• Sonuç bulunamadı

1.1. KİTLE İLETİŞİMİNE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR 7

1.1.3. ÜÇÜNCÜ DÖNEM KİTLE İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI 15

Kitle iletişim araştırmalarının üçüncü dönemi, 1960’lı yıllardan başlayıp bugüne kadar süregelen zamanı kapsamaktadır. 1950’li yılların sonlarından itibaren televizyonun özellikle Amerikan evlerinde yaygınlaşması sonrasında, seçim kampanyalarında siyasilerin bu mecrayı kullanmaya başlamasının sonucu olarak, yarışan tüm adaylar seçmenlerini etkileme çabasına girmiş, televizyonu daha çok kullanmaya başlamış ve bu dönem iletişim çalışmalarında televizyon teknolojisi önemli bir yer tutmuştur. Televizyonun, bir araştırma enstrümanı olarak kullanılmaya başlanması iletişim araştırmalarının sayısında bir artışa yol açmış ve bu dönemde pek çok yeni kuram geliştirilmiştir.

Üçüncü dönem anadamar kitle iletişim araştırmaları, “Sınırlı Etkiler Dönemi”nden hemen sonra güçlü bir medya görüşünü yeniden geliştirmeye çalışmıştır (Fejes,1994:258).1960’lı yıllarla birlikte geleneksel yaklaşımın medyanın etkilerini açıklamada başarılı olamadığı, bu bakış açısının değiştirilmesi gerektiği tartışılmaya başlanmış (Perse, 2001:26; Tudor, 2005: 396) ve araştırmaların ilgi odağı, bu kez kitle iletişim araçlarının fikir, tutum ve davranış üzerindeki doğrudan

etkileri sorusundan uzaklaşma eğilimi göstermiştir (McQuail ve Windahl, 2005:23). Yapılan çalışmalarda etkiye dayalı geleneksel araştırmalardan bir ölçüde ayrılınarak, daha çok kitle iletişim araçlarını bir kurum olarak ele alan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sistemle bağlantılayan eleştirel çalışmalara yönelim başlamıştır (Kalender, 2005:110). Bu yıllarla birlikte daha karmaşık hale gelen kitle iletişim kuramları ve istatistiksel yöntemlerin araştırmalara kazandırdığı yenilikler, kitle iletişim araçlarının sınırlı etkilerinden fazlasını ortaya koymaya başlamıştır (Yüksel, 2001:15). Önceki araştırmalardan farklı olarak kitle iletişim araçlarının etkilerinin hemen doğrudan olmayabileceği; dolaylı, yavaş ve uzun sürede sonuçlanacak şekilde olduğu ortaya konulmuştur (Hardt, 2004:97). Artık bu dönemde önceki dönemlerdeki gibi medyaya büyük işlevler yükleyen veya tamamen etkisiz kabul eden görüşlerden vazgeçilmiştir (Koçak, 2001:17). Kitle iletişim araçlarının birey ve toplum üzerinde, yavaş ve uzun süreli etkilerinin olduğu görüşünün ortaya çıkmasının başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir (Atabek ve Dağtaş, 1998: 311) :

- Kitle iletişim araçlarının, özellikle televizyonun yaygınlaşması,

- Kitle iletişim araçlarının toplumsal yerini ve önemini açıklamaya yönelik olarak ortaya çıkan toplumsal medya kuramlarının gelişimi,

- Kitle iletişim araçlarının toplum üzerine dolaylı ve uzun dönemli etkilerini açıklamaya çalışan bilimsel araştırmaların gelişimi.

