• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de ulus kimliğinin inşa sürecinde milliyetçilik söyleminin yansımaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de ulus kimliğinin inşa sürecinde milliyetçilik söyleminin yansımaları"

Copied!
137
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYOLOJĠ ANA BĠLĠMDALI

SOSYOLOJĠ BĠLĠM DALI

TÜRKĠYE’DE ULUS KĠMLĠĞĠNĠN ĠNġA SÜRECĠNDE

MĠLLĠYETÇĠLĠK SÖYLEMĠNĠN YANSIMALARI

OBEN ÖNCEL

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DANIġMAN

Yrd. Doç. Dr. Mahmut Hakkı Akın

(2)
(3)
(4)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖNSÖZ

Fransız devrimi ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik akımı yayılmaya baĢladığı her coğrafyada farklı etkiler yaratmıĢ ve bu etkiler her geçen gün büyümeye devam etmiĢtir. Önce Batı‟da etkisini gösteren ve sonra Osmanlı Ġmparatorluğunu etkisi altına alan milliyetçilik akımı, doğduğu topraklardan daha farklı ĢekillenmiĢtir. Türkiye Cumhuriyetinde de daha farklı bir Ģekilde etkisini göstermiĢ ve zaman içerisinde form değiĢtirerek siyasi alanın etkileyici ve belirleyici gücü olmuĢtur.

Bu çalıĢmada milliyetçilik kavramının çeĢitli tanımlarından yola çıkılarak, Osmanlıdan Cumhuriyete siyasal yaĢantımızda aktif rol oynayan milliyetçiliğin, Türkiye‟de ulus kimliğin inĢa sürecindeki etkileri ve yansımaları araĢtırılmıĢtır.

Tez çalıĢmam süresince bana yol gösteren ve rehberlik eden değerli hocam ve tez danıĢmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Mahmut Hakkı Akın‟a ve uzun süren tez çalıĢmam boyunca bana destek olan dostlarıma ve aileme teĢekkürlerimi sunuyorum.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(5)

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Türkiye‟de milliyetçilik düĢüncesinin temellerinin II. MeĢrutiyete kadar geri götürülebileceği söylenebilir. Bu dönemde imparatorluğun bekasını korumaya yönelik olarak ortaya çıkan Türkçülük, Osmanlıcılık ve Ġslamcılık akımlarının milliyetçilik düĢüncesinin doğuĢunu ve geliĢimini belirleyen temel fikir hareketleri olduğu da bilinen bir gerçektir. Ġmparatorluğun bekasını korumaya yönelik fikir akımlarından Türkçülük, Cumhuriyetin resmi söylemi ve ideolojisi haline gelmiĢtir. Bu ideoloji etnik unsurları yok sayan bir asimilasyon politikasına dönüĢünce “Kürt” unsurlar da milliyetçi bir tavır sergilemiĢtir. KarĢılıklı olarak gerçekleĢtirilen bu ötekileĢtirici tavır günümüze kadar devam etmiĢ ve bir sorun olarak gündemdeki yerini almıĢtır. ÇalıĢma da ulusal kimliğin inĢası 1923‟ten 1938‟e kadar olan süreç içerisinde değerlendirilmiĢ ve günümüze etkileri irdelenmiĢtir. Bu süreç içerisinde ulus kimlik teoride ve pratikte gerçekleĢen iki boyutu ile ele alınmıĢtır. Yani etnik ve sivil olmak üzere iki bağlamda irdelenmiĢtir. Bu açıdan konuya iliĢkin genel bir bilgi vermek amacıyla önce ulus, ulusçuluk, etnisite kavramlarına iliĢkin olarak literatürdeki hâkim görüĢler ortaya konulmuĢ, daha sonra ilkçi ve modernist araçsalcı ulusçuluk tipolojilerine yer verilmiĢtir.

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı OBEN ÖNCEL

Numarası 084205001005

Ana Bilim / Bilim Dalı

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı YRD. DOÇ DR. MAHMUT H. AKIN

Tezin Adı

TÜRKĠYE‟DE ULUS KĠMLĠĞĠNĠN ĠNġA SÜRECĠNDE MĠLLĠYETÇĠLĠK SÖYLEMĠNĠN YANSIMALARI

(6)

dayalı olarak yapılan ulusçuluk tanımı ile pratikte yansıma bulan organik ulusçuluk arasındaki farkın boyutlarına değinilmiĢtir. Türk Tarih Tezi, Türk Dil Teorisi ve Ġskân kanunu gibi organik unsurları ön plana çıkaran politikalara yer verilirken buna karĢı oluĢturulan Ġsyanlara da yer verilmiĢtir.

Sonuç olarak Kemalist ulus inĢa pratiğinin teorideki gibi vatandaĢlığa dayalı ulusçuluğa değil, daha çok organik ulusçuluğa yakın durduğu vurgulanmıĢtır. Bu durumun kimliklerin kurgulanıĢına bağlı olarak karĢılıklı bir ötekileĢtirme oluĢturduğu ifade edilmiĢtir.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(7)

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

The foundations of the idea of nationalism in Turkey II. Constitution can be said as far back. During this period, survival of the empire in order to protect the emerging Turkism Ottomanism currents of nationalism and Islamism, and the development of the birth of the idea of movement that determines the basic idea is a known fact. Turkism idea to protect the survival of the Empire currents, the Republic has become the official discourse and ideology. Turns into an assimilation policy of ignoring ethnic elements of this ideology, "Kurdish" nationalist elements also exhibited an attitude. Continued to the present attitude of mutual ötekileĢtirici performed in this as a problem and has taken its place on the agenda. Working in the construction of national identity from 1923 to 1938 were evaluated in the process. In this process, with two dimensions of national identity in theory and in practice are discussed. In other words, ethnic and civil context, including the two discussed. With the aim of giving general information from this point or view, first of all prevailing views in literature related to the concepts of nation, nationalism, and ethnicity have been explained, and then primordialist, modernist and instrumentalist nationalism typologies have been explained.

After the proclamation of the Constitution of the Republic of nationalism based on citizenship as defined in the definition of organic nationalism finds reflection in practice the difference between the sizes mentioned. Turkish History Thesis and the Turkish Language Theory and organic elements such as housing law against it, highlighting the policies that are created are given in the riots take place.

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı OBEN ÖNCEL

Numarası 084205001005

Ana Bilim / Bilim Dalı

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı YRD. DOÇ DR. MAHMUT H. AKIN

(8)

theory, not practice, it seems very close to organic nationalism emphasized. Direction identities, depending on the situation of these expressed a mutual othering.

Alaaddin Keykubat Kampüsü Selçuklu/ KONYA Tel: 0 332 223 2446 Fax: 0 332 241 05 24

(9)

Bilimsel Etik Sayfası ... i

Tez Kabul Formu ... ii

Önsöz/TeĢekkür ... iii

Özet ... iv

Summary ... iv

GĠRĠġ ...1

1. MĠLLĠYETÇĠLĠK: KAVRAM, TARTIġMALAR VE YANSIMALARI ...7

1.1. MĠLLĠYETÇĠLĠK TANIMLARI ... 7

1.2. MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠN FARKLI GÖRÜNÜMLERĠ ... 12

2. MĠLLĠYETÇĠLĠK KURAMLARI ...15

2.1. ĠLKÇĠ (PRĠMORDĠYALĠST) YAKLAġIM: ... 16

2.1.1. DOĞALCI BAKIġ AÇISI ... 16

2.1.2. ESKĠLCĠ BAKIġ AÇISI ... 17

2.1.3. SOSYO-BĠYOLOJĠK BAKIġ AÇISI ... 18

2.1.4. KÜLTÜREL ĠLKÇĠ BAKIġ AÇISI ... 19

2.2. MODERNĠST YAKLAġIM ... 19 2.2.1. EKONOMĠK DÖNÜġÜM ... 20 2.2.2 SĠYASĠ DÖNÜġÜM ... 23 2.2.3. TOPLUMSAL-KÜLTÜREL DÖNÜġÜM ... 27 2.2.4 ETNO-SEMBOLCÜ YAKLAġIM ... 30 3. MĠLLĠYETÇĠLĠK TÜRLERĠ ...33

4. MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠN ORTAYA ÇIKIġI ...35

4.1. FRANSIZ DEVRĠMĠ ... 40

4.2. AVRUPA‟DA MĠLLĠYETÇĠLĠK ... 44

4.2.1. ALMANYA‟DA MĠLLĠYETÇĠLĠK ... 45

4.2.2. ĠTALYAN MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠ ... 47

4.3. MĠLLĠYETÇĠLĠK, ULUS DEVLET VE KĠMLĠK ĠLĠġKĠSĠ ... 49

4.3.1. ULUS, ULUS DEVLET VE MĠLLĠYETÇĠLĠK ĠLĠġKĠSĠ ... 49

4.3.2. ULUSAL KĠMLĠK-ETNĠK KĠMLĠK VE MĠLLĠYETÇĠLĠK ĠLĠġKĠSĠ ... 52

(10)

PLANI ... 60

5.2. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE MĠLLĠ SĠYASET (1919-1923) ... 71

5.3. TEK PARTĠ DÖNEMĠ VE KEMALĠST MĠLLĠYETÇĠLĠK ... 74

5.4. TÜRK ULUSAL KĠMLĠĞĠNDE, ÖTEKĠ‟NĠN OLUġMASINI SAĞLAYAN TEMEL ÖĞELER ... 81

5.4.1. TÜRK ULUS ĠNġASINDA IRKÇI SÖYLEM ... 82

5.4.2. TÜRK DĠL TEORĠSĠ ... 86

5.4.3. TÜRK TARĠH TEZĠ ... 92

5.4.4. ĠSKÂN POLĠTĠKALARI ... 95

6. KÜRT MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠ ...97

6.1. KÜRT MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠNĠN ORTAYA ÇIKIġI ... 98

6.2. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE KÜRTLER ... 100

6.3. CUMHURĠYET DÖNEMĠNDE KÜRT ĠSYANLARI ... 105

6.3.1. ġEYH SAĠD ĠSYANI ... 105

6.3.2. DERSĠM ĠSYANI ... 109

7. TÜRKĠYE’DE MĠLLĠYETÇĠLĠK BAĞLAMINDA “TÜRK” VE “KÜRT” KĠMLĠĞĠ ANALĠZĠ ...112

SONUÇ VE ÖNERĠLER ...115

KAYNAKÇA ...118

(11)

TÜRKĠYE’DE ULUS KĠMLĠĞĠNĠN ĠNġA SÜRECĠNDE

MĠLLĠYETÇĠLĠK SÖYLEMĠNĠN YANSIMALARI

Yalnız, (…) gerçi insan yaşamının değeri çok büyük ama bizler,

hep insan yaşamından daha değerli bir şey varmış gibi davranıyoruz… Ama nedir bu?

