• Sonuç bulunamadı

5. TÜRKĠYE’DE MĠLLĠYETÇĠLĠK

5.4. TÜRK ULUSAL KĠMLĠĞĠNDE, ÖTEKĠ‟NĠN OLUġMASIN

5.4.2. TÜRK DĠL TEORĠSĠ

Dil kamusal alanın Ģekillendirilmesinde bütün ulusçulukların kullandığı bir araç olmuĢtur. Dil, ulus oluĢturulurken ortak bir aidiyet duygusu yaratıp, biz bilincinin oluĢturulmasında kullanıldığı gibi aynı zamanda, ulus-devlet içinde yer alan farklı kimliklerin dönüĢtürülmesinde de araç olarak kullanılmıĢtır. Ulusal kimliğin belirlenmesinde toplumun dönüĢtürülme sürecinde asli bir araç olan dil politikaları Türkiye Cumhuriyetinde de toplumu standartlaĢtırmak ve ulus devlet oluĢturmak amacıyla kullanılmıĢtır. Her ülkede ulusçuluğun ortaya çıkıĢ sürecinde dil tartıĢmaları gündeme gelmiĢtir. Ancak yine de dil sadece politik bir iĢlev üstlenmez (Yalçın, 2007: 78). Aynı zamanda modernist yönetim tarzının topluma yaptığı en açık ve etkili müdahalelerden biridir. Dilin korunması ve geliĢtirilmesi, diğer dillerin yasaklanması ulus devlet projesine paralel geliĢen uygulamalardır. Etnik farklılıkların asimilasyonunda kullanılan unsurlardan biri olması dolayısıyla, dilin korunması toplumların siyasi kimlik kazanmalarının vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bundan dolayı kendi sosyal politik düzenini kurmak isteyen her toplum kendi dilini korurken önemli bir direniĢ gösterir (Yalçın, 2007: 78). Ġspanya bölgesindeki Katalanlar ve Basklar, Fransa‟daki Korsikalılar, Ġngiltere de Galliler ve Türkiye‟deki Kürtler gibi azınlıklar için kendi dilleri, kültürel hak mücadelelerinin meĢruiyet kaynağını oluĢturur (Balçık, 2003: 777). Ulus bilincinin oluĢturulması, ortak bir aidiyet duygusunun yaratılması ve aynı zamanda ulus kimliğin bütünleĢtiriciliği içinde farklı kimliklerin dönüĢtürülmesi için bir araç olarak kullanılan dil, içine aldığı bireylerin düĢünme biçimlerini ve bakıĢ açılarını belirleyen niteliğinden dolayı ulus inĢa sürecinin en etkili araçlarından biridir. Farklı unsurları asimile etmenin en etkili yöntemidir ve bu nedenle dilin korunması toplumların siyasi kimliklerinin korunmasıyla özdeĢ kabul edilir. Bu sebepledir ki sosyo-politik düzenini korumak isteyen her toplum dilin korunmasına büyük önem gösterir.

M. Berk Balçık‟a göre “Osmanlı‟da baĢlayan reform süreciyle birlikte dilin sadeleĢtirilmesi çabalarına girilmiĢ, eğitim sistemiyle Türkçe yaygınlaĢtırılmıĢtır. Birinci MeĢrutiyetin ilanıyla birlikte devletin resmi dili ve eğitim dili Türkçe olarak kabul edilmiĢtir. Balçık‟a göre, “Dil artık sadece edebiyatçıların ve saray çevresinin tekelinde olan estetik bir alan değil, politik anlamda önem kazanan sosyal yapıların etkileĢimini sağlayan ve bunun içinde dönüĢtürülmesi gerektiği düĢünülen iĢlevsel bir iletiĢim ortamı olmuĢtur (Balçık, 2003: 779). Ulus devletin öngördüğü ve milliyetçiliğin tahayyül ettiği Ģekilde dil, kamusal alanın belirlenmesi için etkili bir araç olarak Türk ulusçuluğunda da belirleyici olmuĢtur. Ulusun resmi dili Türkçe olarak belirlenmiĢ ve eğitim Türk dili üzerinden yapılandırılmıĢtır.

