• Sonuç bulunamadı

Bitlis İdarî Yapılanmasında Merkezileşme Gayretleri

II. Abdülhamid, âdem-i merkeziyeti neredeyse bütün olumsuzlukların sebebi

olarak görür. Ona göre idarî açıdan âdem-i merkeziyet devletin yıkılmasıdır86. Bu

açıdan bakıldığında dönem içinde uygulanan merkezileşme gayretlerindeki katılık ve baskının nedeni daha iyi anlaşılabilmektedir.

Dönem içinde merkezileşmenin tam olarak sağlanması için gayret sarf edilen yerlerden birisi de Bitlis vilayetidir. Bitlis idarî yapısındaki değişim temel yapısıyla izah edildikten sonra bu sürecin Tanzimat reformlarıyla ne ölçüde örtüştüğü, reformların uygulanmasında karşılaşılan engeller ve bu engellerin reformların uygulanma hızı üzerindeki etkileri gibi sorulara cevap olabilmesi adına şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

Bitlis, hükümet sancak düzeyinden çıkarılıp Osmanlı Devleti’nin diğer kazaları gibi yapılandırılmaya başlanmak istendiğinde aşiret/hanedan mensuplarının –bölgenin genelinde olduğu üzere- direnişiyle karşılaşmıştır. Merkezî hükümetin Tanzimat’ın getirilerini anlatabileceği iletişim kanallarını açmasıyla beraber bu kişilerin eski idarî yapı içindeki üst konumları bu defa yeni idarî düzende kaza müdürlüğü için kullanmaya gayret ettikleri görülmektedir. Aynı şekilde taşradaki en etkili/yetkili meclis olan idare meclisinde yer edinmek adına seçilmiş üye konumlarını uzun yıllar sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Yerelde yapılması düşünülen icraatlar için bunların nüfuzunun kullanılması hükümetin işini kolaylaştıracaktır. Bu fonksiyonları dikkate alındığında bizzat tepedeki vali/kaymakam/kaza müdürlerince konumlarının muhafaza edilmeye çalışıldığı halkın bu yöndeki şikâyet dilekçelerinden anlaşılmaktadır. Yani merkezî hükümet yereldeki bu güç odaklarını bir yandan zabt u rabt altına almaya çalışırken bir yandan da onlardan nasıl yararlanacağının yollarını aramaktadır. Yereldeki güç odakları açısından Bitlis vilayetinde teşekkül etmiş meclislerdeki durum böyleyken

çıkarak Muş ve Bitlis’in bir sene evvelinden Van vilayetine bağlanmış olabileceği düşünülebilir. Bkz.

SVE, H.1294 (M.1877).

86 II. Abdülhamid, adem-i merkeziyete karşı oluşunun gerekçesini izah ederken Balkan milletlerinin

Osmanlı Devleti’nden ayrılma hikayesini örnek vermiştir. Yunanistan’a bırakılan Yenişehir eyaleti, Avusturya’nın işgalinde bulunan Bosna-Hersek eyaleti ve Girit adasındaki siyasî ayrılış sürecinin adem-i merkeziyete kademeli geçiş ile olduğunu beyan ile diğer Osmanlı idarî yönetimlerinde de benzer sonuçlar verebileceğini ifade etmiştir. Hocaoğlu, II. Abdülhamid’in …, s.108-109.

gayrimüslimlerin de bu sürece dâhil olmasıyla meclislerin temsiliyet gücü artmıştır. Tabiki meclislerde seçilmiş aza olabilmenin önündeki vergi barajı, bu eşit seçim şartlarını zaafa uğratmıştır. Ama unutulmamalıdır ki bu şart sadece Bitlis için değil devletin bütünü için konmuş bir şarttır.