Üçüncü dönem kitle iletişim araştırmaları odak noktasını, izleyici üzerine kaydırmış ve aktif insan modelini temel referans noktası kabul etmiştir (Hardt, 1993:38). Yapılan araştırmalarla izleyicilerin, bireysel, sosyal ve kültürel faktörler ve yetenekleri doğrultusunda medya mesajlarını yorumladığı ileri sürülmüştür. Araştırmacılar tarafından, izleyiciler artık pasif bir alıcı kitlesi olarak görülmemekte, kendi alışkanlıkları, geçmiş deneyimleri olan, bireysel ilişkileri doğrultusunda neyi tüketmeyi istediğini bilebilen, tercih yapabilen güçlü ve karmaşık bireyler olarak görülmeye başlanmıştır (Williams, 2003:190). İzleyici bu yeni dönemde edilgen bireyler topluluğu değil, bilakis etkin ve sürecin içerisindeki en önemli aktör konumundadır. Öyle ki; önceki araştırmaların ana sorusu olan medyanın insanlara ne yaptığı sorusu bile bu dönemde insanların medyayla ne yaptığı şekline dönüşmüştür.

Üçüncü dönemde yapılan araştırmalara sosyolojik yaklaşımın damgasını vurduğu görülmektedir. Sosyolojik yaklaşım içerisinde de işlevselciliğin ön plana çıktığı yapılan araştırmalarda açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Sosyolojik gelenek içinde etkin bir yeri olan işlevselcilik, kitle iletişim araçlarıyla birey arasındaki ilişkilerin analizinde kullanılmış ve görevsel sonuçlara ulaşılmıştır (Koçak, 2001:17). Sosyolojiden destek alınarak yapılan üçüncü dönem etki çalışmalarında kitle iletişim araçları ile birey arasındaki iletişim üzerinde durulmuştur. Halloran sosyolojik yaklaşım çerçevesinde yapılan etki araştırmalarının özelliklerini şu şekilde sınıflandırmaktadır (Akt. Alemdar ve Korkmaz,1990 : 98-99):

1. İzleyiciler atomlaştırılmamalıdır. İletinin toplumsal süreçlerle birlikte düşünülmesi gerekmektedir.

2. İletiyi gönderen ve alan karşılıklı ilişki içerisindedir.

3. İletişim, zaman içerisinde uzanan iletişimciler zincirinde bir bağ olarak kabul edilmelidir. Gönderici ve alıcı arasındaki ilişkinin çoğu dolaylıdır ve diğer grup üyelerinden geçerek çoğalır.

4. İletişim sürecine katılanlar toplumsal yapı içerisinde belirli bir konuma sahiptirler. Bu konumun birbirleri ile ilişkisi varoldukça, kişi ya da gruptan akan iletişim rastlantısal ve ilişkisiz etkinlikler olarak değil, devam eden karşılıklı ilişki biçimi içindeki ögeler olarak görülür.

Sosyolojik teoriye yaslanan bu anadamar modeller, medya etkilerini daha geniş bir toplumsal bağlam içerisinde ele almışlardır. Bu bağlamda sosyoloji temelli dört model geliştirilmiştir. Bunlar; Gündem Oluşturma, Suskunluk Sarmalı, Bilgi Açığı ve Medyaya Bağımlılık Modelleridir (Fejes,1994: 258). Medyanın etkilerini uzun süreli ve dolaylı olduğunu ileri süren bu dört model çalışma açısından önemli görüldüğü ölçüde aşağıda ana başlıklarıyla özetlenmeye çalışılmaktadır.

