• Sonuç bulunamadı

T ü rk El İ ş l e m e l e ri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "T ü rk El İ ş l e m e l e ri"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T ü r k E l İ ş l e m e l e r i

S ö y l e y e n : M e l e k C e l â l

Bir müddet evvel Kadıköy Halkevinde Bayan Melek Celâl tarafından bu konuda bir kon-ferans verilmiş ve bir sergi açılmıştı. Konfe-ransı neşrediyoruz.

Malûmdur ki Türk tezyini sanatlarının şöhreti yalnız kendi vatanımız hudutarı dahilinde kalmış değildir. Avrupalıların eski sanatlarımıza karşı gösterdikleri hayranlıkları, bizim bugünkü Avrupa sanatlarına gösterdiğimiz meclübiyetin çok üstünde-dir.

Bu yüzdendir ki Avrupa ve Amerika müzeleri, hususî koleksiyon meraklıları asırlardanberi memle-ketimizden taşınan nümunelerile kendi koleksiyon-larını zenginleştirmişler, sanayi erbabı da modeller çıkarırken bu eserleden ilham almışlardır.

Lâkin bu millî sanatımız maalesef bir asırdan-beri kendi memleketimizde pek mühmel bir va-ziyete düşmüştür. Esasen kuvvet ve canlılığını kaybetmiş olan halk sanatımız günden güne unutul-maktadır. Hattâ onların bazı şubelerinin sanatkâr-ları bile kalmamıştır.

Bugün bahsedeceğimiz işlemeler. Tü^k tezyini sanatlarının en zengin şubelerinden olduğu gibi Türk kadınının da yüksek ve ince zevkini göste-ren bir misaldir. Köylü bir kızın elinden çıkmış olan işleri müzelerimizde seyrederken hayran kal-mamak imkânsızdır.

Avrupalıların ötedenberi işlemelerimize ver-dikleri kıymeti bu işler hakkında yazdıkları eserler-de görüyoruz. Bu eserleri vücueserler-de getirmek için bü-yük zahmetlere katlanarak buraya hususi heyetler göndermişler, memleketimizin her köşesinde

araş-tırmalar yaparak elde ettikleri parçaları tetkik neti-cesinde yazmışlardır. Bunların arasında bizi en çok alâkadar edeni Madmazel Gertrude Palotay'm Türk zevkinin Maiar işlemeleri üzerinde yaptığı tesirleri •ınlatan mühim eserdir. Müellif orada diyor ki:

«1526 da (başlayıp bir buçuk asır devam eden Türk istilâsı Macaristanı barız bir surette şark te-siri altında bırakmıştı. Türk orduları peşinden ga-len tüccarlar o zaman pek mühim olan mensucat sanayiini de beraber getirmişlerdi. Macar prens-leri vezirler vasıtasile sultanlara müracaat ederek işleme örnekleri istetirlerdi. Prensler de at meydan-larında haremlerine cariye olarak meşhur cileri bulup gönderirlerdi. Bugünkü Macar işleme-lerinde bu tesir hâlâ göze çarpmaktadır. Hattâ bir nevi işlemenin adı dı (Török Himes) yani Türk işle-mesidir. Keza Türkler Balkanlarda kaldıkları müd-detçe oradaki milletlerin de üzerinde son derece bü-de yazmış olduğu bir eserin mukadbü-demesinbü-de diyor ki:

(2)

günkü Romen, Bulgar,, Sırp ve Yunan işlemelerin-de bahsettiğimiz tesir aşikâr bir surette görünmek-tedir.

Türk işlemelerine dair Dr. Bernhard Dietrich yazmış olduğu bir eserin mukaddemesinds diyor ki: (Bu kitap Almanya Dahiliye Vekâletinin hi-mayesi altında Türkiyeye yaptığımız seyahatin se-meresidir. Bu tetkik seyahatini eski Türk sanatla-rının dokuma ve işleme kısmındaki güzellikleri şekil ve renk itibarile sanayiimize yenilik ve

zen-ginlik vereceğini ümit ederek yaptık. Eski Türk iş-meleri Avrupa ile Asya arasındaki mevcut kültür irtibatının kadrini ortaya koyar mahiyette olduğun-dan kitabımız ayni zamanda bu hususu da tebarüz ettirmektedir. Eski Türk sanatlarının estetik bakım-dan ne yüksek bir dereceye varmış olduğunu görüp te aynı sanatların bugünkü verimlerinin zevk düş-künlüklerinden müteessir olmamak imkânsızdır. Genç Türkiyenin sarfettiği gayret ile bütün bu parlak maziyi tekrar canlandıracağını ümit ederiz.) Bu selâhiyettar kimselerin mütaleaları zanne-derim işlemelerimize atfolunan ehemmiyeti kâfi sürette gösteriyor.

