• Sonuç bulunamadı

5. TÜRKĠYE’DE MĠLLĠYETÇĠLĠK

5.4. TÜRK ULUSAL KĠMLĠĞĠNDE, ÖTEKĠ‟NĠN OLUġMASIN

5.4.1. TÜRK ULUS ĠNġASINDA IRKÇI SÖYLEM

Bir soyun kanı olmasın, varsın Damarlarımızda akan. İçimizde şu deli rüzgâr,

Bir havadan. Bülent Ecevit Türkiye‟de ırkçı çalıĢmaların kaynağını otuzlu yılların sonlarında dünyada egemen olan faĢist devlet örgütlerinin pratikleri oluĢturur. Bunlar arasında Japonya, Ġtalya ve özellikle Almanya Türkiye‟de ırkçı düĢüncenin geliĢmesine katkıda bulunmuĢtur. Türkiye‟de ırkçı ulusçuluğun güç kazanmaya baĢladığı dönem Ġkinci Dünya savaĢının arifesidir. Alman hükümeti kendi yayılmacı politikalarını uygulayabilmek için Türkiye‟deki ırkçı politikacı ve yazarlar ile iĢbirliği içine girmiĢtir. Irkçı düĢünürler kendilerine yakın gördükleri devlet yetkililerini etkilemeye çalıĢmıĢlardır. O dönemde Sovyetler Birliği ile savaĢta olan Almanya Türkiye‟de Pantürkizm akımını yeniden baĢlatıp kendi emperyalist heveslerini gerçekleĢtirmede kendine ortak arıyordu. Eğer Türkiye Almanya ile savaĢa girerse Sovyetler Birliğinde yer alan Türkî topluluklar kendi ülkelerine karĢı harekete geçebilirlerdi. Özellikle Almanya‟nın Ġkinci Dünya savaĢının baĢlarında gösterdiği baĢarı, Türkiye de ırkçı fikirlere eğilimli olanların sayısını artırmıĢtı (Yalçın,2007: 73). Türkçü faĢizm, 2.Dünya SavaĢı‟nın baĢlamasıyla birlikte etkinliğini artırma çabası içine girmiĢti. Nazilerin 1941‟de Sovyetler Birliği‟ne savaĢ ilan etmesi ise Turan hayallerinin gerçekleĢebileceğine olan inancı bir kez daha diriltti. Sovyetler Birliği‟ndeki Türkî halkları ayaklandırmak ve Sovyetlere karĢı kendi yanlarında savaĢmalarını sağlamak Nazi savaĢ stratejisinin bir parçasıydı. Almanya, bu süreçte Türkiye‟deki propaganda faaliyetlerini artırırken ve Sovyetler Birliği‟ne karĢı Türkiye‟nin de Almanya‟nın yanında savaĢa girmesi propagandası yapan yayınları el altından desteklerken, tek parti yönetimi buna müsamaha gösterdi ve bu süreçte Türkçü faĢizmin etkinliğinin artmasına da göz yumdu. Bunun sebebi ise tek parti yönetiminin hem Alman gücünün dorukta olduğu bir dönemde Almanları yatıĢtırma çabası hem de Sovyetler Birliği‟nin çökeceğine iliĢkin umutlarıydı (YaĢlı, 2008: 127).

Alman faĢizminin etkisi Türk milliyetçiliğini etkisi altına aldığı andan itibaren ortaya çıkan durum, tamamen Ģoven ve faĢist öğeler içeren bir politikanın doğmasını sağladı. Böylece Türkçü faĢizmin gücünü arttırdı.

Bu dönemde baĢbakanlığa getirilen ġükrü Saraçoğlu, ırkçı Türkçülere yakın olan bir isimdi. Ayrıca Bozkurt, Türk Yurdu, Gök-Börü gibi Türkçü dergiler ile Cumhuriyet ve Tasviri Efkâr gibi hükümete yakın olan gazeteler, Almanya‟daki faĢist rejim yanlısı yayınlarda bulunuyorlardı (Arslan, 2003: 412-414).