1.1.3.1. GÜNDEM OLUŞTURMA

Gündem Oluşturma Modeli, siyaset bilimci Bernard Cohen’in temeli Walter Lippmann’ın 1920 yılındaki “dış dünya ” ve “kafamızdaki resimler” düşüncesine dayanan “Basın çoğu zaman, insanların ne düşünmelerini söyleme konusunda başarılı olamayabilir, ancak okurlara ne hakkında düşünmeleri gerektiğini söyleme konusunda son derece başarılıdır” şeklinde bilinen ifadesine dayanır. Cohen’in bu ifadesinden etkilenen Maxwell McCombs ve Donald Shaw, Gündem Oluşturmanın ilk deneysel çalışmasını 1968 yılındaki Amerikan Başkanlık seçimlerinde Chapel Hill’de 100 kararsız seçmen üzerinde yapmışlardır (Rogers, 2004:10; Dominick, 2004: 475). Araştırmacılar politik bir kampanyada, medyanın politik konulara karşı tutumunun, politik gündemi etkilediği hipotezini ortaya atmışlar; bu amaçla 100 kişilik bir örneklem grubu ile görüşmüşler ve medya sunumlarına yönelik içerik analizi uygulamışlardır (Severin ve Tankart, 1994: 365). McCombs ve Shaw bu kişilere uyguladıkları anketin sonuçlarına göre; dış politika, yasa ve düzen, mali politika, halkın refahı ve sivil haklar olmak üzere beş ana kampanya konusu belirleyerek beş gazete, iki haber dergisi ve iki televizyon kanalının içeriklerine içerik analizi uygulamışlardır. Araştırmacılar, gazete haberleri, yorumlar ve televizyon yayınlarını takip ederek medyanın gündemini saptamışlar, seçim kampanyasıyla ilgili haberlerin büyük bir kısmının, önemli siyasal konuları tartışmaya değil de, seçim kampanyasının kendisini analiz etmeye yönelik olduğunu ortaya koymuşlardır. Seçime katılan üç adayın, bu konulara farklı oranda vurguda bulunduklarını tespit etmişler ve sonrasında da kamu gündemi ve medya gündemi karşılaştırıldığında bunların arasında güçlü bir ilişki olduğunu tespit etmişlerdir (Yüksel, 2001:36-37). Gündem Oluşturma konusunda takip eden pek çok araştırmada da yine seçim kampanyaları araştırılmıştır. Kurama göre, eğer seçmenler konuyu önemli bulurlarsa o aday için oy verirler, ya da en yeterli gördükleri partiyi benimserler (McQuail ve Windahl, 1994: 96). Bu araştırmalar sonunda medyanın konuya ayırdığı zaman/yer ve konuya verdiği önem ile medya tüketicilerinin konuya verdiği önem arasında doğru yönlü bir korelasyon olduğu ortaya konulmuş ve

gündemin oluşturulması hususunda medyanın oldukça etkin bir rolünün olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Bu modele göre, insanların ne hakkında düşüneceği şu şekilde gerçekleşmektedir; Evren o kadar karmaşıktır ki, bireylerin bu karmaşıklığı tek başına bir aracı kurum olmaksızın tek başına algılamaları mümkün değildir. Bu aracı kurum kitle iletişim araçlarıdır. Bu araçlar karmaşık evreni bireylerin algılayabileceği ölçüde belli bir düzeye indirgemektedirler (Gökçe, 2005:210-211). Her televizyon, gazete ve dergi kendi araçsal gündemini oluşturan enformasyonu sunarken, kendi verdiği önemin derecesine göre, önceliklerini belirler. Konularını bu önceliklerine göre sıralar. Bu sıralamaya göre ön sayfadan arka sayfaya, büyük başlıktan küçük başlığa, uzun cümleden kısa cümleye, uzun süreden, kısa süreye, azalan bir şekilde konuya yer verirler ya da hiç vermezler. Konunun önemine göre içerik tekrarlanır ya da tekrarlanmaz (Erdoğan ve Alemdar,2005:181). Dolayısıyla onlar önemli gördükleri hususları seçerler ve önem derecesine göre gündemlerine yansıtırlar. Medyanın önem sırasını belirleyen ve bu seçme işlemini yerine getiren kişilere “Eşik Bekçisi” adı verilir. Eşik Bekçileri halka kadar uzanan mesaj içerikleri üzerinde denetim gücü olan kişi veya kişilerdir ve diğerlerine göre daha az görünür kimselerdir. Eşik Bekçileri bir televizyonda görev yapan haber müdürü ya da bir gazetenin editörü olabilirler (Dominick, 2004:16) ve onlar aracılığıyla çeşitli aşamalarda kaynak ve içerik seçme ve/veya süzme işlevi yerine getirilir (Erdoğan ve Alemdar, 2005: 74). Eşik Bekçilerinin görevi bir haber, bir hikaye izleyenin önüne gelmeden önce medyaya çıkması olası haber alternatifleri arasından seçim yapmak ve böylelikle izleyicilerin ne hakkında konuşacaklarına karar vermek diğer bir ifadeyle gündemi saptamaktır. Eşik Bekçileri aynı zamanda kamuoyunun oluşturulması, izleyenlerin yönlendirilmesi işlevlerini de yerine getirmektedirler. Belli konularda halkın daha fazla tepki vermesini sağlayacak şekilde izleyiciyi yönlendirirken, diğer bazı konuları da meşru hale getirebilmekte tepkiyi uyumlulaştırmaktadırlar.