Antoine de Saint- Exupéry, Gece Uçuşu GĠRĠġ

Bir ideoloji olarak milliyetçilik, geçmiĢten günümüze toplumsal yaĢamımızı etkileyen ve siyasal sonuçlar oluĢturan bir olgu olarak karĢımıza çıkmaktadır. Milliyetçilik olgusunun kendisini “ulus” olgusuyla birlikte var ettiği de kabul edilen bir gerçektir. Ġnsanoğlunun sosyal olmaya muktedir tabiatı sebebiyle, en eski çağlardan beri topluluk halinde yaĢadığı söylenegelmekle birlikte, bugün algıladığımız anlamda “ulus”un yakınçağa özgü bir olgu olduğu bilinmektedir. Ortaçağ‟ın feodal örgütlenme yapıları değiĢip modern örgütlenme yapısına dönüĢtüğünde, toplumlar için “ulus” haline gelme zemini de oluĢmuĢtur. “Eski”nin yerine “Yeni”nin gelmesi, eski olan tüm değerlerin de reddini ve yeni değerlerin kabulünü gerektirdiğinden ya da öyle düĢünüldüğünden, eskinin din eksenli cemaat yapısı dönüĢmüĢ ve onun yerine hayali bir cemaat olarak kurgulanan “Milliyetçilik”, Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkmıĢtır. Yeni bir ideoloji olarak kurgulanan “milliyetçilik” 20. yüzyılda dünyanın her tarafında etkili olmuĢ bir siyaset biçimidir ve etkili olduğu topraklarda farklı görünümlere sahip olmuĢ, her toplumda aynı biçimde bir geliĢim göstermemiĢtir. Batı‟da ulusun çıkarları doğrultusunda Ģekillenen milliyetçilik, Doğu‟da geç uluslaĢmanın yaratıcısı bir görev üstlenir ve hem temel hak ve özgürlüklerin, hem de demokrasinin karĢıtı bir iĢlev görür. Türk milliyetçiliği de, Ulusal KurtuluĢ SavaĢı koĢullarında biçimlenmiĢ, Cumhuriyetin kuruluĢu sonrasında diğer tüm milliyetçilikler gibi sömürü ve tahakküm iliĢkilerini sürdürmenin bir aracı haline gelmiĢ ve demokrasi karĢıtı bir iĢlev görmüĢtür. Milliyetçilik egemen ideoloji olduğu andan itibaren tüm farklı aidiyetler “öteki” olarak tanımlanmıĢ ve “öteki”nin asimilasyonunu, hatta tehcirini de beraberinde getirmiĢtir. Tarihsel süreç içerisinde “öteki” ve “beriki” arasındaki çatıĢma artmıĢ ve

(12)

kimlikler arasındaki bu çatıĢma, sonunda tamamen içinden çıkılmaz bir hal almıĢtır. Günümüz Türkiye‟sinde yoğun olarak tartıĢılan “Türk” ve “Kürt” kimliklerinin uzlaĢım zemini bulamadığı düĢüncesinin bir sorunsal olarak kamusal alanda oldukça geniĢ bir tartıĢma zemini bulduğu ve bu sorunsalın Türkiye‟de demokratikleĢme sürecinin oluĢmasını engelleyen temel sebeplerden biri olduğu düĢünüldüğünde, “öteki” ve “beriki”nin milliyetleri ve kimlikleri arasındaki çatıĢmanın boyutları netlik kazanmaktadır.

ġu da bilinen bir gerçektir ki; günümüzde var olan tüm devletler kimliklerini iki farklı kategoride inĢa etmiĢlerdir. Bunlardan ilki, eskinin etnik kimliklerinin dayanıĢmasıyla Ģekillenen organik ulus devletlerdir. Diğeri ise, modernleĢmeyle birlikte ortaya çıkan, ulusu vatandaĢlıkla açıklayan teritoryal ulus devlettir. Resmi tarih bakıĢ açısıyla ele alındığında Kemalist ulusçuluğun etniklikten uzak, anayasada tanımlandığı Ģekliyle vatandaĢlığa dayalı, siyasi bir kimlik anlayıĢı olduğu öne sürülür. Oysa uygulamanın bu siyasi görüĢle birebir örtüĢmediği görülecektir. Teritoryal milliyetçilik etnik bir homojenlik kaygısından ziyade belli bir toprak parçası üzerinde siyasi bütünlüğe önem atfeder. Buna göre eĢit hak ve ödevlere dayalı olarak yaĢamını sürdüren, ulusal birliğin yasalarla sağlandığı bir ulus vardır. Organik ulus anlayıĢında ise ulusal birliği sağlayan unsurlar ortak dil, ortak kültür veya aynı soydan gelindiğine dair duyulan inanç gibi etnik kimliğin bileĢenlerinden oluĢur. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Türk ulusal kimliğinin inĢa sürecinin dönüm noktası Lozan antlaĢmasıdır. Bu antlaĢmayla birlikte gayrimüslimler, azınlık olarak kabul edilmiĢ, siyasal birliğin temel unsuru olarak “din” belirleyici bir çizgiye oturtulmuĢ ve etnik kimliklerin imtiyazlı haklarının korunacağına dair vaatler verilmiĢtir. Bu aĢamada Türkler ve en büyük etnik kimliği oluĢturan Kürtler, Lozan konferansında ülkede Türk-Kürt sorunu olmadığına ve Türklerle Kürtlerin kardeĢ halk olduğuna dair aynı görüĢü paylaĢmıĢlardır. Cumhuriyetin ilanıyla baĢlayan süreç içerisinde resmi söylem daha önce etnik kimliklere vaat ettiği imtiyazları tanımamıĢ ve modernleĢme pratiğinin bir sonucu olarak, ulus devlet ve tek kimlik gibi monolotik düĢünceleri gündeme getirince, toplumsal farklılıkların kimlik taleplerini de karĢılayamaz hale gelmiĢtir. Özellikle 1930‟dan sonra ulusal birliği sağlamak adına etnik temelli bir toplum inĢa etmek önemli görüldüğünden dolayı, Türk Tarih Tezi, Türk Dil Teorisi, 1934 Ġskân kanunu gibi çalıĢmalar yapılmıĢtır. Bu

(13)

çalıĢma ve söylemler iktidar seçkinleri ve siyasi elit tarafından Türk etnisitesi bağlamında ĢekillendirilmiĢtir. Her ne kadar Ģekillendirilen bu çalıĢmalar, Ģoven bir ırkçılıktan ziyade modernleĢme çabalarına hız kazandırmak için araçsal bir niteliğe sahip olsa da, farklı olanı ya da farklılıkları hedef alan asimilasyon politikaları ve ulusu homojenleĢtirme çabaları, Türk ulus inĢasında “ırk”ı da bileĢenleri arasına almıĢtır. Yıllarca farklı kimliklerin bir arada yaĢadığı Anadolu‟da, artık etno-kültürel farklılıklar yok sayılmaya baĢlanmıĢ ve bu farklılıkların taleplerini dönüĢtürmeye yönelik politikalar uygulanmıĢtır. Ġsyanlarla baĢlayan süreç içersinde Ģarka yönelik ıslahat raporları hazırlanmıĢ ve doğu bölgeleri yeniden yapılandırılmıĢtır. Homojen bir toplum oluĢturma noktasında gerekli bulunan ve uygulamaya konulan etnik yönetim stratejileri ( Türkçe konuĢma kampanyası, iskân kanunu, tehcir vs.), kendisine çok net bir Ģekilde “öteki”nin resmini çizmiĢtir. Böylece Anayasal düzlemde teritoryal bir görünüm sergilese de, pratikteki uygulamalar noktasında organik olan Türk ulus anlayıĢı bir hegemonya aracı haline gelmiĢ ve bir alt milliyetçilik olarak Kürt milliyetçiliğini ortaya çıkartmıĢtır. Bu bağlamda sorun “öteki” de ya da “beriki” de değil milliyetçiliğin kendisindedir. Çünkü milliyetçilik içte halkın tümünün hak ve özgürlüklerine, dıĢta ise diğer halklara karĢı yabancılaĢtırıcı bir rol oynar ve devlete karĢı tebaalık bilinci oluĢturarak, savaĢ riski üreten bir manipülasyon aracı haline gelir.

Kısaca, bir hayali cemaat olarak adlandırdığımız milliyetçilik ve buna bağlı olarak da ulusal kimlik birer hegemonya aracı haline dönüĢmüĢ ve alt kimlikleri ötekileĢtirdiği oranda da aynı hegomonik isteklere sahip alt milliyetçilikler doğurmuĢtur. Bugün bütünlüklerini pekiĢtirmiĢ olduğunu düĢünen birçok “eski millet”in, kendilerini sınırları içinde doğan “alt” milliyetçilikler tarafından meydan okunan bir konumda bulduğu düĢünülürse, bu milliyetçiliklerin bir gün “alt”lıktan kurtulacaklarını hayal ettikleri de düĢünülebilir. ĠĢte bu çalıĢmanın amacı, milliyetçilik kavramından hareketle bu sorunsala açıklık getirmeye çalıĢmaktır. Yapılan hemen hemen tüm çalıĢmalar sorunun sebeplerini “Türk” kimliği ve “Türk” milliyetçiliği ekseninde açıklama eğilimindedir. Oysa sorun tek yönlü ve tek taraflı bir bakıĢ açısı değil, çok yönlü ve çift taraflı bir bakıĢ açısı ile çözülebilir. Bu bağlamda araĢtırmamızda belirlediğimiz “açıklama ve açıklık getirme” ilkesine uygun olarak, sorunsal bir karĢılaĢtırma yapılarak anlaĢılmaya çalıĢılacaktır. Sorunun

(14)

sadece “Türk” kimliğinin dayatılması ve “Türk” milliyetçiliği değil, aynı zamanda “Kürt” kimliğinin dayatılması ve Kürt milliyetçiliği de olduğu, kısaca milliyetçiliğin alt milliyetçilikleri beslediği ve bu bağlamda sorunun temelinde “milliyetçilik” olduğu düĢüncesi bu araĢtırmanın temel tezini oluĢturacaktır. Bu araĢtırmanın genel bakıĢ açısından ayrılan yanı da iĢte bu karĢılaĢtırmalı bakıĢ açısı olacaktır. AraĢtırmanın önemini de bu çalıĢmanın baĢka çalıĢmalar için referans olabileceği düĢüncesi oluĢturmaktadır.

