• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.2. Rusya’da Doğu Bilimiyle İlişkili Kavramlar ve Kuruluşlar

4.2.7. Petersburg’daki Kuruluşlar

4.2.7.1. Bilimler Akademisi (1714)

55

Senkovskiy öğrenci olur. S. İ. Nazaryants Derpt’ten mezun olur (Baziyants, 2018, s.

318).

Enstitü olarak 1800’lerin başında üç kuruluş ortaya çıkar: Lazarev Doğu Dilleri Enstitüsü, Dış İşleri Bakanlığı Asya Bölümü Enstitüsü ve Odessa Doğu Enstitüsü.

Türk dil bilimi, 1850’lerden başlayarak Rus Türklük biliminin bir alt dalı olarak karşımıza çıkar.

Aşağıda Rusya’daki belli başlı şehirlerde karşımıza çıkan kuruluşlarla ilgili bilgi verilip bazı değerlendirmeler yapılacaktır.

56

Akademinin kuruluşuna yine I. Petro tarafından kurulan kütüphane ve bilim müzesi (kunstkamera) öncülük eder. Kütüphane ilk başlarda, Rus ordusu ilerlerken ele geçirilen kitaplarla, sonraysa bağışlarla zenginleştirilir. Müzeyse Petro’nun 2. Avrupa seyahatinden getirilen koleksiyonlarla geliştirilir. Henüz 1719’da kütüphane doluluk sebebiyle başka bir binaya taşınır (Pekarskiy, 1870, s. XXXII). Akademi bünyesinde sonraları başka müzeler de oluşturulacaktır. Asya Müzesi (1818) bunlardan biridir.

1757’de müstakil bir Sanat Akademisi kurulur.

1700’lerin ikinci yarısından sonra Akademinin tertip ettiği araştırma seferlerinde Türk halklarının kültürüne ilişkin de dolaylı olarak bilgi toplanır. 1800’lerin ikinci yarısından itibaren Akademi bünyesinde doğrudan Türk kültürü, farklı boyutlarıyla araştırılıp incelenir.

Kononov’un aktardığına göre Akademide Doğu bilimi 17 Şubat 1726’da Gottlieb Siegfried Bayer’in [1664-1738] Petersburg’a gelişiyle başlar. Çince, Arapça bilen Bayer Petersburg’da Moğol, Mançu, Tibet, Sanskrit ve Kalmuk dillerini de öğrenmeye koyulur. Türkçeye karşı da ilgisiz kalmayan Bayer, Şecere-i Türkî’den çeviriler yapar.

Kononov, onun bu çevirileri vesilesiyle Akademideki ilk Türklük bilimci sayılması gerektiği görüşündedir. Bayer’in Yenisey civarındaki Türk yazıtlarının okunmasına ilişkin de katkıları vardır (Kononov, 2009, s. 43-44).

I. Petro’nun talimatıyla 1717-1720’de saray hekimi Gottlieb Schober, Volga ve Kafkasya dolaylarında kaplıca ve maden sularının tedavi edici yönlerini inceler.

Schober tıbbi araştırmaların yanında bölgeyle ilgili farklı türden bilgileri de toplamıştır.

Bunlar arasında Kononov’un aktardığına göre Kırım-Tatarcasına ait 13 söz ve 10 sayı adı yer alır (2009, s. 60). 1718’de ise bu kez Daniel-Gottlieb Messerschmidt [1685-1735], antik eşya ve ilaç malzemesi araması için Batı Sibirya, Dauri ve Moğolistan’a gönderilir. 1720-1727’de gerçekleşen saha araştırmalarında doğa bilimi bulgularının yanında çeşitli eşyalar ve dil malzemesi de derlenir. Kononov’un aktardığına göre derlenen dil malzemesinden hareketle Almanca-Tatarca ve Tatarca-Almanca sözlükler hazırlanır. Bunların yanı sıra Sibirya dilleri hakkında çeşitli notlarla 137 kuş adının Tatarca ve başka dillerde karşılıklarının verildiği küçük bir sözlük daha vardır (Kononov, 2009, s. 61).