Tarih tezi bu süreçte geliĢtirildi. Irkçı çalıĢmalar kendisini net olarak Türk Tarih Tezi ve Türk Dil Teorisiyle gösterdi. Dil teorisi ile Türk dilinin dünya dillerinin ana kaynağı olduğu ileri sürülürken, Tarih teziyle, uygarlığın yaratıcısı olarak ileri sürülen aryan ırkının atalarının Türkler olduğu söylenmiĢtir. Bu teorileri ortaya koyup ispatlamak amacıyla Anadolu‟da 70.000 kiĢi üzerinde kafatası incelemesi yapılmıĢ, Sümer, Hitit, Roma ve Mısır medeniyetlerinin kurucusunun Orta Asya‟dan göç eden Türkler olduğu savunulmuĢtur. Otuzlu yıllarda ortaya konulan bu tezler, yaygınlaĢtırılan eğitim süreciyle birlikte gençlerin ırkçı bir ulusçuluk anlayıĢına sahip olmalarına sebep olmuĢtur. Irkçı milliyetçiliğin Kemalist seçkinler üzerindeki nüfuzunu CHP‟nin konferansları ve halkevlerinin yayın organlarında da görmek mümkündür. Türk Tarih Tezi ve Türk Dil Teorisi ulusal kimliğin yeniden yapılandırılması sürecinde halk evlerinin de yardımıyla Anadolu‟nun en ücra köĢelerine kadar ulaĢmıĢtır (Yalçın,2007: 75). 1912 yılında Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mehmet Emin gibi dönemin siyasal yaĢamına yön veren yazarları tarafından kurulan Türk Ocağı, Türkçü ideolojinin Anadolu‟da yayılmasını sağlayan en önemli dernek olmuĢtur. Üye sayısı 157 binden otuz iki bine çıkan Türk Ocakları zamanla CHP‟nin iktidarına rakip güç olmaya baĢlayınca, CHP tarafından 1931 yılında kapatılmıĢ, bunun yerine kurulan halk evleri, kolektif kimliğin oluĢturulmasına hizmet ederken, diğer taraftan da Cumhuriyet reformlarının toplumda özümsenmesine yönelik çalıĢmalarda bulunmuĢtur. Halkevleri ırkçı tarih tezine iliĢkin konferansların verildiği, kolektif kimliğin etnik, ırki boyutunun eğitim vasıtasıyla halka ulaĢtırıldığı yerlerdi (Arslan, 2003: 412). Türk Ocaklarının CHP iktidarına rakip olması ve sonunda kapatılması bu aĢamada demokrasinin değil, merkeziyetçi bir anlayıĢın var olduğunu gösterir. Siyasi elit kendisinden baĢka bir erk‟in oluĢabileceğini fark ettiğinde bu duruma müdahale etmiĢtir. Sonuçta

kendisinden baĢka bir erk‟in oluĢumuna izin vermeyeceğini dolaylı olarak ifade etmiĢ olan CHP, Türk ocakları yerine Halkevlerini açmıĢtır.

Kemalist ulusçuluğun etnik/ırki boyutu Türklüğün hukuki tanımında hiçbir zaman yer almamıĢtır. Ancak Atatürk ırk ve menĢei birliğini Türk ulusunun oluĢumunda etkili olan unsurlar olarak görür (Kocatürk, 1984: 183). Cumhuriyet döneminin uygulamalarına bakıldığında hukuki tanımda yer almayan ırkçı unsuru, siyasi söylemde ve uygulamada görmek mümkündür. 1924 Anayasasının 92. maddesinde devlet memuru olabilmenin Ģartı “siyasi haklara sahip olan her Türk‟e” verilmiĢtir. Yani Türk vatandaĢı olsa dahi Türk olmayan azınlıkların devlet memuru olması engellenmiĢtir. 18 Mart 1926 tarihinde kabul edilen memuriyet kanununa göre de Türk olmak devlet memuru olabilmenin Ģartları arasına konulmuĢtur. 1924 tarihinde çıkarılan bir yasayla eczane açma ve Türkiye‟de doktorluk yapabilmenin Ģartları arasında Türk olmak kabul edilmiĢtir. 1927 tarihinde çıkarılan bir yasayla sanayi kurumlarında çalıĢacak olanlara Türk olma Ģartı getirilirken, yabancı sigorta Ģirketlerinde müdür ve vekil dıĢındaki diğer çalıĢanların Türk olması mecburi kılınmıĢtır (Yıldız, 2007: 235). Türk‟ün ırka dayalı tanımı yapılmıĢ ve Türk olmayan her unsur devlet kademelerinden uzak tutulmuĢtur.

Irk ve kan bağına dayalı milliyetçilik anlayıĢından yola çıkarak Türkçü faĢizm de kendini gösterdi. Türkçü faĢizmin en önemli isimlerinden olan Rıza Nur, Türklüğe ve milliyetçiliğe bakıĢını Ģu sözlerle ortaya koyar:

“Ben Türklük için can veriyorum; fakat bunu gizli leğen gibi taĢıyorum. Kimseye söyleyemiyorum. Çünkü biz bunu yaparsak, diğerleri de zamirlerini açığa vurmağa meĢru bir sebep bulacaklar. Bu da memleketin parçalanması ve inkırazı demektir. Vatan, ĠĢkodra‟dan Yemen‟e kadar uzanıyor. Ġçinde yetmiĢ iki buçuk millet var. Bu hal Türkiye‟nin en büyük zaafı ve hayatını daima tehdit eden en büyük tehlike idi. Bu sebeple milli fırkaların teĢekkülünden tüylerim ürperiyordu (Nur, 1967: 333).”