Osmanlıda Ģekillenmeye baĢlayan ulusçu fikirler dilin kültürel olarak kazandığı yeni anlam doğrultusunda Türkçeye eğilmiĢtir. Osmanlı devlet politikasının yani Osmanlıcılığın iflas etmek üzere olması, devleti kurtarma arayıĢına giren aydınları, kendilerine meĢruiyet sağlayacak yeni bir zemin arayıĢına itmiĢtir (Yalçın, 2007: 79). Bu noktada yeni bir ulus tarifi arayıĢına girilerek, Türk etnik kimliği bağlamında Türkçe ön plana çıkmıĢtır. Ġkinci MeĢrutiyetin ilanı, Ġttihat ve Terakkinin iktidarı paylaĢtığı, 1908 ile baĢlayan süreçte, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp gibi yazarlar Ġslamiyet öncesine dayanan bir Türk etnik kimliğinden söz etmeye baĢlarlar(Yalçın, 2007: 80). Bu yazarlar Türkçeyi Türk etnik kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görürler. Ortak bir “biz” duygusu oluĢturmak için “dil” kilit bir öneme sahiptir ve onlar da bu sebeple ortak bir dil formülasyonu oluĢturmaya çalıĢmıĢlardır. Ġttihat ve Terakkinin iktidarı döneminde Türkçenin sadeleĢtirilmesi, eğitim dili olması ve resmi yazıĢmalarda Türkçenin kullanılması yönünde önemli adımlar atılmıĢtır (AkĢin, 2006: 156).

1923 Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yeni toplum oluĢturma projeleri devreye girmiĢ ve bu süreçte Türk etnik kökenine ve dolayısıyla Türk diline yapılan vurgu ön plana çıkmıĢtır.

Bu süreçte yapılan reformlar arasında en köklü değiĢimi sağlayan alfabe değiĢikliğidir. 1928‟de yapılan dil reformu ile Latin harflerine dayanan yeni bir alfabe kabul edilmiĢ, Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimeler dilden atılarak yerine Türkçe kökenli yeni kelimeler türetilmiĢtir. Modernistlere göre Arap alfabesi Türk dilinin yapısına uygun olmadığı için böyle köklü bir reform

gerçekleĢtirilmiĢtir. Arap alfabesinde harflerin ayrı yazılması buna karĢın Latin harflerinin öğrenilmesinin daha kolay olması ve ünlü sesler yönünden zengin olan Türkçe‟nin Latin alfabesine yakın olması gibi rasyonel gözüken sebeplerden dolayı dil reformu gerçekleĢtirilmiĢtir. Modernistlerin bu görüĢlerine karĢın gelenekçiler, dil reformunun arkasındaki gerçek neden olarak, Türk toplumunun Ġslam kimliği ve Doğu kültürü ile bağlarının kesilmek istenmesini görürler. Gelenekçilerle aynı görüĢte olan Yılmaz Bingöl‟e göre de alfabe değiĢikliği arkasındaki gerçek neden Arap alfabesinin Türk dil yapısına uygun olmaması değildir (Yalçın,2007:80-81). Latin alfabesi nasıl Türk diline uyarlanırken bazı değiĢiklikler yapıldıysa, Arap alfabesinde de bazı uyarlamalar yapılarak Türk dil yapısına uygun hale getirilebilirdi (Bingöl, 2004: 34) ifadesinde somutlaĢan Bingöl‟ün görüĢleri, modernleĢme çabalarının bir sonucu olarak dil‟de gerçekleĢtirilen reformların da Latin alfabesine yakınlaĢma sebebinin bu durum olduğunu gösterir.