Gündem Oluşturma Modeli, medyanın haberleri sunuş yoluyla halkın düşündüğü ve konuştuğu konuları belirleyebildiği düşüncesine dayanmaktadır. Model, kısaca medyanın önemli olarak gördüğü olayların, izleyiciler tarafından da

savunmaktadır. Medyanın öne çıkardığı bazı sorunların, kamu gündeminde de öne çıktığı, medyanın özellikle üzerinde durduğu konularla, izleyenlerin konuştuğu konular arasında bir bağ olduğunu ileri sürmektedir.

1.1.3.2. SUSKUNLUK SARMALI

“Suskunluk Sarmalı”, Elisabeth Noelle-Neumann’ın geliştirdiği, kamuoyunu ele alan, kamuoyunun oluşmasında iletişimin rolüyle ilgili olan bir kuramdır. Suskunluk Sarmalı Yaklaşımının kökenleri 18. ve 19. yüzyıl yazarları olan, Rousseau ve Madison, Locke ve Hume gibi ilk pozitivist yazarlar tarafından atılmıştır. Suskunluk Sarmalı bu kuramın yalnızca bir ilkesiyle ilgilidir (Perry,2002:203). Bu ilke kitle iletişimi açısından oldukça önemlidir. Genel olarak Suskunluk Sarmalı dört öge arasındaki etkileşimle ilgilenir. Bu ögeler, kitle iletişimi, kişiler arası iletişim ve toplumsal ilişkiler; düşüncenin bireysel olarak açıklanması, bireylerin toplumsal çevrelerinde onları çevreleyen düşünce ortamı hakkında sahip oldukları algılamalardır (McQuail ve Windahl, 2005:146). Halkın görüşüne karşı olan, toplumdan farklı hareket eden bireyler toplumdan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Bireyin toplumdan izole olmaması kendi yargısından daha önemlidir. Bu nedenle bireyler algılamalarının neticesinde, toplum içerisinde çoğunlukta olup olmadıklarını gözlemlerler. Bu bireyin korunmasız olduğu noktadır. Kendi gözlemleri sonucunda, kendi görüşünün değer kaybettiğini ve kendisi gibi düşünenlerin az olduğunu hissettiği anda düşüncesini ifade etmek konusunda daha az istekli olacaktır (Noelle-Neumann, 1974:42-43). Eğer insanlar azınlıkta olduklarını hissederlerse sessiz kalmayı tercih edeceklerdir. Kamuoyunun kendi düşünceleri aleyhinde değişmekte olduğunu gözlerlerse yine sorun hakkında sessiz kalacaklardır. Onlar daha çok sessiz kaldıkça diğer insanlar da belirli bir görüşün temsil edilmediğini hissettiklerinden onlar da daha çok sessiz kalacaklardır (Severin ve Tankart, 1994:443-444; Fejes, 1994:260). Bir kimsenin, benimsemekte olduğu görüşlerini çoğunluğunkiyle tutarlı olduğu vakit görüşünü dışa vurması beklenir. Bu görüşlerin gözlenmesinde algılanmış egemenliğin, bu görüşlere sahip olan bireylerin çoğunluğu oluşturup oluşturmadığıyla bir ilgisi yoktur. Çoğunluğun kanaatleri ile algılanan kanaatler çoğu zaman bir azınlık tarafından benimsenmektedir (Fejes, 1994:260; Tekinalp ve Uzun, 2006: 127). Bu algılama sürecinde yapay sarmal oluşur

ve karşıt görüşler susmaya başlarlar. Çoğunluktaymış gibi aktarılan görüşler nedeniyle de yapay sarmal daha da büyür.