Sibirya araştırmalarındaki bir başka isimse Gerhard Friedrich Mülller’dir

[1705-1783]. Müller 1732-1743 tarihli II. Kamçatka seferinde kara bölüğünün başında bulunur.

57

Akademi tarafından Müller ve arkadaşlarına tarih, coğrafya, etnografyanın yanında söz varlığı malzemesi derleme vazifesi de verilir. Bu bağlamda araştırmacıların bölge halklarına ait dua, sayı, kişi adı vb. numuneler derlemesi; ayrıca belirli bir halk, ülke, nehir veya şehre farklı halkların ne ad verdiğini tespit etmesi istenir. Araştırma seferi neticesinde Sibirya dillerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesine imkân verecek çok sayıda malzeme derlenir. Bunlar arasında Türkçenin 30’dan fazla sözlüğü de vardır (Kononov, 2009, s. 66-67).

II. Kamçatka seferinde, 1739’da Müller’in yerine vekalet etmesi için Johann Eberhard Fischer [1697-1771] gönderilir. Fischer, Müller’in hazırladığı talimatnameyle Sibirya’daki 34 halkın 300 kelimelik söz varlığını listesini hazırlar. Listenin Göttingen nüshasında Müslümanlar hakkındaki bölümde Tatarca üzerine bilgi de verilir. Bunun dışında Fischer, Sibirya tarihine dair kitabında 23 Tatarca kelimeyi Macarcayla karşılaştırarak bu iki dilin akrabalığını savunur (Kononov, 2009, s. 69).

1724’te I. Petro tarafından Rus Bilimler Akademisinin kurulması ve Doğu dillerinin sistemli olarak öğrenilmeye başlanması, Rusya’da güney ve doğudaki ülkeler ve halklar üzerine araştırma-inceleme faaliyetinin başlangıcı sayılabilir. Bu dönemden itibaren bilim adamı, araştırmacı veya yazar kimliği taşıyan kişilerin çalışmalarında ya dolaylı olarak ya da doğrudan Doğu yer almaya başlar.

1762’de Rusya tahtına Alman asıllı II. Yekaterina geçer. 1796’ya kadarki 34 yıllık iktidarı; siyasi ve askeri başarıların yanında Rusya’nın kültür ve bilim alanında da hızlı ilerleme kaydettiği bir dönem olur. Rusya’nın araştırılması için yurt dışından gelen pek çok bilginin katılımıyla ve hatta idaresiyle araştırma seferleri düzenlenir. Bu seferlerin gerek doğa gerekse de insan bilimlerinde verimli neticeleri olur. Rus coğrafyasının farklı bilim dalları kapsamında araştırılması çerçevesinde ilk önemli ve hacimli çalışmaları veren öncü isimler olarak Lindenau, Gottlieb ve Pallas yine bu dönemde tarihe geçer.

Yukarıda anılan isimlerin öncülük ettiği çalışmaların çok yönlü olduğunu özellikle vurgulamamız gerekir. Bir başka ifadeyle bu çalışmalar henüz disiplinlerin ayrılmadığı bir dönemde verilir. Ziyaret edilen bölgelerdeki halklar her yönüyle tanınmak istenir, kayıt altına alınır. Halkların envanterini çıkarmaya çalışan bu gayenin temellerini 1700’ler Avrupa’sında arayabiliriz.

