müessese olarak İslam’ın ilk

yıllarından günümüze toplumsal hayatta var olmuştur. İslam’da vakfın gelişmesini teşvik edici hadisler vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.), dediklerini pratikte de uygulayarak nüntesiplerine örnek olmuştur. Medine’deki yedi parça mülkünü diğer hayırlı işlere ve

Fedek hurmalığını da yolculara vakfetmiştir596. Onu takip eden halifeler de benzer

şekilde davranmışlardır. Bu uygulamalar aynı şekilde Selçuklu ve Osmanlılara da geçmiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk vakfı Osman Gazi yapmıştır. Ondan sonra gelen padişahlar da hem vakıflar kurmuşlar hem de kuruluşunu teşvik etmişlerdir. Vakıf kurumlarının bizzat devletin başındakiler tarafından tesis ve himaye edilmesinden dolayı, toplumsal hayatın her aşamasında vakıfların fonksiyonel olarak önemli görevler yüklendiği görülmektedir. Bir Osmanlı şehri olan Bitlis vilayeti de adeta vakıf eserleri ile donatılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin kurulduğu ilk yıllarda vakıflar, onları yapan kişilerin tayin ettiği mütevelliler tarafından idare edilmiştir. Devlet ise bu vakıfları müfettiş ve kadıları aracılığıyla denetleme görevini icra etmiştir. Padişah ve diğer devlet adamlarının yaptığı vakıf sayısının zamanla olağanüstü rakamlara ulaşmasını müteakip vakıfların idaresinin de resmi unvanlı kişilere geçmeye başladığı görülmektedir. Bir süre sonra Kapı Ağası Nezareti kurulmuş ve 1586’da ismi Evkâf-ı Harameyn Nezareti olarak değiştirilmiştir. II. Mahmud zamanında Evkâf-ı Hümâyun Nezareti ile Haremeyn-i Şerifeyn Evkâfı

Nezareti kurulmuş ve bu iki nezaret Darphane-yi Amire Nezareti’ne bağlanmıştır597.

Başta İstanbul’dakiler olmak üzere vakıflar buraya bağlanmaya başlanmıştır. Böylece vakıflar hem merkezî bir idareye bağlanarak denetim ve yönetimi daha kolay hale

595 Ünal, Osmanlı Tarih Sözlüğü, s. 711; Devellioğlu, a.g.e., s.1321. 596Tekin, a.g.e., s.25.

gelmiş hem de bu vakıflardan gelir elde edilmiştir598. Vakıfların Evkâf Nezareti’ne bağlanan gelirlerin toplanması, harcanması, görevlilerin tayin ile maaşları, vakıf

binalarının inşa ve tamiri nezaretçe yürütülmeye başlanmıştır599. Devletin idaresini

üzerine aldığı vakıfların finanse ettiği eğitim ve sağlık kurumlarının hizmetleri, Tanzimat ile birlikte devlet tarafından kamu hizmeti olarak icra edilmeye

başlanmıştır 600 . Vakıf idaresinin merkezileştirilmesi ve ayrı bir hazinenin

oluşturulmasından beklenen hedefler gerçekleştirilememiştir. Zira devletin son döneminde girdiği ve çoğunlukla kaybettiği savaşlar nedeniyle hazinede meydana gelen açıklar Evkâf Hazinesinden kapatılmaya başlanmıştır. Bununla beraber savaş bölgelerindeki birçok vakıf eseri harap olmuştur. Onarım ihtiyacı olan birçok vakıf eser, gerekli ödenek temin edilemediğinden kaderine terk edilmiştir. Mustafa Nuri Paşa,

Evkâf Nezareti vakıfların koruyucusu olacağı yerde yıkıcısı olduğunu ifade etmiştir601.

Evkâf Nezareti, 1920’de Evkâf ve Şeriye Vekâletine dönüştürülmüştür. 3 Mart 1924 tarihinde bu vekâlet, ilga edilerek tüm vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesine alınmıştır602.