Tezde Milliyetçilik- Ulus Devlet iliĢkisi ve Milliyetçiliğin Türkiye‟deki Görünümleri çerçevesinde Türk ve Kürt milliyetçiliği ele alınacak ve Türk ulusal kimliğinin bileĢenleri tespit edilmeye çalıĢılacaktır. ÇalıĢmada ulusal kimliğin unsurları 1919 Milli Mücadele‟den baĢlayan dönemden ele alınarak 1950‟ye kadar olan süreç içerisinde sınırlandırılacaktır. Bu süreç içerisinde ulusal kimlik, teori ve pratikte gerçekleĢen iki boyutuyla ortaya konulmaya çalıĢılacaktır. Türk ulusçuluğunun konumu ortaya konmaya çalıĢılırken, Cumhuriyetin ilanından sonra ulusal kimliğin anayasada nasıl tanımlandığı ve bu tanımlamaların pratikte gerçekleĢen boyutuyla Kürt-Türk ayrıĢmasının sebebi olup olmadığı tartıĢılacaktır.

ÇalıĢmanın birinci bölümünde milliyetçilik kavramına iliĢkin tartıĢmalar ve bu tartıĢmaların toplumsal düzlemdeki yansımalarına değinilecektir. Milliyetçilik kavramının birden fazla tanımlanıĢ biçimi ve bu tanımlanıĢlara bağlı olarak birbirinden ayrılan ve bağdaĢan yanlarının mevcudiyeti anlam alanının oluĢmasını zorlaĢtırmaktadır. Kimi tanımlamalarda milliyetçiliğin tanımlamasının, milliyetçilik ve ulusçuluk olarak iki farklı düzlemde ele alındığı görülmektedir. Bu tanımlamalarda milliyetçilik muhafazakâr ve gerici bir bakıĢ açısı olarak tanımlanmıĢ, ulusalcılık ise modern ve ilerici bir bakıĢ açısı olarak tanımlanmıĢtır. Dolayısıyla milliyetçilik Doğu‟ya, ulusalcılık ise Batı‟ya özgü bir model olarak gösterilmiĢtir. Ancak milliyetçilik kuramlarında ulusçuluk ve milliyetçilik diye bir ayrım yapılmamıĢtır. Kaldı ki amacımız doğrultusunda eleĢtiri yaptığımız asıl noktalarda biri ötekileĢtirmeler ve keskin bir Ģekilde yapılan ayırıcı sınıflandırmalardır ve bu tarz bir sınıflandırma da tam olarak ayırıcı unsurlar içermektedir. Bu nedenle bizim çalıĢmamızda da böyle bir ayrım yapılmayacaktır.

ÇalıĢmanın ikinci bölümünü milliyetçilik kuramları oluĢturacaktır. Çünkü milliyetçilik tek bir kuramla açıklanamayacak kadar değiĢken bir olgudur ve bu

(15)

durumda yapılabilecek en doğru Ģey tipolojileri belirlemek olacaktır. Bu tipolojiler genel olarak primordiyalist (ilkçi) ve modernist kuramlar baĢlıkları altında değerlendirilmektedir. Primordiyalist yaklaĢımın genel karakteristiğini milletleri doğal ve eskiçağlardan beri var olan yapılar olarak değerlendirmesi oluĢturur. Modernist yaklaĢımın genel karakteristiğini ise milletleri doğal ve eskiçağlardan beri var olan yapılar olarak değil, modernite ve kapitalizmle birlikte var olan yapılar olarak görmesi oluĢturur.

ÇalıĢmanın üçüncü bölümünde ulusun doğallığı ile icat edilmiĢliği arasındaki fark üzerinden devam edilerek, milliyetçiliklerin tasnif ediliĢlerine değinilmiĢtir. Daha çok Smith‟in kuramından hareket ederek oluĢturduğumuz bu çerçevede Organik ve Teritoryal olmak üzere iki ana modelden hareket edilerek tasnif gerçekleĢtirilmiĢtir. Organik milliyetçilik olarak adlandırdığımız milliyetçiliğe göre, ulusa aidiyeti sağlayan en önemli unsur kan bağıdır ve soy-sop iliĢkileri belirleyicidir. Teritoryal milliyetçilik olarak adlandırdığımız milliyetçiliğe göre ise, etnik köken değil, yaĢanılan yer ve vatandaĢlık önemlidir.

ÇalıĢmanın dördüncü bölümünde milliyetçiliğin tarihsel arka planına değinilmiĢtir. Milliyetçiliğin ortaya çıkıĢı modernleĢme iliĢkisinden yola çıkılarak üç döneme ayrılmıĢtır. Ġnceleme modern öncesi, pre-modern ve feodal dönem özellikleri baz alınarak yapılmıĢtır. Fransız devriminden baĢlayarak Avrupa, Almanya ve Ġtalya‟da milliyetçiliğin teori ve pratikteki yansımaları ele alınmıĢtır. Milliyetçilik, ulus devlet ve kimlik iliĢkisi üzerinde durulmuĢ ve milliyetçiliğin aynı zamanda, bir ulus kimlik üretme çabasında olduğu, dolayısıyla kurgulanan ulus kimliklerin sınıflandırma amacı taĢıdığı ve bu durumun “öteki” ni ortaya çıkarttığı vurgulanmıĢtır.

ÇalıĢmanın beĢinci bölümünde ise Türkiye‟de milliyetçiliğin ortaya çıkıĢı ve tarihsel arka planı “millet” fikrinin oluĢmasına bağlı olarak düĢünce akımları çerçevesinde ele alınmıĢtır. Osmanlı‟dan Milli Mücadele dönemine, Milli Mücadele döneminden Cumhuriyete ve Cumhuriyetten 1950 yılına uzanan süreç içerisinde milliyetçi söylemin değiĢimi ve konjonktürel yapıya yansıması incelenmiĢtir.

ÇalıĢmanın altıncı bölümünde Kürt milliyetçiliğinin ortaya çıkıĢı, Kemalizm‟in ulusçuluk anlayıĢının reel yaĢamda Türk etnikliği çerçevesinde geliĢmesi, farklı etnik kimliklerden oluĢan Türkiye devletinde Kürtlerin bu ulusçuluk anlayıĢına uyum

(16)

sağlayamamaları gibi durumların Kürt ulusal bilincinin geliĢimini etkilediği ifade edilmiĢtir. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ġeyh Sait ve Dersim isyanları da bu doğrultuda değerlendirilmiĢtir.

ÇalıĢmanın yedinci bölümünde Türkiye‟de milliyetçiliğin yansımaları bağlamında “Türk” ve “Kürt” kimliklerinin tasarlanmasının ve tasarının bir sonucu olarak ortaya çıkan ötekileĢtirmelerle birbirlerini konumlandırıĢlarının hatalı olduğu belirtilmiĢtir.

Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılarak, bu ayrıĢmanın sebeplerine ve çözüm önerilerine yer verilmiĢtir.

(17)

1. MĠLLĠYETÇĠLĠK: KAVRAM, TARTIġMALAR VE YANSIMALARI

Milliyetçilik nedir? Bu soru pek çok farklı bakıĢ açısıyla ve yaklaĢım tarzıyla cevaplanabilecek ve cevabı da farklı içeriklerde verilmiĢ bir sorudur. Bu nedenle kavramın birden fazla tanımlanıĢ biçimi ve bu tanımlanıĢ biçimlerine bağlı olarak da birbirinden ayrılan ve örtüĢen yanları mevcuttur. Her tanım, aynı/benzer ve farklı Ģeyleri dikkate alarak inĢa olunan bir anlamsal çerçeveyi temsil eder. Herhangi bir tanımın oluĢturulması sırasında, bazı özellikler baĢkalarına ait olmak üzere içeri alınırken, diğer bazı özellikler baĢkalarına ait olmak üzere dıĢarıda bırakılır. Böylelikle, tanımlananı belirgin kılacak sınır ve anlam alanı oluĢturulmuĢ olur (VatandaĢ, 2004: 9). ĠĢte bu anlam alanı içerisinde birbirinden farklılaĢan düĢüncelerin çokluğu, tanımların da çokluğunu beraberinde getirir. Genel bir vizyon oluĢturması açısından milliyetçilik tanımlarını ve birbirinden farklılaĢan görünümlerini de bu bağlamdan hareketle aktarmak elzem gözükmektedir.

1.1. MĠLLĠYETÇĠLĠK TANIMLARI

En genel anlamıyla ulusun/ulus-devletin ideolojisi olan milliyetçilik, modern döneme özgü bir olgu olarak karĢımıza çıkar. Millet kelimesi, Latince nasci (doğmak) ile natio (doğumla birlikte ait olma ya da doğum yeri) terimlerinden türemiĢtir. Akraba Ġngilizce kökteĢleri, bazıları dolaylı olarak milliyetçi söylemi Ģekillendiren doğumla ilgili (natal) ve doğa (nature) gibi kelimelerdir. Natio‟nun ilk basmakalıp anlamı, bu yüzden, doğum ya da doğum yeri dolayısıyla birbirlerine bağlı insanlarla ilgilidir. Kavramın en önemli çağrıĢımı, doğum yerinin, “doğal bir insani iliĢki formuna” temel teĢkil etmesidir (Vincent, 2006: 379). Ancak en genel anlamıyla yapılan bu tanım, olguyu açıklama noktasında tam anlamıyla bir yeterliliğe sahip gibi gözükmemektedir. Milliyetçilik doğum ya da doğum yeriyle açıklanamayacak kadar kompleks bir olgu olma özelliği taĢımakta ve doğal bir insani iliĢki formundan daha farklı anlam alanı oluĢturabilecek kadar terminolojik kaos üretebilmektedir.

Milliyetçilik ile etimolojik olarak aynı köke bağlı birkaç asli kökteĢ kelime (millet, milli karakter, milli çıkar, milliyet vs.) vardır ve bu kelimeler zaman zaman doğrudan örtüĢürler. Dolayısıyla ulus (nation), milliyet (nationality) ve milliyetçilik

(18)

(nationalism) kavramları, birbiriyle iç içe geçmiĢ kavramlardır ve çok da muğlâktır (Hayes, 1995: 11). Bu muğlâklık ve iç içe geçmiĢlik ancak etimolojik olarak aynı köke bağlı olan bu kavramların tanımlanması ve aralarındaki iliĢki belirsizliğinin yok edilmesiyle yok edilebilir.