Georges Balandier [1920-2016] Türkçeye Siyasal Antropoloji şeklinde çevrilen kitabında antropolojinin ilk kurucularının 1700’lerdeki siyasi düşünceyi şekillendiren

58

isimler olabileceğini belirtir. Bu çerçevede Montesquieu ve Rousseau anılır (Balandier, 2021, s. 8). Bunlardan ilki Kanunların Ruhu Üzerine adıyla Türkçeye de tercüme edilen kitabında “dünyadaki bütün halkları kanunları, gelenekleri ve farklı usullerini”

incelemek gayesi güder (Montesquieu, 2021, s. 904), bir başka deyişle de halkların envanterini çıkarmaya çalışır. Çok geçmeden Rousseau da halkları karşılaştırmalı olarak incelemenin onları daha iyi anlamayı sağlayacağını dile getirecektir (Balandier, 2021, s. 8-9). Kısaca belirtmek gerekirse Rousseau, her halkın farklı özellikleri olduğunu ve bu sebeple de farklı kurumlara, daha doğrusu onlara en çok uyan kurumlara sahip olması gerektiğini düşünür (Rousseau, 2021, s. 49).

Balandier, devamında, yukarıdaki isimlerin tohumunu attığı düşüncelerin Marx ve Engels gibi isimleri etkilediğini yazar. Netice itibarıyla “Asya tipi üretim tarzı” veya

“Asya despotizmi” gibi kavramlar ortaya atılır, “Asya tipi” halkın nitelikleri belirlenmeye çalışılır. Bu bağlamda Balandier, Engels’in “Batı tarihini insanlığın genel gelişiminin bir temsili” olarak gördüğünü vurgular. Ona göre bu yaklaşımlar ilk antropoloji çalışmalarındaki problemlerin de kaynağıdır (Balandier, 2021, s. 9-10).

Yukarıda anlatılanların tezimizle olan bağlantısına gelecek olursak ilk antropoloji uzmanlarından ilk Oryantalistlere uzanan süreçte halkların tasvirinin yapılmasının neticelerinden birisi de Türkoloji’dir. İlk envanter çıkarma gayelerinden Oryantalizm’in Doğu-Batı karşıtlığına kadar uzanan süreçte etkisi çok derinlere kadar işleyen yaklaşımlar ortaya çıkar. Bugün, kendisini kendi konumuna göre değil de başkalarına göre “Doğu” şeklinde adlandıran ve “Doğulu” bir kimliğe bürünen halkların varlığı yukarıda anlatılmaya çalışılan sürecin neticelerinden biridir. Aşağıdaki çalışmalar da bu sürecin aşamalarını teşkil ettiği için anılmaya veya anlaşılmaya değerdir.

Yakov İvanoviç Lindenau [Jacob Johann, ~1700-1795] 1739’da Rus Deniz Kuvvetlerince düzenlenen II. Kamçatka Araştırma Seferine [1733-1743] katılır (Titova, 1983, s. 6). Seferdeki yedi bölükten birisi de Rusya Bilimler Akademisi üyelerinin yer aldığı ilmî bölüktür. Bölüğün başlıca vazifesi doğu Sibirya’nın iç bölgelerini ve özellikle de Kamçatka’yı araştırmaktır. Seferdeki vazifesi resim çizmek olan Lindenau, müstakil olarak da başta Yakut ve Tunguzlar olmak üzere doğu Sibirya’daki halkların tarih ve kültürüne ilişkin derlemeler yaparak notlar tutar. Bu notlar Sibirya halklarına dair ilk kayıtlar arasında olmaları sebebiyle önemlidir (Duranlı, 2013, s. 16). Kendisi

59

hayattayken arşivlerde kalan derleme ve notları ancak 1983’te Opisaniye narodov Sibiri (pervaya pol. XVIII v.) [=Sibirya halklarının tasiviri, XVIII. asrın ilk yarısı] adıyla yayımlanır.