Anadolu’nun Müslüman Türk kültürünü tanımasında tekke ve zaviyelerin rolü

büyük olmuştur603. Bu yapıları da vakıflar finanse ettiğine göre vakıfların Anadolu’daki

yerleşim birimlerinin Türkleşmesi/Müslümanlaşmasında büyük payı olduğu ifade

edilebilir604. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile vakıf geleneği, altın çağını yaşamaya

başlamıştır. Başkentten başlamak üzere taşraya doğru yayılan vakıf kültürü şehir hayatının sosyal ve iktisadî yönden kalkınması, şehrin imarı, buraya insanların yerleştirilmesi, şehirlerin her türlü amme hizmetleri, sosyal yardımlaşma, dinî, ilmî ve

medenî hayatın her türlü tezahürü vakıflar eliyle yürütülmüştür605. Klasik Osmanlı

598Yapılan yeniliklerle ulemanın elindeki malî güç böylece azalmaya ve dolayısıyla reformlar konusunda

II. Mahmud’a daha cesur adımlar atmakta güç vermiştir. Ayrıca vakıflardan nezarete geçen akarlarla devletin bütçesindeki birçok boşluk doldurulabilmiştir. Akyıldız, Tanzimat Dönemi…, s.145, 146.

599 Bahaeddin Yediyıldız, “Vakıf” , DİA, C.42, s.479.

600Böylece vakıfların hizmet kollarında daralma meydana gelmiştir. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi

(Toplum, Kurumsal Değişim ve Nüfus), (Çev. Akile Zorlu Durukan-Kaan Durukan), İmge Kitabevi,

Ankara 2008, s.104.

601 Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukûât, C.III-IV, (Haz. Neşet Çağatay), TTK Yayınları, Ankara 1987,

s.287

602Adnan Ertem, “Osmanlı’dan Günümüze Vakıflar”, Vakıflar Dergisi, S.36, Ankara 2011, s. 49.

603 Tekke ve zaviyelerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki fonksiyonları için ayrıca bkz. Ömer Lütfi

Barkan, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, C.II, S.II, Ankara 1942, s.255 ve devamı.

604 Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul 2003, s.16.

605 Ömer Lütfi Barkan, “Vakıfların Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Kullanılmasında Diğer

şehrinde mahalle yapısının vakıflarca finanse edilen külliyelerin etrafında geliştiği bilinmektedir. Vakıf külliyelerin bünyesinde câmi, medrese, okul, kütüphane, türbe, çeşme, hamam, han, imaret, hastane ve dükkânların olması, buranın şehrin sosyal

merkezi olduğunun göstergesidir606. Şehrin ticari hayatının merkezi olan çarşılardaki

dükkânların büyük bir kısmının geliri, vakıflara bağışlandığından buralar da vakıflar eliyle idare edilmiştir. Bu açıdan vakıflar, şehre nefes aldıran ve şehrin can damarlarını besleyen temel unsur olmuştur. Vakıflarca finanse edilerek açılmış tıp alanındaki darü’ş-şifalar, eğitimde medreseler, birçok değerli eğitimci ve bilim adamı yetiştirmiştir. Yine ibadet noktasında câmiler ve mescitler, fakirlere uzanan el aşhaneler, yolculara ev olan hanlar/kervansaraylar, temizliğin yuvası hamamlar, susayanların mekânı çeşmeler, ulaşımı sağlayan yollar (askerî yollar hariç), kaldırımlar, şehri aydınlatan lambalar vs. birçok hizmet alanı vakıflar eliyle yürütülmüştür. Bunların dışında tekke, zaviye ve türbeler, vakıflar sayesinde korunmuş ve günümüze kadar yapıları ulaşabilmiştir. Şehirde eğitim, kültür, din, sağlık, sosyal hizmetler ve diğer hizmetlerin büyük bir kısmı vakıflar üzerinden yürütülmüş ve bu işler için orada yaşayanlardan herhangi bir vergi alınmamıştır. Özetle günümüzde değişik kurumlarca icra edilen birçok toplumsal hizmetler Osmanlılarda vakıflar eliyle yürütülmüştür.