Türk işlemelerinin çeşidi pek çoktur. Bu işler muhtelif malzemeye tatbik edildiğinden bunların hepsini 'bir arada tetkik etmek uzun olacaktır. Bina-enaleyh bugün yalnız keten bezi üzerine renkli ipek sırma ve el ile işlenmiş olan mendil çevre, yağ-lık vesaireden bahsedeceğiz.

Bahse girmeden evvel şunu da arzetmek iste-rim:

Ekseriya bir milletin halk sanatının hakiksi ancak köylerde bulunur derler. İlk bakışta bu ka-naat doğru olabilir.. Zira büyük ticaret merkezi olan şehirler yabancı memleketlerden gelen eşyalarla daha 'bakir bir millî zevki ifade eder, fakat bir çok hususiyetlerini kaybeder.

Bu itibarla köylerdeki halk sanatı nümune-leri şehirdek'ilerden daha iptidaî olmasına rağmen daha bakir 'bir millî zevki ifade eder, fakat, bir çolr müşahedelerle teeyyüd eden bu vaka umumî istis-nasız bir kanun değildir. Bilhassa bizim el işlerimiz-de bu hâdisenin tam zıddı da görülür.

Kerpiçten yapılmış 40 - 50 evlik küçük bir köyde fakir bir ailenin sandığından saraylarda kul-lanılabilecek som sırma işlemeler çıkabiliyor. Yazın tarlasında çalışan köylü kızının kışın ocak başında gergefinin önünde oturup hiç bir ticaret maksadı olmaksızın kendi cihazı için harikulâde çevreler işlemiş olması insanı şaşırtıyor.

Nesilden nesile intikal ederek en kıymetli

ya-digâr diye bugüne kadar saklanmış olan bu eserleri hâlâ basit bir hayat yaşıyan köylülerimizin meyda-na getirmiş olması pek kolaylıkla izah edilemez.

Her türlü vasıtadan mahrum köyler, her türlü vasıtaya sahip olan payitaht ve şehirlerle nasıl re-kabet edebilmişler? Onlara muvazi bir surette sa-natlarını nasıl inkişaf ettirebilmişler? Bu teknik, şehirden nakil suretile mi köye kadar yayılmıştır. Yahut işlerinde bu harikaları bulduğumuz köyler dünkü şehin köy haline inkırazı mıdır?

Moda kanunları örf ve âdet iktisadı tahav-vüller bu hâdisenin arzettiğ'miz şekilde tekevvü-nüne ne derere müessir olmuştur?

Bu müşküller henüz kat'iyetle halledilmiş değildir. Bunun için tarihî, iktisadî etnografik tet-kiklere lüzum vardır. Binaenaleyh şimdilik yalnız bu meseleyi ortaya atmakla iktifa etmek mecbu-riyetinde bulunuyorum.

M o t i f l e r :

(3)

süs-leme sanatlarının heyeti umumiyesi esas itibarile aynı prensip ve zihniyetten doğmuş intişar ve te-kâmül etmiş birbirinden ilham alarak muhtelif şubelere ayrılmıştır.

Bu şubeleri yekdiğerinden ayıran esas tezyin edilecek olan maddenin nevidir. Taş yontan bir usta ile saç kılı kadar ince ipliklerle çalışan köylü kızının hiç şüphesiz ruhî büyük rabıtaları vardır.

İkisinin de il'ham aldığı kaynak hakikatte bir-dir. Ancak eldeki malzemenin tabiatına göre kul-nılan teknik değişir. Yoksa resmedilen lâle yine o lâle, servi yine o servidir..

Türk tezyinatında ötedenberi hem hendesî •şekillere hem de canlı veya cansız, talb'iat unsur-larına rastlarız. Türklerin insan resimleri de yap-tıkları görülmüştü. Lâkin elimizde mevcut işleme-lerin arasında şimdiye kadar böyleişleme-lerine tesadüf etmedim. Bu nokta bazı işlemelerimizi Yunan ada-larmda imal edilmiş eserlerden ayırt etmeğe ya-rar.

16 nci ve 17 nci asırlarda hendesî şekillere rastlıyoruz. O devirden sonraki işlemelerde hen-desî şekiller nadirdir. Şayet bunlara tesadüf edil-se bile ekedil-seriya styliedil-se edilmiş yani üslûba çekilmiş çiçeklerdir.

Ev, türbe, cami, mezar taşı, yemiş ve ağaç-lar motif oağaç-larak kullanılmıştır. Fakat ekseriyeti

teşkil eden çiçeklerdir. Pek eski zamandanberi kul-lanılan çiçekler, lâle, sünbül, karanfil, gül ve şef-tali çiçeğidir.