Suskunluk Sarmalı Kuramını Noelle- Neumann, şu beş sayıltı üzerine inşa etmiştir (Noelle-Neumann,1974:45):

1- Bireyler, sosyal çevrelerindeki görüşlerin eğilimini ve bu görüşlerin dağılımının bir resmini kafalarında oluştururlar. Hangi görüşlerin güçlendiğini, hangilerinin zayıfladığını gözlemlerler. Bu bireyler arası etkileşim ve çevrenin görüşlerinin kabul edilmesi gibi kamuoyunun oluşması ve gelişmesi içinde bir ön koşuludur. Çevrenin gözlemlenme şiddeti, sadece özel bir olayla ilgili olarak ortaya çıkmaz, aynı zamanda birey özel bir konuyla ilgili alenen kendi görüşünü açıklamak zorunda kalacağı durumun ne kadar uzakta olduğunu da gözler ve görüşünü açığa vurmak için uygun zamanı kollar.

2- Birinin görüşünü açıklama konusundaki istekliliği, onun sosyal çevresindeki görüşlerin yönünü ve görüşlerin yaygınlığını değerlendirmesine göre değişir. Eğer yaygın olan görüş kendi görüşüyle aynı olacaksa bu istek daha büyük olacaktır. Eğer egemen görüş kendininkinden farklıysa yaygınlaşmasını bekleyecektir. Kendi görüşünün değer kaybettiğini hissettiği durumda da bu isteklilik durumu azalacaktır. Bireyin, çoğunluğun benimsediği düşüncenin dağılımının değerlendirmesi, onun düşüncesini açıkça ifade etme isteğinin derecesini de etkiler.

3- Değerlendirilen görüşün yaygınlığı ve gerçekteki var olan görüşün yaygınlığı birbirinden epeyce farklıysa, bu durumda yaygın olarak algılanan görüş doğrultusundaki düşünceler daha çok ortaya konulma eğiliminde olacaktır.

4- Bireylerin mevcut değerlendirmeleri ve gelecekteki değerlendirmeleri arasında pozitif yönde bir korelasyon vardır; eğer bir düşüncenin yayılmakta olduğu (ya da tersi) göz önüne alınırsa, gelecekte de

yayılması olasıdır ancak derecesi değişebilir. Kamuoyunun yaygın olan görüşünün daha fazla değişmesi olasılığı zayıftır.

5- Özel bir görüşün gelecekteki gücü ve mevcut değerlendirmede bir ayrılık varsa, bireyin görüşünü açığa vurmaktaki istekliliği, gelecekten beklediği pozisyonla ilişkilidir. Bu varsayımın değerlendirilmesinin sonucunda, bireyin kendi görüşleri çoğunluğun görüşüyle uyuşmazsa bireyin izole olmaktan korkması neticesinde kendi görüşlerini açıklama derecesinde de farklılıklar ortaya çıkacaktır.

Suskunluk Sarmalı, bireyin sosyal bir varlık olması, toplum içerisinde yaşamak gereksinimi birlikte yaşadıkları kişi ve gruplarla sürekli etkileşim içerisinde bulunması zorunluluğundan yola çıkan bir kuramdır. İnsanların doğuştan gelen kendini kabul ettirme isteği ve toplum tarafından yalnız bırakılma korkusu kuramın çıkış noktasıdır. Aksi düşüncede olanların sindirilme kaygısı, toplumsal görüşe muhalif olması neticesindeki artan sessiz kalma tercihinin bir sonucu olarak büyüyen sarmal nedeniyle de, bireylerin kendi görüşlerini değiştirmesi yüksek bir olasılıktır. “Bugün seçim olsa” sorusuyla başlayan kamuoyu yoklamalarındaki “kararsız seçmen” kavramı da aslında fikir iklimini tayin etmeye çalışan bireylerden başkası değildir. Genelde bu kişiler son ana kadar suskunluklarını korumakta, en sonunda da kazanacağını düşündükleri siyasi partiye veya adaya oy verme eğilimi içerisinde olmaktadırlar ve bunu dillendirmektedirler. Kurama göre bu davranış, toplumun çoğunluğuyla aynı safta olma ya da güçlünün yanında yer alma isteğinden kaynaklanmaktadır.