Vakıfların kendi masrafını karşılayabilmesi için buraya vakfedilmiş bir geliri olması mecburi tutulmuştur. Bu amaçla dükkân, bağ, bahçe, tarla, çayırlık, han, kervansaray, ev ve değirmen gibi birçok taşınmaz mal, vakıf kurumlarına gelir olarak kaydedilmiştir. Böylece vakıfların kısa bir süre için kurulmadıkları anlaşılmaktadır. Hatta vakıf geleneğinin asırları aşan bir hizmet hedefi olduğu görülmektedir. Vakıflar, şehir hayatındaki fonksiyonlarını, onları besleyen kaynaklar yaşadıkça yürütmeyi başarmışlardır. Osmanlı dönemi vakıfları iki yönden şehirlerin gelişimine katkı sunmuştur. Birincisi vakıfların günlük hayatın içinde ve bütün şehir halkını ilgilendiren câmi, medrese, tekke, zaviye ve imarethane gibi sosyal müessese olarak yaptıkları etkidir. İkincisi vakıfların şehir hayatındaki bedestenler, hanlar ve dükkânlar gibi vakıf

kaynakları ile ticareti ve ziraati canlı tutan ekonomik etkisidir607.

606 Ertem, “a.g.m.”, s.39.

607Tekin, a.g.e, s.36; Mehmet Genç, vakıfların şehir ekonomisinde bireysel olarak finanse edilemeyecek

olan büyük yatırımları sağlaması açısından ekonominin sürdürülebilirliğini sağladığını ve fakirlere yapılan yardımlar ile de dilenciliği engellediğini ileri sürmüştür. Genç ayrıca vakıfların bu fonksiyonu ile klâsik Osmanlı ekonomisinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu ifade etmiştir. Mehmet Genç, “Klâsik Osmanlı Sosyal-İktisadî Sistemi ve Vakıflar”, Vakıflar Dergisi, S.42, Aralık 2014, s.17.

Vakıfları kuranların büyük bir kısmı toplumdaki varlıklı insanlardı 608 . Zenginlerin kurduğu vakıfların daha çok toplumun alt gelir gurubuna mensup kişilere hizmet veriyor olması, vakıfların sosyal dengeyi sağlayıcı bir özelliğinin olduğunu göstermektedir. Vakıf müesseselerinin herhangi bir ayrım gözetmeksizin vatandaşlara eşit hizmet sunuyor olması da vakfın sosyal adalet temelindeki özelliğini ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında vakıfların toplumsal yapıda adeta çimento görevi gördüğü ifade edilebilir.

Bitlis vilayeti genelinde 1892 yılı itibariyle vakıfların finanse ettiği -9’u şehir

merkezinde- toplam 110 medrese, 747 câmi, 38 tekke ve zaviye vardır609. 1900 yılında

ise Bitlis merkez sancağında toplam 25 medresenin olduğu kaydedilmiştir610. Bitlis’teki

vakıfların büyük bir kısmı mazbut vakıflar611 kapsamında olup, sevk ve idaresi devlet

eliyle yürütülmektedir. Burada görevli müteveliler de vakıftan maaşını almaktaydı. Bitlis’te yüklü miktardaki vakıflar ve vakıf eserlerinin muhasebesi, idaresi, bakım ve tamiri, çalışanlara maaş ödenmesi ve bu vakıfların teftişi Evkâf Nezareti’ne bağlı vilayet evkâf müdürlüğünce yürütülmekteydi. Vilayet evkâf müdürlüğü ise evkâf komisyonları marifetiyle işleri takip etmekteydi. 1892’de Hâkim Efendi, 1898-1900 arasında ise

Rüşdi Efendi, Bitlis evkâf müdürü olarak görev yapmıştır612. Evkâf müdürü aynı

zamanda evkâf komisyonunun da başkanıdır. Şehir merkezinde faaliyette olan evkâf müdürlüğü, zamanla sayısı artan mazbut vakıflardan dolayı 1901’de ek personel talep etmiştir. Talep edilen personel evkâf sandık eminliği içindir ve aylık 200 kuruşluk bir maaş alması uygun görülmüştür. İşlerin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak için müstakil bir evkâf sandık emini talep edilmiştir. Yıllık 200.000 kuruşluk bir tahsilâtın yapılacağı Bitlis evkâf idaresini teftiş eden Şükrü Efendi tarafından öngörüldüğünden

608 Devlet kadrolarının üst kademesinde görev icra eden ve gelirleri oldukça fazla olan kişilerin (Genç,

bunları askerî zümre olarak tanımlıyor) hem ihtiyacından fazla olan gelirlerini çocuklarına bırakabilmenin bir yolu olarak hem de İslamın israfı engelleyici emirleri gereği yapılan tasarrufun infak edilmesinin bir gereği olarak vakıf kurmaya gayret ettikleri görülmektdir. Bir de öldükten sonra mal varlığına devletin el koyma hakkının saklı olduğu bir gerçeklikte makam sahipleri daha yaşarken çoğunlukla vakıf inşa etme sürecine girmişlerdir. Genç, “a.g.m.”, s. 14-15.