Sosyal bilimlerdeki pek çok tartıĢma konusunun çözüme ulaĢması için, kullanılan kavramların tanımlanmasına öncelik verilmesi gerektiği (Tilley, 1997: 497–523) görüĢü genel kabul görmüĢ bir bakıĢ açısını yansıtır. Gerçekten de tanım konusu, sosyal bilimlerin diğer alanlarında olduğu gibi, milliyetçilik alanının da en ciddi açmazını oluĢturur (Özkırımlı, 2009: 72). “Milliyetçilik” kavramının, etnisite, devlet, çoğulculuk gibi kavramlarla karıĢtırılması bu açmazın en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilebilir. Terminolojik kaosu üreten terimleri millet ve milliyetçilik kavramlarının baĢka (devlet, etnisite, ilkçilik, çoğulculuk, kavimcilik, bölgecilik ve toplulukçuluk) kavramlarla karıĢtırılmasına bağlayan Connor (1994: 92–100), bu kaosun sebebini de “kavramlar arası iliĢki belirsizliği” olarak açıklar. Özkırımlı (2009: 74–75) ise tanım sorununu karmaĢık duruma getiren iki nedenin daha var olduğunu dile getirir. Bu nedenlerden birincisi, milletler ve milliyetçiliğin varlığının bir dönem sorgulanmadan kabullenilmesidir ki; bu durum milletler ve milliyetçiliği doğal oluĢumlar olarak gören ve varlığı sorgulanamayacak bir oluĢumun tanımlamasına ihtiyaç duymayan bir görüĢü dile getirmektedir. Ġkinci neden ise; -birinci nedene bağlı olarak geliĢen bir nitelik arz etmekle birlikte-millet ve milliyetçilik kavramlarının siyasetle olan yakın iliĢkisidir. Bu yakın iliĢki “Her tanım, millet statüsüne kavuĢmaya çalıĢan bir grubun arayıĢını haklı çıkaracak, diğer bir grubunkini geçersiz kılacaktır”(Özkırımlı, 2009: 75) ifadesinde anlamını bulmaktadır. Bir dönem sorgulanmadan kabul edilen ve varlığından- ne olduğundan dahi- Ģüphe duyulmayan, en önemlisi de siyasi elitin çıkarlarına hizmet ederek onu haklı çıkaran bir görüĢün tanımlanmasında farklılıkların olması doğaldır. Çünkü milliyetçilik nerede ve nasıl olursa olsun belirli çıkar gruplarına hizmet eder ve bu hizmetin gerçekleĢmesi bir nevi koĢulsuz bağlılıkla mümkün olur. Çıkar grupları milliyetçiliği kendi perspektifinden bakarak tanımlar ve böylece tanımlar çeĢitlilik gösterir. Dolayısıyla tanımların çeĢitliliğini göz önünde bulundurarak hareket etme zorunluluğu da ortaya çıkar.

(19)

Milliyetçilik düĢüncesinin kökenlerini Herder ve Fichte‟ye, hatta bazı yazarlara göre Kant ve Rousseau‟ya kadar götürmek mümkün gözükmektedir. Fakat sosyal bilimlerin bir olgusu olarak ele alınması 1920-1930‟lu yıllar arasındadır (Dinç, 2007: 3). "Her Ģeyden üstün bir ortak yönetim merkezini tanıyan bir devlet veya politik birim" ve bunun yanında "bir bütün olarak kabul edilen bu devletin oluĢturduğu topraklar ve bu topraklarda yasayan insanlar" olarak tanımlanan (Hobsbawm, 2006: 30) ulus (nation) sözcüğü, modern anlamda ilk defa 1884 yılında Ġspanyol Kraliyet Akademisi'nin hazırladığı sözlükte karĢımıza çıkmaktadır.

Hobsbawm‟a (1995: 24) göre, ulusçuluk uluslardan önce gelmektedir ve uluslar, devletleri ve ulusçulukları yaratmaz; doğru olan bunun tam tersidir. Tom Nairn‟e (1977: 359) göre ise, “Milliyetçilik” modern kalkınma tarihinin patolojisidir; tıpkı bireylerdeki nevroz gibi o da kaçınılmazdır. Köklerini, toplumlar için çocuksuluğun dengi olan ve dünyanın büyük bir kısmına dayatılan çaresizliğin ikilemlerinde bulur ve tıpkı nevroz gibi o da asli bir muğlâklıkla yüklüdür, içinde bunaklığa benzer bir eğilim barındırır ve tedavi edilmesi imkânsızdır. Ulusçuluk uluslardan önce gelen bir niteliğe sahiptir; ancak ilk ciddi kuramsal tartıĢmalar “ulus” kavramına bağlı olarak Ģekillenir.

Ulus kavramına iliĢkin ilk ciddi kuramsal tartıĢmalarda, Fransız düĢünürler ile Alman düĢünürlerin karsı karsıya geldikleri görülmektedir. Fransız düĢünürler ulusu, bireysel bağlılıkların kabul edilmesinden hareket eden evrensel bir oluĢum olarak tanımlarken, Alman düĢünürler ulusu ortak bir dil, hatta etnik gruba doğrudan ait olmaya dayalı bir cemaat (gemeinschaft) (Jaffrelot, 1998: 54) olarak tanımlamıĢlardır. Örneğin; Diderot ve d'Alembert ulusu, "belirli bir geniĢlikte ve sınırları belli bir ülkede oturan, aynı yönetime tabi bulunan kalabalık halklar" biçiminde ifade ederken, Alman Zedler ise, ulusun "ortak adetleri, ahlaki gelenekleri ve yasaları paylasan birleĢmiĢ bir Burger Grubu'nu (Kentsel topluluk) ifade ettiğini ileri sürmüĢ ve aynı eyalet ya da devlet içinde yaĢayan bütün "ulus"lardan insanların tamamını tanımlayacak tek sözcüğün volk (halk) olduğunu vurgulamıĢtır. (KarakaĢ, 2000: 19). Yine Fransız evrenselci geleneğinden hareket eden Renan, ulusu, "tarihin derin karmaĢıklıklarından ileri gelen manevi bir ilke, manevi bir aile" olarak tanımlar (KarakaĢ, 2000: 25). Bu tanımda ulus olmak için ırkın, dilin, dinin, coğrafi konumun

(20)

önemi yoktur. Temel vurgu kurumsal örgütlenme üzerinedir. Ulus organik bağlardan ziyade manevi bağlarla oluĢturulan bir örgütlenme biçimidir.

Gellner (1992: 28) ise ulusu "çok geçici" iki biçimde tanımlar. Bunlardan birincisi kültürel tanım olarak ifade edilir. Buna göre "iki insan ancak ve ancak aynı kültürü paylaĢırsa aynı ulustan sayılır." Ġkinci tanım ise iradidir. Bu tanıma göre, "iki insan ancak ve ancak birbirlerini aynı ulusun üyesi olarak tanıyorlarsa aynı ulusa mensup demektir." Bu tanım, ulusları insanların yarattığına göndermede bulunur. Uluslar, insanların kendi inanç, sadakat ve dayanıĢmalarının ürünüdür. Yani Gellner'e göre ulus bir icattır ve kavram kendi gerçekliğini kendisi yaratmıĢtır (Gellner, 1992: 28). Ġnsanların bir arada yaĢamaları için gerekli görülen inanç, sadakat ve dayanıĢmaların tanımlanıĢ biçimlerine bağlı olarak yapısı değiĢebilir. KurgulanıĢ Ģekline bağlı olarak Ģekillenir. Ġnanç ve sadakat duyguları, ırk temelli olarak kurgulanırsa ortaya çıkan yıkıcı bir etki yaratır.

Gellner‟in bu iddialarına önemli bir destek de Anderson‟dan gelmiĢtir. Ulusu tahayyül edilmiĢ ya da kurgulanmıĢ, bir hayali cemaat olarak tanımlayan Anderson (2004: 20), ulusun hayal ediliĢini açıklarken üç noktaya vurgu yapar. Ulus sınırlı, egemen ve cemaat olarak hayal edilir. Anderson (2004: 21-22) bu tezini Ģöyle destekler: Ulus hayal edilmiĢ bir siyasal topluluktur-kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak Ģekilde hayal edilmiĢtir. Hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanıĢmayacak, çoğu hakkında hiçbir Ģey iĢitmeyecektir fakat yine de her birinin zihninde toplamlarının hayali yasamaya devam edecektir (Anderson, 2007: 20).

Weber'in ulus tanımında ise politik yön daha ön plana çıkmaktadır. Çünkü Weber'e (1993: 172) göre ulus, "kendini bağımsız bir devlet biçiminde ifade edebilen bir duygu birliğidir; o halde ulus, normal olarak kendi devletini yaratma eğilimi de taĢıyan bir topluluktur." Weber, mutlak bir belirsizlik içeren ulus kavramının arkasındaki tek nesnel unsurun politik alana iliĢkin olduğunu ifade eder. Touraine (1994: 155), ulusu modernliğin politik boyutuyla iliĢkilendirir. Ona göre ulus, "geleneklerin, göreneklerin ve ayrılıkların yerine bütünleĢmiĢ, aklın ilkelerinden esinlenen yasa tarafından yeniden yapılanan bir ulusal uzam" çerçevesinde Ģekillenir. Anthony D. Smith ise ulusu, tarihi bir toprağı paylaĢan, geçmiĢten gelen tarihsel anıları olan, aynı yasaya tabi ortak hak ve ödevleri olan, kitlesel bir kamu kültürü

(21)

içinde yaĢayan insan topluluğu olarak (Smith, 1999: 32) tanımlamaktadır. Ulus kavramının tanımlanmasına iliĢkin genel bir değerlendirme yaparsak ulus, bir veya birkaç kıstas çerçevesinde tanımlanmaktadır. Ulusal kimliğin nesnesini oluĢturan ulus, temel yapı itibariyle türdeş olmayı gerektirir. Ortak kültür, ortak dil, ortak bir tarihsel bellek, duyguda, ülküde birlik ve ortak yaĢam alanını oluĢturan toprak, ulusun temel ölçütlerini oluĢturur. Bu ölçütler çerçevesinde, ulusun üyeleri zihinlerinde toplamlarının hayalini yaĢatır. Yani muhayyel bir cemaat Ģekillenir.

Ulusçuluk kendisini çoğunlukla toplumu bir araya getiren vatan, bayrak, Ģehitlik, din, dil, kültür, etnisite gibi duygu ve değerlerin üzerine inĢa ettiği için zaman içinde siyasal proje olma özelliğinin yerini bu unsurlar almaktadır. Ulusçuluğun son noktada en çok kullandığı kavram vatanseverliktir. Diğer unsurlar olan, Ģehitlik, din, dil, kültür, etnisite gibi duygu ve değerleri vatanseverlik kavramı içinde dönüĢtürerek yeniden biçimlendirmektedir (Yelken, 2011: 7). Milliyetçilik, vatanseverlik kavramını kendi siyasal projesini gerçekleĢtirmek amacıyla kullanır. Bu nedenle vatanseverlik ve milliyetçilik bir arada düĢünülen kavramlar olarak karĢımıza çıkar. Milliyetçilik vatanseverliği kendisine mal eder. Oysa vatanseverlik milliyetçiliğin tekeline bırakılamayacak kadar önemli bir kavramdır ve ulusçuluk kavramı ile vatanseverlik (patriotism) kavramı aslında birbirinden ayrıdır. Vatanseverlik birlikte yaĢanılan bir toprağa dayanır ve farklı dilsel, dinsel, etnik toplulukları reddetmez aksine hepsini eĢit yurttaĢlar olarak görür. Vatanseverler için özgürlük, dayanıĢma ve birliktelik önemli değerlerdir. Oysa milliyetçilik kültürel, etnik, dini, dilsel ve hatta bazen ırksal homojenleĢtirmeye dayanır. Farklılıkları ideolojik bir ayrım üzerinden yeniden kurgular ve ötekileĢtirir.