Suskunluk sarmalında kitle iletişim araçları önemli rol oynar. Çünkü bireyler, kamuoyunda ilgi ve dikkatin nasıl dağıldığını, hangi konuların gündeme geldiğini ve bunlarla ilişkili olarak hangi fikirlerin temsil edildiğini, desteklendiğini, kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenirler (Alemdar ve Erdoğan, 1998:205). Neumann’a (1997) göre bireyler toplumdaki geçerli fikirleri öğrenmek için iki kaynağa güvenirler; kişisel doğrudan gözlem ve kitle iletişim araçlarının gözleri aracılığıyla dolaylı gözlemdir. Noelle-Neumann kitle iletişim araçlarının kurama katkısını şöyle ifade etmektedir (228-229):

1- Toplumdaki çoğunluk kampı, etkili iletişim araçları tarafından desteklendiği takdirde konuşmak için azınlığa göre daha isteklidir.

2- Eğer kitle iletişim araçları karşı kampı, azınlığı desteklerse çoğunluk kampı sessiz çoğunluk haline gelmektedir.

3- Azınlık, kitle iletişim araçlarının düşmanca tutumuyla karşılaşırsa sessizliğe bürünmektedir.

4- Azınlık, kitle iletişim araçlarından destek gördüğü takdirde çoğunluktan daha fazla konuşma arzusu duymaktadır. Bunun nedeni etkili iletişim araçlarının otoritesi tarafından destekleniyor olmasıdır. Azınlık, bu durumda fikir iklimini kendi lehineymiş gibi yorumlamakta, özgüven göstermekte ve kendi görüşünü savunmak için kitle iletişim araçları tarafından sağlanan açıklama ve argümanları kullanma eğiliminde olmaktadır.

Çevresini gözlemleyen kişi, kendi fikirlerinin çoğunluk tarafından uygun olduğunu algıladığı zaman ifade eder. Gerçekte algılanmış çoğunluk fikirleri, çoğu kez sadece bir azınlık tarafından tutulur. İnsanlar revaçtaki gerçeklik tanımlarını öğrenmek için medyaya yöneldikçe suskunluk sarmalı da büyüme yönünde olmaktadır (Alemdar ve Erdoğan,1998:204). Bu sarmalın kırılması, bireyin günlük yaşamının her aşamasında maruz kaldığı, kitle iletişim araçlarının içeriklerinin yansızlaştırılması ve toplumdaki her düşünce grubunun, bu araçlar üzerinde yeterli düzeyde temsiliyle mümkündür.

1.1.3.3. BİLGİ AÇIĞI

Bilgi Açığı Hipotezi ilk olarak, Donohue, Tichenor ve Olien tarafından 1970’lerde ortaya atılmıştır. Onlar, toplumda giderek artmakta olan bilginin, toplumun tüm üyelerince elde edilemediğini ileri sürmüşler; daha yüksek sosyo- ekonomik statüye sahip olan toplum üyelerinin bilgiye ulaşma konusundan diğerlerine göre daha fazla imkana sahip olduklarını savunmuşlardır. Araştırmacılara göre; yüksek sosyo-ekonomik statüye sahip olanlar düşük sosyo-ekonomik