609SVB, H.1310 (M.1892), s.155,156 ve ekindeki tablo; Cuinet ise medrese sayısını beş olarak

paylaşmıştır. Cuinet, a.g.e., s.277.

610SNMU (Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye), H.1316 (M.1898-1899), s.948-955

611 Mazbût vakıflar, zabtedilmiş devlet tarafından el konulmuş vakıflar. Devellioğlu, a.g.e., s.681. 6121892’de müdürün yanında Evkaf Muhasebecisi Kamil Efendi ve Kâtib Receb Efendi’nin görevli

olduğu görülmektedir. 1898-1900 arasında ise müdür olarak Rüşdi Efendi, Muhasebeci Cevdet Efendi ve Kâtib Receb Efendi isimleri zikrolunmaktadır. SVB, H.1310 (M.1892), s.110; H.1316 (M.1898), s.112- 113; H.1317 (M.1899), s.112-113; H.1318 (M.1900), s.112.-113.

talep edilen personelin bir an evvel tayini istenmiştir613. 1902’de bu sefer mevcut kâtibin işleri yetiştiremediğinden bahsedilerek ikinci bir kâtibin 250 kuruş maaş ile

tayin edilmesi talep edilmiştir614. İşlerin yoğunluğundan dolayı 1903’te bir de tahsildar

talep edilmiştir615. Taleplerin kabul edildiği görülmektedir. Zira personel maaşlarının

vakıf gelirlerinden alınan vergiler üzerinden ödenmesinden dolayı devlete ayrı bir yük getirmemesi, bu taleplerin karşılık bulmasını sağlamıştır. Buna göre 1906 yılı Nisan ayı itibariyle Bitlis evkâf müdürüne ek olarak bir evkâf muhasebecisi, bir evkâf kâtibi ve bir

sandık emininin birlikte görev yaptığı görülmektedir616. 1913-14 yıllarında ise Bitlis

merkezde bir müdür ile bir tahsildar; Siirt’te bir memur; Muş’ta iki memur olmak üzere

vilayet genelinde toplam çalışan sayısı beştir. Genç’te ise görevli bulunmamaktadır617.

Bitlis’teki vakıflar belli periyodlarla teftiş edilmiştir. 1855’te buraya Van Eyaleti Evkâf Müdürü Hâkim Efendi, yıllık muhasebeyi yapmak üzere gelmiş ve 29 adet vakfın muhasebesini tamamlamıştır. Yapılan hesaplamaya göre vakıfların yıllık toplam gelirleri 4.765 kuruş olarak hesaplanmıştır. Yalnız bu gelir vakıflarda görevli kişilerin maaşını ve diğer giderleri karşılamadığından nezaretten ek ödenek gönderilmesi

gerektiği ifade edilmiştir618. 1890’da Bitlis merkezdeki vakıfların büyük bir kısmı

müfettişlerce incelenmiş ve berat ile vakfiyesi bulunmayan Kal’a-yı Ulya, Kal’a-yı Sufla, Afdal Ağa, Kuri Kalo, Çom, Arap Köprüsü, Hersan Mameraş, Hamtus, Kaya, Hoca, Kızıl (Mescid), Câmi-i Kebir, Şeyh İshak, ‘Ayne’l-berid, Sultan Arab, Taş, Murmutlu, Tahta, Farısiye, Şeyh Hasan Câmi-i Şerifesiyle İdrisiye Medresesine el konularak Evkâf Nezareti’ne devri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca bu vakıflarda müstahdem olanların da berat sahibi değilse görevlerinin sona ereceği ifade edilmiştir. Bundan dolayı görevli kişiler, bir an önce mahkeme-i şer’iyye ve meclis-i idareden i’lam ve

mazbata almaları hususunda uyarılmıştır619. Bitlis’teki vakıfların zamanla mülke

dönüştüğüne dair620 1899’da Ali Rıza Efendi tarafından gönderilen şikâyet telgrafına

613BOA. İ.EV.. 27/37, 30 Z 1318 (20 Nisan 1901). 614BOA. İ.EV.. 32/34, 23 C 1320 (27 Eylül 1902). 615BOA. İ.EV.. 35/28, 11 N 1321 (1 Aralık 1903). 616BOA. EV.d. 30225, 07 M 1323 (14 Mart 1905).