1928‟de modernistler ile gelenekçiler arasındaki uzun tartıĢmalardan sonra Dil alanındaki ilk değiĢiklik 1928‟de Latin alfabesine geçilmesiyle baĢladı (Zürcher, 2004: 274). Böylece özgün Türk kültürünün oluĢacağı ve ulusal kültürün hızla geliĢeceği düĢünülüyordu. Yeni kurulan okullarla birlikte toplumun yeni alfabeyi öğrenmesi için seferberlik baĢlatıldı. Eğitimin yaygınlaĢtırılması sadece yeni yazının öğrenilmesini değil aynı zamanda ulus-devlet projesinde standart ve homojen bir ulus oluĢturmada, ortak bir aidiyet ve biz duygusunun yaratılmasını da sağladı (Balçık, 2003: 784). Alfabe değiĢikliğinin ardından kültür devrimini pekiĢtirecek yeni adımlar atıldı. Atatürk‟ün teĢvikiyle 26 Eylül 1932 yılında Türk Dil Kurultayı toplandı (Bingöl, 2004: 35). Kurultayda Türk dilinin Hint-Avrupa dil ailesine ait olduğu ileri sürülüyordu. Türk Dil Teorisi tarih teziyle aynı dönemde, tarih tezini desteklemek amacıyla oluĢturulmuĢtu (Ersanlı, 2003: 209-210). Tarih kongresinde Türk ulusunun dünya medeniyetlerinin kurucusu olduğundan bahsedilirken, Türk dil teorisinde Türk dilinin birçok uygarlık dilinin kaynağı olduğu ileri sürülüyordu. Yunanca, Latince ve Ġbrani‟ce yazılarda, Türkçe kökenli birçok kelime olduğu ileri sürülüyordu. Birinci Türk Dil Kurultayında, Türkçe ile Hint-Avrupa ve Sümer dilleri arasında fonetik benzerlikler olduğu ileri sürülmüĢtür. Böylece Türk Kimliğinin Batı kimliğinin bir parçası olduğu ispatlanmaya çalıĢılıyordu (Yalçın, 2007: 82). Türk ulusçuluğu etnosantrik bir bakıĢ açısını benimserken, Türk medeniyetinin diğer tüm

medeniyetlerin kaynağı olduğu görüĢünü desteklemek için Türk Dil Teorisini oluĢturmuĢ ve Türk dilinin kökenine iliĢkin açıklamalarda bulunmuĢtur. Ulusa köken bulma arayıĢları kendisini hem Türk Tarih teziyle hem de Türk Dil Teorisiyle göstermiĢtir.