arasındaki bilgi düzeyini azaltmaktan çok artırma yönünde etkilemektedir. Bilgi Açığı Hipotezi, düşük sosyo-ekonomik statüdekilerin tümüyle bilgisiz kaldıklarını ileri sürmez, bunun yerine; yüksek statüye sahip kesimdeki bilginin göreli olarak daha yüksek düzeyde olduğunu öne sürer (Tichenor, vd: 1970:159). Kurama göre, her iki kesime de eşit dağıtılmakta olan bilginin miktarı artmasına rağmen, iki sosyal grubun, bilgiyi kullanımları ve bilgiye erişim hızları farklıdır. Dolayısıyla bilgi eşit dağıtılıyorken, yüksek sosyo-ekonomik toplum segmentine ulaşan bilgide sürekli bir artış olacak, bu segmentteki bireyler, diğer düzeye göre daha hızlı ulaştıkları bilgiyi daha erken kullanmış olacaklardır. Böylelikle de verilen bilgideki artışa rağmen, bilginin kullanımındaki fark azalmayacak bilakis artacaktır.

Tichenor, Donohue ve Olien toplumsal segmentler arasında bilgi açığının oluşmasının nedenlerini, 1970 yılında yayınladıkları “Kitle İletişim Araçlarında Bilgi Akışı ve Bilgide Farklı Büyüme” (Mass Media Flow And Differential Growth In

Knowledge) adlı makalede özetle şöyle sıralamışlardır (1970: 161-162):

1.İletişim yetenekleri: Daha yüksek sosyo-ekonomik statüdeki bireyler, geçmişteki aldıkları eğitim nedeniyle halkla ilgili konularda bilimsel bilgiyi, okuma, anlama ve iletişim yeteneklerine sahip olma zorunluluğunu hissederler.

2.Depolanan bilginin miktarı: Yüksek segmenttekiler, var olan veya kitle iletişim araçlarıyla ilk karşılaşmaları sonucu elde ettikleri bilgiyi anlamak, farkına varmak konusunda diğerlerine nazaran daha çok hazırdırlar.

3.Konuyla ilgili sosyal temas: Halkla ilgili konularda yüksek toplumsal statüdeki bireyler diğerlerine oranla daha büyük grupla temas ettiklerinden, daha çok kişiler arası ilişki içerisinde olacaklar ve muhtemelen bu konuları daha çok tartışacaklardır. Böylelikle bu bireylerin toplumsal bütünleşmeleri daha fazla olacak ve toplum içerisinde diğerlerine nazaran daha aktif bireyler olacaklardır.

4.Bilgiyi reddetme veya kabul etme konusunda seçicilik: Gönüllü olarak medyayı seçmek ve medyaya maruz kalmak, eğitim durumuyla yakından ilişkilidir. Bireylerin bilgiyi kabul veya reddetmesi, eğitimleri ve var olan tutumları ile yakından ilişkilidir. Alt eğitim statü segmentindeki bireyler,

varolan inançları ve değerleri yönünde uygun olan bilgileri kabul etme eğilimindeyken aksi bilgilerle ilgilenmeyebilirler.

5.Bilgiyi veren kitle medyasının doğasıyla ilgili faktörler: Çoğunlukla yazılı medyanın içerikleri ve bu içeriklerde yer verilen halka ilişkin diğer haberler, genellikle yüksek segmentte bulunan bireylerin kullanabileceği, onların zevklerine ve ilgilerine hitap edecek şekilde hazırlanmaktadır. Alt segment grubundaki bireyler verilen bu bilgileri anlamak konusunda daha az yeteneklidirler.

Donohue, Tichenor ve Olien 1975 yılında yayınladıkları, “Kitle İletişim Araçları ve Bilgi Açığı: Bir Hipotezin Yeniden Değerlendirilmesi” (Mass Media and the Knowledge Gap: A Hypothesis Reconsidered) adlı makalelerinde, bilgi açığının oluşumunu ve büyüklüğünü etkileyebilecek sosyal sistemin değişkenleriyle son yaptıkları, bilgi açığı konulu deneysel ve teorik çalışmaların ışığında bazı değişiklikler yapmışlardır. Onlara göre toplumda bilgi açığının azaltılması olgusuna