617 Müdürün maaşı 2.000 kuruş, tahsildarın maaşı 250 kuruş ve memurun maaşı da 400 kuruştur.

Vilayet/sancak hangi sınıf düzeyindeyse görevliler de ona göre maaş alırdı. BOA. EV.d. 31663, 1331 (1913-14).

618 1855 yılı itibariyle Bitlis’te faaliyette olan vakıfların isimleri ve yıllık gelirleri için bkz. BOA. EV.d.

13011, H.1263 (M.1847).

619BVG, S. 181.

620 Vakıf mallarının mülke dönüşmesine örnek verilirse 1908’de vakıf arazisi üzerine ev yaptığı ile ilgili

istinaden şehirdeki vakıfların bir daha teftişi için karar alınmıştır621. Bu iş için Evkâf Nezaretinden Meclis-i İdare-i Evkâf Kalemi Mümeyyizi Şükrü Efendi uygun

görülmüştür622. Şükrü Efendi’ye harcırah olarak 12.000 kuruş peşin olarak verilerek

Bitlis’e gönderilmiştir. Şükrü Efendi Bitlis’e gelir gelmez teftişe başlamıştır. Yapılan incelemede gerçekten de 37 kalem vakıf ve bunlara tahsisli 350 parça gayrimenkulün

mülke dönüştürüldüğünü tespit etmiştir623. Tespit edilen vakıf sayısı bir süre sonra 40’a

ulaşmıştır. Bu vakıflar ile ilgi hazırlanan 18 sayfalık rapor Evkâf Nezaretine iletilerek

bir daha bu tür faaliyetlerin olmaması için bir dizi önlem alındığı ifade edilmiştir624.

Usulsüzlük tespit edilen vakıflar tek tek devlete devredilmiş ve muhasebeleri de kontrol altına alınmaya başlanmıştır. Zaten yukarıda ifade edildiği üzere devletin himayesine alınan vakıf sayısındaki artış ve bunların getirdiği iş yükü yeni personel ihtiyacını doğurmuştur. Teftişin başlamasına sebep olan Ali Rıza, yapılan teftiş ve neticesinden memnun kalmakla beraber özellikle vakıfların mülke dönüştürülmesi hususunda sorumlu olarak gördüğü Bitlis Müftüsü Fethullah, kayınpederi Şükrü ve eniştesi Emin Efendilerin 200’den fazla vakıf malını zimmetlerine geçirdiğini beyanla 1901’de tekrar

şikâyetçi olmuştur625. Şikâyet hakkında gereken incelemeler başlatılmıştır. Yapılan

şikâyetlerin yetkililerce ciddiye alınarak incelemeye tâbi tutulması neticesinde Müftü

Fethullah suçsuz bulunmuştur626.

burası zamanla mülke dönüşecektir. Aynı durum diğer vakıf eserleri için de geçerlidir. Detaylar için bkz.

BOA. ŞD. 1891/10, 14 L 1326 (9 Kasım 1908).

621BOA. İ.HUS. 76/16, 04 Ra 1317 (10 Eylül 1899); BOA. BEO 1332/99885, 23 S 1317(3 Temmuz 1899). 622BOA. İ.EV.. 24/6, 10 N 1317 (12 Ocak 1900).

623 Şükrü Efendi’nin Bitlis’teki başarılı çalışmalarından hemen sonra bu sefer mülke dönüştürülen vakıf

sayısının daha fazla olduğu Siirt ve Muş’taki vakıfların teftişi için görevlendirilmesi uygun görülmüştür. Bunun için de 8.000 kuruşluk bir harcırah tahsisi edilmiştir. BOA. İ.EV.. 23/15, 12 Ca 1317 (18 Eylül 1899); BOA. İ.EV.. 24/6, 10 N 1317 (12 Ocak 1900).

624 Alınan ilk önlem Evkaf Komisyonu üyelerinin değiştirilmesi olmuştur. BOA. Y.MTV. 197/138, 22 Ş

1317 (26 Aralık 1899).