Türk Dili Tetkik Cemiyeti birinci kurultayında aldığı kararları yürürlüğe koymak amacıyla bir eylem planı hazırladı. Buna göre, Türkçe kök kelimelerden yeni kelimeler türetilecek, halkın kullanmıĢ olduğu Türkçe kelimeler derlenip yayınlanacak, yabancı kelimeler dilden atılarak yerlerine Türkçe karĢılıklarının kullanılması sağlanacaktır. Türk Dil Kurultayı dilin sadeleĢtirilmesi çalıĢmalarına baĢlarken ilk önce kendi adını değiĢtirmiĢ, Türk Dili Tetkik Cemiyeti olan adını, tetkik ve cemiyet kelimeleri Arapça kökenli olduğu için değiĢtirerek, yerine araĢtırma ve kurum kelimelerini kabul etmiĢtir. Türk Dili AraĢtırma Kurumu 1932 yılında tüm devlet organlarına kararname göndererek Türkçe olan tüm sözcüklerin derlenmesini istemiĢtir. Kurumun kendisi de Türkçeyi yabancı sözcüklerden ayıklama çalıĢmalarına baĢlamıĢ, yabancı kaynaklı sözcüklerin yerine Türkçe kökenli kelimeler türetilmiĢtir. Türk Tarih Teziyle aynı paralelde giden Türk Dil Teorisine göre, isim değiĢikliklerinde politik adımlar atılmıĢtır. Örneğin: Sanayi ve Kredi Bankasının adı Sümerbank olarak değiĢtirilmiĢ, 1935 yılında maden araĢtırmaları için kurulan bankanın adı Eti Bank konulmuĢtur. Eti ve Sümer isimleri tarih teziyle iliĢkili olarak Türk Uygarlığının köklerini eski büyük uygarlıklar olan Sümer ve Hititlere dayandırmaya çalıĢan çalıĢmalardır (Çağaptay, 2003: 253-254). Türkçedeki arılaĢtırma çalıĢmaları ve isim değiĢiklilikleri devam ederken 23 Ağustos 1934 de Ġkinci Türk Dil Kurultayı yapılmıĢtır. Bu kurultayda Türk Dilinin birçok uygarlık dilinin kaynağı olduğu ileri sürülerek, Dünyaya medeniyetin Türkler aracılığı ile yayıldığı teması iĢlenir. Türklerin Ġslam öncesi geçmiĢlerine vurgu yapılarak, Ġslam kültürü zihinlerden silinmeye çalıĢılmıĢ, Türkçede yer alan birçok Arapça kelime dilden çıkarılarak yerlerine Türkçe kelimeler ikame edilmiĢtir. Ancak Ġslam‟ın dıĢında Batı kaynaklı olan kelimeler dilden çıkarılmamıĢtır (Çağaptay, 2003: 255). Bu noktadan hareketle Türk ulus inĢasında eski gelenek, inanç ve düĢünce biçimlerinin yerine yenisinin getirilmeye çalıĢıldığı, buna bağlı olarak da Ġslam kültürüne değil, Ġslamiyet öncesi kültüre atıflarda bulunulduğu görülür. Türk medeniyetinin Hitit ve Sümerlere dayandırılan kökleri ve Türk dilinin

sadeleĢtirilmesi çalıĢmalarının sonucu olarak Arapça kelimeler dilden çıkarılmıĢ ve Ġslam kültürü yerine Ġslamiyet öncesi kültüre atıfta bulunulmuĢtur. Bu durum çağdaĢlaĢma çabalarının bir sonucu olarak düĢünülebilir.

Dil konusundaki ulusçu adımlar esas olarak iki noktada toplanabilir. Ġlk adımda Arapça ve Farsça kökenli sözcüklerin dilden tasfiyesi vardır. Bu süreç Tanzimat‟tan beri süregelen dilde sadeleĢmeciliğin uzantısı gibi görünmektedir. Ġkinci önemli nokta ise bu çabanın zaman alıcılığı ve yaygınlaĢtırılma güçlükleridir. Bu noktada GüneĢ Dil Teorisi ile tüm dünya dillerinin Türkçe kökenli olduğu ileri sürülerek dilde sadeleĢme çabalarına pratiklik getirilmek istenmiĢtir (Aydın, 1993: 231). GüneĢ Dil Teorisi ve dilde sadeleĢtirilme üzerine yapılan tüm bu çalıĢmalar, kendine özgün bir Türk kültürünün varlığını ortaya koymaktansa, toplumun sekülerleĢme sürecinde Ġslam kimliği ile bağlarını kesip, Batı kaynaklı yeni bir kültür oluĢturulmaya çalıĢıldığını bize gösterir (Yalçın, 2007: 83). 1934 yılında Ankara‟daki Ġngiliz Büyük Elçiliği kültür üzerine yapılan çalıĢmaları Ģöyle özetler:

“Bu yıl ülke içi faaliyetler, tamamen TürkleĢtirilmiĢ, zengin, tümüyle BatılılaĢtırılmıĢ, koyu milliyetçi, kendi kendini taĢıyan ve kendisine yetebilen, saldırıda ve savunmada güçlü, saf bir Türk diline sahip olan ve kendi tarihi üzerinde durma ve tüm dünyaya uygarlığın Türk ırkı üzerinden ve Türk dili vasıtasıyla yayıldığına iliĢkin Ģu anda tüm Türkiye‟nin kafasına kazınan akıl almaz doktrini özümseme yoluyla her türlü aĢağılık duygusundan kurtulan bir Türkiye hedefine doğru kararlı bir adım atıldığını söyleyerek özetlenebilir ( Çağaptay, 2003: 255-256)”.