Bitlis merkezde geçiş süreci bu minvalde gerçekleşirken kırsala indikçe eski aşiret yapısıyla hayatını idame etmeye alışmış yarı göçebe güç odaklarının direnişleri daha da sert olmuş ve buraların ıslahı uzun sürece yayılmak durumunda kalmıştır. Örneğin Mutki ilçesindeki aşiretlerin dışarıdan atanan her kaza müdürüne karşı vahşi tavırları ve bir süre sonra kaza müdürlerinden birisinin ölümüyle sonuçlanan olayların başlaması, devletin askerî gücünü bu vilayete yığmasına ve bu tarz direniş odaklarının başının ezilmesi için devleti daha ciddi askerî tedbirler almaya mecbur etmiştir. Mutki’deki kaza müdürünün öldürülmesi ve akabinde buraya gönderilen alaybeyinin de hayatını kaybetmesi olayları büyütmüştür. Ne var ki bu kadar olaydan sonra merkezî hükümet, Mutki’deki aşiretlere buranın kaza müdürlüğünü teklif ederek onları denetim altına alma yoluna gitmiştir. Bu durum gösteriyor ki merkezî hükümet, yereldeki göç odaklarını denetim altına almak ve onları sisteme eklemleyebilmek için her yerde aynı yöntemi kullanmamıştır. Mutki’deki örnek, merkezî hükümetin çözüm odaklı ve yereldeki dinamikleri de dikkate alan faydacı bir yaklaşım sergilediğini ortaya koymuştur.

Merkezî hükümet ve Bitlis vilayeti arasındaki ilişki/yetki sınırını göstermesi açısından Bitlis idare meclisinin Bitlis Belediyesi’nin gelirlerini artırmak adına aldığı duhûliyye vergisi kararı önemlidir. Zira bu vergi ile ilgili alınan karar şikâyete konu olup merkeze yansıdığında sert bir tavırla karşılaşılmış ve yetki sınırı hatırlatılarak cezalandırılmaktan bahs edilmiştir. Yani Bitlis kenti için yereldeki en yetkili meclis bir karar almış ve alınan karar uygulanma safhasına geçerek birkaç yıl yürürlükte kalmış olduğu halde İstanbul’a durum aktarılmamıştır. Konu ile ilgili şikâyetlerin olmasıyla usulsüzlük ortaya çıkmıştır. Merkezî hükümet, toplanıp harcanan vergilerin tahsilini talep etmiş ve bu vergiyi toplayanlar hakkında cezalandırma istemiştir. Bu durum, merkezî hükümet ile yereldeki temsilcileri arasındaki yetki anlaşmazlığının en güzel örneği olarak kabul edilebilir. Zira sıradan bir verginin tahsili ve bu vergiden elde edilen gelirin yine vilayet için harcanması gibi bir olayda bile merkezî hükümet, kendi yetkilerinin sınırını ve gücünü ortaya koyma gayretinde olmuştur. Bu açıdan

değerlendirildiğinde vilayetlere verilen yetkinin büyük çoğunlukla merkezin onayına tâbi kılındığı anlaşılmaktadır. Bu husus, merkezî hükümetin taşradaki hâkimiyetini tesis etme noktasında aldığı bir tedbir olarak da kabul edilebilir.

Bitlis’teki gayrimüslim nüfusun önceki reformlar gereği idarî yapılanmada her ne kadar nüfus oranında temsiliyeti gerekmiş ise de pratikte bu, tam olarak bu şekilde gerçekleşmemiştir. Meclislerde bu temsiliyetin uygulanması adına, başta idarî meclis olmak üzere vilayet genelinde teşekkül edilmiş bütün meclislerde gayrimüslimlerden aza seçimi yapılarak tayini yapılmıştır. Hatta 1895 yılından sonra buna bir de gayrimüslim vali/mutasarrıf/kaymakam muavininin tayin edilmesi de eklenince temsiliyet konusunda hiçbir sorunun kalmamış olması gerekirdi. Pratikte atılan bu adımlara ek olarak asker, polis ve memur sayısında nüfus nispetinde temsiliyet için bu kadrolara gayrimüslimlerin tayin edilmesi süreci başlatılmıştır. Süreç içinde sayısal olarak ne gibi hedeflere ulaşıldığı düzenli olarak merkeze raporlanmıştır.