Eski işlemelerimizde sanatkârla!" şekillerle renklen kullanırken daima toir (sentez) yani bü-yük bir sadelik içerisinde tertip gayesini takip ederek tabiatı asla düşünmemişler. Mevzuu son-suz iddia kabiliyetlerde bizzat yaratmağa çalış-mışlardır

Lâkin son iki asırdanberi Avrupa tesirile ta. b'iatı olduğu gibi taklit eden eserler yapılmıva başlandı. Kompozisyonların tarzı değişti. Ve eski .jaaeliklerile kibarlıkları kalmadı. Aynı zamanda şahsiyet ve hüviyetlerini de kaybetmiş oldular.

R e n k l e r

Şarkın renklere olan düşkünlüğü malûmdur. Lâkin frenkler bu düşkünlüğü yalnız parlak ve göze

çarpan renklere münhasır farzederek rasgele bü-tün şark milletlerine teşmil ederler. Tüklerde renkleri çok severler. Fakat hangilerini? Kırmızı-dan kırmızıya, maviden maviye, yeşilden yeşile fark vardır. Dedelerimiz daima bu renklerin en gü-zel ve en kiıbar tonlarını bulup yerinde kullanmış-lardır. Yalnız son bir asırdanberi yapılan işlemele-rin renkleri zevksiz ve acı olmıya başlamıştır.

Theophile Gauthier 19 uncu asrın ortasına doğru İstanbul'a yaptığı bir seyahatte, bu konuya dair intibalarıni (Constantinople) kitabında not et-miştir. Çarşıyı ziyaretini anlatırken der ki:

(Şark zevkini okşamak acı ve parlak renklerle dokunmuş sırma kenarlı ecnebi çuhaları her taraf-ta göze çarpıyor. O muhitin içinde bunlar öyle bir falso teşkil ediyorlar ki dişlerimi gıcırdatmaktan kendimi alamıyorum. Bu kadar acı kırmızılan, ba-ğıran sanları, küstah mavileri ticaret maksadile kullanan sanayii, gelip buranın ahenktar zevkini bozduğu için mes'ul tutuyor ve ondan nefret edi-yorum.)

Türk küçük sanatlarından bahseden Fransızca bir kitap işlemelerin renkleri hakkında şu mütaleayı yürütüyor:

(Bu işlemeler havaî mavi, toz pembe, sa-manı, açık yeşil, kiremidi kadifeler üzerine işlen-miştir. Yani daima tatlı ve solgun renkler seçilmiş. Hiç bir zaman acı tonlara tesadüf edilmez. Renkle-rin ahengi mükemmeldir. Bu ölgün renkleri kullan-ma kabiliyetine parlak renklere âşık şarklılarda te-sadüf etmek dikkate değer bir bahistir.) diyor.

(4)

gör-meden geçerler. Bir milletin seviye ve zevk itiba-r'ile incelik miyarlarından biri de kullandığı ve hoşlandığı r&nkler olabilir. Ahenktar tonlarla ya-hut (Camaıeu) denilen ayni rengin dereceleri vücude gelmiş bir sanat eserinde ancak zevk ba-Kimnıdan incelmiş bir insan bediî bir haz duyabilir.

İşte eski Türkler bu zevkin en yüksek zirve-sine varmışlardır. Bugün elimizde mevcut 16 ncı asra kadar yapılmış olan işlemelerin hiç birinde acı renklere tesadüf edilmez. Tezyini sanatların her şubesinde ayni kibarlık, ayni zevk inceliği, ayni ahenk hâkimdir. Bol bol kullanılan altın teller ve yaldızlar sadeliklerinden hiç bir şey kaybetmeden bu sanat şubelerine haşmet getirmişler. Vaktiyle kullanılan boyalar nebatî olduğu için bugüne kadar ilk tazeliklerini muhafaza edebilmişler, lâkin nesil-den nesle tevdi edilen boyların terkip sırları maale-sef bugün bilinmez olmuştur.

16 ncı ve 17 nci asra ait işlemelerdeki renkle-rin nevi ve adedi sonradan yapılanlara nisbeten da-ha azdır. Hattâ bunlann arasında yalnız 'iki renk :1e işlenmiş olanları da vardır. Sadeliklerinden do-layı o asırların işelmeleri ve her şubenin tezyinatı bugünkü zevkimize daha yakın geliyor.