Sonraki yıllarda ırk ve kan bağına dayalı milliyetçilik anlayıĢı giderek pekiĢti ve Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi isimlerin dergi ve gazetelerle geniĢ halk kitlelerine ulaĢtırdıkları Irkçı-Turancı görüĢle birlikte daha da yayıldı.

Türkçü faĢizmin temsilcilerinden Nihal Atsız, 1944 Martında sahibi olduğu Orhun dergisinde dönemin BaĢbakanı ġükrü Saraçoğlu‟na iki açık mektup yazarak, komünist olduğunu iddia ettiği kimi isimleri ihbar etmiĢ ve dönemin Maarif Vekili

Hasan Ali Yücel tarafından kollandıklarını iddia etmiĢti. Atsız‟ın eski arkadaĢı olan Sabahattin Ali de komünist olarak ihbar edilen kimseler arasındaydı. Ali, Atsız‟ı 7 Nisan 1944‟de mahkemeye verdi ve dava 26 Nisan 1944‟de baĢladı. Ġkinci duruĢmanın yapıldığı 3 Mayıs günü Atsız sempatizanları Ankara Ulus‟ta büyük bir protesto eylemi gerçekleĢtirdiler. Bu eylem, rejimin Türkçü faĢizmin halline giriĢmesi için yeterli oldu (YaĢlı, 2008: 116). GiriĢim belirli bir süre sonra eski etkisini kaybetti. Ancak tekrar ortaya çıkması uzun sürmedi. Nitekim politik bir örgütlenme olarak ortaya çıkmasa da bir dergi hareketi olarak tekrar tarih sahnesindeki yerini aldı.

Türkçü faĢizm, Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın ardından baĢlayan Soğuk SavaĢ yıllarında, kurumsallaĢmıĢ bir politik örgütlenme olarak değil ama bir dergi hareketi olarak yeniden ortaya çıktı. Çınaraltı dergisi 1948 yılında haftalık olarak yeniden yayına baĢladı. Yine aynı yıl Yeni Bozkurt isimli bir baĢka dergi çıktı. 1947–1951 yılları arasında Serdengeçti, 1947 yılında Kür-Şad, Altınışık ve Kızılelma isimli dergiler yayınlandılar (YaĢlı, 2008: 133).

Çok partili hayata geçiĢin ardından 1950 yılında Demokrat Parti‟nin iktidara geliĢiyle ortaya çıkan göreli özgürlük ortamında Türkçü faĢist akım çeĢitli dernekler aracılığıyla örgütlenmeye çalıĢmıĢtır. Bunlardan biri 1951‟de çeĢitli örgütleri birleĢtiren bir federasyon niteliğindeki “Türk Milliyetçiler Derneği”ydi. Dernek, 1953‟te Serdengeçti isimli dergide yayınlanan bir yazı gerekçe gösterilerek kapatıldı. Atsız‟ın liderliğinde 1950 yılında oluĢturulan örgütlenme ise kendisine isim olarak “Türkçüler YardımlaĢma Derneği”ni seçmiĢti. Dernek, 27 Mayıs darbesine, yani 1960 yılına kadar varlığını sürdürdü. Yine 1950 yılında Nejdet Sançar, Ziya Özkaynak isimli bir arkadaĢıyla Komünizmle Mücadele Derneği‟ni kurdu. 50‟ler bir tür Soğuk SavaĢ‟a intibak ve ideolojik tahkimat yılları olarak geçti.

Kısaca özetlemek gerekirse Türkiye Cumhuriyetinde ırka dayalı milliyetçilik anlayıĢı, asla hukuki tanımda yer bulmamıĢtır. Hukuki açıdan vatandaĢlığa dayalı bir milliyetçilik anlayıĢı benimsenirken, pratikte ırka dayalı bir milliyetçilik anlayıĢı geçerli olmuĢtur. Gerçi bu politika Batı‟da olduğu gibi saf bir Ģovenizm Ģeklinde ya da negatif öjenik eğilimler göstererek ya da biyolojik farklılıklara göre belirlenen siyasi ve sosyal bir yapı etrafında Ģekillenerek olmamıĢtır. Ama pratikte ırksal farklılıklara yönelik ayrımcı uygulamalara rastlanmıĢtır. Ayrımcı uygulamalar birçok

idari kararda ve devlet memurluğuna seçilme Ģartlarında görülebilir. Ġskân kanunu farklı unsurların asimile edilmeye çalıĢıldığının bir göstergesi olarak, Türk milliyetçiliğinin ırkı da bileĢenleri arasına aldığını gösterir. Ayrıca Türk Tarih Tezi ve Türk Dil Teorisinin Türk ırkını diğer ırklardan üstün göstermesi durumu da Anayasada tanımlanan Ģekliyle, Türklük tanımıyla çeliĢmektedir.