Bütün bu yapılanların gayrimüslim halk nazarında ne kadar karşılık bulduğu sorusuna gelince, taşra idaresinde yapılan değişikliklerin tarihiyle neredeyse paralel gelişen Ermeni isyanları ve bu isyanların bastırılma sürecindeki sıkıntılar, merkezî

hükümetin yereldeki uygulamalarının gayrimüslimler açısından beklentiyi

karşılamadığını ortaya koymuştur. Bu isyanların akabinde gelişen sürece bakıldığında dış ülkelerin sürece dâhil olmaları ve bölgedeki Ermenileri koruma refleksine kapılmaları ise isyanın kimlerce organize edilip desteklendiğini açığa çıkarmıştır. Bu gelişmelerden hareketle isyanın bastırılmasının adeta bir bedeli olarak Bitlis Valisi Tahsin Paşa’nın görevden alınmasını sağlamaları, Osmanlı Devleti üzerinde bu devletlerin ne ölçüde etkili olduklarını göstermektedir. Merkezî hükümet, baskılar üzerine Tahsin Paşa’yı görevden almaya mecbur olmuştur. Fakat sonraki gelişmeler isyanın başından sonuna kadar Tahsin Paşa’ya her türlü desteğin onu bizzat görevden alan merkezî hükümet tarafından verildiğini göstermektedir. Zira Tahsin Paşa’nın İstanbul’a dönmesinden bir süre sonra Şûrâ-yı Devlet Mülkiye Dairesi Azalığına tayin edilmesi bunu doğrulamaktadır. Yabancı konsolosların ve gayrimüslim halkın valiler hakkındaki şikâyetleri, onların görev ve yetkilerini kullanmalarında ve icraatlarında rahat hareket edememelerine yol açmaktadır. Bitlis’teki konsolosluklar adeta gayrimüslimlerin birer şikâyet merkezi haline gelmiştir. Gayrimüslimler bununla da yetinmeyerek dış ülkelerde yayınlanan gazetelere Bitlis valilerince kendilerine

uygulanan zulüm ve baskı hakkında asılsız haberler yayınlatarak Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurdurtmuşlardır. Dolayısıyla vilayetteki konsolosların ve yabancı büyükelçilerin müdahaleleri Bitlis’te sık sık vali değişikliğinin bir diğer sebebi olmuştur. Nihayetinde bu gibi olaylar, taşrada oturtulmaya çalışılan reformların sekteye uğramasına ve reformlar için hedeflenen sürenin uzamasına sebep olmuştur.

Merkezileşmenin önündeki bir diğer engel ise vilayete yayılmış göçebe aşiretlerin bu alanda yaşayan ve çoğunlukla yerleşik gayrimüslim halka zarar vermeleridir. Bu durum, gayrimüslimlerce vilayete ve İstanbul’a şikâyet edilerek çözüm istenmiştir. Aynı zamanda da kısa sürede çözüm bulunabilmesi için konsoloslar eliyle devlet yetkililerine baskı uygulamıştır. Bu sorun, yabancı devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış ve Bitlis vilayetindeki valinin sırtına yük olarak binmiştir. Bu dönemde göçebe aşiretlerde ıslahat çalışması yapmak, onlardan düzenli vergi toplayıp asker almak yetkililerce en büyük sorun olarak zikrolunduğundan bunların iskân edilmesi, reform çalışmaları ve valilerin icraatları açısından büyük önem arz etmekteydi. Fakat aşiretlerin göçebe hayatını bırakarak yerleşik hayata geçmeleri hiç de kolay olmamıştır. Bunlara yer bulmak, bulunan yerde idarî mekanizmayı tesis etmek, ulaşım ve altyapıyı şekillendirmek uzun soluklu gayretlerle ancak mümkün olabilmiştir.