625 Fethullah Efendi hakkında önceki yıllarda yine şikâyet vukubulmuş ve 1892’de Bursa’ya sürgüne

gönderilmiştir. Burada üç yıl kaldıktan sonra 1895’de affedilerek tekrar Bitlis’e gelmesine izin verilmiştir. BOA. BEO. 69/5001, 15 S 1310 (8 Eylül 1892); BOA. BEO 413/30912, 28 Za 1311 (2 Haziran 1894); BOA. İ.DH. 1330/5, 01 B 1313 (18 Aralık 1895); Bitlis’e döndükten sonra Fethullah Efendi hakkındaki şikâyetlerin ardı arkası kesilmemiştir. Müftü Fethullah’ın vilayet Evkaf Muhasebecisi Cevdet Efendi ile kız alıp vermek suretiyle akraba olmayı başardığını ve kendisinin kayırılmasına gayret edildiğinden Ali Rıza Efendi tarafından tekrar şikâyet vukubulmuştur. Bu şikâyetlerin soruşturulmasına izin verilmiştir. BOA. ŞD. 1889/8, 21 Ra 1319 (8 Temmuz 1901); BOA. DH.MKT. 536/68, 2 R 1320 (9 Temmuz 1902); BOA. DH.MKT. 540/75, 8 R 1320 (15 Temmuz 1902).

626 Fethullah Efendi hakkında daha önce yapılan suçlamalara bu sefer biraderi Nüfus Nazırı Sadullah

Efendi’nin de ismi karıştırılmış ve vakıfların mülke dönüştürülmesi ile tekrar suçlanmıştır. Verilen dilekçeler, müftünün ifadesi, meşihatten gelen cevaplar ile vilayetin bu kanudaki kanaati bir bütün olarak değerlendirildiğinde olayın iftiradan müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemin bir özelliği olsa gerek hemen hemen her devlet memuru hakkında benzer şikâyetler vukubulmuştur. Soruşturmanın seyri ve neticesi hakkında daha detaylı içerik için bkz. BOA. DH. MKT. 2310/35, 24 L 1317 (25 Şubat 1900);

BOA. ŞD. 1890/2, 26 S 1320 (4 Haziran 1902); BOA. DH. MKT. 540/75, 8 R 1320 (15 Temmuz 1902); BOA. ŞD. 1890/8, 07 S 1321 (5 Mayıs 1903).

Yukarıda izah edildiği üzere bir Osmanlı kenti olan Bitlis şehrindeki vakıflar, çok çeşitli hizmet alanlarında faaliyette olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığından hizmet verilen alanlara göre bir tasnif yapılabildiği gibi şehrin dört ana mahallesine dağılmış olan vakıflar, mahalle yapısına göre de değerlendirilebilir.

Câmiler, Müslümanların diğer bütün vakıf kurumlarından önce vakıf kapsamına aldığı yapılardır. İbadet merkezi olması ve İslam’ın en somut göstergesi olması hasebiyle Müslümanlar yerleştikleri her yerde câmi/mescid inşa etmiş ve buraya mal varlıklarını bağışlamışlardır. Bir de mahallenin câmi merkezli bir konumda yapılandığı dikkate alındığında, şehrin her mahallesinde ve köyünde istisnasız en az bir câmi/mescid bulunmaktadır. 1555-1556 yılında merkez sancakta 23 câmi/mescit,

1655’te ise 17 câmi/mescit olduğu tespit edilmiştir627. Çalışılan dönemde Bitlis

merkezde 34 adet câmi ve mescid ismi Bitlis Şer’iyye Sicillerine yansımıştır628. Fakat

toplam câmi sayısı bununla sınırlı değildir. 1892 yılı itibariyle 107’si merkezde 15’i Ahlât’ta, 98’i Hizan ve İspayırt’ta, 19’u Mutki’de olmak üzere merkez sancak sınırları içerisinde 239 ve vilayet genelinde toplam 747 câmi ve mescid bulunduğu

zikrolunmuştur629. Bitlis’teki belli başlı câmi ve mescidler şunlardır:

Kızıl Mescid Câmi630, Hüsrev Paşa Câmi, Kurupınar Câmi, Taş Câmi, Hâtûniye

Câmi, Alemdar Baba Câmi, Ayne’l-Berid Câmi, Kâlû Câmi, Şerefiye Câmi, Ağa Câmi, Osman Ağa Câmi, Şeyh Hasan Câmi, Türbe Câmi, Kuşçu Câmi, Sultan Arap Câmi, Haydar Bey Câmi, Taht Câmi, Hevace Câmi, Zeydan Câmi, Kureyş Câmi, Fârisiye Câmi, Kuri Pekar Câmi, Mermûtlu Câmi, Gökmeydan Câmi, Hersan Câmi, Hatibiye Câmi, İdrisiye Câmi, Şeyh İshak Hâllâtî Câmi, Kapa (Kaba) Câmi, Şeyh İshak Hattani Câmi, Aşağı Kale Câmi, Câmi-i Kebir (Ulu Câmi), Hersan Mescidi, Karo Mescid-i Şerifi.