Alman Johann Gottlieb Georgi [1729–1802] eczacılık tahsili aldıktan sonra Rus Bilimler Akademisinin Rusya’yı araştırmak üzere bilim gezileri düzenleyeceğini öğrenince Akademiye başvurur. 1770’te Rusya’ya çağrılan Georgi aynı yıl düzenlenen Orenburg vilayeti gezisine katılır. Volga, Ural ve Baykal civarlarının da yer aldığı geniş bir coğrafyayı dolaşarak 1774’te Petersburg’a geri döner. Elinde çok miktarda malzemeyle dönen Georgi pek çok eserin yanı sıra Rusya’nın ilk büyük ölçekli etnografya tasvirini de yayımlar. Türkçesiyle ‘Rus devletinde yaşayan bütün halkların yaşayış, inanış, âdet, mesken, giysi ve başka zenginliklerinin tasviri’ adını taşıyan eser önce Almanca yayımlanır [4 C, SPb. 1776-80], ardından da çok geçmeden Rusçaya tercüme edilir [SPb. 1776-77, üç bölüm; 2. baskı: SPb. 1779, dört bölüm]. Dört bölümden oluşan eserin ilk bölümünde Fin; 2. bölümünde Tatar ve Kuzey Sibirya; 3. bölümünde Samoyed, Mançu ve Doğu Sibirya; 4. bölümünde Moğol, Ermeni, Gürcü, Hint, Alman, Leh ve Rus halkları tasvir edilir.

Türklerin tasvir edildiği 2. bölümde/ciltte önce genel olarak Türkler anlatılır.

Burada ilk atadan başlayarak Moğollarla akrabalık ilişkisinin olup olmadığı gibi genel konulara değinilir, Türklerin siyasi tarihinden, dillerinden, alfabelerinden bahsedilir.

Sonrasında Rusya’da yaşayan Türk halkları ve Lezgi, Oset, Çerkez, Gürcü gibi Kafkas halkları ayrı ayrı bölümlerde anlatılır (Georgi, 1799).

Yine Alman asıllı Peter Simon Pallas [1741–1811] 1767-1810’da Rusya’nın hizmetinde bulunur. 1768-1774’te düzenlenen Orenburg vilayeti araştırma seferinin 1.

bölüğüne başkanlık eder. Seferde geniş bir coğrafyanın tabii ve beşerî özellikleri kayıt altına alındığı seyahat notlarının yanı sıra çok sayıda eser ortaya çıkar. Bu eserlerde yer altı ve yer üstü özellikleri, bitki ve hayvan örtüsü, ziraat ve hayvancılığın yanı sıra bölge halklarının âdet, inanış, efsane vb. özellikleri de yer alır. Bunlardan biri 5 ciltlik ‘Rus imparatorluğunun çeşitli eyaletlerine gezi’ adıyla önce 1771-1776’da Almanca, sonra da 1773-1778’de Rusça yayımlanır (Kononov, 2009, s. 70). Pallas esas çalışmalarını doğa bilimlerinde verse de dilcilik alanında önemli bir çalışmanın da hazırlayıcısıdır.

Dünya dillerinin tek bir dilden türediği görüşüne ilgi duyan II. Yekaterina’nın emriyle Pallas’ın uhdesi altında karşılaştırmalı bir sözlük hazırlanmaya başlanır.

Hazırlanan kelime anketleri Rusya’nın farklı köşelerinin yanında Avrupa, Çin, Kuzey ve Güney Amerika’ya da yollanır. Sözlüğün 1787-1789’da iki cilt hâlinde ilk baskısı

60

yapılır. 1. ve 2. ciltte 200’den fazla dilde 273 kavramın karşılıkları verilir. Ayrıca 2.

cildin sonunda sayıların Avrupa ve Asya dillerindeki karşılığı verilir (Pallas, 1787- 1789). 1790-1791’de sözlüğün ikinci baskısı yapılır. Bu 4 ciltlik baskıda ilkinden farklı olarak kelimeler harf sırasına göre dizilmiş, ayrıca çok sayıda Afrika ve Amerika dili de sözlüğe alınmıştır (Pallas, 1790-1791).