Son zamanlarda milliyetçilik ideolojisinin klasik formülasyonundan uzaklaĢma çabaları dikkat çekmektedir. Söz konusu çabalarda etnisitenin milliyetçilik içindeki yerini koruduğu, hatta önemini arttırdığı görülür (AltuntaĢ, 2004: 180). Örneğin Maiz (2003: 261-264), milliyetçilik ideolojisi açısından üçlü bir ayrım önerir:

Organik milliyetçilik: Etnik gruplar ve onların geçmiĢte ve günümüzde yaĢadığı çatıĢmalardan beslenir. Otoriter, xenefobik bir nitelik taĢır. Söz konusu etnik yapı biyolojik (ırk) ya da kültürel (dil, din, gelenek vb.) boyuta sahip olabilir. Ulus, doğal bir varlık olarak kabul edilir.

(22)

Kültürel milliyetçilik: Etnisite yine millet kavramının kalbindedir ama kültürel nitelikte ve daha zayıf bir boyuttadır. Temelde liberalizmin normatif gelenekleriyle, ulusal kültür ve dil bağdaĢtırılmaya çalıĢılır. Kültürel milliyetçilik, milliyetçiliği etnisitenin biyolojik ve determinist unsurlarından ayırmaktadır.

Çoğulcu milliyetçilik: Milliyetçilik kavramını demokratikleĢtirir ve kardeĢ toplulukları bir araya toplayarak milli topluluk içinde katılımı sağlar. Milleti, siyasi bir topluluk olarak yeniden formüle eder. Bir ulusa ait olmayı geleneksel Ģekliyle pasif bir tecrübe olarak değil, ulusal topluluğun çoğulcu yapısında tüm hak ve garantilere katılım çerçevesinde ifade eder. Millet kavramının demokratik politizasyonu onu yumuĢatır, artık düĢmanlık ima etmez, ideolojik ve kültürel çoğulculuğa izin verir ve artık ulusun varlığı etno kültürel homojenliği gerektirmez (Maiz, 2003: 261-264).

Görüldüğü üzere milliyetçilik ve tanımları tarihsel süreç içerisinde ve konjonktürün de değiĢmesiyle farklılaĢmıĢ ve günümüzde daha çoğulcu bir hal almıĢtır. Ancak bu durum toplumlara göre farklılık arz etmekte ve Türkiye‟de her ne kadar çoğulcu özellikler kazansa da organik boyutu ağır basmaktadır. Bu nedenle milliyetçilik ideolojisinin farklı toplumsal yapılarda ve konjonktürel durumlarda farklı görünümlere sahip olduğu ve bunun tarihsel süreçten bağımsız olmadığı da söylenebilir.

1.2. MĠLLĠYETÇĠLĠĞĠN FARKLI GÖRÜNÜMLERĠ

Milliyetçilik, uygarlık tarihinin dönüm noktalarından birisidir ve bir dönemin insanlık durumunu tanımlayabilecek bir karaktere sahiptir (KarakaĢ, 2000: 33). Milliyetçilik, bu önemli boyutuyla üzerinde son dönemlerde oldukça fazla uğraĢılmıĢ bir konu olarak, birçok farklı tanım ve yaklaĢıma sahiptir. Milliyetçilik modernliğin eylemsel biçimi olan modernleĢme süreciyle eĢzamanlı biçimde Batı Avrupa'da ortaya çıkmıĢ siyasi bir doktrindir (KarakaĢ, 2000: 10). Bu siyasi doktrin Batı Avrupa‟da modernleĢmeyle eĢ zamanlı olarak ortaya çıkmıĢ ve millet olmanın gereği olarak bütünleĢmeyi sağlamayı amaç edinmiĢtir. BütünleĢme amacını rekabet duygusuyla pekiĢtiren milliyetçilik, kendisinden olmayan ve ya kendisine benzemeyene karĢı rekabet etme duygusunu harekete geçirmiĢ, bu durumda da düĢmanlık ve ötekileĢtirme ĢekillenmiĢtir.

(23)

Endüstri çağının dinamiklerinden biri olan Batı Milliyetçiliğinin temeli, insanın kendi milleti ile diğer milletler arasındaki rekabet duygusudur. Bu duygu vatandaĢlara yönelik bağlılık dıĢında, rakip milletlerin üyelerine karĢı kin ve düĢmanlık duygularını da geliĢtirmiĢtir (Duran,2002: 61). Hayes (1995: 14) bu konuda Ģöyle der: "Milliyetçiliği anlamanın en iyi yolu, Avrupa'ya ve önce Batı Avrupa'ya eğilmektir." Bu doktrinin geliĢiminde, sanayileĢmenin ortaya koyduğu sonuçlar ve buna bağlı olarak Ģekillenen dil, tarih ve kültür ortaklığı tezi etkili olmuĢtur. Gerçi bu konuda bazı düĢünürler etkenlerden birine, diğerinden daha fazla önem vermektedir. Örneğin Hayes (1995: 11) "dili milliyet ve milliyetçilik kelimelerinin normal ve esas parçası olarak görüyorum" diyerek dili, diğer etkenlerden daha fazla ön plana çıkarır. Gellner (1992: 80) ise ulus ve milliyetçiliği "modernleĢmenin" yani tarım toplumundan sanayi toplumuna geçisin bir ifadesi olarak görür. ModernleĢmeye bağlı olarak Ģekillenen milliyetçiliğin en önemli argümanları dil, tarih, kültür ortaklığı tezi ve bunlar etrafında Ģekillenen ortak vatan tahayyülüdür. Bu durumda milliyetçilik bütünlük arz etmeyen ve kendisinin belirlemiĢ olduğu ortak değerlere bağlılık göstermeyen her unsur ve duruma tepki gösterir.

DeğiĢik toplumlarda uluslaĢma, milliyetçilik ve devletleĢme süreçleri farklı görünümler sergilemektedir. Aydın'a göre (2000: 75) ulus, milliyetçilik ve ulus devlet dört ayrı biçimde karsımıza çıkmaktadır. Buna göre oluĢumunda burjuvazi ve kapitalist kurumların yer aldığı birinci tur iliĢki Ġngiltere, Fransa, Flandra, Ġskandinavya ve Dominyonlarda etkili olmuĢtur. Tarihsel olarak öncelik-sonralık bağlamında uluslaĢma, bu ülkelerde daha önce ortaya çıkmıĢtır. Ortaya çıkan bu uluslaĢma süreci, bir süre sonra ulus devleti meydana çıkarmıĢtır. Milliyetçilik bu sürecin son halkasını oluĢturmaktadır. Ancak bu ülkelerin süreç içerisinde tamamen homojen bir özellik taĢıdığını söylemek yanılgı olur. Milliyetçilik, temelde üç ideali olan bir ideoloji olarak ifade edilebilir(Aydın, 2004: 61). Bunlar:

1- ulusal bir ekonomi yaratmak

2- özerk bir ulusal yasama/yürütme organı oluĢturmak

3- ulusal bir kültür ve buna bağlı olarak ulusal bir kimlik yaratmak.

Ġngiltere ve Fransa'nın ayırt edici özelliği, daha bu amaçlardan ilkine yönelmeye gerek kalmadan, kapitalizmin doğusuna ve dünya ekonomisinin

(24)

biçimlenmesine paralel olarak, kendiliğinden oluĢmuĢ ulusal ekonomilere (iç Pazar bütünlüğüne) sahip olmalarıdır. Ġngiltere erken bir tarihte milletleĢtiğinden ve kent tipi siyasal örgütlenmelerden kurtulduğundan dolayı milli ekonomiye geçiĢ yapan ilk Batı ülkesidir (Duran,2002: 73). Fransa ise Fransız devrimi ile birlikte siyasal ve ekonomik konuların içine doğrudan doğruya milleti sokarak, iktisadi ve siyasi hakları belli bir sınıfın ve ailenin tekelinden çıkarmıĢ ve millileĢtirmiĢtir(Duran, 2002: 80).

Ġkinci oluĢum tablosunda ise oluĢumun esas dinamiğini yine burjuvazi, bunun yanında küçük burjuvazi ve aydınlar oluĢturmuĢtur. Almanya, Ġtalya ve Çekoslovakya‟nın oluĢturduğu bu grupta ilk aĢama yine uluslaĢmadır. Ġkinci aĢamada, ilkinden farklı olarak milliyetçilik yer alır. Ulus devlet üçüncü ve son aĢamadır. Yani burada milliyetçilik ile ulus devlet yer değiĢtirmiĢtir. Almanya'da doğan kültürel ulusçuluğun temellerini Herder atmıĢtır (Aydın, 2004: 63). Kültür temelli Alman ulusçuluğunun ilk hedefi, Alman kültürünün ulusunu yaratmaktı. Almanya'da sanayileĢmeyi baĢlatan güç, Ġngiltere ve Fransa'dan farklı olarak sanayileĢmenin bürokrasi aracılığıyla gerçekleĢmesidir. Almanya sanayi devriminin olgunlaĢtığı dönemlerin baĢında (18. yy. ikinci yarısı) iki nedenden dolayı bir ulus haline gelmiĢti: Hiçbir zaman tek bir teritoryal devlet halinde birleĢmemiĢ olmalarına karĢın, sayısız Alman prensliği, uzun zamandır Alman Ulusunun Kutsal Roma Ġmparatorluğu denen varlığı oluĢturduğuna inanıyordu. Ġkinci olarak bu prenslikler, hâlihazırda Alman federasyonunu meydana getirmekteydi ve aynı zamanda da bütün eğitimli Almanlar aynı yazı dilini ve edebiyatını paylaĢıyordu (Hobsbawm,1998: 99-100). Ġtalyanlar ise güçsüz küçük devletçikleri birleĢtirmeyi ve vesayetten kurtulmayı amaçlamaktaydı. Yani Almanya, Ġtalya ve Çekoslovakya ulus devlet tahayyülü içerisinde birleĢme ve buna bağlı olarak da dil, kültür ve tarih ortaklığı üzerinden hareket ederek bu tahayyülü pekiĢtirme amacı taĢıyorlardı. Kaldı ki bu durum daha sonraları negatif öjenik eğilimlere ve dikta rejimlerine de sebep oldu.