627 Câmi/mescit isimleri için bkz. Yılmaz, a.g.e., s.91-100; Evliyâ Çelebi, a.g.e., C.I, s.130-133.

628Halit Başı, “Şer’iyye Sicili Kayıtlarına Göre Bitlis Vakıfları ve Vakıf Eserleri (1878-1910)”, Bitlis

Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.4, S.1, Bitlis 2015, s.55, 57.

629SVB, H. 1310 (1892), salname eki.

630 Kâtip Çelebi, Bitlis’in Müslümanlarca fethinden sonra Ermeni kilisesi olan bu yapının câmiye

1555-1556 yılına ait Tapu Tahrir Defteri’nde merkezde beş medrese ismi

kayıtlıdır631. Aynı yüzyıla ait Şerefname’de ise bazı isimleri farklılık arz etse de

toplamda beş tane medrese ismi geçmektedir632. 1655 tarihinde Bitlis’i ziyaret eden

Evliya Çelebi de aynı şekilde beş medrese ismi paylaşmıştır633. Maarif salnameleri

verilerine göre ise 1898 yılında Bitlis merkez sancağında 18 ve buraya bağlı olan diğer

yerlerde on iki olmak üzere toplam otuz adet medrese bulunmaktaydı634.

İdrisiyye/Reşkiyye Medresesi, Hatibiye/Hatuniye Medresesi, Yusufiye Medresesi, Hacı Ağa Medresesi, Taş Câmi Medresesi, İhlasiye (Gökmeydan) Medresesi, Mermutlu Câmi Medresesi, Şeyh Hasan Banuki Câmi Medresesi, Gazi Bey (Şükriye) Medresesi, Haci Begiye Medresesi, Ağa Câmi Medresesi, Halil Bey (Haliliye) Medresesi, Mehmed Dede Medresesi, Mehmed Ağa (Mehmediye) Medresesi, Şerefiye Medresesi, Nuhiye Medresesi, Mermutlu Câmi Medresesi, Molla Hasan Banuki Medresesi, Çukur Nahiyesinde Haydar Bey (Norşin Karyesi) ve Norşin Medresesi, Hizan’da Sor Medresesi, Meydan Medresesi, Köse Medresesi, Gayda (Köyü) Medresesi, Merkeze bağlı Tağın (Köyü) Medresesi, Tab (Köyü) Medresesi, Küçevan (Köyü) Medresesi, Kudeşkan (Köyü) Medresesi, Balkan (Köyü) Medresesi, Yahışan (Köyü) Medresesi.

Tekkeler tasavvuf düşünce, terbiye ve anlayışının işlenerek derinleştirildiği ve halka arz edildiği mekânlardır. Bu yapılara hankah, zaviye, dergâh, harabat ve tevhidhane gibi başka isimler de verilebilmektedir. Buraya gelenler zikir, mukabele halkaları ve tasavvuf ile ruhlarını arındırıp, dinlendirebiliyorlardı. 1555-1556 yılında

merkez sancakta on iki tekke ve zaviye varken, 1655’te bu sayı yirmiye ulaşmıştır635.

Çalışılan dönemde Bitlis merkezde dokuz adet tekke ve zaviye ismi Bitlis Şer’iyye

631 Medrese isimleri şunlardır: Şükriye, Cemşid Bey, Şerefiye, Fatime ve Zaimiyye. Yılmaz, a.g.e., s.91-

100.

632 Medrese isimleri şunlardır: Katıbiye, Hacı Begiye, Şükriye, İhlasiye ve İdrisiye. Şerafeddin Han,

Şerefname, s.207.

633 Medrese isimleri şunlardır: Sultan Şeref, Gökmeydan, Versengi, Hacı Bey, Hatibiye. Evliyâ Çelebi,