24-31 Ağustos 1936‟da düzenlenen üçüncü Türk Dil Kurultayında ortaya atılan GüneĢ Dil Teorisi, bize ulusçuluğun gittikçe açığa çıkan keskin yüzünü göstermektedir. 3. Dil Kurultayına katılan Türk Dil bilimcileri, Türkçe kelimelerle diğer dillerde yer alan kelimeleri birbiriyle karĢılaĢtırıp, Fransızcada güneĢ anlamına gelen “soleil” kelimesiyle, eski Türkçede güneĢ anlamındaki “siliy” kelimesi arasındaki benzerliğe dikkat çekmiĢlerdir. Buna göre Türkler dünyadaki en eski ırk olarak güneĢe tapıyorlardı ve buna dayanan bir dil geliĢtirmiĢlerdi(Yalçın, 2007: 84).

1925‟de baĢlayan etnik ayaklanmalar Cumhuriyet kadrolarını toplumsal farklılığın dönüĢtürülmesi yolunda adımlar atmaya itmiĢtir. Bu adımlar; dil teorisi, ilerleyen bölümde anlatacağımız Türk Tarih tezi ve hukuki alanda atılan birçok adımdan oluĢmaktadır. Dil politikasıyla Türkiye Coğrafyasının etnik mozaiği

dönüĢtürülmeye çalıĢıldı. UluslaĢtırma projesi kapsamında 1921 Anayasasına devletin resmi dilinin Türkçe olduğu eklenmiĢti. Böylece dil ulusun kültürel içeriğinin belirlenmesinde asli unsur olmuĢtur. Bu süreçten sonra farklı ana dilleri olan Müslüman (Kürtler gibi) ve diğer dini azınlıklar asimile edilmeye çalıĢılmıĢtır. Türkçe konuĢanlar Türk olarak kabul edilirken, diğer topluluklar dıĢlanmıĢtır (Balçık, 2003: 782-783).

Dönemin siyasilerinin dil ile ilgili beyanatları ve idari ve hukuki alanda alınan tedbirler düĢünülürse Türk ulusal kimliğinin kültür birliğinden ziyade etnik temeller üzerine inĢa edildiği görülecektir. Eğer Türk kimliği bir üst kimlik olarak kabul edilmiĢ olsaydı, dil politikasında baskı ve zorlamaya dayalı olarak Türkçe dıĢındaki diğer dillerin kullanılması yasaklanmazdı. Zaten 1924 Anayasasına devletin resmi dilinin Türkçe olduğu eklenmiĢti. Üst kültürde birleĢtirici olarak Türkçe yer aldığına göre, alt kimliklerin kendi kültürel farklılıklarını ifade etmeleri Anayasada yer alan Türk milleti tanımıyla hukuken mümkün gözüküyordu. Ancak uygulamada bunun tam tersi yapıldı. Siyasi elit, ırk ile milleti birbiriyle özdeĢleĢtirerek Türk ırkının geleceğinin korunması yönünde dil devrimini gerçekleĢtirdi. Seçkinler için Türk dili Türklüğün temel Ģartıydı ve Türklük ulus- devletin güvencesi olarak görülüyordu (Yalçın, 2007: 86). Siyasi elitin, homojen bir ulus yaratma projesi kapsamında, dil reformu sürecinde aldığı kararlardan biri, Soyadı Kanunuydu. M. Berk Balçık‟a göre: “Bu kanunla isimlerde Türkçe‟den baĢka isimlerin kullanılması yasaklandı. Bu TürkleĢtirme politikası Rumca, Kürtçe ve Ermenice olan yerleĢim yerlerinin isimlerinin TürkçeleĢtirilmesi ile devam etti (Balçık, 2003: 785).