Pallas’ın sözlüğünün Türkçe açısından bir incelemesi Oğuzhan Durmuş tarafından yapılmıştır. Durmuş’a göre sözlükte Çuvaşça da dâhil olmak üzere 19 Türk lehçesine yer verilmiştir. Ancak Çuvaşçanın farklı bir sırada verilmiş olması Durmuş tarafından sözlüğü hazırlayanın bu lehçeyi Türk lehçelerinden saymadığı şeklinde yorumlanmıştır. Yine ona göre Pallas’ın sözlüğünün Türk dili araştırmalarına, bugün için mevcut olmayan Türk lehçelerine dair bilgi ihtiva etmesiyle katkı sunmaktadır. Bu lehçeler “Çat Tatarcası” ile “Yenisey Tatarcası”dır (Durmuş, 2016, s. 139-140). Ancak sözlükteki bilgilere, Barthold’un uyarılarını dikkate alarak şüpheyle yaklaşmaya mecburuz.

Barthold’a göre sözlük hazırlandığı sırada dilciliğin temel metot ve hedefleri henüz ortada yoktur. Dillerin akrabalığı ve gelişmesi hakkındaki çalışmalar yalnızca kelimelerin karşılıklı sıralanmasından ibarettir. Bu esnada dikkat edilen yegâne nokta ise ses benzerliğidir. Ayrıca, 1750’lerin ikinci yarısında Rus hizmetindeki Doğu bilimci sayısı çok azdır; çalışmaya yalnızca bir Doğu bilimci, Backmeister’in iştirak ettiği de hatırda tutulmalıdır. Barthold’un bu ifadelerinden Pallas’ın sözlüğünün netice itibarıyla nitelikten yoksun olduğunu anlamaktayız. Bütün bunlar bir kenara bırakıldığında, ona göre, eser dilciliğin henüz tesis edilmediği bir dönemde çok sayıda dili bir araya getiren kelime listeleri arasında, ilk sıralarda yer almış ve böylelikle Rusya’nın adını öne çıkarmıştır (Barthold, 1911, s. 201).

Yukarıda anılan isimlerin dışında Kononov, çalışmalarında özellikle Türkçenin söz varlığına ilişkin kayıtlar tutan birkaç kişiyi daha anmaktadır. Bunlardan biri, II.

Orenburg araştırma seferinin başkanlığını yapan İvan İvanoviç Lepehin’dir. Lepehin, Volga kıyısındaki Bulgar şehrindeki 46 Arapça, Tatarca ve 3 de Ermenice kitabeyi Rusçaya çevirmiştir. Astrahan, Kafkasya ve İran’a 1768-1777’de düzenlenen III.

Astrahan araştırma seferine başkanlık yapan bitki bilimci Samuel Gottlieb Gmelin

[1745-1774], 196 isim ve 16 sayı derler. 1768-1775’te; Astrahan, Kafkasya, Novorosssiysk ve Ukrayna’ya seyahat eden tabiat bilimci Johann Anton Güldenstädt [1745–1781], Azerbaycan Türkçesinden sözler derler. 1769-1773’te Astrahan, Orenburg, Batı Sibirya,

61

Güney Ural ve Kazan’a düzenlenen araştırma seferine başkanlık yapan bitki bilimci Johan Peter Falk [1732–1774], Kazan-Tatar, Kırgız, “Buhara” ve “Kalmuk” dillerinin karşılaştırmalı sözlüğünü hazırlar. Tabiat bilimci Erik Gustavoviç Laxmann [1737–1796]

Sibirya’dayken Kargas lehçesini araştırarak, bunun Türk dili ailesine mensup olduğunu bildirmiştir (Kononov, 2009, s. 70–72).

Araştırma seferleri akademinin bilime en önemli hizmetlerindendir. 1800’lerde zikretmemiz gereken seferlerden biri 1842-45’te kuzey ve doğu Sibirya’ya yapılandır.