Üçüncü oluĢum yaklaĢımında ise, üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan Balkanlar, Orta Doğu, Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkeleri vardır. Bu ülkelerde oluĢumun ana dinamiklerini aydınlar, küçük burjuvazi ve sömürgecilik oluĢturur. Süreç bu toplumlarda önce milliyetçilik, sonra ulus devlet ve daha sonra uluslaĢma biçiminde geliĢmiĢtir. Yani bu toplumlar ulus devlet biçimini ulus olgusundan önce idrak etmiĢlerdir. Bu kategoride ulus devletin ortaya çıkıĢı sömürgelerin

(25)

bağımsızlaĢması veya pre-kapitalist devletlerin (örneğin Osmanlı'nın) yıkılması sonrasında meydana gelmiĢtir (Aydın, 2004: 76). Ulusal burjuvazinin bulunmaması veya cılızlığı, bu oluĢumun Batıdan farklı, özgül bir tarzda ortaya çıkmasına yol açmıĢtır. Ulus devletin merkezi ideolojisi uluslaĢmaya dönük olmuĢtur. Milliyetçilik fikri dünyada ses getirmeye baĢladığı andan itibaren, Balkanlar, Orta doğu, Güney Amerika, Afrika ve Asya gibi ülkeleri etkilemiĢtir. Çünkü milliyetçilik fikri bu topraklarda yaĢayan azınlıklara bağımsızlık ve kendi ortak kodları çerçevesinde birleĢme vaadi sunmuĢtur. Ulus devlet fikri de bu vaat doğrultusunda ortaya çıkmıĢtır.

Dördüncü ve son kategori olarak ise aydınlar, küçük burjuvazi ve yabancı iĢgalinin temel dinamiklerini oluĢturduğu ve Doğu Avrupa, bazı Balkan ülkeleri, Ġspanya ve Portekiz'de karĢılık bulan kategoridir. Milliyetçilik, uluslaĢma ve ulus devlet biçiminde bir oluĢum süreci izlemiĢtir. Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın 19. yy. tarihi daha farklı bir ulusçuluğa iĢaret eder (Aydın, 2004: 67). Bu coğrafyada ulusçu hareketlerin temelinde emperyalist devletlerin egemenliği altındaki halklardan bahsedilebilir. Aydınlar "halka doğru" hareketini baĢlatmıĢ: bunu yaparken de kendi halklarının ulusal kimliğini keĢfetmeye çalıĢmıĢlardır. Burjuvazinin kısmen güçlü olduğu ve bu yüzden ulusal harekete öncülük ettiği Doğu Avrupa ülkeleri arasında Çekoslovakya, Yunanistan ve kısmen de Bulgaristan sayılabilir (Aydın, 2004: 75).

Bu devletler aynı üçüncü dünya ülkeleri olarak sınıflandırılan diğer ülkeler gibi ilk önce milliyetçilik fikriyle karĢılaĢmıĢlardır. Üçüncü dünya ülkelerinden ayrılan yanları ise uluslaĢma sürecini hemen sonrasında yaĢamıĢ olmalarıdır. Yani milliyetçilik akımları ilk önce bu sömürge devletlerinin hafızasında yer etmiĢ, sonrasında millet olma fikri oluĢmuĢ ve en son aĢamada ulus devlete geçilmiĢtir.

2. MĠLLĠYETÇĠLĠK KURAMLARI

Yalnız, (…) gerçi insan yaşamının değeri çok büyük ama bizler,

Hep insan yaşamından daha değerli bir şey varmış gibi davranıyoruz… Ama nedir bu?

Antoine de Saint-Exupery, Gece Uçuşu

1970‟lerden beri Batı‟da üretilen milliyetçilik kuramlarını ayrıntılı olarak ele almak ve sistematik bir incelemeye tabi tutmak milliyetçilik ile ilgili çalıĢmalarda önemli bir yön gösterici tayin etmektir. Yirminci yüzyıl öncesinde, milliyetçiliği

(26)

sistematik olarak ele alan ve belirli bir kuramsal çerçeve dâhilinde açıklamaya giriĢen çalıĢmalara pek rastlanmaz. Bu dönemin eserleri daha çok felsefi ya da ahlaki kaygılarla üretiliyor, milliyetçiliğin iyi ve kötü yanlarını tartıĢmakla yetinmiĢtir (Smith, 1983: 257). Bu eserlerin önemli özelliklerinden biri de siyasi bir örgütlenme biçimi olarak “millet”i, içe dönük, kapitalizm öncesi örgütlenme biçimlerine alternatif olarak görmesi ve daha ileri bir evre olarak konumlandırmalarıydı. Ancak kimse “millet” ve “milliyetçiliğin” doğallığını sorgulamıyordu. Milliyetçiliğin akademik bir konu olarak ele alınması ve daha nesnel bir bakıĢ açısıyla incelenmesi 1920‟li yılları buldu. Gerçi bu ilk dönemde üretilenler de milletler ve milliyetçiliğin doğallığını pek sorgulamadılar ama milliyetçiliğin anlaĢılması yolunda önceki dönemlere oranla ilerleme kaydettiler (Özkırımlı, 2009: 30). 1920‟li yıllardan bugüne değin birçok bakıĢ açısı “milliyetçilik” dehlizinin içinde bir düĢünce olarak yer aldı. Milliyetçilik tek bir kuramla açıklanamayacak kadar değiĢken bir olgu olduğuna göre, yapılabilecek en doğru Ģey türleri ve tipolojileri belirlemektir.

2.1. ĠLKÇĠ (PRĠMORDĠYALĠST) YAKLAġIM:

Ġlkçilik bir milliyetçilik kuramı olmaktan daha öte bir bakıĢ açısı olarak adlandırılabilir. Terim olarak ilkçilik, milletleri doğal ve eskiçağlardan beri var olan yapılar olarak görenleri tanımlamak için kullanılmakta ve daha türdeĢ bir kategori olarak değerlendirilmektedir. Terim anlam olarak “baĢlangıçtan beri var olan” olarak tanımlanmaktadır. Primordiyalizm (ilkçilik) ile ilgili çalıĢmalarda 4 farklı görüĢ dikkat çekmektedir. Bu nedenle primordiyalizm dört farklı kategoride değerlendirilmiĢtir.

2.1.1 DOĞALCI BAKIġ AÇISI:

Ġlkçiliğin en aĢırı versiyonu olarak kabul edilmektedir. Bu görüĢe göre etnik kimlik; konuĢma yeteneği, koku alma, görme duyuları ya da cinsiyet kadar doğal bir parçamızdır. KiĢilerin ait olduğu topluluk önceden belirlenmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle kiĢiler bir aileye doğdukları gibi, bir etnik topluluğa da doğarlar. Ġnsanlığın farklı etnik gruplara ayrılması doğal düzenin bir gereğidir ve bu gruplar kendilerinden olmayanı dıĢlama eğilimi taĢırlar (Lieven‟den akt: Özkırımlı, 2009: 85). Bu eğilim millet ve milliyet‟in doğal oluĢumlar olduğunu varsayar ve bunu bir zorunluluk olarak arz eder. Bu bakıĢ açısı genellikle milliyetçiler tarafından benimsenir. Onlara

(27)

göre milletin belli bir kökeni, “kiĢiliği”, misyonu ve kaderi vardır. YaklaĢım milletlerle etnik gruplar arasında ayrım yapmaz. Milliyetçilik her dönemde insanlığın temel niteliğidir (Smith, 1995: 31). Bu yaklaĢımda milliyetçilik sorgulanmadan kabul edilen bir olgu olarak karĢımıza çıkar. Doğal bir oluĢum olduğu varsayıldığı için bünyesinde eritmeye çalıĢtığı farklı unsurlara karĢı duyarsızlık geliĢtirir. Çünkü bu doğal düzenin bir gereğidir ve olması gereken de budur.

Primordiyalist yaklaĢım, “etnik kimliğin” tarihi ve toplumsal koĢullardan bağımsız bir varlığı ve çekiciliği olduğunu, ekonomik ve kurumsal düzenlemelerin yok edemeyeceği bir güçle bireylerin siyasi temayülleri üzerinde belirleyici rol oynadığını” iddia etmektedirler. Primordiyalistlere göre, “etnik gruplar tarihin derinliklerinden bu yana var olan, somut ve bağımsız oluĢumlardır ve varlıkları baĢka faktörlere (ekonomik, sosyal, kültürel, tarihsel, coğrafi, vs.) indirgenemez ve bu faktörlerce açıklanamaz” (Aktürk, 2006: 24). Doğalcı bakıĢ açısı milliyetçiler tarafından en çok benimsenen yaklaĢımlardan biri olmuĢtur. Çünkü ulusların ezelden beri var olan bir kiĢiliklerinin olması ve birbirinden ayırt edilebilen doğal yapılar olmaları, her ulusun kendini gerçekleĢtirebilme mücadelesini beraberinde getirirken, bu amaç siyasetçiler tarafından kullanılan bir araç olmuĢtur (Yalçın, 2007: 18).

Ezelden beri var olduğunu düĢünen birçok unsur, köklerine atıfta bulunarak kendi gerçekliğini gerçekleĢtirebileceği bir ulusa sahip olacağı fikrini benimsemiĢ ve bu benimseme genel olarak siyasi elit tarafından rahatlıkla kullanılabilen bir araç olmuĢtur.

2.1.2 ESKĠLCĠ BAKIġ AÇISI:

Smith, ilkçiliğin aĢırı versiyonu içinde birbirinden farklı iki bakıĢ açısı belirler. Ġlki kadar radikal olmayan bu yaklaĢıma Smith “eskilcilik” (perennialism) adını verir (Özkırımlı, 2009: 86). Buna göre ulusların eski çağlardan beri var olduğuna inanmak onların doğal yapılar olduğunu kabul etmeyi gerektirmez. Ulusların doğal yapılar olduğu kesin olarak bilinemez ancak bilinen en eski çağlardan beri vardırlar. Milletler kendi öz niteliklerini yıllarca değiĢikliğe uğratmadan koruyabilirler (Yalçın, 2007: 18). Eskilcilik teriminin anlam içeriği eskilik, değiĢmezlik ve kadimlik üzerine kuruludur. Eskilcilere göre bugünün milletleri, yüzyıllardan beri var olan bir birlikteliğin günümüzdeki uzantısıdır.