Türk olmanın temel göstergelerinden biri dil kabul edildiği için 1926 yılında uygulamaya giren vatandaĢ Türkçe konuĢ kampanyaları ile ülkede yaĢayan gayrimüslimler ile Müslüman etnik azınlıkların ulusa entegre olmaları sağlanmıĢtı. Seçkinlerin, Osmanlıdan miras aldıkları çoklu toplum, devleti kurtarmak adına tek yol olarak görülen ulus devlet projesi önünde engel olarak görüldüğünden, reform politikaları, homojen bir toplum oluĢturma sürecinin idari ve hukuki uygulamaları olmuĢtur. Reform sürecindeki en köklü devrimi oluĢturan dil devriminin iki önemli sonucu olmuĢtur (Yalçın, 2007: 86). Birincisi, modernleĢmeyi devleti kurtarmak adına bir zorunluluk olarak gören Cumhuriyet aydınları, modernleĢme çalıĢmalarını

BatılılaĢmayla baĢlatmıĢlardır. Batı Kültürünün toplumda yer edinebilmesi için toplumun Ġslami etkilerden arındırılması ve Ġslam geçmiĢinin silinmesi zorunluluk olarak algılandığından, bu iĢlevi yerine getirecek en uygun araç olarak dil devrimi görülmüĢtür. Osmanlı alfabesinin kaldırılıp, Latin alfabesinin kabul edilmesiyle toplumun Ġslam geçmiĢi de silinmiĢ, ortaya çıkan boĢluğu doldurmak amacıyla yerine Batı kültürü ikame edilmiĢtir. Dilin tarihi unutturma gibi yerine getirdiği bu iĢlev, Türk Tarih tezinin Türklerin dünya medeniyetlerinin kurucusu olduğu teziyle birbirini tamamlamaktadır. Ulus-devlet oluĢum sürecinin en önemli bileĢenlerinden biri olan tarihin unutturulması ya da yeniden yapılandırılması Türkiye‟de Türk Tarih tezinden sonra dil devrimiyle birlikte en yetkin biçimine ulaĢmıĢtır(Yalçın, 2007: 87).

Ġdeolojik alanda dilin iĢlevi, bir üst kimlik yaratmak olmuĢtur ve dil bu iĢlevini yerine getirirken üst kimliği oluĢturmak isteyen ulusçulara hizmet ettiği gibi aynı zamanda toplumsal hak mücadelelerini dil üzerinden yapan etnik kimlikler için de bir araç olmuĢtur. Çok etnikli toplumlarda ulus bilincini yaratmak için yapılan dil politikaları iki taraflı sonuç doğurmaktadır. Cumhuriyet kadrolarının Türk dili üzerinden ürettikleri ulus kimliği, farklı etnik unsurları kamusal alandan uzaklaĢtırırken, bu unsurların hak mücadelelerinin de temel dayanağını oluĢturmuĢtur. Rejime muhalefet eden ve rejimin politikalarını benimsemeyenler için tahakküme dayalı özümseyici politikalar uygulanmıĢtır. Dil alanında uygulanan politika asimilasyon politikaları içerisinde en kapsayıcı ve belirgin olandır. Çünkü etnik kimliği belirleyen en temel öğe dil‟dir. DüĢünce kalıplarının dil üzerinden Ģekillendiği düĢünülürse, ortak dil olarak belirlenen Türk dilinin neden sadece resmi kurumlarda değil, günlük yaĢamda da kullanılması gerektiğinin bildirildiği açıklık kazanır.