Alexandr von Middendorf [1815-1894] idaresindeki seferde, Yakutların dil ve edebiyatı üzerine de malzeme derlenir. Otto von Böhtlingk [1815-1904] bunlardan istifade ederek

“klasikleşen” Über die Sprache der Jakuten’i [1851] yazar. Eser bu dilin ilmî olarak ilk tetkiki olmakla kalmaz, “Türk sistemindeki dillerin” araştırılmasına yeni bir yaklaşım da getirir (Samoyloviç, 1936, s. 9-10).

Otto von Böhtlingk, 5.3.1842’de BA’da Sanskrit uzmanlığına, 4.8.1855’te ise aslî üyeliğe seçilir. Petersburg’dan 1868’de ayrılır. Baziyants’ın aktardığı bilgiye göre Böhtlingk Rus Doğu biliminde Sanskritçe-Almanca sözlüğü ile nam salarken Yakutlar üzerine çalışmalarıyla da adından söz ettirir. Baziyants kendisiyle ilgili olarak çalışmalarının çoğunun Almanca olduğunu hatırlatır (Baziyants, 2018, s. 326).

Yakutlarla ilgili araştırma seferleri sonraki yıllarda da sürer. Akademi tarafından 1925-31’de tertiplenen bir seferin neticesinde Yakut bölgesi üzerine Materialıy ve Trudıy serilerinde ciltlerce malzeme neşredilir. Bunlardan bir kısmı Yakut halk bilgisi ve edebiyatına dairdir. Bu yayınların ortaya çıkaransa Akademi bünyesindeki Yakut bölgesi araştırmaları komisyonudur, bunun bir dönem başkanlığını Oldenburg yapar (Samoyloviç, 1936, s. 11-12).

1927’de Akademinin Kazakistan araştırma seferi gerçekleşir ve buna katılanlar arasında Samoyloviç de vardır. Bilim adamı Oyrat Bölgesindeki Koşağaç Kazakları arasında bulunarak etnografya ve dil açısından pek çok sorunun cevabını arar. Netice itibarıyla seferin Anropoloji Bölüğünün tetkiklerinden oluşan Kazaki [L. 1930] makaleler toplamında yer alan kapsamlı bir makale ortaya çıkar [Kazaki koşagaçskogo…, 1930].

Akademinin burada anmamız gereken bir neşri Musulmanskiy mir [=Müslüman dünyası] adlı dergidir. Derginin ilk ve tek sayısı 1917’de çıkar. W. Barthold yazı işleri adına kaleme aldığı ön sözde, söz konusu derginin Mir İslama [=İslam dünyası] dergisinin 1912’de çıkan sayılarının bir devamı olduğunu belirtir. Ona göre, derginin hedefi İslam

62

araştırmalarıyla ilgili akademik bir seviyede neşriyatta bulunmaktır. Derginin ortaya çıkmasına vesile olan şartlarla ilgili Barthold’un sözleri bir hayli ilgi çekicidir: “Avrupa Doğu biliminin ulaştığı seviye genel-oryantalist neşriyatın yanında ayrı disiplinler için ayrı neşriyat organlarını gerektirmiştir [...]”. Barthold sözlerinin devamında, Akademi bünyesinde 1912’den beri neşredilen Hristianskiy vostok [=Hristiyan doğusu] dergisini, Musulmanskiy mir’in emsali olarak gösterir (İmperatorskoye obşestvo vostokovedeniya [İOV], 1912, s. 4).

Ön sözde Mir İslama dergisinin kaderiyle ilgili de bilgi bulmak mümkündür.

1913’e gelinirken, yani 4. sayıdan sonra derginin muhtevasında ve yazı işlerinde bir dizi değişikliğe gidilir ve dergi akademik bir çizgiden günlük-siyasi şartların belirlediği bir çizgiye geçer (İOV, 1912, s. 3).