(28)

Milletlere Orta Çağ‟da, hatta Antik Çağ‟larda bile rastlamak mümkündür. DeğiĢen tek Ģey milletlerin büründükleri biçimdir; “milli öz” aynı kalır. Bu görüĢü savunan yazarlara göre millet ortak bir kültürü, tarihi, dili ve toprağı paylaĢan insanların oluĢturdukları topluluktur. Milletleri yöneten seçkinlerin ellerindeki araçlar, kontrolleri altındaki teknoloji farklılaĢsa, geliĢse de, milleti oluĢturan temel özellikler değiĢmez. Eskilciler milletlerin hayatında, tarihin ayak oyunlarından kaynaklanan gerileme dönemleri olabileceğini kabul ederler. Ancak “kötü talih” milli öz‟ü yok edemez: yapılması gereken milletlerin “uyandırılması”, milliyetçilik ateĢinin “yeniden” yakılmasıdır (Özkırımlı, 2009: 88).

Eskilcileri primordiyalistlerden ayıran temel nitelik ulusun doğallığı üzerinden hareket etmemesidir. Onlara göre ulus bir oluĢum değildir, ancak eski çağlardan beri var olan bir niteliğe sahiptir. Bu niteliğin temelinde “milli öz” yer almaktadır. Bu bakıĢ açısı her ne kadar primordiyalist düĢünceden farklı olsa da temelde her iki bakıĢ açısı da milliyetçik fikrini sağlamlaĢtırma amacı güder. “Milli öz” olarak bahsettiği olgu, kadimlik ilkesine dayanır ve kökene vurgu yapar. Bu durumda ister istemez soy-sop ve kan bağı iliĢkilerine atıf yapar.

2.1.3. SOSYO-BĠYOLOJĠK BAKIġ AÇISI:

Sosyo-biyolojik yaklaĢımın temel argümanı üremedir. Burada etnik bağlılıkların kökeni genetik özelliklerde ve içgüdülerde aranır. Ulusu oluĢturan ana eylem insanların genlerinde yer alan üreme eylemidir. Ġnsan kendi sürekliliğini sağlamak, bunu için de soyunu devam ettirmek ister. Üreme eyleminde baĢarılı olmak için yakınlarla akraba olanla eĢleĢmeyi tercih eder. Bu yakınlığı belirleyen ölçüt ise kültürel benzerliktir. Kültürel benzerlik, mitler, insanlara kendi yakınlarını belirleme konunda öncülük eder. Bireylerin baĢarılı üreme hedeflerine yönelik eylemleri kan bağı ve akrabalık olgusunun önem kazanmasına sebep olur. Böylece insanlar kendi etnik grup ya da uluslarına karĢı duygusal bağlılıklar beslerler. Yani etnisite kan bağının uzantısıdır (Smith, 2002: 34). Buna göre, üreme eyleminde insanlar içgüdüsel olarak hısım/akraba olanı seçerler, “kan bağı ve akrabalık, baĢarılı üreme hedefine yönelik bu genetik mekanizma sayesinde önem kazanır” (Özkırımlı, 2009: 83). Bu bakıĢ açısı üreme eyleminde bulunurken kiĢinin kendisine benzeyenle bir arada bulunması fikri üzerinden hareket eder. Dolayısıyla kan ve soy bu bakıĢ açısında direk yansıma bulan unsurlardır. Bu durum üremenin esaslarını güçlü olanın

(29)

güçlü olanla, güçsüz olanın güçsüz olanla üremesi olarak belirlerken, negatif öjenik oluĢumlara zemin hazırlar.

2.1.4. KÜLTÜREL ĠLKÇĠ BAKIġ AÇISI:

Kültürel ilkçilik daha çok Geertz ve Shilts‟in çalıĢmaları ile bağdaĢtırılmaktadır. Bu çalıĢmalarda üç temel nitelik bulunduğu da bilinmektedir.

- Ġlk olma niteliği taĢıyan, birincil bağlılıklar “verili”dir, her Ģeyden önce vardır, hiçbir Ģeyden türememiĢtir. Söz konusu bağlılıklar “doğal” hatta tinseldir; toplumsal kaynakları yoktur. Kökenleri kestirilmeyecek kadar uzun bir geçmiĢleri vardır.

- Ġlk olma özelliği taĢıyan duygular anlatılamaz, kelimelerle ifade edilemez; ama zorlayıcıdır. Bir topluluğa üye olan kiĢi zorunlu olarak, o topluluğa ve topluluğun alıĢkanlıklarına karĢı bir bağlılık duyar. Bu bağlılık, “bağlayıcıdır”. Toplumsal etkileĢimle açıklanamaz; bağın kendisine atfedilen önemden kaynaklanır.

- Ġlkçi bağlılık özünde bir duygu, bir heyecan iĢidir. KiĢisel çıkarlarla iliĢkisi yoktur (Özkırımlı, 2009: 91).

Kültürel ilkçilik esas olarak inancı; din, dil, ortak geçmiĢ gibi öğelere duyulan inancı ön plana çıkarır (Özkırımlı, 2009: 93). Bu yaklaĢım genel olarak kültürel bağlılıklara vurgu yapar. Kültürel bağlılıklar doğal ve tinseldir. Dolayısıyla zorunlu ve bağlayıcıdır. Bağlayıcılığı sağlayan esas öğeler ise inanç, din, dil ve tarih çerçevesinde oluĢan bir ortaklıktır.

2.2. MODERNĠST YAKLAġIM:

Modernist yaklaĢımı benimseyen yazarlar millet ve milliyetçiliğin modern çağa özgü oluĢumlar olduğunu savunmaktadırlar. ModernleĢme süreciyle yaĢanan kentleĢme, laiklik, merkezi eğitim sistemi, ekonomik geliĢmelerin sağladığı iletiĢim yoğunluğu, teknolojik devrim gibi etmenler milletlerin oluĢumunu hazırlamıĢtır. Bu anlayıĢa göre ulusun oluĢumunu tamamlayacak koĢullar modern çağda vardır. Diğer bir deyiĢle ulus ancak ulusçuluğun olduğu bir dönemde gereklilik haline gelir (Yalçın, 2007: 19). Milletleri ve milliyetçiliği doğal ve ezeli bir olgu olarak görmeyip, modernite ile ve kapitalizmle iliĢkilendirerek açıklamaya çalıĢan modernistlere göre ise, milletler ancak milliyetçilik çağında sosyolojik bir gereklilik haline gelir. “Milliyetçilik milletleri yaratır, milletler milliyetçiliği değil” (Özkırımlı, 1999: 98). Aydınlanma, merkantilizm ve sanayileĢme süreçlerinin yaĢanmasına

(30)

paralel olarak ortaya çıkan modernleĢme, milliyetçilikle birlikte telaffuz edilir. Onlara göre teori pratiğe yansır. Bu yüzden milliyetçilik düĢüncesi, milletleri yaratmaktadır.

Modernist grup içinde yer alan yazarların türdeĢ bir kategori oluĢturduğu söylenemez. Modernist yazarların buluĢtuğu ortak payda, millet ve milliyetçilik kavramlarını modern çağa özgü oluĢumlar olarak görmeleridir. Ancak bu grup, yorumlarında farklı etmenleri ön plana çıkartmakta ve bu yüzden türdeĢ bir kategori oluĢturmamaktadır. Breuily‟nin milliyetçilik kuramlarını eleĢtiren bir makalesini temel alarak yaptığı araĢtırmasında Özkırımlı (2009 :106), Modernist kuramcılar arasındaki farklı bakıĢ açılarından kaynaklanan bu görüĢ ayrılıklarını sınıflandırır. Sınıflandırmasında Modernist kuramcıları yoğun vurgu yaptıkları noktalara göre ayırır. Ekonomik etkenlere ağırlık veren araĢtırmaları ekonomik dönüĢüm, siyasi etkenlere vurgu yapan araĢtırmaları siyasi dönüĢüm, toplumsal-kültürel alanda yaĢanan değiĢimlere ağırlık verenleri ise toplumsal- kültürel dönüĢüm olarak nitelendirir.1 Burada toplumsal siyasi dönüĢümü ön plana çıkaran araĢtırmacıların, toplumsal kültürel dönüĢümü ya da diğerini benimsemediği anlamı çıkarılmamalı. Bu görüĢler ulus ve ulusçuluk kavramlarının modern çağa ait olgular olduğunu kabul ederek ortak noktada birleĢme sağlarlar. Ancak öne çıkardıkları etkenler bakımından birbirlerinden ayrılırlar (Yalçın, 2007: 19-20).

2.2.1. EKONOMĠK DÖNÜġÜM:

Özkırımlı (2009: 108-109), Modernistleri değerlendirmeye neo-Marksist kuramlardan baĢlar ve Tom Nairn‟in The Break-up of Britain adlı eserini baz alarak sınıflandırmasına giriĢ yapar. Tom Nairn, milliyetçilik olgusunun Marksist bakıĢ açısı ile açıklanabileceğini söyler. Siyasi kimliğini oluĢtururken Marksist bakıĢ açısını temel alan Nairn, aynı zamanda Ġskoç Milliyetçi partisinin de sempatizanı olduğunu söyler ve kendisini “milli kimliğin ikilemini” yansıtan biri olarak nitelendirir (Nairn‟den akt: Umut Özkırımlı, 2009: 110). Nairn‟in yansıttığını söylediği bu “milli kimlik ikilemi” Janus örneğinde ortaya çıkar. Ona göre milliyetçiliği iyi ve kötü olarak ikiye ayırmak söz konusu değildir. Çünkü Milliyetçiliğin özü belirsizliktir. Milliyetçilik iki yüzü olan eski Roma Tanrısı Janus

1 Daha ayrıntılı bilgi için bkz: Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: EleĢtirel Bir BakıĢ, s.

(31)

gibidir. Janus‟un bir yüzü ileriye bir yüzü geriye bakar. ĠĢte milliyetçiliğin karakteri de Janus gibi ikiyüzlüdür. Ulusçuluk bir taraftan toplumların kendi geliĢmelerini sağlamakta araç olarak kullanılır ve bağımsızlıklarını kazanmalarında etkili olurken diğer yandan genelde geliĢmiĢ ülkelerde olan Ģekliyle emperyalist bir nitelik taĢıyabilir (Nairn, 1981: 353). Nairn‟in bu bakıĢ açısının temelinde kapitalizmin adaletsiz geliĢiminin toplumu sınıflara ayırdığı görüĢü yer almaktadır. Toplum bu sistemin içerisinde sınıflara ayrılmıĢtır ve bu sınıf ayrılıkları düĢmanlığı da beraberinde getirmektedir. Öyle ki böyle bir ortamda yer alan dilsel, kültürel ve dinsel farlılıklar, çözüm yolu olarak kendi siyasi ekonomi politikalarını oluĢturma yoluna gitmiĢlerdir. Kapitalizmin dünyaya sunduğu, insanlığın daima ileriye gideceği fikri pratikle örtüĢmemektedir ve dengesiz geliĢme birbirine karĢıt gruplar oluĢtururken, güçlü olan da zayıf olan üzerinde tahakküm oluĢturmaya çalıĢmaktadır. Kendi ekonomik geliĢmesini tamamlayan taraflar, ekonomik geliĢmesini tamamlamayan tarafa baskı kurmaya baĢladığında bir tepki olarak milliyetçiliğin oluĢmasına neden olurlar ve bu durum karĢı tarafta da aynen yansımasını bulur. Bu diyalektik bir süreçtir ve ekonomik geliĢmiĢliğini tamamlamayan ülkelerin geliĢtirdiği milliyetçilik diyalektik süreçte geliĢmiĢ ülkeleri etkisi altına alıncaya kadar devam eder.