O derecedeki âdeta modern hissini veriyor. Renk-leri tevzi etmekte usta işlemeciler pek mahirane bir cesaret göstermişler hattâ toprağı mavi yahut yaprağı mor, buultları da sıma ile yapmaktan hiç çekinmemişler. Buna rağmen onların nizamın-da ve ölçüsünde göze yabancı ve aykırı hiçbir şe-ye tesadüf edilmiyor. Bu eserler öyle sanatkârane bir bilgi ile ve ahenktar bir tarzda yapılmıştır ki, insana güya tabiatın öyle olması icap ediyormuş hissini veriyor.

M o t i f l e r i n t a k i p v e t a n z i m i : Her milletin kendine mahsus eşyası olduğu gibi o eşyanın da nevine göre tezyin tarzları var-dır. Bu hususiyet komşu milletlere aynı tipte olan işlemelerini birbirinde tefrik eder. Türk işleme-lerinde umumî bir kaide olan kompozisyon yani terkip usullerine son derece riayet edilmiştir. Pek mütenevvi olan nakışlar daima o nizam dairesinde dizilir. Asıl karakter denilen şeyi de ifade eden içte 'bu noktadır.

Ş u r a d a m ü h i m b i r m e v z u a t e m a s e t m e k i s t i y o r u m

Son zamanlarda bazı millî motiflerimizi mo-dernize etmek hevesile onları gelişi güzel kullana-rak vücuda getirilen eserler bir nevi garabet ve yabancılık azdiyorlarsa da bahsettiğimiz tanzim

usullerine dikkat edilmemiş olmasından ileri ge-liyor. Eski bir motifi alıp Avrupalı zevkıle yapıl-mış bir buluzun üzerine işlersek o Türk işlemeli büluz olur. Lâkin hiçbir zaman Türk buluzu ola-maz. Bu vasfı taşıyabilmesi için büluzun biçimi de eski elbiselerden mülhem olarak bugünkü zev-ke uygun bir tarzda yapılmış olması lâzımgelir.

Bir milletin kendine bas olan üslûbu yine kendi zevkinden doğar. Onun da karakterini he-yeti umumıyesinden çıkan ahenkte aramalıdır. Mo-tif bunun teferruatıdır. Binaenaleyh millî ifadeyi yalnız nakışların kendilerinde aramak yanlış bir hareket olur.

Şu itibarla aynı motifleri kullanan Arap ve İran üslûplarım Türk üslûbundan ayıran esaslı karakter kompozisyon tarzındadır. İranlılar ve Araplar bir sathı tezyinatla tamamen doldurur-lar. Türklerde ise kesif bir tarzda tezyin edilmiş bir satıhtan sonra daima gözü dinlendirici bir boş zemine tesadüf edilir. Bu usulle tezyin edilmiş olan kısım âdeta bir çerçeve içine alındığından onu büsbütün tebarüz ettirir. Numunelerini projeksi-yonla göstereceğimiz keten bezi üzerine olan işle-meleri iki kısma ayırmalıyız. Murabbalar: Çevre: Mendil, kavuk örtüsü, bohça. Müstatiller: peşkir ve uçkur.

Referanslar

Benzer Belgeler

İkrazlar için tahdit edilmiş olan umum yekûn (50) milyon dolar ve hükümet tarafından tekeffül edilmiş bulunan miktarı da (7,5) milyon dolar olduğuna göre işin daha

Görülüyor ki Amerikada yapı sosyeteleri amele seçimi hususunda çok müşkülpesend davranıyorlar ve işçilik kabiliyetlerinde hafif noksanı olan kimseleri istihdam ey-

Otorutların inşa- atını üzerine alan«Reichsautcbahnen» şirketinde 1936 senesi zarfında çalışan amele miktarı 121.668 kişidir.. Yine ayni sene zarfında yol

Bu cihetleri göz önünde tutarak, ekonomik motörlü na- kil vasıtalarından yapı endüstrisi ihtiyaçlarına en muvafık surette cevap verebilecek bir tip yaratılmak icap

Aile meskenleri inşaatı normal zamanlarda, diğer sanayie nazaran olan ehemmiyetine rağmen, arzm ancak bir kısmını tatmin eder.. Amerikada aile meskenleri inşaatı hakkında 1915

Bu hesapça, Fele- menkde Bina ve Nafıa işleri işçilerinin mecmu miktarı 92.000 ve sair işlere mensup işçilerin miktarı da yine müteahhidler hariç olmak üzere 32.000

Alman inşaat sanayiinin çalışma sahaları içinde sun'î ham maddeleri yapacak olan fabrikaları inşa etmek, bunlara ait iş- çi evlerini yapmak için, otomobil şoseleri

İtalyan Mimarlar birliği Milânoda genel bir toplan- tı yapmış ve bütüıı yapı işlerinde yerli malı kullanmayı, yapı malzemesi ve endüstrisinin ileri gelenleı-ile