Nairn‟e göre periferiler “yapısal zorunluluklar” tarafından “milliyetçiliğin çemberi içine atlamaya” mecbur edilirler. “Dünya politik ekonomisinin mekanizması “eĢitsiz geliĢme”ye dayanır: her merkezi sömürü stratejisini “ilerleme” bayrağı altında gizlemeye sevk eder: “soyut ilerleme somut bir tahakkümün ipoteğidir”. “periferi seçkinleri” yutturmacayı çabucak anlarlar. Kendilerini “eyleme nazikçe davet edilmiĢ olmaktan ziyade eylemden ekarte edilmiĢ, oyunun kuralları hakkında bilgilendirilmiĢ olmaktan ziyade yerinde sayar, birer partnere dönüĢmüĢ olmaktan ziyade sömürülmüĢ” halde bulurlar. Bunun sonucu olarak “ipleri kendi ellerine almaktan baĢka yapacakları bir Ģey yoktur”. Milliyetçilik onlara moderniteye kendine has tarzlarıyla eriĢme olanağı sağlar (Nairn, 1981: 353).

Modernist sınıflandırmanın içerisinde ekonomik etmenleri öne çıkaran bir diğer araĢtırmacı da Michael Hechter‟dir. Nairn ve Hechter‟in birbirlerinden ayrıldıkları nokta Ģudur: Nairn‟in yaklaĢımında uluslararası bakıĢ açısı söz konusudur. Oysa Hechter‟in yaklaĢımında daha çok içiĢleri bakıĢ açısı sahiptir

(32)

(Roger, 2008: 7).2 Hechter modernist yaklaĢıma alternatif bir perspektif getirmiĢ ve “iç sömürgecilik” kavramını literatüre kazandırmıĢtır. Bu modele göre merkez-çevre iliĢkilerinin artması genel refah seviyesinin yükselmesine ve farklılıkların kaybolmasına sebep olmayacak tam tersine azınlık bölgelerinin ekonomik açıdan sömürülmesine sebep olacaktır. ModernleĢmenin aynı toplumun farklı yerleĢim yerlerindeki eĢitsiz dağılımı, toplumu modernleĢmiĢ ve geri kalmıĢ olmak üzere ikiye bölecektir. Toplumsal kaynakların çoğunluğunun güçlü olan merkezi iktidarda olması, toplumdaki azınlık gruplarının kendi geri kalmıĢlıklarının sebebi olarak kaynakların ve iktidarın eĢitsiz bölünümünü görmelerini, onların merkeze karĢı cephe almalarını ve farklılıklarının bilincine varıp bu doğrultuda politika yapmalarını sağlayacaktır. Öte yandan avantajlı grup toplumsal rollerin bölüĢümünde en prestijli olanları kendi grubundakilere verecektir. Belli bazı görev ve rollere az geliĢmiĢ grubun üyelerinin kabul edilmemesi, bu kültürel iĢbölümü, bireylerin gruplarıyla özdeĢleĢmelerine yol açar. Kendi gruplarıyla özdeĢleĢen bireyler farklılıklarını belirleyen etnik unsurları ön plana çıkarırlar. Böylece biz ve ötekiler arasındaki ayrım belirginleĢmeye baĢlar (Yalçın, 2009: 22). Hechter‟a göre, gruplar arasındaki farklılığın belirginleĢmesi için ilk koĢul olarak ekonomik eĢitsizlik olmalıdır. Bireyler ekonomik eĢitsizliğin diğer grubun kendilerini sömürmesi sonucu olduğunu düĢünmelidir. Ayrıca ezilen grup, içinde bulunduğu kötü koĢulların sebebinin bilincinde olup, bunu gayri meĢru bir durum olarak kabul etmelidir. Dolayısıyla etnik bilinçlenme sürecinin baĢlayabilmesi için bir diğer koĢul grup arasındaki iletiĢimin yoğunluğudur. ĠletiĢim arttıkça öne çıkan kültürel farklılıklar, ekonomik eĢitsizliklerle birleĢip, çevre bölgelerdeki sömürülen grupların milli toplumla bütünleĢme olasılığını en aza indirgeyecektir. Ezilen grup zaman içinde etnik bilinçlenme sürecini yaĢadıktan sonra kendini farklı bir ulus olarak algılayıp bir takım kolektif haklar isteyecektir.3

Merkez ve çevre iliĢkileri ekseninde düĢünüldüğünde bir toplumun kendini diğer toplumlara karĢı konumlandırıĢından,

2 Daha fazla bilgi için bkz: Antoıne Roger, Milliyetçilik Kuramları içinde ġema 1, s. 7. 3

Hetcher 2000-2001‟li yıllar arasında fikrini değiĢtirmiĢ ve kendisini “çıkar mantıkları kuramını” benimseyenler arasında görmeye baĢlamıĢtır. Ayrıca Hetcher‟ın “merkez” nitelendirmesi Wallerstein‟ın nitelendirmesinden farklıdır. Çünkü o uluslar arası bir dinamikten değil bir devletin içindeki bölgeler arası eĢitsizlikten dem vurur.

(33)

toplum içindeki etnik unsurların kendilerini konumlandırıĢlarına kadar her Ģey, merkezin kendini tanımlarken çevreyi tahakküm altına alma isteğinden kaynaklanır.

2.2.2. SĠYASĠ DÖNÜġÜM:

Siyasi alanda yaĢanan değiĢimleri temel alan kiĢiler Breuilly, Brass ve Hobsbawm olarak gösterilebilir.

Breuilly‟e göre ekonomik ya da kültürel oluĢumlar ancak belirli milliyetçilik tiplerini açıklayabilir. Ama genel anlamda farklı ulusçuluk tipleri için bir çerçeve oluĢturmaz. Tek bir açıklamayla genelleĢtirilmeyecek kadar çok milliyetçilik tipleri vardır. O yüzden genel bir yaklaĢım geliĢtirilmek isteniyorsa ilk önce milliyetçiliğin siyasi yapıyla iliĢkisi ortaya konulmalıdır. Bu iliĢki iktidar olmak isteyenlerin, milliyetçiliği araç olarak kullanmasıyla ilgilidir. Yani ulusçuluk her Ģeyden önce bir siyaset biçimi olarak kabul edilmelidir (Behar, 1998: 10). Milliyetçilik iktidar isteği taĢıyanların araç olarak kullanabileceği temel niteliklere sahiptir. Ulusun çıkarları doğrultusunda oluĢturulan kolektif kimlik, bireysel ve kamusal çıkarları dengeler. Bu dengeleme devlet eliyle ve siyasi erk‟e sahip olmak isteyen kiĢilerce sağlanır. Bundan ötürü milliyetçiliğin siyasi yapıyla direk iliĢkisi vardır.

Breuilly‟e göre milliyetçilik, siyasilerin devlet gücünü ele geçirmeye çalıĢırken kamuya karĢı kullandıkları bir araçtır. Çünkü milliyetçilik esasen “erk” ve “iktidar” ile ilgilidir. Ona göre, ulusun kendini diğer uluslardan ayıran belli özellikleri varsa, ulusun çıkarları bireylerin ve diğer tüm kolektif çıkarların üstündeyse ve ulus mümkün mertebe bağımsız ise bu milliyetçi bir bakıĢ açısını sembolize etmektedir. Çünkü tüm bunlar milliyetçiliğin üç ayrı niteliğidir (Breuilly, 1993: 2). Milliyetçi dinamiklerin doğuĢu ve yapılanması John Breuilly‟e göre “modern devletin” ortaya çıkıĢının uyandırdığı çatıĢmaların vardığı noktadır (Roger, 2001: 129). Milliyetçiliğin siyasi alanda üstlendiği görev, modernleĢmenin (toplumun sosyal, ekonomik, siyasi alanda geçirdiği değiĢimin) kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Sanayi devrimi, teknolojinin hızla değiĢmesi gibi etkenler, Ortaçağın sosyo-ekonomik yapısı içinde yer alan toplumsal üretimi, kolektif üretimden iĢlevselliğin yer aldığı ve uzmanlaĢmanın olduğu daha ufak birimlere kaydırmıĢtı. Eskinin yerel örgütlenme Ģekli, ekonomik üretimden bunun dağılımına ve ortaya çıkan sorunların çözümlenmesine kadar her iĢi kendi içinde çözüme kavuĢturuyordu. Teknolojideki ilerlemeyle birlikte iĢ bölümü ve uzmanlaĢmanın bir

Referanslar

Benzer Belgeler

İnsanın bencil ve kötü yapısından kaynaklı olarak devlet öncesi bir durum olan doğa durumunun savaş haline dönmesiyle insanların can ve mal güvenliklerini

Hegel’in tarih-teoloji ilişkisi konusundaki bu tür açıklamalarının yanısıra, yazdığı eserlerde de bu ilişki açıkça görülmektedir. Hegel’in eserlerinde

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Musa Celil’in Moabit Defterleri’nde yer alan şiirleri dikkatle incelendiği zaman, onun bu serideki eserlerinin hemen tamamında

Şevki Filiz'in daha önce Bergama Ovacık Altın Madeni ile ilgili olumsuz söylem ve etkinlikler içerisinde bulunduğu" olduğuna dikkat çekerek, bu kararın ardından yeni

Sonuç olarak, Islahat Fermanı, Sened-i İttifak ile başlayan, Tanzimat Fermanı ile devam eden Osmanlı anayasacılık İttifak ile başlayan, Tanzimat Fermanı ile devam eden

Ulus devletin küreselleşme sürecinde bazı işlevleri değişmiştir. Đşlevlerdeki bu değişim olumlu ve olumsuz yaklaşımlar için de önemli bir farklılaşma

20. yüzyılın sonlarında pek çok sosyal bilimci etnisitenin, ulus-devletin, milliyetçiliğin önemini yitireceğine ve sonunda modernleşme, sanayileşme ve bireyselleşmenin

Dostluğa ihtiyaç duyduğu, ama insanlara tahammül edem ediği bir an geldiğinde, denize başvurduğunu, denizin, yerine göre sevgilisinin, yerine göre arkadaşının